Mehmet Nuri Özdemir
Batı devrimleriyle birlikte din olgusunun siyaset ve toplum üzerindeki etkisi zayıflamış olsa da son otuz yılda yaşanan savaş ve çatışmalar, hala din eksenli fay hatlarının ne kadar dinamik olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Zira dinsel fay hatlarındaki bu hareketlilik, yeni bir hegemonya inşasının ön hazırlıklarıydı; hazırlıklar sistemin büyük bir kriz yaşadığı yetmişlerin ortalarından itibaren başlamıştı. Böylece reel sosyalizmin çözülmesi ve “soğuk savaşın” yerini tedricen “kimlik ve kültür mücadelelerine” bırakmasıyla eş zamanlı olarak merkezinde dinsel çatışma ve çelişkilerin olduğu bir siyasal strateji tüm dünyayı kasıp kavurdu. İran devrimi ve Afganistan Savaşıyla başlayan, daha sonra Hamas’ın kuruluşu ile devam eden; akabinde iki binli yılların başında El Kaide’nin Batı’daki sansasyonel eylemleri ve yakın zaman önce Arap Baharı’nın sapmaya başlamasıyla ortaya çıkan radikal-cihatçı örgüt IŞİD’in Ortadoğu’da yaptığı vahşi saldırılar, bu stratejinin temel parametreleridir.
Hegemonya, dinsel ve kültürel eksenli savaş ve çatışmalar aracılığıyla, küresel ölçekte toplum aleyhine önemli siyasal sonuçlar elde ettiği gibi, üretilen belirsizlik politikasıyla da insanları büyük ölçüde denetim ve kontrol altına almayı başardı. Bu strateji ile birçok ülkede dinsel ve kültürel çelişkiler yeniden icat edilerek reel sosyalizm sonrası olası eşitlikçi ve demokratik toplumların oluşumu bloke edildi. Daha eşit ve özgür, erkek egemenliğine mesafeli, doğa sömürüsüne duyarlı bir toplum umudu, fundamentalist örgütlerin sansasyonel eylemleriyle önce darbelendi ve sonra da bu saldırılar bahane edilerek tüm dünya toplumu distopik bir sisteme entegre edildi. Toplumlar, inşa edilen korku, kaygı ve güvenlik açığının olduğu bir düzende hayatları karşılığında sadakat göstermelerini emreden biyopolitikaya maruz bırakıldı. Son zamanlarda yaşanan dinsel ve kültürel savaşlara, yönü ve doğrultusu belli olmayan yeni salgınları, ekoloji ve ekonomi risklerini de eklediğimizde, reel sosyalizm sonrası “tarihin sonu” olarak ilan edilen “liberal toplum ütopyasının” nasıl büyük bir fiyasko ile sonuçlandığını ve yeni otoriter rejimlerin adeta bir distopyaya dönüşerek nasıl hortladığını daha net bir şekilde görmüş oluruz.
Türkiye siyasetindeki din ve kimlik çatışmaları da küresel tablodan bağımsız değildi; yetmişlerin başından itibaren adım adım siyasallaşan cemaatler, dernekler ve siyasal alanda bu değişimden politik, iktisadi ve kültürel rant elde etmekle görevlendirilmiş siyasi partiler; Kürt siyasi hareketinin karşısına çıkarılan radikal İslamcı kontra örgütler ve sonrasında Siyasal İslam’ın yükselmesi, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız global değişim sürecinin paralelinde sirayet eden dinsel doktrinin Türkiye siyasetine yansımalarıydı.
Son yıllara damgasını vuran siyasi denkleme baktığımızda büyük ihtimalle din odaklı makro siyasi tartışma ve analizlerin ileride daha sık yapılacağını ön görebiliriz; onun için bu yazıda mevcut sorunsalı tartışmak için ölçeği biraz daha daraltıp çubuğu İslamcı siyasetin Kürtlerle ilişkisine bükerek devam edelim.
Tarihsel olarak Kürtlerde dinsel çelişkiler
Kürtlerin dinsel çelişkileri batı modernitesi ile eş zamanlı olarak daha belirgin bir hal almış olsa da çelişkinin konjonktürel yönünden çok tarihsel yönünün daha ağır bastığını söylemek daha doğru olacaktır. Zira Selahaddin Eyyubi’ den beri Kürtlerde din çelişkisinin siyasal sonuçları, ulusal ve sınıfsal çelişkilerin sonuçlarından daha derin ve kapsamlı olmuştur. Dolayısıyla Kürtlerin dinsel çelişkisine hakim olan egemenler, çoğu zaman, dünyada yaşandığı gibi Kürtler arası dinsel fay hatlarını istedikleri an hareketlendirerek çeşitli gerilimler üretmişler; Kürt tarihi bu gerilimlerin örnekleriyle doludur. Haliyle dünyada toplumsal muhalefeti durdurmanın tekniği haline getirilen dinsel ve inançsal çelişkiler, Türkiye muhalefetinin temel dinamiklerinin başında gelen Kürt halkının politik direnişini kırıma uğratmak için yıllarca bir strateji olarak uygulandı.
Doksanlarda din çelişkisi
Kürt siyasi tarihinde dinsel çelişkiler bazı dönemler sönümlenmiş olsa da siyasal ve sosyal alandaki etkisi hep süregelmiştir. Çelişkinin yeniden canlandığı doksanlı yıllar, demokratik Kürt siyasetinin tabanla buluşmaya ve kendi öz dinamikleriyle hareket etmeye başladığı zamanlardı. Bu hareketlilikle birlikte demokratik siyasete ciddi müdahalelerde bulunuldu.
Doksanlı yıllarda yaşananlar elbette tesadüf değildi; Kürt hareketinin kitleselleşmesi ile paralel olarak aynı anda zor ve rıza yoluyla Kürt demokratik siyasetine müdahale edildi; bazen kontra faaliyetlerle (Hizbullah’ın Kürt siyasi hareketinin kadrolarına yönelik devlet destekli yaptıkları infazlar) bazen de rızaya dayalı (cemaatler, dernekler, siyasi partiler ve sermaye grupları aracılığıyla) yöntemlerle demokratik Kürt muhalefeti engellenmeye çalışıldı. Bir taraftan Hizbullahçılar eşliğinde şiddet ve zor aygıtları devreye konulurken diğer taraftan rıza pratikleri ile Kürt seçmenin iradesi İslamcı siyasete (Refah Partisi) transfer edildi.
Bu konsept doğrultusunda birinci aşamada Kürt illerinin merkezlerinde Hizbullah ve kırsalda ise güvenlik güçleri ile şiddet tırmandırıldı; eş zamanlı olarak şehir merkezlerinde ilahi sesleri eşliğinde Kürt devrimcilere karşı yargısız infazlar gerçekleşiyordu.
Hizbullahçılar Kürt siyasi hareketini muhafazakar Kürtlere “din düşmanı ve Komünist” olarak tanıtıyor ve Kürtlerin seküler damarı ile muhafazakar damarını karşı karşıya getirip düşmanlaştırarak “Kürt toplumunu birbirine kırdırtma” amacı güdüyordu; bu şekilde yeni filizlenmeye başlayan demokratik Kürt siyasetinin bir şekilde şiddetle bağını kurarak kriminalleştirmeyi ve kent tabanıyla ilişkisini koparmayı murat ediyordu. Fakat tüm bunların ötesinde en büyük hedef, belki de savaşın gidişatını belirleyecek, dahası savaşı ortadan kaldırabilecek potansiyele sahip olan “demokratik Kürt siyasetini” bloke etmek idi. Bu proje ile sosyalistlerin, emekçilerin ve Kürtlerin ittifakı ile icra edilen demokratik siyaset, çoklu sömürüye karşı durmayı temel ilke edinen hedefinden sapacaktı; haliyle aslında Kürtlerin demokratik toplum idealinin de altı oyulmuş olacaktı.
Bu açıdan bakıldığında Kürt Hizbullahının şiddet pratiği, yapısal olarak hem ideolojik bir saldırıydı hem de radikal şiddet ile demokratik Kürt siyasetine diz çöktürmeyi arzulayan paramiliter bir karaktere sahipti. Kürt Hizbullahçılar meselenin farkına vardıklarında iş işten geçmişti; hakikatle yüzleştikten sonra kendi aralarında kanlı bıçaklı bir şekilde bölündüler. Ama Kürt halkının iç barışına büyük bir zarar verdiler ve demokratik siyasetin alanını daralttılar.
İkinci aşamada ise aynı dönemlerde, serbest seçimler üzerinden Kürtlerin siyasal iradesinin adresi manipüle edildi. 1994 yerel seçimlerinin hemen öncesinde Özgür Ülke Gazetesi bombalanınca Kürt demokratik siyaseti tepkisel bir karara zorlandı; ve dönemin Kürt siyasi partisi, Özgür Ülke Gazetesi’nin bombalanmasına karşı bir siyasal tutum almak için 1994 yerel seçimlerini boykot etme kararı aldı. Böylece yaratılan kaos ve devletin baskı politikası sonucunda Kürt oyları paket halinde tepkisel bir şekilde o zamanlar düzen karşıtıymış gibi görünen Refah Partisine transfer edildi; ve İslamcılar Kürt oylarıyla 1994 yerel seçimlerinde İstanbul başta olmak üzere, Diyarbakır ve Van gibi birçok ilin ve ilçenin belediye başkanlıklarını kazandı.
Şayet Kürtler seçimleri boykot etmeyip kendi partilerine oy vermiş olsaydı, hem Siyasal İslam bu kadar palazlanmayacaktı hem de Kürt demokratik siyaseti 1994’te birçok belediyeyi kazanmış olacaktı. Dolayısıyla “1994 Boykotu” Kürt meselesinin genel gidişatını etkilediği gibi bugün İslamcıların Türkiye siyasetinde büyümesinin ve otoriterleşmesinin de arka planının önemli bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Ve bugün yine tarih tekerrür ediyor; gelinen aşamada yeniden benzer bir tablo ile karşı karşıyayız; önümüzdeki seçimlerde Siyasal İslam tandanslı otoriter bir rejimin uzun süre ülkeyi yönetip yönetemeyeceğini, Kürt oyları doğrudan belirleyecek ve tam da siyasi partilerine kapatma davası açılmışken.
İkibinli yıllarda demokratik siyasetin içindeki çelişkiler
Kürt demokratik siyasetinin doksanlı yıllarda örgütlenmeye başlamasıyla parti içinde de etnik-dinsel çelişkiler kısmen de olsa kendini hissettirmeye başlamıştı. Demokratik siyasetin ilk yıllarında yönetici kadroların kahiri ekseriyeti seküler kesimlerden oluşurken taban muhafazakardı. Fakat doksanlarda Kürt halkı, yönetici kadroların inancını ve kimliklerini pek sorun etmiyordu. Halk için “fedakarlık, sadelik, dürüstlük ve samimiyet” öncelikliydi; haliyle yönetici kadroların Alevi, Sünni, Ermeni, Ezidi, Süryani olmaları öncelikli kriterler değildi. Kürt halkının hala, adına siyaset yapan tüm siyasi temsilcilerde aynı niteliği aradığını bu vesileyle yeniden hatırlatmış olalım.
Demokratik Kürt siyasetinde dinsel çelişkilerle ortaya çıkan sorunlar, ikibinli yıllara gelindiğinde yerellerde üzerine gidilmemiş çeşitli vakalar şeklinde etkisini sürdürüyordu. 2010 yılına kadar popüler isimler üzerinden kimi çelişkiler yaratılmak isteniliyordu; zira popüler kişilere odaklı çelişkiler halkı Kürt siyasetinden daha hızlı koparabilirdi. Ancak ara sıra kopanların yeri boş kalmadığı için kopuşlar pek etkili olmuyordu. Çünkü Kürt siyasal hareketi iki binli yıllardan sonra artık kariyerin, koltuğun ve popüler olabilmenin zemini olmaya başlamıştı; bu açıdan hem muhafazakar hem seküler Kürtler partide daha uyumlu bir görüntü vermeye başlamıştı. Özellikle DTK’nin kuruluşuyla birlikte “demokratik toplum” hedefi bir üst aşamaya geçerek kurumsallaşmaya başladı; kongre tarzı çalışmayla birçok farklı Kürt dinamiği eskiye oranla kamusal alanda daha da görünür olmaya başlamıştı. Bu dönem özellikle halklar ve inançlar komisyonu üzerinden yapılan çalıştay ve konferanslarla hem tüm farklı inançların kendi özgün çalışmalarının önü açılmış hem de ortak bir mücadele hattı ortaya çıkmıştı.
Radikal dincilerin yarattığı siyasal önyargılar
İki binli yılların ortalarında başlayan demokratik toplum paradigmasının zihinsel ve politik ufku sayesinde dinsel çelişkiler istenilen düzeyde bir Kürt ayrışmasını başaramadı. Lakin 2011 Arap Baharı esnasında Kürtlerin içinde din odaklı şiddet ve ayrıştırma dalgası adım adım geliyordu; zira köpürtülen mezhep savaşlarının Kürtlere yansımaması mümkün değildi. Amed, Suruç ve Ankara patlamalarını gerçekleştiren kesimler Kürtlerin içinden seçilmişti. Kobane protestolarında meydana gelen şiddet olayları ise hala karanlıktadır; dönemin devlet bürokratlarının bile bizzat itiraf ettiği gibi kontrol edilemeyen güçlerin sızmasıyla protestolar, bambaşka bir evreye taşınmıştı ve olaylarda 56 yurttaş yaşamını yitirmişti. Ancak iktidar medyası bu 56 kişinin içinde 20 yaş altı 18 Kürt çocuğu katledilmesine rağmen sadece Yasin Börü adlı Müslüman Kürt gencinin, kurban eti dağıtırken vahşice katledilmesini öne çıkardı ve Yasin Börü sembolleştirilerek siyasette kutuplaşma aracı haline getirildi.
Bu olayların çok farklı sonuçları oldu ve etkisi hala devam ediyor. Kuzey Kürtlerinin kahiri ekseriyeti, IŞİD’den arındırılan seküler Rojava’ dan sonra içerde ve dışarda İslamcılara karşı mesafeli durmaya başladı. Dahası bu öfke yer yer hedefini şaşırarak Kürt muhafazakarlara karşı siyasal bir önyargının oluşmasına aracılık etti. Zaman zaman demokratik siyaset alanında da karşılık bulan muhafazakar Kürtlere yönelik “siyasal ön yargı” refleksi, özünde rasyonel değil duygusal, politik değil apolitik bir reflekstir. Kazanımların konjonktürel öfkelere kurban edilmesi halinde tarihin tekerrür etmesi kaçınılmazdır. Bu riskleri öngörmemek ve dikkate almamak; birliği ve iç barışı önemsememek ile eşdeğer bir tutumdur.
Sonuç
Gelinen aşamada dünyada ve Ortadoğu’da din tandanslı gerilimler sönümlenme aşamasına gelmiş iken; paralel olarak Siyasal İslam’ı bir çok Ortadoğu ülkesinde domine eden en büyük politik aktör olan AKP siyaseten erimeye başlamış iken; Türkiye siyasi arenasında “yeni İslamcı partilerin sayısının artması”, din odaklı siyasal gerilimlerin kolay kolay sönümlenmeyeceğini gösteriyor. Bu açıdan Siyasal İslam’ın Ortadoğu’da “daraldığı” bir aşamada Türkiye siyasetinde yeni pencere açma arzusunu doğru okumak gerekiyor. Neden merkezine demokrasiyi ve evrensel hukuku alan, yurttaşlığa dayalı toplumcu rejimleri hedefleyen partiler değil de İslam tandanslı partilerin sayısı artıyor? Bu değişimi ve eğilimi nasıl okumak gerekiyor? Bu sorulara belki de en çok kafa yorması gereken siyasal kümenin başında Kürtler ve Kürdi siyaset geliyor.
Her siyasal olay, zaaf üreten fay hatlarını harekete geçirebilir. Hem statükocular hem de Siyasal İslamcılar bu fay hatlarını, kişilerin zaaflarını, düşkünlüklerini ve zayıf noktalarıyla eş zamanlı harekete geçirerek mesafe almaya çalışacaktır. Kürt toplumunu sekülerlik adı altında Kemalizme (CHP), muhafazakarlık adı altında Siyasal İslam’a (Refah’ın uzantıları partilere) entegre etme planları her zaman düzen siyasetinin tırtıklayacağı bir konu olarak alıcı bulacaktır. Bu nedenle Kürt toplumunu ayrıştırmak için itinayla yerleştirilen dinamitlerin fitili bu tür fay hatlarının hareketlendirilmesi ile ateşlenecektir.
Buradan hareketle, zaman zaman şahıslara indirgenerek göz ardı edilen dinsel çelişkiler, Kürtlerde belli aralıklara ciddiye alınmış ve anlaşılmış olsa da kimi yöntemsel eksikliklerden, dar siyasal ufuktan ve bazı siyasal zaaflardan kaynaklı her dönem yeni şekiller alarak güncelleniyor. Kürtlerin siyasi ve sosyolojik dinamiklerini harekete geçirebilme potansiyeli taşıyan bu çelişkilerin derinleşmesinde muhafazakar Kürtlerin payı olduğu kadar bir o kadar da seküler Kürtlerin payı da vardır.
Bu sorunlar elbette bir zamanlar siyasetçilerin gidip namazda saf tutarak ya da cemevinde lokma etkinliğine katılarak çözülemez; arada bir yapılan Ezidi, Alevi, Ermeni ve Demokratik İslam çalıştayları çok kıymetli olsa da mevcut çelişkiler, ancak tutarlı ve ilkeli politikalar üretilerek bertaraf edilebilir. Buradan hareketle, Kürt meselesinin birliğine ve iç barışına katkı sunabilecek demokratik siyasetin halklar ve inançlar politikasının, dönemin koşulları doğrultusunda yeniden yapılandırılması hem demokratik siyasete farklı bir sinerji katacak hem de Kürtlerin içindeki dinsel çelişkilerin önünü alacaktır. Bu çelişkileri doğru yönetebilen bir siyaset politik zeminlerde elini daha da güçlendirebilecektir.