Seyit Sönmez*
Endonezya’’da 1965 darbe süresince bir milyondan fazla sosyalist-entelektüel, Çinli öldürülür.
Yönetmenliğini Joshua Oppenheimer’in yaptığı 2012 Kanada yapımı “Öldürme Eylemi” (The Act Of Killing)isimli belgeselde bu dönem anlatılır.
İlginç bir belgesel filmdir. Ufak bir çete iken korkunç bir paramiliter gruba dönüşerek binlerce insanı öldüren grubun üyeleri başroldedir. Grup üyeleri kendi kahramanlıklarını anlatırlar. Belgeselin onlara övgü amaçlı yapıldığını düşünürler. Aslında film önce mağdurların anlatımıyla yapılmak istenir, ancak insanlar o kadar korkak ve siniktirler ki anlatı mecburen faillerin hikayesine dönüşür.
Failler, yaptıkları katliamları sıradan bir şeymiş gibi bira içerken müzik eşliğinde anlatırlar, sanki bir katliamı değil sıradan komik bir anıyı anlatır gibi… Diğer yandan babası öldürülen birisi de vardır belgeselde. Katillerle birlikte babasının nasıl katledildiğini anlatırlar hep beraber. Hem de gülerek. Hatta “beni yanlış anlamayın, sizi eleştirmiyorum, yaptıklarınız doğruydu” der babasını işkenceyle öldüren katile.
Belgesel boyunca, “gerçek mi, kurgu mu?” diye gidip geliyorsunuz, gerçek olmamalı, olamaz, tuhaf bu durum diyorsunuz.
Katillerin bu kadar rahat olmaları, yaptıkları insanlık suçlarını hem de hala yaşadıkları toplum içerisinde, katlettikleri kişilerin yanında sıradan anı gibi anlatmaları, arada gülmeleri, el kol hareketleriyle espri yapmaları, yaptıklarının hesabının sorulabileceği korkusu taşımamaları dehşete düşürüyor sizi.
Birini öldürmeye çalışan adamın ezan sesi ile birlikte durması ve ezanın bitimiyle işine devam etmesi belgeselin beni en çok korkutan sahnesiydi.
Belgesel biterken başroldeki katil kusuyordu.
Ahmet Davutoğlu, 2009-2014 tarihleri arasında dış işleri bakanlığı 2014-2016 arası başbakanlık yaptı.
Görev yaptığı dönemde Suriye yerle bir edildi, 134 ülkeden cihatçılar ülke topraklarını kullanarak Suriye’ye Alevilerin kafasını kesmeye gitti, kafa kesen IŞİD canileri “öfkeli çocuklar” diye tanımlayıp sıradanlaştırdı.
5 Haziran 2015’te HDP Diyarbakır Mitingine saldırı düzenlendi 5 kişi öldü.
7 Haziran 2015- 1 Kasım 2015 arası Türkiye kan gölüne döndü.
20 Temmuz 2015’de Suruç’ta IŞİD saldırısında 33 kişi katledildi.
8 Eylül’de HDP binalarına ülke genelinde saldırılar oldu.
10 Ekim 2015’de Ankara Gar saldırısında 103 kişi katledildi. Davutoğlu’un tepkisi “Anketlerde yükseliyoruz” şeklindeydi.
Davutoğlu, aynı dönemde Van’daki bir mitingde “AKP iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak” diyerek Kürt seçmeni tehdit etti.
Neredeyse Güneydoğu’nun tamamında sokağa çıkma yasakları ilan edildi, Anayasa askıya alındı, artık köyler değil ilçeler boşaltılıyordu, binlerce insan tutuklandı, yargısız infazlar yapıldı, sokaklarda cesetler günlerce kaldı, buzdolabında kokmasın diye cesetler saklandı. Yerle bir edilen binlerce yıllık Sur ilçesi için. “Toledo yapacağız” dedi.
28 Kasım 2016’da Sur’da Tahir Elçi katledildi.
Daha sayacak bir sürü vahşet var Sayın Başbakan Davutoğlu’nun sicilinde.
Davutoğlu 12 Eylül’ün yıldönümünde 12 Eylül 2021’de Diyarbakır Barosu’nun ziyaret etti. Tahir Elçi’nin fotoğrafının altında çay içtiler, gülüştüler, Baro Başkanı Nahit Eren ziyaret sonrası şöyle bir açıklama yaptı:
“Gündemlerini Diyarbakır Barosu ile istişare etmek ve görüşlerimizi dinlemek siyaset kurumunun doğal bir gerekliliğidir. Davutoğlu hem dönemin başbakanı hem de bugün bir muhalefet partisi lideridir. Dolayısıyla hem dünkü pozisyonunu unutmamak hem de bugünkü konumunu bilmek ve ona göre ilişkilenmek önemlidir. Biz Diyarbakır Barosu olarak hafızanın da değişen konumun da farkındayız.”
HDP Eşbaşkanları Mithat Sancar ve Pervin Buldan 27 Aralık 2021 tarihinde Davutoğlu’nu ziyarete gittiler. Ziyaret sonrası Pervin Buldan “ 2 saat süren kıymetli bir görüşme gerçekleştirdik” dedi.
8 Şubat 2022’de Cizre bodrumlarından yüzlerce kişinin öldürüldüğü günün yıldönümünde Davutoğlu Garip Dede Cemevi’ni ziyaret etti. Cemevi Başkanı Celal Fırat görüşmeyi paylaşmadı ve resmi bir açıklama yapmadı. Davutoğlu ise twitter hesabından “Böyle bir hikmet, irfan ocağına ticarethane muamelesi yapılamaz” diye açıklama yaptı.
Küskünlerin bile barışmadan giremediği Cemevine binlerce masum insanın ölümünden sorumlu birisi gülerek girdi çayını içip çıktı.
Tüm bu ziyaretler muhatapları ve çevresinde etkili bir eleştiriye tabi tutulmadı.
Oysa The Act Of Killing sahnesinin tam ortasındayız. Ancak Filmin sonunda yaptıklarını anlayınca kusan katil değil, öfkesinden, insan onurunu ve haysiyetin kaybetme endişesiyle yaşayan biziz.