HDP’nin düzenlediği ve iki gün sürecek Demokratik Cumhuriyet Konferansı, İstanbul Bakırköy’de bulunan İBB Cem Karaca Kültür Merkezi’nde başladı.
Demokratik Cumhuriyet Konferansı, İstanbul Bakırköy’de bulunan İBB Cem Karaca Kültür Merkezi’nde yapılıyor.
İki gün sürecek konferansın açılış konuşmasını HDP Eş Genel Başkanları Mithat Sancar ve Pervin Buldan yaptı.
‘Bütün toplumun kazanacağı siyasete ihtiyaç vardır’
Konferansın açılış konuşmasını yapan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, şunları söyledi:
Kritik bir eşikte bulunuyoruz. Toplumun büyük kesimi bir çıkış yolu arıyor. Yeni yüzyıla girerken demokratik cumhuriyetin amacı birlikte yürümektir. Hedef eşit yurttaşlıktır. Cumhuriyetin önemli özellikleri ve kazanımları var. Çok acı tecrübeler yaşadık. Esas olan yurttaşlığın eşit temele oturtulması. Oysa bizde tam tersi olmuştur. Kimlikler ancak devletin hoş gördüğü çizdiği çerçeve içerisinde olmuştur. Türkiye toplum olmaktan uzaklaştı. Toplum olmaya doğru gitme konusunda ciddi çabalara ihtiyaç vardır. Özgür bir yaşam inşa edilmelidir. Toplumsal sözleşme gerekecektir. Toplumun mümkün olan en geniş katılımıyla kurmamız gerekiyor. Gelecek yüz yılı aynı avukatla yaşamamak lazım. Bu siyasal ve zihinsel çizgi farklı siyasal akımlar tarafından gayet güzel sahipleniyor. Çeşitli akımlar bu zihniyeti sürdürmeyi kendileri için bir büyük avantaj görüyorlar. Tek çıkış yeni demokratik özgür bir başlangıçtır. Hepimizin birlikte düşünmeye ve yürümeye ihtiyacı vardır. Tekçi anlayıştan kurtulmak özgür toplum için şarttır. Eskiyi restore etmek çare değildir. Bir süre sonra aynı şey olmaktan mukadderdir. Bizim parti olarak amacımız iktidar bloğunun kurmaya çalıştığı bu rejimi engellemektir. Bütün toplumun kazanacağı siyasete ihtiyaç vardır.
‘Yeni dönemin sahibi Türkiye halkları olacak’
HDP Eş Başkanı Pervin Buldan da konuşmasında eşit ve demokratik cumhuriyet vurgusu yaptı. Buldan, şunları ifade etti:
Onarıcı bir adalet temelinde toplumsal yaraları sarmak bir daha aynı acılı süreçlerin yaşanmayacağına dair en güçlü teminat olacaktır. Kadınların eşit ve özgür yaşamının yine farklı yaşam tarzlarının özgürlükçü, laiklik anlayışıyla inşa edilmesi demokratik cumhuriyetin olmazsa olmazıdır.
Bu ülke bir cumhuriyet ancak kadınların özgürlüğü ve eşitliğiyle gerçek bir demokratik öze ve düzeye kavuşabilir olmadı. Bu topraklardaki bütün kadim inançların eşitliği ve özgürlüğü, demokratik cumhuriyete giden yolda önemli bir adım da olacaktır. Işte bütün bu inşayı hak temelli ve eşit yurttaşlığa dayanan yeni bir yeni bir toplumsal sözleşmeyle ancak başarabiliriz.
Cumhuriyetin demokratikleşmesi
Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, bireyi reddetmeyen bir toplum, farklılıkları esas alan demokratik birlik, demokrasi hukukun üstünlüğü, inanç özgürlüğüne dayanan bir demokratik anayasa ile mümkündür diyebiliriz. Bu mümkünü gerçeğe dönüştürmek ilk yüzyılda dışarıda bırakılanların düşünü, hayatın kendisi haline getirmek, bizlerin elindedir. Bizlerin görevidir. Ama aynı zamanda hepimizin sorumluluğudur. Bu miladın startını vermek için ortaklıklarımız ve farklılıklarımızla bir araya gelmeye, ittifaklar üretmeye özellikle de bu dönemde çok büyük bir ihtiyaç olduğunu önemle arz etmek istiyorum.
‘Çok büyük kazanacağız’
Merkeziyetçiliğe karşı güçlü yerel demokrasiyi oligarşiye, vesayete ve statükoya karşı demokratik cumhuriyeti temsili demokrasi yerine katılımcı, müzakereci, güçlü demokrasiyi koymanın zamanı gelmiştir ve geçiyor sevgili arkadaşlar. Yediden yetmişe kadar örgütlenerek demokratik cumhuriyete katkıda bulunmalı. Tuğla tuğla örerek bir çatı altında mutlaka buluşmalıyız. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerek zamanın ruhu kurucu siyaseti elbette ki bizleri çağırıyor. Statüko ve restorasyon değil Yeni yaşama davet, kurucu siyasetin bir yol haritasıdır. Bizler her gün büyümekte olduğumuz büyütmekte olduğumuz demokrasi ittifakımızla yine bu ülkenin demokratları aydınları, siyasetçileri, insan hakları savunucuları, emekçileri, kadınları ve gençleri olarak bu kurucu siyasetin elbette ki hepimiz sahibiyiz. Yeni dönemin sahibi de bizler olacağız. Türkiye halkları olacak. Bundan hiç kimsenin kuşkusu ve kaygısı olmasın sevgili dostlar. Birbirimizi anlayarak, dayanışmamızı daha fazla büyüterek, daha fazla yan yana gelerek ortak değerler etrafında toplanarak kazanmanın yollarını kesinlikle bulacağız. Ve çok büyük kazanacağız.
Konferansa yoğun katılım
Konferansa Emek ve Özgürlük İttifakı bileşeni partilerin başkanları, sözcüleri, milletvekilleri, sivil toplum örgüt temsilcileri, aydın, yazar ve gazetecilerden yoğun katılım oldu.
‘Cumhuriyet: Yüzyılın muhasebesi’
Kürtlerin asla ve asla Türkiye’yi bölme gibi bir niyetlerinin olmadığını vurgulayan Türk, “Türk ve Kürt halkının ortak, demokratik, eşit bir konumda olduğunu anlatmamız gerekiyor. Eğer gerçekten bir kucaklaşma istiyorlarsa eşit bir temelde bu ancak Kürt sorununun çözülmesi ile mümkün olacaktır” dedi.
‘Demokrasisiz geçen bir cumhuriyet’
Yazar Murat Belge, demokrasi konusunda cumhuriyet tarihinde pek parlak sonuçlar olmadığına dikkat çekti. “Hayatının kaç yılını demokrasi içinde geçirdiniz?” sorusunu soran Belge, “Demokrasisiz geçen bir cumhuriyet. Bunu yapanlar, hazırlayanlar belki çok sıkıcı olabileceğini düşünerek, değişiklik vaat ediyorlar. Bir tür diktatörlük altında yaşarken bu sefer popüler bir diktatörlük altında yaşam gibi bir şey sunuyorlar. Yani hangisini beğenirsen. Sonuçta demokrasinin yanından geçmemenizi sağlayacak birtakım tedbirler alıyorlar” ifadelerini kullandı.
Anti-demokrasiyi demokrasiye dönüştürebilecek potansiyelde olduklarını kaydeden Belge, “Seçime az kalmışken, çözülemediği anlaşılan sorunlar var. Türkiye’de yeterli, doyurucu bir demokrasi olamamasının nedenleri arasında Kürt sorunu yok mu? En büyük sorun ve buna bir türlü demokratik bir çözümle yaklaşamamışız. Şu ortamda demokrasiyi konuşacağız ama bu konuşmaların içinde Kürtler olmayacak mı? Bunu anlamak çok zor geliyor bana” şeklinde konuştu.
Gazeteci yazar Necmiye Alpay, “şiddet” ve “terör” kavramı üzerinde durdu. Alpay, “Devlet terörü, baskı, zulüm ve faşizan diyoruz ama en büyük terörist diyemiyoruz. Ondan söz edemiyoruz. Bu kavramın da içinde bulunduğumuz durumda ve önümüzdeki yüz yılda önemli kavramlar olacağını düşünüyoruz” dedi.
Oya Baydar: Cumhuriyet neden bu halde?
Gazeteci yazar Oya Baydar, “Yüz yıllık cumhuriyet neden bu halde?” diye sorarak, “Bu macera yüz yıl önce başladı. Zor koşullarda bir doğum gerçekleşecek. Doğması beklenen bebek, bir ulus devlet. O ulus devletin adı da cumhuriyet. Bu bebek bir doğuş günahı. Bir doğum sakatlığı var. Bir türlü bu günahtan kurtulamadığımız için de bu haldeyiz” diye konuştu. Dönemin koşullarının önemine değinen Baydar, cumhuriyetin ilanına giden süreci anlattı. Baydar, “Eğer yüz yıldır demokratik toplumun peşinde koşuyorsa, sadece Kürtlerin, diğer halkların değil, toplumun bütün kesimlerinin ittifakını sağlayamıyorsak, cumhuriyetin ideolojisi üzerinde düşünmek gerekiyor” dedi.
Rıza Türmen: Şu yaşa geldik, demokratik bir cumhuriyet yaşayamadık
Hukukçu Rıza Türmen, Türkiye’nin geldiği süreçte Demokratik Cumhuriyet Konferansı’nın düzenlenmesinin önemli olduğunu vurgulayarak, “Şu yaşa geldik, demokratik bir cumhuriyette yaşayamadık. Bundan sonra yeni bir şeyi inşa edebileceğimiz bir dönemdeyiz. Her şey o kadar çöktü ve dibe vurdu ki. Her şeyin bitmesinin yarattığı bir fırsat var. ‘Yeni bir demokratik cumhuriyet kurabilir miyiz?’ tartışmasının tam zamanı. Cumhuriyet 1920’lerde dondu kaldı. Cumhuriyeti özetleyen altı ok. Bunlar cumhuriyeti özetleyen ilkeler değil. Devletçilik aynı zamanda bütün devlet yönetimine hakim olan bir ilkedir. Toplumdaki her türlü dinamik ve gelişme, devlet tarafından kontrol edilmesidir altı oktaki devletçilik. Devlet kendi ulusunu kurmuştur” diye konuştu.
Türkiye’de demokrasi tartışmalarının devlet üzerinden yapıldığını söyleyen Türmen, “Bunu tersine çevirmek lazım. Demokrasi tartışmalarını halk üzerinden yapmak lazım. Aşağıdan yukarıya bir demokrasiyi nasıl yaratabiliriz? Vatandaşlığı ulus devletten arındırmak lazım. Demokratik cumhuriyet denildiği zaman, hak eksenli bir vatandaşlık ve aşağıdan yukarı katılımcı bir demokrasi kurabilmek. Bu katılımcılık meselesi, ağızdan ağıza dolaşıyor. Altılı Masa’nın son metninde yer alıyor. Peki nasıl bir katılımcılık, hiç tartışılmıyor. Nasıl gerçekleştireceğiz. Katılımcılık, demokrasinin ayrılmazı. Türkiye’de halkı siyasetin içine çekebilmek lazım. Siyasetin halk olmadan yapılması en büyük sorun” ifadelerini kullandı.
‘İkinci bir Meclis kurulabilir’
“Parlamenter demokrasi” sistemi üzerinde duran Türmen, “İkinci bir meclis kurulabilir. Bu meclis siyasi partiler dışında üyelerini seçsin. Kurulacak üniteler kendi delegesini büyük üniteye gönderebilir. Kent konseyi olabilir. Bu delegeler, kendi aralarında ikinci meclise gidecek üyelerini seçebilirler. Bu meclis yerel demokrasiyle doğrudan irtibat halinde olmalı. Bu meclis halkın meclisi olacaktır. Bu nedenle bütün yurttaş inisiyatiflerin bu meclise gelmesi gerekir. Bu meclise geldikten sonra ikinci meclise gider” önerisinde bulundu.
Altılı Masa’nın tek alternatifinin “Güçlendirmiş Parlamenter Sistem” olduğunu söyleyen Türmen, “Nasıl güçlendirilmiş? Yeni bir demokrasi lazım. Milletin bölünmezliği ne demek? Türkiye’de federasyonu savunmak suç mu?” diye sordu.
Önder: Düşmanlarınızı seçerken dikkat edin, ileride onlara benzeyeceksiniz
Siyasetçi Sırrı Süreyya Önder, salondakileri Kürtçe selamlayarak sözlerine başladı. Önder, şöyle devam etti:
Öncelikle bir özeleştiri ile başlamak istiyorum. Burada cumhuriyet ve cumhuriyetle ilişkisi olan her kesime demokratik cumhuriyet tahayyülü verilmiş LGBT kurum temsiliyeti ıskalanmış. Kuvvetli bir özür ve yeni bir platformla bunun telafi edilmesi gerekiyor. Kimsenin hatırını yıkmak istemem ama devletin, iktidarın, son anayasa değişikliğinde kadın ve aile kurmak istediği ilişki, zindan ilişkisinden farkı yok. Düşmanlarınızı seçerken dikkat edin, ileride onlara benzeyeceksiniz.
İlk politik tutsaklığım 16 yaşında, Maraş katliamını protesto ederken oldu. Yaklaşım farkımız şurada, herkes cumhuriyeti ve diğer birçok meseleyi tartışırken, bir hal üzerinde konuşur. Oysa bir akış üzerinedir. Devrimci yaklaşım bu hal ile yeterince hallendiğini düşünüyorum. İleriye bakmalı, ancak o şekilde yol alabiliriz. Bir masa üzerinde gündemi olan, kontrolü olan, sonuçlarının değerlendirileceği, denetleneceği bir sürece girmek gerekiyor. Yöntemle başlamalıyız. Buralardan başlamak lazım. Çözüm süreci boyunca birçok siyasetçi, öncü ve lider ile görüşme imkanı buldum. Sayın Öcalan’ın bir tek farkı vardır. Diğer siyasi aktörlerle kıyaslandığında, görüşlerden, önerilerden, kategorik karşıtlıklardan azade gerçeğe saygısı olan tek insan. Bunu gözlemledik. Gerçeğe saygı önemlidir. Cumhuriyetin zalimliği, tekçiliği, hepsini konuştuk, artık yaşlanmanın verdiği özgürlükle konuşabiliyoruz. Bizim elimizde çözümlerimiz var. Ona göre problem tarif ediyoruz. Hiçbir zaman bu nedir? Buna uygun çözüm nedir? Bu konuda konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Bunu da ikinci özeleştiri olarak söyleyeyim.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem
‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’, zayıfından ne hayır gördük. Binlerce insan toprağın altına girdi, zindanlara girdi, sürgünle sınandı, ortada zırh gibi kavram varken, bu tarihsel emeğe küfür etmektir. Kavramlar ve kavramsallaştırma çok önemli. Türklük buraya 150 atlıyla gelmiş. Silahları yok, mecalsizdi. Bir söz üzerine burayı yurt edinmişler. 72 millete bir nazarla bakarız demişler, bu çoklu bir yaklaşımdır. Türklük buraya geldiğinde, bugünkü kadar problemi çözüme uydurma gibi bir yaklaşım içinde değil. Bu mecalsiz düşmüş insanlara çok iyi geldi. Bununla burayı yurt edindi, cumhuriyet serüveni başlayana kadar. Bir oluşa işaret ediyorum. Teke indirgendi, silahla kendi birliğini sağlayamaz duruma geldi.
‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ yerinde kullanılmadan önce İzmir İktisat Kongresi’nde sarf ediliyor. Bu bir barış perverlik ifadesi değil. Batıya paylaşım savaşlarınızla ilgilenmeyeceğiz anonsudur. Bunun tarihsel anlamıyla aldığınızda böyledir, bununla cumhuriyet yüz yıllık bir avans almıştır. Kürtler bu ülkenin istikbalinde söz sahibi ve hisse sahibi olmak istiyorlar. Kimsenin hakkına göz dikmeden, bu hisse egemenliğin paylaşımıdır. Bunu cesurca, çerçevesini net çizerek tarif etmezseniz, bu tür panelleri izlemeye devam edeceksiniz. Egemenlik paylaşımında korkacak bir şey yok. Adını doğru koyalım, bundan fazla dayak yemeyiz. Kürt halkı ve etnisite demeyen sosyalist dostlarımız, bütün bu bilgiler için ağır bedeller ödemiştir. Bizim için hayati olduğu kadar kimse için değildir. Bedelini hayatlarımızla ödüyoruz.
Konferans “Cumhuriyet’in kuruluş dinamikleri-1” başlıklı ikinci oturumu ile devam etti.
Ayşegül Devecioğlu’nun moderatörlüğünü üstlendiği oturumda, Barış Ünlü “Cumhuriyet bir sözleşme miydi?” sorusu üzerinden, Hamit Bozarslan “Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtler”, Tanıl Bora “Demokratik bir milliyetçilik – Neden olamadı?” başlıkları üzerinden sunum yaptı.
Ayşegül Devecioğlu, tarihi bir süreçte konferansın gerçekleştirildiğini belirterek, cumhuriyetin sadece Kürtleri, komünistleri, Alevileri, emekçileri dışladığını söyledi.
Konferansa online katılan Paris Sosyal Bilimler Üniversitesi akademisyenlerinden Hamit Bozarslan, HDP’yi Demokratik Cumhuriyet Konferansı’nı gerçekleştirmesinden dolayı kutladı. Bozarslan, Cumhuriyetin doğuşuna değinerek, “Türkiye nasıl kurtuldu?’ diye soruyorlar. İkinci yüzyılda yeni bir soru sorulmalı. Türkiye nasıl kuruldu, kim kurdu, kime karşı kuruldu? Bu soruları sormak gerekiyor. Cumhuriyet kime karşı kuruldu? Cumhuriyet Türklük Asya’ya karşı zafer olarak nitelendirildi. Sorum, bu halklar cumhuriyet doğduğunda halklar hangi şartlardaydı. Sadece Kürtlerden bahsetmeyeceğim. Diğer katmanlardan, yoksullardan, dışlanmışlardan bahsetmek gerekir. Kürtler 1923’te, kuruluş döneminde hangi koşullardaydı. Kürtler bu dönemde yenik bir halk olarak değerlendirilir” diye anlattı.
‘Kürtlüğü bölen sınırlar ortaya çıktı’
Lozan Antlaşması ile Kürtlerin ihanete uğradığını dile getiren Bozarslan, “Kürtlüğün isyana kayması, Lozan’ın ihanet olarak görülmesi, verilen sözlerin yerine getirilmemesi.. Türklüğü kabul etmeyen Kürtlük, bir tehlike olarak görülmekte. Kürtlük gerici, feodal, ancak nesne olarak tanımlamakta, Türklük ise devrimci, eşitlikçi, özne bir sınıf olarak değerlendiriliyor. Cumhuriyetle birlikte Kürdistan, umumi müfettişlik olarak bilinen sömürge ya da yarı sömürge olarak biliniyor. CHP Türkiye’deki tek parti ama Kürdistan’da CHP yok. Sınırlar mayınlı sınırlar haline getirilmekte. 1920’den sonra sınırlar, Kürtlüğü bölen sınırlar ortaya çıkmakta. Bütün bu nedenlerle Kürtlüğün yenikliğe uğramış bir halk olarak ortaya çıktığını görüyoruz” şeklinde konuştu.
‘Türkiye’de Türklük değil, Kürtlük özgür’
Ortak coğrafya tahayyülünün ortaya çıktığını kaydeden Bozarslan, “Yüz yıl sonra Türkiye’de bugün esir olan kim, özgür olan kim? Türkiye’de bugün Kürtler özgür. Hapishanelerde büyük bir baskı altında. Kürtlük, kendi düşüncelerinde, tarih okumalarında, kendi geleceklerini kurmada, sanatsal yaratıcılıkta özgür ama esir olan Türklük. ‘Kumaş ancak şehit kanıyla sulanırsa bayrak olur’ diyen bir Türklük özgür olabilir mi? Türkiye’de Türklüğün özgür olmadığını görmekteyiz” dedi.
“Demokratik bir milliyetçilik-Neden olamadı?” başlığı üzerinden sunum yapan Tanıl Bora, “Farklı bir milliyetçiliğin bir an uç verdiği, farklı bir milliyetçiliğin alametleri görülüyor. Milliyetçilik, milli varlığıyla var olmaktan öte bir tasarım koymaz. Bir toplum tasarımı, kendinden memnun olmaya sığmayan bir toplum tasarımı iddiası var” dedi.
‘Halk egemenliği devletin temellerini sarsıyor’
“Cumhuriyet bir sözleşme miydi?” sorusu üzerinden sunum yapan Barış Ünlü, modern dünyanın egemenlik anlayışıyla şekillendiğini belirterek, “Sömürge mantığı, milletin dışında kalmış halkları baskı ve şiddetle yönetiyor. Dolayısıyla halklar rızasına başvurulmuyor. Sömürge mantığı açık bir şekilde egemenlik kuruyor. Sözleşme ve sömürge arasında gerilimli ilişki, cumhuriyet ve demokrasi arasındaki kavramı ilişkilendiren bir fenomen. Halk egemenliği bir yandan devletin tanrısal hak, soyluluk, şiddet gibi temellerini değiştiriyor. Kontrol etmesi güç fikirleri içinde taşıyor. Toplumsal sözleşme teorisyenlerinin de kaynağını oluşturuyor” değerlendirmesinde bulundu.