Onur Hamzaoğlu
Yılların Devlet İstatistik Entitüsü (DİE), AKP hükümetleri döneminde ilk olarak, 2005 yılında, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) oldu. Sonra da iktidarın hem oyuncağı hem de maşası haline getirildi. Kurumun kuruluş amacı, işlevi ve işleyişinden haberdar olmayan atanmış yöneticiler “atayana itaati” önceleyerek, yöneticisi oldukları kurumu güvenilmez, doğruyu saklayan hatta söyledikleri yanlış değil “yalan” olan bir hale getirdiler. Örneğin, Türkiye’nin yıllık enflasyon rakamları atayanın istediği gibi olsun diye önce hesaplama sepetini, ardından hesaplama tekniğini değiştirdiler. Olmadı. Atayan memnun kalmadı, beğenmedi. Bunun üzerine paketi ve hesaplama tekniğini açıklayamadıkları, doğru olmayan açıklamalar yaptılar. Son olarak, işçilerin asgari ücret belirlemesinde bir ölçüt olarak kullanılmasına karşın, 2022 yılı asgari ücret görüşmelerinde kullanılmaması için, bu halini bile zamanında yayımlamadılar. Angaryanın-karşılığını ödemeden çalıştırmanın Anayasa tarafından suç kabul edildiği Türkiye’de asgari ücret, hem devletin hem de patronların çalışanlarına karşı bu suçu işlememesini sağlayan bir araç. Asgari ücret ödeyerek bir kişiyi haftada 45 saat çalıştırabiliyorsunuz. Adına asgari ücret dedikten sonra hukukun da sınırı bu oluyor. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da patronların istekleri iktidar tarafından yerine getirildi. Açlık sınırının altında bir asgari ücret belirlendi. TÜİK de bu uygulamanın dolaylı olarak dayanağı yapıldı.
Cumhurbaşkanının imzası ile 15 Ekim tarihinde TBMM’ye gönderilen 2022 yılı bütçesi 190 milyar dolardı. Genel Kurul’da kabul edildiği 17 Aralık günü 83 milyar dolarlık bölümü buharlaşmış ve yalnızca 107 milyar dolarlık bir bütçe kalmıştı yurdumun insanına. AKP ve MHP iktidarı adına söz alan atanmışlar ve milletvekilleri büyük bir pişkinlikle daha yasalaşmadan içi boşalmış, %43’ünden fazlası buharlaştığı için buruşuk kâğıda dönüşmüş bütçe teklifini yüzleri kızarmadan savundular. Bu yetmiyormuş gibi, gerçekleri yüzlerine karşı bir bir sıralayan muhalefet milletvekillerine yanıt veremedikleri için olsa gerek, fiziki saldırılardan da kaçınmadılar.
COVID-19, tanımlanmasından çok kısa bir süre sonra 2020 yılında hızlıca dünyayı sardı.
Sınıflar arası eşitsizliklerin uçuruma dönüşmüş olduğu ülkelerde dahi pandemi ile mücadele için sağlık harcamalarında özellikle de devlet tarafından yapılan sağlık harcamalarında doğal olarak önemli artışlar yaşandı. Bununla birlikte, AKP iktidarı ısrarla bunun dışında kalmayı başardı.
Öyle ki Türkiye’de toplam sağlık harcamalarının GSYH’deki payı 2008 ve 2009 yıllarında %6,10 olarak gerçekleşmesine karşın, pandemi ile mücadelenin ilk yılı olan 2020’de 1,15 puan daha düşük, %4,95 olarak gerçekleşti. Böylece, Türkiye hemen hemen bütün ülkelerin yer aldığı grupta olmamayı başardı. Yetmedi, sağlık hizmetleri için harcanan her 100 TL’nin 2001, 2002 ve 2009 yılında 30 TL’si devlet tarafından gerçekleştirilmişken, 2020 yılında yalnızca 24,87 TL’sini devlet karşıladı.
Türkiye’de pandeminin birinci yılında sağlık hizmetleri için toplam 233 milyar 62 milyon TL cari sağlık harcaması gerçekleşmiş. Bu harcamanın 175 milyar 99 milyon TL’den fazlası bizzat yurttaşlar tarafından, vergisini ödedikleri maaş, ücret ve diğer kazançlarından yaptıkları sağlık sigorta primi, reçete parası, özel hastane fark bedeli, ilaç katkı payı, ilaç fark bedeli, muayene katkı payı, tetkik katkı payı, tamamlayıcı sağlık sigortası primi, grip aşısı ve zatüre aşısı bedeli vb. olarak gerçekleştirildi.
Yukarıda paylaşılan sağlık harcamalarının veri kaynağı TÜİK tarafından yayımlanmakta olan Sağlık Harcamaları İstatistikleri. Onların yayımladıklarını onların adlandırdıkları gibi kabul edersek tabii ki yukarıdaki değerlendirmenin yapılabilmesi mümkün değil. Ancak, biz gerçeği bulup çıkarmak, öğrenmek, paylaşmak ve iktidarın yüzüne söylemekle mükellefiz.
İktidara bir kez daha gerçeği söyleyelim; AKP iktidarı halkın parasını halkın gereksinimleri için harcamıyor. Halkın parasını halkın kullanmadığı havalimanlarını, köprüleri, otoyolları, şehir hastanelerini inşa edip işletenlere peşkeş çekiyor.
İktidar da dönüştürdüğü kurumları da lime lime dökülüyor. Ayakta kalacak hali kalmadı. İlk seçimde onları gönderebilmek, hesap sormak ve kurumları yeniden inşa etmek için eksiklerimizi tamamlanmak, hazırlıklı olmak ivedi bir ödev olarak henüz önümüzde bekliyor…