Ana SayfaYazarlarDemet ParlarAntroposen’de son durum: “Feci ama ciddi değil”

Antroposen’de son durum: “Feci ama ciddi değil”


Demet Parlar


Fas’ın Jebel Irhoud bölgesinde 2017 yılında bulunan fosil kalıntılarının verilerine göre Dünya’daki varlığı 300 bin yıl olan Homo Sapiens, kendi varlık süresine göre çok kısa ve gezegenimizin 4,5 milyar yıla varan yaşına göre çok daha kısa bir süre önce başlattığı Tarım Devrimiyle (yaklaşık 12000 yıl) hayvanları ve bitkileri susturarak yerküre ve insan arasındaki animist senfoniyi insan ve tanrı arasındaki bir diyaloğa dönüştürdü. Hatırlanacağı gibi Homo Sapiens bu devrimi gezegenin dengeli ve uyumlu biyosfer koşulları sayesinde yapabilmişti(1).

Modern bilimin ve sanayinin gelişmesi, insan-hayvan ilişkisindeki bir başka kırılmayı daha yarattı; Galileo ile başlayan bilimsel devrim ile Homo Sapiens, tanrıları da susturarak gezegenimizi artık yalnızca insanın konuştuğu bir monoloğu dinler, onun kararlarının, yapıp ettiklerinin sonuçlarını deneyimler hale getirdi. Böylece son 500 yıl, insan hakimiyetinin daha önce görülmemiş olağanüstü bir yükselişine tanık oldu.

1500 yılında dünyada yaklaşık 500 milyon homo sapiens vardı, bugünse bu 7,5 milyara ulaşmış durumda. 1500 yılında insanlar günde 13 trilyon kalori enerji tüketirken bugünkü enerji tüketimi günde 1500 trilyon kalori. Rakamların net bir şekilde gösterdiği gibi insan nüfusu 14 kat artmasına karşın enerji tüketimi 115 kat artmış(2). 1750 de başlayan sanayi devrimi ile,5 milyon asırda oluşmuş fosil yakıtların çoğu, 2,5 asırda tüketilerek bu artan ihtiyaç karşılanmaya çalışıldı.

Bir başka deyişle insan, avcı toplayıcı yaşamdan yerleşik düzene geçerken buğday tohumlarıyla birlikte Antropos (erkek insan ) merkezli zihniyetin tohumlarını da yerkürenin her tarafına ekti. Bu zihniyet monoteist dinlerin, Kartezyen anlayışın ve Aydınlanma’nın etkisiyle köklendi, gelişti inanç, ırk ve tür ayrımcılığına dayanan Leonardo da Vinci’nin Vitruvius Adamı ile simgelenen ve Kapitalizmin son icadı Global Neoliberalizm ile taçlanan, gezegenimizdeki canlı, cansız tüm varlıkları araçsallaştıran, acımasızca sömüren ve kullanan bir anlayışa dönüştü.

Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu anlayışın biosferin tümünün dengelerini nasıl bozduğunu; hayvan türlerinde azalma, buzullarda ciddi boyutlara varan erime, küresel sıcaklığın artışına paralel olarak artan yangınların ve sellerin yanı sıra iki yıldır üstesinden gelemediğimiz Covid-19 Pandemisi ile deneyimlemeye başladık. Gezegenimizdeki canlı cansız insan dışı varlıklarla bağlarımıza ve buradaki sorunlara dikkatimizi çekmesi ve hatta bizi panikletmesi gereken bu büyük küresel felaketler bilim insanlarının uyarılarına ve bilimsel verilerle destekli açıklamalarına rağmen ülkelerin yöneticileri başta olmak üzere dünya kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından görmezden, duymazdan geliniyor, komplo teorileriyle uyumak, etkisi sınırlı “çözümlerle” rahatlamak tercih ediliyor. Zizek bu tutumu yani karşılaşılan tehditle baş edebilmek için gördüğümüz, işittiğimiz, yaşadığımız şeyi reddetme, durumumuzun feci olduğunu bilerek ciddiye almama halini psikanalitik “fetişist yarılma” kavramıyla açıklıyor. Kolektif ideolojinin örtbas etme, kendini kandırma mekanizmalarının da devreye girmesiyle fetişist yarılma derinleşiyor(3).

İnsan türü birinci Dünya İklim Konferansı’nın toplandığı 1979 yılından sonra Rio, Kyoto, Kopenhag toplantılarında yapılan protokollere, sözleşmelere rağmen biyosferin sürdürülebilirliğini sağlayan dengeleri bozmaya devam etti. Son olarak 2016 yılında küresel sıcaklık artışını 2 derecenin çok altında sınırlamak ve 1,5 derecede tutmak için de çabaları artırmayı hedefleyen ve aralarında Türkiye’nin de olduğu 197 ülkenin imzalamasıyla yürürlüğe giren Paris Anlaşması ile de ne yazık ki etkili bir sonuç alınabilmiş değil.

Gezegenimizdeki ekosistemlerin giderek artan biçimde bozulduğunu gösteren çalışmalara şüpheci ve inkarcı bakışıyla politikacılar, şirketler, piyasa örgütleri ve medyanın bir kesimi tarafından yürütülen kampanyalar, yanıltıcı haberler iklim değişikliğiyle mücadelenin bugüne kadar oldukça başarısız ve zayıf kalmasında önemli rol oynuyor(4). Örneğin Türkiye’deki iktidar yerkürenin ve gelecek nesillerin iyiliğini değil kısa erimli politik ve ekonomik çıkarları öncelediği için imzalanmasının ardından 5 yıl geçmesine rağmen Paris anlaşmasını uygulamaya başlamayan altı ülke arasındayız.

Küresel ölçekte kamuoyunun ve politikacıların duruma bakışı Zizek’in deyişiyle “Feci ama ciddi değil! ” Zizek bu bakış açısındaki paradoksu bilgi ve inanç arasındaki kopukluk ile açıklıyor (5).Bir başka deyişle iki yıldır yaşamakta olduğumuz pandemiye, Marmara’daki musilaja rağmen, ülkemizin ve dünyamızın dört bir yanını saran orman yangınları ile kendini göstermeye başlayan ve yeni bir jeolojik dönemi başlatma riski olan ekolojik felaketlerin domino taşları gibi birbirini tetikleyeceğini bilmemize rağmen, bu gidişle Homo Sapiens olarak kendi türümüzle birlikte bir çok canlı türünün yok olacağı 6. yok oluşa doğru gideceğimize inanmıyoruz. Doğal kaynakları utanmazca sömürmemiz ve uygarlığımızın kaynağının tabiatın milyarlarca yıllık gelişimi sırasında ürettiği tüm ürünlerden bize miras kalan Doğal Sermaye olması nedeniyle şu ana kadarki refahımızın bir yanılsama olduğunu kabul edemiyoruz. Zizek; “Ekolojik problemlerle baş etmek için seçimler yapmak, kararlar vermek gerekir -ne üreteceğiz, ne tüketeceğiz, hangi enerji kaynaklarına yaslanacağız- ki bunların toplamı da bir halkın yaşam biçimi demektir. Bunlar teknik olmak şöyle dursun, sözün en radikal anlamıyla, temel sosyal seçimlerdir, fazlasıyla politiktir.” diyerek en temel noktaya işaret etmekte.

Ve galiba en çok bu noktada sıkışıp kalıyoruz. Çünkü “halkın yaşam biçimi”ni belirleyen temel değerleri, tüketim alışkanlıklarını özellikle 80 sonrası küresel neoliberal sistem öyle kökten değiştirdi ki “sürdürülebilir yaşam” , “sürdürülebilir ekonomi” gibi kavramlar, fosil yakıtların kullanımın tümüyle engellenmesi, et tüketimine dayalı beslenme alışkanlığının değiştirilmesi, orman arazilerinin tarım ve yerleşim alanlarına dönüşümünü önlemeye yönelik yeni tarım yapma yöntemlerinin geliştirilmesi ( Hollanda Örneği), ormanlara vahşi ve doğal özelliklerinin yeniden sağlanması (Kosta Riko örneği )gibi tekil ve başarılı örneklere rağmen yaygınlaşabilmiş değil.(6)

Bilim insanlarının uyarıları ve önerileri ivedilikle uygulanmaya başlansa bile sonuçların sürdürülebilirliğini sağlamak ve gezegenimizin yeniden bu tehlikeli eşiklere gelmesini engellemek için gerekli olan sosyo-politik “normatif” fikirleri ve etik anlayışı bilimin bize tek başına veremeyeceği çok açık.

Hümanist ve insan merkezli bakışın geride bırakılması ya da en azından enine boyuna tartışılması, eleştirilmesi gereken, insan olmayan canlılar kadar cansız varlıkları da dikkate alan yeni bir etik ve politik anlayışın, yeni ortak yasam ağlarının oluşturulması gereken bir çağın eşiğinde, Antroposen’in yarattığı fay hatlarının kırılma sınırlarında yaşadığımız bu zamanlarda filozof ve sanatçıların bu ihtiyaca yanıt vermeye en azından tartışma ve sorgulama alanları oluşturmaya çalıştıklarını görmek mümkün. Örneğin hatırlanacağı gibi 2019 yılında yapılan 16. İstanbul Bienali’nin teması Antroposen’di, Bienal süresince verimli tartışmalar, söyleşiler yapılmış olsa da Antroposen meselesi kamuoyuna ve yetkililere yeterince yansıyamamıştı.

Bir başka örnek felsefe alanından; Antroposen döneminin insan merkezci bakış açısının sürdürülebilir olmadığı gerçekliğinden yola çıkan Kıta Avrupası felsefecileri Posthümanizm (Hümanizm Sonrası/İnsan Sonrası), transhümanizm, eko-kozmopolitanizm gibi hümanist bakış açısını terk etme ve insan merkezli dünya görüşünün yerine geçebilecek yeni düşünme biçimleri üzerine çalışıyor. Özellikle Michel Foucault, Jacques Derrida, Louis Althusser gibi teorisyenlerin hümanizm karşıtı görüşlerinin ve post-yapısalcı entelektüellerin, insan sonrası düşünce yordamına zengin bir kaynak sağladıklarını insan sonrası filozofları ve düşünürlerinin öncülerinden Rosi Braidotti özellikle vurguluyor.

Zihniyetimizi, düşünce yapımızı, hayata bakışımızı belirleyen önemli faktörlerden biri de Dil olsa gerek. Durumun ciddiyetini yansıtabilmek için farklı öneriler var. Örneğin “Küresel ısınma” (global warming) ifadesinin yerine “küresel ısıtma” (global heating), iklim değişikliğinin insan kaynaklı olmadığını düşünenler için kullanılan “iklim şüphecisi” ifadesinin yerine ise “iklim bilimi inkârcısı” ifadeleri geldi. The Guardian’ın haber yazım standartlarını düzenleyen stil rehberinde değişiklik yapıldı. Muhabirlerden bundan böyle haberlerinde “iklim değişikliği” yerine; “iklim krizi,” “iklim acil durumu” ve “iklim bozulması” ifadelerini kullanması bekleniyor.

Küresel fetişist yarılmanın etkisiyle ekolojik yıkım, türlerin yok oluşu, salgınlar, iklim krizi gibi konular üzerine düşünmekten kaçma eğiliminin yerine, alışkın olduğumuz, normal ve olağan saydığımız düşünme ve algılama biçimlerini sorgulayarak onları yerinden edecek sorular sormanın, ortak tahayyüller geliştirmemizin önemi giderek artıyor.

Belki de yanıtlanması en kritik ve acil olan soru; İnsan/Antropos özellikle son 500 yıldır gezegenimizde sürdürmekte olduğu iktidarını bu iktidarı perçinleyen kapitalist üretim tarzını bırakabilir mi? Ve elbette ardından gelecek sorular; Anthropos sonrasında yaşam şeklimizi radikal bir biçimde değiştirebilmemiz mümkün mü? İnsanı kibirli yerinden indirecek yeni yaşam biçimleri ve pratikleri nasıl olmalı, olabilir mi?

Ya da belki yanıtlanmayı bekleyen tek bir soru var; Antroposen’den çıkış ve İnsan Sonrası’na geçiş mümkün mü?


1-Parlar Demet, http://www.tipdunyasi.dr.tr/2021/07/holosenden-antroposene-ve-kapitolosene-gezegenimiz-nereye-gidiyor/
2-Harari Yuval Noah , Homo Sapiens
3-Zizek Slavoj, 2012Antroposen’e Hoşgeldiniz, Encore Yayınevi
4- Şahin Ümit, https://www.belgelik.dr.tr/ToplumHekim/kayit_goster.php?Id=2956
5- Attenborough David, https://www.netflix.com/tr/title/80216393s=a&trkid=13747225&t=wha&vlang=tr&clip=81462215



Önceki Haber
Uşak'ta yolcu otobüsü devrildi: 30 yaralı
Sonraki Haber
Siyasetsizliğin yeni sendromu: Irkçılık