Başlıkta yer alan “seçenek” kelimesinin erken ya da zamanında yapılacak genel seçimle ilgili bir sınırlılık yaratmamasını diliyoruz. Daha önce de bu köşede tartışmaya çalıştığımız gibi, AKP hükümetlerinin 20 yılda ülkeyi getirdiği durum; seçimlerde gitmesi için gerekli olan planlı, sistemli, kapsayıcı, kararlı ve yoğun bir çalışmanın seçim sonrasında da devamını zorunlu kılıyor. Aksi halde, AKP hükümeti her ne kadar gitse de onun yerini alacak hükümet, benzer koşullarda devam edecekse geniş toplum kesimleri için olumlu herhangi bir şeyin hayata geçebilme olasılığı oldukça zayıf olacaktır.
Seçim sonrasında hızla cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yerine parlamenter sisteme geçiş çok önemli olmakla birlikte, yeterli olamayacağı da aşikâr. Çalışma yaşamı, adalet, sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, enerji, ulaşım, tarım, sanayi, bankacılık vb. hemen bütün sistemlerin toplumsal yarar bağlamında yeniden yapılandırılması gerekiyor. O nedenle, var olan cumhur ve millet ittifakları dışında topluma üçüncü bir seçeneğin sunulması zorunluluk taşıyor. Hem seçimlerde AKP hükümetinin gitmesini, partisiz ve toplumun tüm farklılıklarına saygılı bir cumhurbaşkanının seçilmesini hem de seçim sonrasında ülkeyi toplumsal yararı önceleyerek yeniden yapılandırmayı hedefleyebilecek bir seçeneğin, üçüncü seçeneğin daha fazla gecikmeden yapılandırılması ve “Biz de Varız” demesi gerekiyor. Daha da gecikilirse başta süre vb. nedenlerle toplumla buluşabilme, anlatabilme ve örgütlenme olanağı birçok sınırlılıkla karşılaşacak. Ve böyle bir faaliyet işlevsel olamayıp, yalnızca, “ihmal edilmemiş-yapılmış” olmakla kalacak. Gecikme nedeniyle, ulaşabileceği pek çok hedefine ulaşması mümkün olamayacak. Hiç arzu edilmediğinden emin olsak da maalesef, “dostlar alışverişte görsün” gibi algılanacak. Bunların tümü, başlıkta da yer verdiğimiz kaygımızın ana nedenini oluşturuyor.
Bilindiği gibi, HDP’nin çağrısıyla bu yılın Ocak ayında bir araya gelen sosyalist, sol parti ve yapılardan 7’si, birlikte, “Demokrasi İttifakı” adını verdikleri bir yapılanmayla; ülkede yaşanmakta olan sorunların çözümünün yanı sıra, seçimleri de kapsayan bir program hazırlayacaklarını aylar önce duyurmuştu. Geçtiğimiz günlerde de yazılı metinlerini 25 Ağustos’ta kamuoyuyla paylaşacaklarını açıkladılar. Umarız daha fazla ertelenmeden metin paylaşılabilir. Peşinen söyleyelim, bu ittifakta yer alan ve/veya alma olasılığı olan herhangi bir parti ya da yapının millet ittifakı içinde yer alabilme düşüncesi, çabası olduğunu düşünmediğimiz gibi, çağrıştıracak ip uçlarıyla karşılaşmadığımızı da belirtelim. Bunun yanında, gecikmesinin stratejik olarak hatalı olduğunu düşündüğümüz metin henüz paylaşılmamışken, biz de “üçüncü seçenek-demokrasi ittifakı”nın bileşenleri, yöntemi, örgütlenmesi ve hedefleri başlıklarında bazı önerileri dile getirebileceğimizi düşündük. Böyle bir ittifakın/seçeneğin;
Öncelikle, bileşen sayısı sosyalist, sol 7 siyasi parti/yapı ile sınırlı kalmamalı. Henüz katılmamış olanların da süreçte katılabilmesine açık olmalı. Yanı sıra, böyle bir yapıda demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri de yer alabilmeli. Beraberinde, emek hareketleri, kadın hareketleri, ekoloji ve gençlik hareketlerinin, inanç gruplarının ve bireylerin de katılımına açık olabilmeli.
Yöntem olarak, çözülmesine talip olunacak sorunları “biz (7’li) çözeceğiz” olarak, salt kendileri tarafından çözüleceği şeklinde değil, onu yaşayanlarla hep birlikte çözmeyi hedeflemeli. Toplum katılımını aktif olarak sağlayarak, siyasette toplumun önünü açarak beraberinde sorunları da birlikte çözmeyi benimseyebilmeli.
Yalnızca bir “çatı yapı” olarak örgütlenmemeli. Aksine, mahallelerde, atölyelerde, inşaatlarda, fabrikalarda, madenlerde, liselerde, üniversitelerde vb. örgütlenmeyi hedefleyebilmeli.
Yaşanmakta olan sorunları sıralamak yerine, her bir sorunun nasıl çözülebileceğini dile getirmeli, paylaşmalı. Topluma umut, heyecan, kendine ve geleceğe güven duygusu verebilmeli. Dayanışmacı, moralli, örgütlü ve mücadeleci bir toplum hedefini önceleyebilmeli. 12 Eylül 2010 ve 17 Nisan 2017 tarihli anayasa değişikliği referandumlarındaki kayıpların geri alınmasını hedefleyebilmeli. Kumpas davalar, KHK’ler vb. geniş toplum/muhalefet kesimlerini ilgilendiren, iktidar olmanın gücüyle yaratılmış olan mağduriyetlerin çözümü öncelikler arasında yer alabilmeli. Şirket devlet yerine, toplumsal yararı önceleyen kamucu bir devletin inşa edilmesini öncelemeli. Bunun için de PETKİM, TÜPRAŞ, TEKEL ve SÜMERBANK gibi mülkiyet olarak özelleştirilen, satılan kamu iktisadi teşekküllerinin (KİT’lerin) ve eğitim, sağlık, ulaşım gibi özelleştirilen hizmetlerin kamulaştırılmasını hedefleyebilmeli. Kadına, çocuğa, sağlıkçılara vb. yönelik şiddetin tümüne karşı önlemlerin bütünlüklü bir şekilde ele alınacağı, İstanbul Sözleşmesi’ni de aşan uygulamaların hayata geçirilmesi hedeflenebilmeli. Coğrafi, bölgesel, yerleşim yeri, sınıfsal, cinsiyete ve yaşa dayalı vb. eşitsizliklerin azaltılması hedefine yer verilmeli. Rantın, faizin, kârın da vergilendirildiği, çok kazanandan çok az kazanandan az ve doğrudan alınan vergilerle bir genel bütçe oluşturmanın yanında, temel hak ve gereksinimlerden başlayarak, yaşamın kamusal olarak sağlanan olanaklarla örgütlemesi de hedefler arasında yer almalı.
Unutulduğu zannedilmesin! Tabii ki bütün bunlar demokrasi, barış, adalet ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere özgürlükler sağlanmadan olamaz. Çünkü, bugünün Türkiye’sinde halklara, işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere, yoksullara, işsizlere, ezilenlere üçüncü seçenek olabilmenin yolu tam da buradan geçiyor.