Okul, çocuklar için bir arada olma, sosyalleşme, kendini ifade etme, kendine alan yaratma sistematiği sunan bir araç. Elbette öğrenmek de bu işin bir parçası, fakat böyle bir dönemde işin öğrenme kısmından biraz uzaklaşıp, iyi olma haline kattıklarına odaklanabiliriz.
Okul bizzat kendi duvarları arasında bir istismar veya travmatize süreç barındırmıyorsa çocukların öznel ve sosyal iyi oluşlarına katkı sağlamaya imkan yaratır. Çocukların hayatlarına şöyle bir baktığımızda eğitim sistemi dışında da sosyalleşebilecekleri pek az imkana sahip olduklarını görebiliriz. Bir sabah aniden bu sistemin enkazın altında kalması, yerine ne konacağına dair güvenilir bilgilendirmenin yapılamaması veya böylesi bir ikamenin yaratılamaması ile karşı karşıya kaldık. Ayrıca çok yeni yıkılmış bir sistemin henüz çocuk üzerindeki etkileri bilinemezken hemen deprem sonrası yeni bir sisteme doğru sürüklenmek de söz konusu ve elbette deprem sonrası çocukların hayatlarında değişen yapı ve ilişkilerin değersizleştirilmesi de…
Depremden önceki hayatları unutmadan depremden sonraki eğitim planlamalarının yapılmasını, hepsini, hep birlikte gözden geçirmek gerekiyor.
Hep birlikte
Hepsi’ne geçmeden önce hep birlikte’nin altını çizmek istiyorum. Eğitimin öğretmene emanet öğrenci bakış açısının çok ötesine geçtiğini, çocuğun önüne gelen sıfata göre değişen/dönüşen bir yapısı olduğunu biliyoruz. Tek bir çocuk da yok, tek bir çocukluk da. Hal böyleyken eğitimin de tek bir çatısı olamayacağı aşikâr. Hep birlikte eğitim sisteminin birer unsuru olmalıyız. Peki öyle mi? Ne yazık ki değil. Sivil alana yayılmak bir kenara, kurumsal yapılar arasında dahi koordinasyon çok zayıf. Hele ki çoklu kriz dönemlerinde, kurumlar bırakın diğerleriyle koordine olmayı daha da içlerine kapanıyorlar. Bu durumda da sayısız hak ihlali ortaya çıkıyor. Çocuğun içinde bulunduğu koşula, kendisine eklediği/eklenen sıfata göre ilişkilendiği yer değişiyor. Yani eğitim, tek bir bakanlığın yürütebileceğinin çok ötesinde bir sistem.
Hep birlikte’ye bir not daha düşmek istiyorum. Çocuğu içinde bulunduğu ve dışında kaldığı tüm sistemlerle bütün bir birey olarak görüyoruz, değil mi? Çalışıyorsa ve öğrenciyse, çalışıyorsa ve bu sebeple öğrenci değilse, özel gereksinimliyse ve öğrenciyse, ebeveyn kaybı yaşamış ve öğrenciyse, sporcuysa ve öğrenciyse, okula gönderilmediyse ama öğrenci olması gereken yaştaysa, refakatsiz göçmense ve öğrenciyse… Değişkenler öyle çok ki. Tüm bunlara depremle birlikte başka değişkenler eklendi: Evsizse ve öğrenciyse, az hasarlı evde kalıyorsa ve öğrenciyse, başka bir yere göç ettirildiyse ve öğrenciyse, geçici barınma alanında kalıyorsa ve öğrenciyse, yakınlarını enkazdan çıkardıysa ve öğrenciyse, ailenin/yakınlarının sorumluluğunu almak zorunda kaldıysa ve öğrenciyse, deprem sonrası çalışmaya başladıysa/koruma altına alındıysa ve öğrenciyse… Zaten çok değişken vardı, deprem etkisiyle daha da arttı. Haydi bakalım, şimdi bütün bu çocukların sorunlarını kendi başına bir kurumsal yapı çözsün, hatta sadece çocukların değil eğitimcilerin de benzer sorunlarını çözsün diye beklemenin yersizliğinin farkında mıyız? Çocuk haklarını ihlal etmeyecek, çocuk istismarıyla gündeme gelmeyecek, akıllarda çocuğun üstün yararına uygun iş üretme konusunda en ufacık bir soru işareti bırakmayacak hassaslıkta olanlarla birlikte çözüm üretilse daha yerinde olmaz mı? Neyin nasıl yapılacağına dair ortak akıl, eğitim sistemini de yük olmaktan çıkarmaz mı? Örneğin deprem sonrası hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin ihtiyaç duyduğu psikososyal destek konusunda okullarda sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar da seferber edilse… Eğitim ortamlarının fiziki güvenliği konusunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan alınan destek Şehir Plancıları Odası ile harmanlansa… Özel gereksinimli çocuklar, refakatsiz çocuklar, sığınmacı ve mülteci çocuklar gibi eğitime erişimi için özel önlem gereken çocuklar konusunda hak temelli uygulamalar üreten sivil toplumla bir araya gelinebilse… Bu işbirliklerini artırabilecek, çözüm önerileriyle çocukların nasıl önceliklenebileceğine, eğitimcilerin nasıl desteklenebileceğine dair fikirler sunanlarla birlikte eğitim sistemini onarmak yerine Milli Eğitim Bakanlığı ne yazık ki kapılarını kapatıyor. Kapıları kapatıyor olmasının sebebi umuyoruz ki kapıları kimlere açtığını gizli tutma çabası değildir!
Hepsi
Gelelim hepsi’ne. Depremde birdenbire yıkılanlar, deprem sonrası incelemelerde yıkım kararı verilenler sadece evler değildi. Çocukların iyilik haline katkı sunan (öyle umuyoruz) okullar, eğitim ortamları da bir anda toza toprağa, enkaza dönüştü. AFAD’ın yakın zamanlı tatbikatlarına (işlerliğine ve işlevselliğine şerh koyuyorum) rağmen hazır olunamayan bir deprem çocukları bir anda mevcut sistemlerinin, akışın dışına çıkardı. Şimdi, akut dönem geçene kadar bir duralım, ortalık toparlanınca kaldığımız yerden olabildiğince devam ederiz gibi bir ikame sistem oluşturulmaya çalışıldı, çalışılıyor. Çocuklara iyi gelebilecek biraradalığa, çocuklar arasında dayanışma örüntüsü kuracak bir sisteme nasıl alternatif üretilemediğini çocuklarla beraber izledik. Koca sistem, yolda verilecek kararlara bırakıldı. Hazır olmaması kadar pratik olamaması da dikkat çekti. Eğitimin politikası nasıl çocuk dostu değil, hep birlikte gördük.
Deprem bölgesinde kalıp eğitime devam edecekleri zamanın gelmesini bekleyen çocuklar, haydi eğitime devam ediyoruz kararıyla nasıl bir sürece girecekler? Artçıların ve yeni depremlerin devam ettiği parantezini koyalım. Sarsıntının psikolojik etkilerine dair herhangi bir psikososyal çalışmaya dahil edilmemiş bir çocuğun paniği yönetebilme ihtimalini konuşalım. Çocuklar eğitime devam etmeyi çok çok istiyorlar, sistemlerine ve rutinlerine bir miktar geri dönmek için. Üstelik bölgedeki çocukların iyilik halinin gözetilmesi, çocukların gündelik rutinlerine olabildiğince dönmeleri sadece kendilerini değil etraflarındaki yetişkinleri de olumlu etkileyecek. Fakat bunun için güvene ve güvenli alana ihtiyaç var. Fiziksel ve psikolojik güven beraberinde dayanıklılığı da getirecektir. Gündeme alalım!
Bölgenin dışına giden çocuklar da depremin etkilemediği illerde eğitime ara verme uygulaması dışında kaldılar. Birden yıkılan sistem, birden yaşanan göç, birden dahil olunan yeni sistem. Mümkün mü? Değil. Herhalde zannediliyor ki yeni hayat, yeni motivasyonlar getirecek. “Yeni” de kabul edilebilir olduğunda bir anlam ifade eder. Eskiye duyulan özlem ya da yaşanana duyulan öfke devam ederken yeni hayat mottosu tutmaz. Güvenli alana geçmek her zaman yeniye hazır bulunuşluğu beraberinde getirmez. Bu böyle “Sınıfımıza yeni bir arkadaş geldi, anne-babası buraya tayin olmuş” hikayesi (bunun da çocuk dostu olmasına bir ünlem, bir soru işareti) değil. Sınıfımızdaki arkadaşın evi yıkıldı, sınıfımızdaki arkadaş belki çok yakınlarını kaybetti, sınıfımızdaki arkadaş her ne kadar sınıfın güvenli ve deprem bölgesinden uzak olduğunu bilse de sıra arkadaşının dalgınlıkla salladığı ayağıyla tetiklendi. Sınıfımızdaki arkadaş ne kadar süreyle bu sınıfta olacağını bilmiyor, belki başka bir yere de nakil edilebilir. Fiziksel olarak yerleşikliğin zemini sağlam değilse zihinsel olarak da yerleşemeyebiliyoruz. Yani sınıfımızda yeni bir arkadaşımız var ama acaba kendisi bu süreci nasıl görüyor, yaşıyor, yaşayamıyor? Sınıfımızı sosyal içermeye açık bir alana dönüştürmeyi konuşalım!
Güvenli alandaki ev sahibi çocuklar yaşam alanlarını paylaşmaya, müşterek alanları beraber oluşturmaya hazırlar mı peki? Veya depremi sadece medyadan takip eden çocuğun kendi yaşam alanının güvenliğini tehdit altında hissederek her şeye eskisi gibi devam edebilmesini beklemek bir ihmal değil de ne?
Sıfırdan başlamanın da adabı, geride kalana bir saygısı olması lazım. Arkadaşlarını, öğretmenlerini, yakınlarını arayan gözlere hepsi geride kaldı, şimdi sınava odaklanalım ve gelecek inşa edelim telkini belli olmayan zamanlarda belli olmayan şiddetlerde yeni psikolojik yıkımlara sebep olabilir. Maziyi kenarda bırakmanın da terapi içerikli bir sürece ihtiyacı var. Sanki bu çocuklar her gün deprem sonrası bir enkazın/enkaz ortamının içinden çıkıp derse giriyormuş gibi yaşananı yok sayamayız. Sanki bu çocuklar her gün sınıflarında afetzede bir çocukla eğitim görüyormuş gibi davranamayız. Eğitimle iyileşmeye, güvenli alanda ve çocuk dostu bir sistemle yönelmek gerekiyor. Hepsini eş zamanlı düşünmek icap eder, şayet çocuk dostu isek. Çocukları ve eğitim sistemini geçiştirmiyor isek.
Tuğba Canbulut kimdir?
Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’nde Sosyal Politika ve Sosyal Hizmetler Yüksek Lisans Programını ve Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Doktora Programını tamamladı. İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa’da akademik hayatına devam ediyor. Ağırlıklı olarak çocuk hakları, politik katılım ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularında çalışıyor.