Cuma Daş
Resmi kayıtlarda “yabancı dil” değil de “bilinmeyen dil” diye geçen bir kavram Türkiye dışında kaç ülkede vardır acaba. Resmi kayıt derken lafın gelişi değil, öyle ki memleketin en resmi noktası hatta; Meclis. Hani şu tekerleme gibi gelen ama tekerleme olmayan, “Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir” lafının geçtiği, genelde sadece “kabul edenlerin” söz sahibi olabildiği, “kabul etmeyenler”in daha elinin kalkmamışken noktanın konduğu virgülsüz yer.
Malum yılsonu geldi, ülkenin Z Raporu’nun çıkarıldığı geleneksel bütçe görüşmeleri de başladı ve devam ediyor. Aşağı yukarı hepsini takip etme şansım oldu, bakanlıkların harcadıkları ve harcayacakları vs. oldukça hararetli tartışmalar oluyor. Özellikle muhalefet kanadından kürsüye portakal kasasıyla gelip turunçgil çiftçisinin derdini anlatandan, bir elinde patates diğerinde ejder meyvesiyle gelip halk ve saray arasında açılan makası delilleriyle gösteren hatipler, bir de bu yollarla anlatmaya çalışıyor derdini.
Ama asıl kıyamet hatiplerden biri HDP’li vekil ise ve konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yapmak istiyorsa o zaman kopuyor. Salonda bir tufan, bir panik, bir gürültü oluyor ki, sanırsınız memleketin yarısı gitti. Orada adeta “Türkçe konuş çok konuş” olayını yaşıyoruz, zira Kürtçe cümleler duyulduğu anda hatibin mikrofonu kapatılıyor. Türkçe konuşmaya ikna olduğu anlaşılınca açılıyor mikrofon. İşin en ilginç yanı ise o gürültünün ortasında en çok duyulan sesin ‘zaten her yerde serbest, burası meclis burada konuşamazsın’ olması. Özellikle son 5-6 yılda dil üzerinde iktidarın bilinçli bir senaryosu var. Özünde yasaklayıp, görünürde de serbest olduğunu gösterme senaryosu. Cumhuriyet tarihi kadar eski yasak oyunlarını son 5-6 yılda bu iktidar ayyuka çıkardı. Halkın özgür iradesini gasp eden, kazanılmış belediyelere tek tek kayyum atayan iktidarın yasakçı zihniyetinin en çok tahrip ettiği şey dil oldu. Kürtçeye karşı tahammülsüzler. Atanan kayyumların ilk işleri Kürtçe tabelaları sökmek oldu. Belediye isimleri, şehir isimleri, sokak isimleri, Kürt dili ve kültüründe önemli yeri bulunan şahsiyetlerin resimleri/heykelleri bir bir söküldü. Kürt dili, edebiyatı, sanatı ve kültürü alanında çalışmalar yürüten dernekler, birlikler, kültür merkezleri, enstitüler peş peşe kapatıldı.
Yakın dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gittiği Batman’da, birkaç cümle ezberletilerek karşısına çıkardıkları üniversite öğrencisi kız şöyle diyor: ‘Eskiden konuşmaya korktuğumuz Kürtçeyi Cumhurbaşkanımız sayesinde özgürce konuşabiliyoruz.” Birkaç gün sonra ne oldu dersiniz, Ankara’da konser vermek isteyen Kürt bir sanatçının konseri “Kürtçe şarkı söyleneceğini bilmiyorduk” denilerek iptal edildi. Yani iktidarın Kürtçeye tanıdığı özgürlük alanı neredeyse yok, yani Kürtçe kendisi isterse var.
Bütün bu örnekleri yukarıda bahsettiğim duruma netlik getirmek ya da hatırlatma yapmak için veriyorum, “zaten her yerde konuşuluyor” safsatası için. Kürtçe en resmi yerde de, belediyelerde de, hastanelerde de, okullarda da, çarşı pazarda da, hatta ve hatta o ucuz televizyon programlarında da yasaklansa insanlar konuşacak. Çünkü dil bir var olma ve yok olma meselesidir. Gelip geçici iktidarların günü kurtarma siyasetiyle kıyaslanmayacak kadar ağır bir mesele.