İktidarla muhalefet arasındaki ‘başörtüsü’ tartışmaları sürüyor. Peki, kadınlar gündemdeki tartışmalara nasıl bakıyor, erkek siyasetçilerin söylemlerini nasıl değerlendiriyor?
-
Fidan Ataselim: Kıyafetimizi sınırlandıracak tüm düzenlemelere karşıyız.
-
Umut Kuruç: Kadınların sorununun türban olmadığı açık durumda. Kadınların sorunu gericilik ve yoksulluk.
-
Şeyda Özcan: CHP bu hamlesiyle laiklik düşmanlarına bulunmaz bir fırsat verdi. Türban üzerinden mevcut olmayan bir özgürlük sorununun icat edilmesini kabul etmiyoruz.
-
Buse Üçer: Kadınların şu an en büyük sorunu, sorunlarını bildiğini zanneden erkek siyasetçilerin bedenlerine dair atıp tutması.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘başörtüsüne yasal güvence’yi kapsayan kanun teklifiyle başlayan ardından da AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Başörtüsü özgürlüğünü anayasa güvencesi altına alalım’ açıklamasıyla yükseltilen tartışmalar sürüyor.
Gazete Karınca’ya konuşan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Sekreteri Fidan Ataselim, İlerici Kadınlar Derneği Başkanı Umut Kuruç, Emekçi Kadınlar Derneği Sözcüsü Şeyda Özcan ve Kadın Savunma Ağı’ndan Buse Üçer söz konusu tartışmaları değerlendirdi.
Ataselim: Kıyafetimizi sınırlandıracak tüm düzenlemelere karşıyız
Fidan Ataselim, “Şu an yaşadığımız güncel sorunlar nedeniyle başka bir toplumsal sorunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Ancak muhalefetin zamanlaması ve daha başka önemli konularda bu denli sesini yükseltmemesi eleştiriye açık bir durum” dedi.
Toplumun bir kesiminin hala başörtüsü ile bir sorun yaşayacağına dair tereddütü varsa böyle bir sorun da yoktur denemez. Kadın Cinayetini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri olarak bizim çizgimiz ‘kıyafetime karışma’ çizgisidir. Yani kıyafetimizi sınırlandıracak tüm düzenlemelere karşıyız. Buradan yola çıkarak siyasi iktidar ve iktidar partisinin kendisi ‘Bunu o zaman anayasaya alıyorum. Hatta başörtünün sadece kendisi değil, kadınların nasıl ne kadar bağlayacağına kadar düzenlemeleri yazacağız ve ayrıca da aile ile ilgili düzenleme de yapacağız’ diyerek bir anayasa tartışması açmış durumda.
‘Yaşam hakkı ihlali kadınların en başat sorunu’
Kadınların şu anda esas sorunlarının kadın cinayetleri ve şüpheli kadın ölümleri, yani yaşam hakkı ihlali olduğunu vurgulayan Ataselim, sözlerini şöyle sürdürdü:
Tüm bunlara rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden el çekildi, şüpheli kadın ölümleri ile ilgili yasalar gerektiği gibi uygulanmıyor. Her kesimden kadının en başat sorunu bunlar. Bununla birlikte güncel olarak yaşadığımız sorun ise kıyafetlerimizle ilgili özgülüklerimize yönelik saldırılar. Kıyafetimizden ötürü ciddi yasaklamalarla karşılaşıyoruz. Gökkuşağı bayrağı yasaklanıyor, gökkuşağı içeren kıyafetler yasakmış gibi gösteriliyor. Kadın sanatçıların konserleri kıyafetleri bahane edilerek ve ‘bu ahlaksızlıktır’ denilerek yasaklanıyor.
‘Kendi belirledikleri aile dışındaki her şey yasadışı mı olacak?’
“Bir yaşam biçimi dayatmasıyla karşı karşıya olduklarını” dile getiren Ataselim, şunları söyledi:
Hele ki aileye ilişkin bir düzenleme tamamen toplum mühendisliği anlamına gelir. Aile kavramı sabit değildir, tarih içerisinde evrimleşmiştir. Kendi belirledikleri aile modelini anayasaya yazarak bunun dışında kalan ilişki biçimlerinin tümünü suç sayabilecekler. Boşanmış bir kadının çocuklarıyla bir hayat yaşamasına ‘yasadışı ilişki’ mi diyecekler? Mutlaka başlarında bir baba ve koca olması mı gerekir diyecekler? Ailenin reisi erkektir meselesini yeniden mi gündeme getirmek istiyorlar? Yani kendi belirledikleri aile yasal ve makbul olan, bunun dışındaki her şey ise yasa dışı mı olacak? Böyle bir dönemde böyle bir anayasa düzenlemesini kabul etmiyoruz.
‘Laiklik mücadelesi en önemli mücadelemiz’
Kazanılmış haklarımız olan nafaka hakkı, 6284 sayılı kanunun elimizden alınması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Medeni Kanun’un bu denli risk altında olması da laiklik mücadelesinin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu bize gösteriyor. Eşit ve özgür yaşama hakkımızın sınırlandırılması ile karşı karşıyayız. Bu yüzden laiklik mücadelesi bizlerin en önemli mücadelesidir. Ancak kanıksanmış ve toplumda içselleştirilmiş haliyle bir kesimin baskısı anlamına gelecek olan laiklik değil, bütün özgürlükleri içerecek olan laiklikten bahsediyoruz.
Kuruç: Karşı devrim süreçlerinde kadınlar hedef alınıyor
Umut Kuruç ise “Burada her iki unsurun da karşılıklı olarak türban adı altında yaptığı hamlenin kadınların sorunuyla ilgili olmadığını söylemek lazım. Mesele, uzun süredir düzen aktörlerinin tamamının angaje olduğu bir karşı devrim sürecidir. Ve bu karşı devrim sürecinin son düzlüğünde yine kadınlar üzerinden adım atılmaktadır. Neden?” dedi ve bunu şöyle açıkladı:
Tarihte bütün karşı devrim süreçlerinde de devrim süreçlerinde de kadınların önemli roller taşıdığını görüyoruz. Nasıl devrimci çıkışlarda en etkili olanlar, en önde yer alanlar kadınlarsa, karşı devrim süreçlerinde, işçi sınıfı ve emekçi kesimler içinde en olumsuz etkilenen de kadınlar. Karşı devrim süreçleri de bu nedenle kadınları hedef alıyor, onlar üzerinden hamleler yapılıyor.
‘Topluma dayatılan tebaalık, kulluk, sabretmek ve şükretmek’
Bu sürecin en önemli başlığı ise bugün laikliğin tasfiyesidir. Çünkü laiklik, dünyayı ve yaşamı anlama, idrak etme ve değiştirme, dönüştürme iradesidir, özgürlük de burada başlar. Bugün milyonlarca yurttaşın her geçen gün daha da yoksullaştığı, işsizliğin hızla arttığı, çocukların gençlerin eğitim alamaz hale geldiği, tarikat cemaat yurtlarında, okullarında istismar edildiği, her gün kadınların öldürüldüğü, şiddetle karşı karşıya ve yoksulluk içerisinde yaşamaya mecbur bırakıldığı bir kuşatma var. Bu kuşatmada, topluma dayatılan ise tebaalık, kulluk, sabretmek ve şükretmek.
Sınıflar bitti ile ceberrut laiklik söylemi hep bir arada dillendirildi. Oysa bu düzenin yerle bir edilebilmesi için güçlenecek olan üretim ile sınıf mücadelesi, laiklik ve aydınlanma mücadelesinden bağımsız olamaz. Laiklik, en fazla emekçilere ve kadınlara lazım.
‘Kadınların sorunu türban değil gericilik ve yoksulluk’
Kuruç, “Kadınların sorununun türban olmadığı da açık bu durumda. Kadınların sorunu gericilik ve yoksulluk. Oysa başa dönecek olursak, her iki unsurun da bu konudaki tutumu belli. O yüzden buradan bir özgürlük vb çıkmayacağını bilmek gerekiyor. Konunun özgürlükle ilgisi yok çünkü” dedi.
Kadınların özgürleşmesinin ilk adımı, evden çıkması, toplumsal yaşama ve üretim sürecine katılmasıyla gerçekleşir. Ucuz ve güvencesiz koşullarda değil elbette… Kadınlara türbanı yasal ve anayasal madde haline getirerek aslında ‘örtünün’ veya ‘esas kariyer çok çocuk’ diyen kafa kadınların üretim sürecinde eşit ve insanca koşullarda çalışmasını ve özgürlüğünü engeller. Laiklik düşmanıdır ve karşı devrimcidir. Buradan eşitlik ve özgürlük de beklenmez.
Özcan: CHP bu hamlesiyle laiklik düşmanlarına bulunmaz bir fırsat verdi
Bu tartışma zeminini reddettiklerini belirten Şeyda Özcan, “CHP bu hamlesiyle laiklik düşmanlarına bulunmaz bir fırsat verdi. 21 yıldır dinci gerici bir iktidarın yönettiği bir ülkede yaşayan kadınlar olarak Diyanet tarafından ‘9 yaşındaki kız çocuğuyla evlenilebilir’ fetvaları verilmemiş gibi, ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından ‘Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters’ denilmemiş gibi, Ensar Vakfı yurdunda onlarca çocuk istismar edilmemiş, Ramazan’da şort giydi bahanesiyle kadınlar tekmelenmemiş, boşanmayı zorlaştırmak için çalışmalar yapılmamış, müftülere nikah kıyma yetkisi verilmemiş gibi türban üzerinden mevcut olmayan bir özgürlük sorununun icat edilmesini kabul etmiyoruz” ifadelerini kullandı.
‘Kadınların eşit, özgür ve korkusuz yaşamasının güvencesi laiklik’
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiğini hatırlatan Özcan, “Yanı başımızda İran’da, molla rejiminin zorunlu örtünme kanunlarıyla kadınları maruz bıraktığı şeriat baskısının da tanığıyız. Kadınların kendilerine söylenenleri yaparak değil eşit, özgür ve korkusuz yaşamasının güvencesinin laiklik olduğunu biliyoruz” diye konuştu.
Erdoğan’ın söz konusu kanun teklifi üzerine söylediklerinden anlaşılmaktadır ki AKP, bu tartışma vesilesiyle yıllardır başaramadığı Medeni Kanun’un ilga edilmesi, istismar affının yasalaşması gibi bir dizi saldırı için zemin yoklamak niyetindedir. Düzen partileri ise oy hesaplarıyla, sermayeye yaranma kaygısıyla laikliğin altının oyulmasına alan açmakta ve bu anlamda kadın düşmanlığında AKP ile yan yana düşmektedir.
Bu saldırılara karşı durabilmenin yolu ise hem AKP’ye, hem de kadınların karşısına AKP’yi aratmayacak icraatlarla çıkanlara karşı ikirciksiz bir laiklik mücadelesi vermekten geçmektedir. Artık laiklik bayrağı emekçi kadınların ellerindedir. Nasıl bir ülkede nasıl bir hayat yaşayacağımıza patronlar, kadın düşmanları ve gericiler değil biz karar verelim.
Üçer: Erkek egemen aklı temsil ediyorlar
Buse Üçer, “Kadınların şu an en büyük sorunu, sorunlarını bildiğini zanneden erkek siyasetçilerin bedenlerine dair atıp tutması. Gerçek çözümlerden çok uzakta gerici politikalarla erkek egemen aklı temsil ediyorlar. Kadınların feminist laiklik ilkesi ile hayatı yeniden kurmak gibi bir derdi var. Bu ise tek başına başörtüsü meselesinin çok ötesinde bir tartışma” dedi.
Feminist laiklik sermaye ile iç içe geçmiş dinci gerici aklı tamamen yok etmek, kamusal alanı dinin başat olduğu politikalardan arındırmak demektir. Bugün kadınlar yoksullukla, üzerlerine yığılmış bakım emeği yükü ile mücadele ediyor. Buna dair ne Erdoğan ne Kılıçdaroğlu bir çözüm öneriyor. Aksine aileyi koruma adı altında Erdoğan LGBTİ+lara yönelen şiddeti körüklüyor kadının sadece aile içinde varlığını tanıyor. Kiliçdaroğlu ise LGBTİ+lara yönelik şiddeti durdurmaya yönelik tek bir söz söylemiyor.
Biz feministlerin önünde duran görev çok açık. Erkekliğin yeniden üretildiği düzen siyasetine de müdahale edebilecek iktidar perspektifi olan bir hareket kurabilmek. Bu ise kadınların ve LGBTİ+ların daha çok yan yana gelmesi ve itaatsizliği örgütlemesi ile mümkündür.