Ana SayfaManşet‘Sine-i millet’ diyenler keşke Kürdün sinesini görebilseler – Tuncay Korkmaz

‘Sine-i millet’ diyenler keşke Kürdün sinesini görebilseler – Tuncay Korkmaz


Tuncay Korkmaz


Devletin sadece siyah olan kudretine -tüm tonlarıyla- maruz kalan bizcileyin, beyaz üzerine kurmalıyız anlam dünyamızı. Bu, korku değildir ya da umarsızlıktan gelen edilgenlik. Bilakis, asıl her yer kararınca, beyaz bir zerre olabilmektir direngenlik.

Doğrudur,

ağır ve gri bulutların hüküm sürdüğü zamanlardan geçiyoruz. Revaçta mesleğin dil avcılığı ve  itibar cellatlığı olduğu erklerin çağında yaşıyoruz. Muhabbet ve kelamın kıymetini bilmeyenlerin kızgın yüzünü ve zordan keyif alan özünü görüyoruz. Etrafımızda, kızarmayan burun direklerine tünemiş kuzgunlarla dolaşan, kendine münhasır ve kerameti kendinden menkul tipleri izliyoruz.. Onur, özsaygı ve ilkeyi süslü rafların aksesuarı yapıp, sarı akçenin tozuyla yoğrulan ekmeklerden beslenenlere bakıyoruz.

Doğrudur,

ateşten yağmurlar ve göğsümüzdeki korlar arasında yaşıyoruz. Her farklı rengi ve sesi lanetli  sayan, sürgün ile zindanların kapısını açan fermanları dinliyoruz. Aynı sofrada oturanların, aynı sokakta yaşayanların arasına perdeler asılmakta. Birbirine dokunup kucaklaşmanın gerektiğini söyleyenlerin birer ifrite dönüştürüldüklerine tanıklık ediyoruz.

Doğrudur,

dile farklı gelse de fikren ve zikren ”zulm ile abad olunacağına” inananların çağındayız. Yaradandan ötürü de olsa yaratılanın sevilmediği dehlizlerde dolanıyoruz. Ömürlerimiz, göz kırpmaksızın çalınıyor. Kimimizin göğsü dağlanır iken, kimimiz ise soğuk duvarlar arasına konuluyor ve hayat saatimizin akrepleriyle sokuluyoruz.

”Cehennem, anlaşılmadığımız yerdir” der ustad Mansur. Biz ise anlaşılmamanın acısına katlanıp çığlığımızın bu dar-ı dünyada duyulmasına çabalıyoruz.

Ama ve lakin, böyledir diye unutmamamız gereken bir hakikat var.

Kanıksamakla başlar anlamsızlık!…

Acı, göğüslemek içindir özümsemek için değil. Bu yüzden her bir yitirişin hüznü yaşanmalı. Daha yalın ve görünür kılmak gerekirse meramı: Kara kaşlı esmer çocuktan düşen ekmek, ceylan gözlü kızın elinden savrulan kırık değnek kaldırılmalı. Söz konusu çocukların yitirilişi olunca, bizi birbirimizden ayıran tüm çitler yıkılmalı. Uhreviyeti pelesenk edinip, cismaniyet ile debdebeye esir olanların kavgasında nehir ve denizlerin kıyısına vuran küçük bedenlere de ağlanmalı.

Yaşadığımız acı, kabullenmeye -ve haliyle geriye- götürmemeli bizi. Çeşitlilikte birliğe, sevgi ve  hoşgörünün hüküm süreceği yarınlara taşırmalı. Hüznümüz, tebessüm edecek çocukların adağı sayılmalı… Zordur. Göğüste taşınan kordur! Ancak,  “coğrafyanın kader” oluşuna sığınmak da yaşananları mukadderat bellemek ve bu çağ için artık lafügüzaf ile  kelam-ı koftur. Biliriz ki tuz değmiş yanaklarda belirir ve kıymetlenir tebessümün gülleri. Bundandır ki ölüleri için üzülenlerin, başka ölümler olmasın diye daha gür çıkmalı sesleri!

Sine-i millet diyenler, keşke Kürdün sinesini görebilseler! Kürdün sinesine dönülüp bakılmadığı içindir bunca acı ve insan incadı zelzeleler.

Durmaksızın örselenirken bile göğsümüz, sine-i müşfiğiz biz ve asla kindar olmayacaktır hasletimiz. Evet sine-i püryanız, sine-i suzan. Lakin tam da budur bizi hakikate yönelten ve güçlü kılan.

Doğrudur,

hiç sevmedik gelecek hükümlerimizi veren gravatlıları. Ta padişah ve peşlerine takılan kendi beglerimizden biliriz. Ağaçlarımız ve kutsal nehirlerimizden ziyade mühürlü kağıtlara tapanları. Sırtına bir pusat cebine devlet-i aliyyenin damgasını koyanları.Ve sonra diliyle bedenine uzanan el için değil, gravatına konan sinek için dünyayı yıkanları.

Doğrudur

hiç sevmedik elinde gücü bulunduranları. Rezm ile bezm kardeşliğinde öğütüldük çünkü ve biliriz bunun uygulayıcısı olan üniformalıları, ütülü yeşil urbalıları. Omuzundaki yıldız sayısına, plakalarındaki renk ile rakama göre yurdumuzu parsellemeyi kendilerine hak sayanları.

Doğrudur

ısınamadık temsili kurumlara. Tarih okurken bile soğuk geldi isimleri. Meclis-i hass-ı vükela, meclisi ayan ya da bu temele bina edilmiş meclis-i mebusan. Bir de fazlasıyla tanığız elbet, ”bilinmeyen dil ve varolmayan coğrafyalar” olarak, temsili ”yüce mekanın”  tutanaklarına kaydoluşumuza.  Dolayısıyla kimse şaşırmamalı meclis idare amirlerimizin varlığından ziyade isimdeki  ”idare” ve ”amir” sözlerine takılı kalmamıza.

Ama ve lakin, hal böyledir diye unutmamız gereken bir hakikat var.

Suskunluk, kendini aşkın ateşinde yakana yakışır, yakılana değil. Birinde insan kendini vareder ve sağaltır. Diğerinde ise içten bir irine dönüşür, merheme değil!

Mesele, umutsuzluğun hükmünden beslenenlerin çağında, geçmişin bedellerine sahip çıkıp başını ufka yöneltmektir. Yiten onca canın acısını taşıyarak, güleç çocukların seslerinin yankılanacağı yarınlarda ısrar etmektir. Mesele, tek bir zerrenin varlığının bile, karanlığı anlamsız kılacağına inanmak ve parlamaya devam etmektir.

Hülasa, sinemizde tanıklığın ve sanıklığın acısı kadar, kanatan dikenli yolların tecrübesi de var. İyi bakılırsa şayet o sineye, geri çekilmenin aksine, yarınlara, daha güçlü yürümenin enerjisi de var.


Haziran için bir senfoni – Tuncay Korkmaz

Previous post
1 ay önce zorla evlendirilmişti: Diyarbakır'da şüpheli çocuk ölümü
Next post
68 kuşağının öncülerinden Teslim Töre hayatını kaybetti