Ankara’da, 3 Temmuz Pazar günü birisi kamuya açık, diğeri kapalı iki ayrı toplantı yapıldı. Kapalı toplantı, bilindiği gibi İyi Parti’nin ev sahipliğinde beşincisi gerçekleştirilen “altılı masa” liderler toplantısıydı. Ancak, bu toplantıya geçmeden önce altılının varlık gerekçesi olan AKP-MHP iktidarının durumundan kısaca bahsedelim.
Dünya genelinde yaşanmakta olan krizle birlikte, son üç yılda azalan ulusötesi sermaye desteği nedeniyle, ülkeyi hemen her alanda iflasın eşiğine getiren Erdoğan Hükümeti’nin ekonomik politikaları, Haziran 2022 itibarıyla iflasını ilan etti. Bu tarihte, bilindiği kadarıyla cumhuriyet tarihinde ilk defa, yılın henüz ilk yarısında o yılın merkezi hükümet bütçesi tükendiği için bütçenin yüzde 50’sini aşan ek bütçeyi TBMM’de onaylattılar. İlk altı aydaki enflasyonu işçi ve memurlar ile emeklilerin maaş ve ücretlerine yansıtacağız sözünün bizzat Cumhurbaşkanı tarafından verilmesine karşın, TÜİK’in her türden spekülasyona açık enflasyon rakamlarının dahi altında zam oranları parti üyeleri tarafından bile tepkiyle karşılandı. Bir yandan NATO’nun genişleme politikalarını kendi çıkarları için pazarlık konusu yapmaya kalkışıp dünya basınına siyasi magazin konusu olurken, diğer yandan “Kaşıkçı cinayeti dosyası”nı faillerine teslim eden AKP-MHP iktidarı, seçime kadar idare edebilmek için, Suudi Arabistan’dan da sıcak para beklediğini saklayamıyor. Haziran’ın son haftasında bir günlüğüne Türkiye’ye gelen Veliaht Prens, en üst devlet protokolü ile ağırlandı. Ziyareti sırasındaki uluslararası nezaketi aşıp, hakarete varan davranışları karşısında dışişleri de Cumhurbaşkanı da koalisyon ortağı Bahçeli de yutkunmaya bile cesaret edemedikleri basına yansıdı. Adeta kaderlerine razı bir mahcuplukta, sessiz sedasız görmezden geldiler ve Veliaht Prensin ülkeden memnuniyetsiz ayrılmaması için ne arzu buyuruyorsa özenle yerine getirdiler. Öyle ki bizzat bakanlığın ihmali nedeniyle büyümesi engellenemeyip felakete dönüşen Marmaris’teki orman yangınına karşın, kadınların alınmadığı fasıllı yemek ziyafeti de eksik bırakılmadı. Özetle her alanda iflas etmesinin yanı sıra, bu durumun her tarafından salkım saçak döküldüğü bir iktidar var. Böylesine bir tabloya rağmen, muhalefet neredeyse oturduğu yerde sayıyor. Her türlü sayısal veri de gösteriyor ki mutfakların bile yangın yerine döndüğü bir ülkede muhalefet buna karşılık geldiği söylenebilecek bir varlık gösteremiyor.
İktidarın karşısına, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini güçlendirilmiş parlamenter sistemle değiştirme iddiasıyla, önce üç siyasi parti tarafından kurulan Millet İttifakı ile çıkan, daha sonra üç sağ muhalefet partisinin de katılımı ile “altılı masa” olarak adlandırılan muhalefet ittifakı, Türkiye siyasetinde bir ilk. Önceledikleri bir hedef/amaç için biraraya gelişleri önemli bir adım. Bununla birlikte, “sosyal demokrat” ana muhalefet partisiyle, biri milliyetçi, diğeri dinci üç partiyle başlayan serüven AKP’den kopan iki grubun ve bir de merkez sağdan nerdeyse seçmeni olmayan bir partinin katılımı ile oluştu. Böyle olunca ana hedefleri dışında iktidardan ne gibi farkları olduğunu ortaya koyabilmek oldukça zor. Zor, çünkü “altılı masa”, uygulanmaya başlandığı 80’li yıllardan bugüne kadar insanlığın ve doğanın başına açtığı felaketlerle tarihe geçen kapitalizmin neoliberal politikalarına bağlı olduklarını ve uygulamaya devam edeceklerini, ülkenin çözüm bekleyen öncelikli siyasi sorununun Kürt meselesi olmadığını açık bir şekilde ifade ediyor. Böyle bir bileşen her ne kadar AKP-MHP iktidarından önemli sayılabilecek bazı farklılıklar içeriyor olsa da toplumsal ve kişisel özgürlükler, barış, bölüşüm vb. alanlardaki farksızlıklarının önemsenmesi gerekiyor. Temmuz 2022 itibarıyla, bu ittifakın seçmenden alabilecekleri oyun ne cumhurbaşkanlığını, ne de meclis çoğunluğunu kazanabilmek için yetmeyeceğini kendileri de dahil herkes biliyor. O zaman hedefine nasıl ulaşacak? Neyi hesaplıyor? Baştan belirtelim, siyaset alanındaki başarısı bir yana, Maliye Bakanlığı’ndaki görevi döneminde “üstat” düzeyine ulaşmış, başarılı, dürüst, çalışkan bir hesap uzmanı, başmüfettiş olarak tanınan Kılıçdaroğlu’nun seçim aritmetiği hesaplamalarında yanılacağını düşünmek istemiyoruz. Söz konusu açığın nasıl kapatılacağı ile ilgili olarak ne kendisi ne de diğer parti başkanları bu zamana değin kamuoyuna akla uygun herhangi bir açıklamayı bu zamana kadar yapmış değiller. İktidarın toplumu bu kadar kutuplaştırdığı da ortadayken böylesi bir açıklama gerekiyor mu? Ya da nasıl bir bağlamda açıklama gerekiyor? diye de sormak mümkün. Daha sonra devam etmek üzere, buradan 3 Temmuz’un ikinci toplantısı olan HDP’nin 5. Olağan Kongresi’ne geçebiliriz.
Ankara Spor Salonu’nda gerçekleştirilen Kongre’ye katılım oldukça yoğundu. Temmuz ayı olmasına rağmen, salonun tüm koltukları ve ortasındaki saha tümüyle doluydu. Yanı sıra, salonun dışında da kurulan görüntülü sistemle Kongreyi izleyebilenlerle birlikte, katılım yaklaşık olarak 20 bin-25 bin kişiydi. Partililerin coşku ve heyecanı yönünden de Kongre’nin ortalamanın üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Özetle, yandaş medyadaki iddiaların aksine, Kongre ortamında HDP seçmenlerinin konsolidasyonunda herhangi bir sorunun yaşanmakta olduğunu gösteren belirtiye rastlanmıyordu. Oldukça yoğun sayılabilecek uluslararası katılım da partinin yurtdışı faaliyetlerindeki iddiasını ifade eden bir içeriğe sahipti. Konuşmaların ana konusu Türkiye’nin, ötekileştirilenlerin ve Kürtlerin sorunları ve çözüm önerileri oldu. Bunun yanında, konu seçimlere geldiğinde iktidara karşı yapılan benzer eleştirilerin “bizi dikkate almıyorsunuz, bu tutumunuzu sürdürürseniz görürsünüz” içeriği de eklenerek “altılı masa”ya da yapılıyor olması dikkat çekiciydi. Diğer yandan, Demokrasi İttifakı’nın varlığının önemsendiğine yönelik vurguların da altını çizmek gerekiyor.
Ancak, konuşmaların hem sandıkta AKP-MHP iktidarına son verilmesi hem de ülkenin çöken kurum ve değerlerinin revizyonu değil, yeniden inşası için kilit parti durumunda olan HDP’nin ve geliştirilmeye çalışılan Demokrasi İttifakı’nın bu gerçekliği karşılayamayan dili ve içeriği dikkat çekiciydi. Konuşmalarda meselenin ilkeler olduğuna, kişiler ve isimler olmadığına yer verilmesine karşın, “neden bizi muhatap almıyorsunuz” vurgusu daha görünür oldu. Bu söylemin, kitleler karşısında kurumsal olarak yetersizlik ve başarısızlık algısını körüklediği, neredeyse “aba altından sopa gösteren” tehdit diline dönüştüğü için de şiddetin her türlüsünden kurtulmak isteyen toplum kesimleri için itici, uzaklaştırıcı olduğunu görebilmek gerekiyor. Ayrıca, söz konusu tutum ve dilden bir an önce vazgeçilmesi seçim ve yeniden inşa sürecinin sağlıklı bir biçimde yürütülebilmesi açısından da önemli.
Bunun için de Demokrasi İttifakı olarak hem cumhurbaşkanlığı hem de parlamento seçimleri için ilkelerinin ne olduğunu bir seferde net ve herkesin aynı şeyi anlayabileceği bir şekilde kamuoyuna açıklanmalı, yazılı olarak sunulmalıdır. Devamında da ülkenin, toplumun içinde bulunduğu sorunları nasıl, ne şekilde çözebileceğini takvimiyle birlikte hazırlamalı ve konu konu kamuoyu ile paylaşmalıdır. Demokrasi İttifakı kendini tanımlamayı, ifade etmeyi karşıtlıklar üzerinden değil değerleri, ilkeleri, programı vb. kendi üzerinden anlatmalıdır. Gerilimin seçmene cazip geldiği ve konsolide ettiği hatta sayısını artırdığı günler geride kaldı. Hem Demokrasi İttifakı’nın hem de “altılı masanın” hedeflerine ulaşabilmesi için birbirleriyle işbirliğinin en azından aritmetiksel olarak gerekli hatta zorunlu olduğunu “sağır sultan” dahi biliyor. Bilinenin, herkesin gözü önünde gerçekleşmesi de bunun için ısrar da gerekmiyor. Bu tutumda ısrar etmek yalnızca kaybettiriyor. Siyasetin bunca deneyimli kadrolarına, böyle devam ederse kazananın iktidar olacağını, anımsatmak tabii ki bize düşmez. Yalnızca dostça bir paylaşım olarak değerlendirilmeli…