Şêrko Kanîwar… Günlük yaşamını Kürtçe idame ettiren, bu ısrarıyla Kürtçe’nin kamusal alanda yasaklı olmasına meydan okuyan biri. Belki de bunu bir ısrar ya da tutku olarak değerlendirmek doğru değil diyebilirsiniz. Zira anadilinde konuşmak hatta eğitim görmek zaten bir insan hakkı. Ancak Türkiye’de yıllardır devam eden asimilasyon politikalarına böylesine direnen bir insanı böyle ele almak da abes olmasa gerek. Şêrko Kanîwar çocuklara Kürtçe müzik eğitimi veriyor. Aynı zamanda, Diyarbakır’daki bazı Kürtçe müzik kurumlarında hocalık yapıyor. Şêrko Kanîwar ile anadilindeki ısrarını ve tutkusunu konuştuk.
Kanîwar, çocuklarla kurduğu etkileyici iletişimi ve Kürtçeye, kendisinin deyimiyle ‘aşk’la sahip çıkmasını Gazete Karınca’ya anlattı.
Öncelikle benimle Türkçe konuşmayı kabul ettiğin için teşekkür ederim. Günlük hayatında çok zor durumda kalmadıkça Türkçe konuşmayı tercih etmiyorsun. Bu duruma nasıl tepkiler alıyorsun?
Yani ilk yıllar çok kötüydü. Ben de çok serttim. Dicle Fırat Kültür Merkezi’nin açıldığı yıllardan bahsediyorum. Hatta ben hatırlamıyorum ama ‘Kürtçe konuşmayanlarla aynı masada oturmuyorum’ demişim o yıllarda ve masayı terk etmişim. Şimdi gülerek anlatıyoruz birbirimize. Şu anda da karşımdaki insan gerçekten Kürtçeyi hiç bilmiyorsa ve iletişim kurmam gerekiyorsa Türkçe konuşuyorum ama onun dışında kesinlikle Türkçe konuşmuyorum. Ben 22 yıldır Diyarbakır’dayım. Bir esnafla, bir minibüs şoförüyle, taksi şoförüyle asla Türkçe konuşmuşluğum yoktur. Beklerim, yan komşuyu çağırırlar ya da dükkanı terk ederim. Hatta Turkcell bayilerini şikayet etmişliğim var. Kürtçe konuşmayıp beni tersledikleri için Turkcell Genel Müdürlüğü’ne şikayet ettim şubeleri. Asla taviz vermiyorum o konuda.
Peki sonuç alabildin mi?
Kesinlikle, dönüş yaptılar. Kürtçe konuşan müşteri hizmetleri aradı. Şok oldum. Şubeleri uyarmışlar. Bir daha gittim şubeye. Personel Kürtçe konuştu. Özel bir kurumda resmi dili dayattılar çok ilginç. Kaldı ki vergi dairesine gidince bile Kürtçe konuşuyorum. Memurların yüzde 99’unun Kürt olduğunu biliyorum. Yani günlük yaşamda bu konuda tavizsizim.
Olumlu tepkiler de alıyorsundur değil mi?
Evet, aslında Kürtçe bilen ve konuşmayan insanları teşvik de ediyor. Kürtçe biliyoruz aslında biz niye Türkçe konuşuyoruz ki diyorlar. Mesela ben Zazaca konuşan biriyle Türkçe konuşmaya mecbur kalmamak için Zazaca öğrendim.
Bu farkındalık ne zaman başladı sende?
Ben Kızıltepeliyim. Kızıltepe deyince Kürtçe gelir insanın aklına. Çocukluğum Kızıltepe’nin bir köyünde geçti. Türkçe konuşmak çok ayıplanırdı. Sonra köyden direkt İstanbul’a bir geçiş var, ortaokulu amcamların evinde okudum. Amcamla ve amcamın eşiyle Türkçe konuşurduk. Onlar Kürtçe bilmelerine rağmen Türkçe konuşuyordu. Abimle beraber gitmiştik ve biz aramızda asla Türkçe konuşmadık. Yani şu an deseler ki biz sizin bütün ailenizi katledeceğiz, babanla bir defa Türkçe konuş, asla. Yok bizde öyle bir şey. Türkçe kelime çıkmaz ağzımızdan, ailecek böyleyiz. Dil bizim kırmızı çizgimiz. Daha sonraları üniversite yıllarında, dilin ulusal, kültürel anlamdaki önemi de işin içine girince bende bu farkındalık da gelişti.
Gittiğin her yerde, resmi kurumlarda bile Kürtçe konuşman dilinin kamusal alanda yasaklı olmasına bir tepki mi?
Bunun etkisi çok büyük tabii. İstanbul’a gidiyorum. Tarlabaşı’nda hiç tanımadığım esnafla da Kürtçe konuşuyorum. Kesin Kürtçe bilen biri vardır ya da gerekirse işte el hareketleriyle anlaşalım yani. Nasıl bir İngiliz’le bir Fransız’la anlaşıyorsa benimle de öyle anlaşsın, niye kendimi Türkçe konuşmaya mecbur bırakayım? Batı illerine gittiğimde toplu taşımada özellikle arkadaşlarımı telefonla arayıp Kürtçe konuşuyorum. Kürtçeyi duysunlar, evet, bu dil var desinler. Sanıyorum bu bilinçaltımdaki var olma duygusunun dışavurumu.
Uzun yıllardır Diyarbakır’da yaşıyorsun. Diyarbakır bir Kürt kenti. Çok yoğun olarak Kürt nüfusunun yaşadığı bir kent ve benim gözlemlediğim kadarıyla Kürtçe’nin kullanımı giderek azalıyor. Katılır mısın buna?
Evet, hatta ilçelerde, köylerde bile Türkçe konuşmaya başlamış insanlar. Bu bir özenti mi bilmiyorum ama asimilasyon politikalarının etkisi olduğu yadsınamaz. Bir de yakın dönemde yaşanan sokağa çıkma yasakları, OHAL, KHK ile ihraçlar sonrası Kürtçe bilen de artık Türkçe konuşmaya başladı.
Çocuklara konulan isimlere kadar etkili olmuş görünüyor bu durum…
Doğru, çocukların isimleri değişmiş. Çok ilginç isimler var. Kürt mücadelesinden etkilenen Kürtçe ya da kültürel isimlerin yerine İslami ideolojiden etkilenmiş isimler konuluyor. Nur ile biten isim o kadar çok ki. Ama bu görünen yüzü, işin ve bence görünmeyen yüzü böyle değil. Sadece bizim temas ettiğimiz 700 ailenin, ısrarla çocuklarına Kürtçe öğretmenin yollarını aramaları ve işte mesela bizim kuşağımızın çocukları ile Kürtçe konuşmak için çabalamaları, bunu teşvik etmeleri çok önemli diye düşünüyorum. Burada 0-5 yaş arası 300 çocuk var. Bu küçük bir rakam değil Diyarbakır için gerçekten. Buraya gelenlerin yüzde 80’i çocukları Kürtçe bir etkinliğe katılabilsin diye geliyor. Şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi iklim her ne kadar Kürtçe konusundaki çalışmalarımızı etkilemiş olsa da bütün bu baskıların yine de uzun vadede Kürtçeye darbe vuracağını sanmıyorum. Hala canlı bir kitle var ve bu bana umut veriyor.
Diyarbakır iki dönemdir kayyumlarla yönetiliyor. Kayyumlarla birlikte ilk yönelinen yerler de kültür-sanat kurumları ve anadilinde etkinlik, eğitim yapan kurumlar, alanlar oldu. Nasıl etkiledi bu durum kenti? Bütün bunlar yaşanmadan nasıl bir tablo vardı, şu anda nasıl bir tablo var?
Çok somut bir örnekle başlayayım. Bu kentte biz artık Kürtçe billboard görmüyoruz, devasa Kürtçe reklam afişleri göremiyoruz. 2015’te kamusal alanın tabela dili de Kürtçeydi. Bu kentteki mekan isimlerinden, park isimlerine kadar her şey Kürtçe’ydi. Ama şimdi o zaman reklamını Kürtçe yapan da artık Kürtçe reklam vermiyor. Bu konuda kendimizi de eleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Kürt siyasi hareketini de eleştiriyorum. Kürt Dil Bayramı gibi bir günde bile bir Kürtçe billboard görmedik.
Yani Kürtçe billboard verilseydi yayınlanır mıydı?
Tabii ki. Ücretli bir şey bu. Belediyeye bağlı değil ki. Böyle böyle üstüne gitmek lazım bu yasakların. Dili canlı tutmanın yollarını bulmak zorundayız. Evet, belediye elimizden alındı, parklarda konserler yapamıyoruz, devasa salonlarda konser yapamıyoruz, etkinlik yapamıyoruz. Ama bu yeni bir şey değil ki. Sistem zaten “üzerine düşen görevi” yapıyor. Biz de bize düşen görevi yapıp dilimize sahip çıkmak için yaratıcı çözümler bulmak zorundayız. Bu kentte o kadar çok STK var ki. Diyarbakır’da STK’lar çok güçlü.
Hala güçlü mü?
Bence öyle. Hala güçlü, ama güçlerinin farkında değiller. Bütün bu süreçlerde alternatif reaksiyonlar göstermeyi bilmiyorlar sadece.
Sen bayağı inatçı birisin. Ve belki de bütün o bahsettiğin kesimler de senin kadar inatçı olsalar çok şey yapılabilir diye mi düşünüyorsun? Yani inat edilmiyor gibi mi geliyor sana?
Evet, kesinlikle. Bak mesela biz havaalanı güzergahındayız. Savaş uçaklarının her gün tepemizde uçtuğu bir yerde dünyanın ilk ve tek 0-5 yaş Kürtçe müzik okulunu açabiliyorsak daha ne olsun. Bu benim kişisel başarım değil ki. Bu, bu halkın gücünü gösteriyor. Totaldeki gücümüz o kadar fazla ki. Ama biz bu gücümüzü küçük küçük lokal şeylerde heba ediyoruz. Kayyumlar geldi diye, her şeye el konuldu diye biz bazı şeylerden vazgeçmiyoruz değil mi? Günlük kişisel ihtiyaçlarımızdan vazgeçmiyoruz mesela. O zaman dilimizden de vazgeçmememiz lazım. Bu bizim nefes alanımız. Gerekirse, her neredeyseniz kapıyı çalacaksınız, diyeceksiniz ki “Ben Kürt müziği eğitmeniyim. Çocuk var mı bu evde? Eğitmeye geldim.” Bütün yasaklamalara rağmen hala Kürtçe kitaplar yazılıyor, Kürtçe yayınlar var. Ya da işte Kürtçe televizyonlar var. Önünü alamazlar ki.
Aslında Kürtçe kamusal alanda hiç serbest olmadı zaten ama sanki çözüm sürecinin sona ermesinden sonra Kürtçe ilk kez yasaklı hale gelmiş gibi bir psikoloji oluştu değil mi?
Tam da bundan bahsediyorum. Öfkem aslında buna. Bu ülkede Kürtçe “Bilinmeyen dil” olarak kayıtlara geçiyor. Biz de yıllardır dilimize yapılan bu muameleye karşı direniyoruz. Şimdi birileri oksijeninizi kesti diye nefes almayacak mıyız? Yeni oksijen alma delikleri açmamız gerekiyor. Yoksa öleceğiz.
Hiç demoralize olmuyor musun?
Ben hep çok pozitif bir insandım. O kayyum sürecinde mesela biz işten ayrılanlarız, atılanlar değiliz. Mücadelemiz hep hayatımızın en önemli kısmını oluşturuyor. Ben yaşama sevinci çok güçlü olan biriyim. Bir ara kurumun elektriği kesilmişti, arkadaşlarımın morali bozuk. Ben de içeri girdim çok enerjik bir şekilde ve gülerek dedim ki “Arkadaşlar elektriğimizi kesmişler.” Arkadaşlar bir de gülüyor musun dediler. Dedim ki “Ne yapalım, paramız yok elektriği kesmişler. Olsun.” Çünkü bu ne ki yaşadıklarımız karşısında. Aslında gülüp geçiyorum, çünkü bu tür şeyler bizi engelleyemez ki. Gözümüzün içine bakan binlerce çocuk var. Benim bu yılki sloganım şu: “Çocukların gözündeki o kıvılcımdan Newroz ateşleri yaratabiliyor musun? O zaman senin o kıvılcıma dokunman lazım.”
Müzik öğretmenisin ama Şerko denilince akla ilk gelen Kürtçe? Nasıl hissettiriyor bu sana?
Bu arada ben aslında matematik mezunuyum. Matematik öğretmenliği okudum. Ama ortaokulda abimin zoruyla tembûr kursuna gitmiştim. Üniversitede de müziğe olan ilgimin farkına varmıştım. Keşke şimdi eğitim verdiğim çocuklar gibi küçük yaşlarda başlayabilseydim müziğe. O zaman da olsaydı keşke böyle kurumlar. Üniversiteden sonra Dicle Fırat Kültür Merkezi ile tanıştım ve kesinlikle matematik öğretmenliği yapmayacağıma karar verdim. Müzik alanında alaylıyım aslında. Evet, şu anda benimle ilgili insanların aklına ilk gelen şey Kürtçe. Bana çocuklarını böyle güvenerek teslim etmeleri de çok mutlu ediyor beni.
Bir de mesela benim bizzat tanıdığım şimdi tutuklu olan gazeteci Aziz Oruç’un çocukları geliyor mesela buraya. Anneleri Makedon ve Kürtçe bilmiyor. Babaları da ya şimdi olduğu gibi cezaevinde da iş yoğunluğu nedeniyle genelde dışarda. Aslında sen sadece bir müzik öğretmeni değil aynı zamanda belki de zorunlu olarak bir Kürtçe öğretmenisin de değil mi?
Yani bu sene yarı Türk yarı Kürt velimiz çok fazla. Yani çok fazla derken, belki 10 kişidir ama bu önceki yıllar için çok fazla bir rakam. Ya anne Türk, baba Kürt, ya da tam tersi. O ailelerde de tek dil var ama Türkçe. Ama bundan da rahatsızlar. Ne yapalım, ne yapalım derken soluğu burada alıyorlar. Sanki benim de elimde bir sihirli dernek varmış gibi. Diyorum ki peki siz ne yapacaksınız? Tamam, ben haftada bir saat elimden geleni yapacağım, takla atacağım burada. (Gülüyor) Peki siz ne yapacaksınız? Yani ailelere de çok iş düşüyor. Bu arada bu sene dikkatimi çekti mesela anne çocuğuyla İngilizce konuşuyor çünkü İngilizce öğretmeni. Baba da Türkçe konuşuyor. Dedim ki peki Kürtçe. Dedi ki Kürtçe de sende. Allah Allah. Dedim ki ama haftada bir gün bir saat benimle çocuk, olsun dedi. Bu çocuk şu an Kürtçe diyalog kuruyor. Bu benim için muhteşem bir şey.
Gerçekten çok pozitif bir enerjin var. Bu motivasyonu nasıl sağlıyorsun?
Bunu ben de düşünüyorum aslında. Aşkla açıklamak mümkün belki de. Yoksa sanırım mümkün değil. Bu kadar zor şartlarda, bu kadar ağır bir yükün altına kimse girmez. Hiçbirimiz, ben şahsen iş olarak bakmıyorum yaptığım şeye. Çünkü iş olsa 17:00’dan sonra şalteri kapatıyorsun. Cumartesi-Pazar şalteri kapatıyorsun. Bana bazen “Yahu senin özel hayatın yok mu?” diye soruyorlar mesela. O ne ki? (Gülüyor) Ama şunu da söylemem gerekiyor, ben çocukları çok seviyorum ve mesela bir gün dilimizin yasaklı olmadığı günleri görürsek bile çocuklarla bir şeyler yapmaya devam etmek istiyorum. Çünkü çocukların buraya aşkla gelmesi, bana sarılması, sakallı babasına bile sarılmazken (gülüyor) gelip beni kucaklayıp öpmesi beni çok etkiliyor.
Bütün bu asimilasyon politikaları karşısında Kürt dilinin yok olmasına dair bir emare görüyor musun sen? Kaygılı mısın bu alanda çabalayan biri olarak?
Bence mümkün değil. Kürtçe yaşayan milyonlar var. Kesinlikle Kürtçe yok olmaz. Şarkılarımız, öykülerimiz, bilmecelerimiz, kültürümüz devam ettiği sürece dilimiz de yaşayacak. Ama ailelere de bir çağrım var, boşuna lak lak yapacağınıza çocuklarınızla Kürtçe, kendi kültürünüzle oyunlar oynayın, onlara zaman ayırın. Çünkü bunları bizden sonraki nesillere aktarmazsak o zaman yok oluruz.