Deprem bölgesinde temel ihtiyaçların hala giderilmediğini belirten gazeteci Ceren İskit, “İkinci sınıf vatandaş olarak görülen engelliler iyice yaşayamaz hale geldi” dedi. Bölgede tanık olduğu ayrımcılığa değinen gazeteci Fırat Can Arslan ise, “Uzun süredir üretilen ırkçı söylemler deprem bölgesinde karşılık buldu” ifadelerini kullandı.
6 Şubat’ta gerçekleşen Maraş merkezli depremlerin ardından gönüllüler gibi pek çok gazeteci de bölgeye gitti.
Deprem bölgesinde yaşananları aktaran gazetecilerden Ceren İskit ve Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Fırat Can Arslan gözlem ve deneyimlerini Gazete Karınca’ya anlattı.
‘Deprem bölgesine düzenli destek sağlanmalı’
Depremin ilk haftasındaki eksikliklerin pek çoğunun hala sürdüğünü belirten Ceren İskit, özellikle Hatay’da temel insani ihtiyaçlara erişimde ciddi problemlerin sürdüğünü söyledi.
İlk haftalarda gönderilen yardımların giderek azalmasıyla, ihtiyaçların sağlanması açısından düzenli bir sirkülasyon olmadığını söyleyen İskit, köylerde de oldukça fazla ihtiyaç bulunduğuna değindi:
Ne yazık ki depremin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen şu an hala temel ihtiyaçlar giderilmemiş durumda. En acil ihtiyaçlar çadır ve su. İnsanların temel ihtiyaçlarını sağlayabilecek seyyar tuvaletler ve banyolar konusunda sıkıntılar var.
Bölge dışından gelen yardımların ihtiyaca göre dağıtıldığını ancak yeterli olmadığını ifade eden İskit, günlük ihtiyaçların karşılanabilmesi için bölgede bir düzen sağlanmak zorunda olduğunu vurguladı.
‘Sular kullanılamaz durumda, uyuz vakası arttı’
Ziyaret ettiği köylerde de barınma sorununun sürdüğünü belirten İskit, köylere hala çadır ulaşmadığı bilgisini paylaştı.
Su krizinin kent ve köylerde devam ettiğini söyleyen İskit, şebeke suyu ile kuyu suyunun birbirine karışması sebebiyle akan suyun çamurlu ve kullanılamaz durumda olduğuna dikkat çekti: “Bölgedeki insanların temiz suya erişimi yok. Bu suyu kullanırlarsa ciddi hastalıklarla, bakterilerle karşılaşmaları söz konusu olacak. Dolayısıyla su sorununun ivedilikle çözülmesi gerekiyor.”
Bölgede salgın hastalıkların yanı sıra başka sağlık sorunlarının da had safhada olduğunu söyleyen İskit, bölgedeki sağlık çalışanlarından edindiği bilgiye göre uyuz vakasının iki katına ulaştığını aktardı.
‘Depremden etkilenenler artık düzen kurmak istiyor’
İçme suyu probleminin biraz giderildiğini ancak bunların kısa süreli çözümler olduğunu vurgulayan İskit, bölgedeki ihtiyaçların sürdürülebilir hale gelmesinin gerekli olduğunun altını çizdi. Depremzedelerin yeni bir düzen kurmaları açısından barınma probleminin çözülmesi gerektiğini yineleyen İskit sözlerini şöyle sürdürdü:
Depremden etkilenen kişiler hayatlarına kaldıkları yerden devam etmek, eşyalarını kurtarmak istiyorlar. Başka illere gitmek ya da bulundukları yerde bir düzen kurmak istiyorlar. Artık para kazanmaya başlamak istiyorlar. Çok fazla esnaf var. Hasar görmüş dükkanlarını açamasalar bile örneğin kebap dükkanı olan bir esnaf, seyyar tezgah açıp görece para kazanmaya çalışıyor. Manavlık yapan biri dükkanının önünde tezgah kurmaya çalışıyor. Ufak ufak hayat emareleri görmeye başladık. Dolayısıyla temel ihtiyaçların çabucak çözülmesi gerekiyor.
Bölgedeki dezavantajlı gruplar neler yaşıyor?
Hatay’da çocukların eğitim hayatına devam edemediğini, ayrıca bitlenme vakalarının da arttığını kaydeden İskit, salgın hastalık riskiyle en çok çocukların karşı karşıya kaldığını söyledi.
Özellikle köylerde yaşayan kadınların tuvalet konusunda problem yaşadığını, kendi olanaklarıyla yaptıkları tuvaletlerin de kullanılamaz hale geldiğini söyleyen İskit, “Bazıları ‘açıklara gitmek zorunda kalıyoruz ama yaşlılarımız, yürüyemeyenlerimiz var. Bu konuda rahatsız olan var’ diyor. Bunu tercih etmeyenler var ki, böyle düşünmeleri çok normal” şeklinde konuştu.
İskit, kadınların hijyen konusunda çektiği sıkıntıları paylaşmaktan çekindiklerini ve çocuklarına bakmakta zorlandıklarını da ekledi.
Engellilerin ise çok başka sorunlar yaşadığı ve her engel grubunun farklı ihtiyaçları olduğu ancak bunların giderilmediği bilgisini paylaşan İskit, “Zaten ikinci sınıf vatandaş olarak görülen engellilerin iyice yaşayamaz hale geldiğini biliyoruz. En basitinden tekerlekli sandalye bile büyük sorun. Yürüyemeyen bir vatandaş çadırdan çıkamadığı için, tuvalet ihtiyacını maalesef kendi olanaklarıyla çadır içinde gidermek zorunda. Dezavantajlı gruplara baktığımızda engelliler işin en görünmez kısmındalar” dedi.
‘Devlet kurumları sınıfta kaldı’
Devlet kurumlarının kriz yönetiminde sınıfta kaldığını ifade eden İskit, konu üzerine çalışan gazetecilerin de ciddi tehditlerle karşı karşıya kaldığını şu sözlerle anlattı:
Gazetecilik faaliyetlerini yerine getirerek mevzuları dile getirenlere birtakım soruşturmalar açılıyor. Devlet tamamen eksikliklerini kapatmak, hiçbir şekilde kamuoyuna yansıtmamak ve her şey yolunda gibi göstermek istiyor. Hiçbir şey yolunda değil ve bu çok aşikar. Hatta bazı devlet yetkilileri ‘hakkınızı helal edin’ şeklinde konuşarak görece durumu kabul etti. Olanın üzerini örtme şeklinde tutum sergileniyor. Bu açıdan da gazeteciler risk altında. Yetkililer ya hedef göstererek, ya da soruşturma tehditleri savurarak gazetecilerin mesleklerini yapmalarına engel olmaya çalışıyor.
‘Deprem sürecinde bile torpile tanıklık ettik’
Depremzedelere yeni konutlar inşa edilene kadar bir an önce konteyner kentlerin kurulması gerektiğini belirten Fırat Can Arslan ise şunları söyledi:
Tabi devlet açısından bu gerçekçi bir yorum olmayacak. Depremzedeler umutsuz halde ve beklentisi kalmamış durumda. Konteyner ve çadır dağılımında 5-6 gün sonra erişebilenler oldu. Ancak bunlara mahalle muhtarları ve yakınları, AKP’de meclis üyesi tanıdıkları ya da belediye başkanı tanıdıkları olanların ulaşabildiği aktarıldı. Çadırdan, kıyafete tüm yardımlarda depremde bile torpile tanıklık ettik.
Deprem, ırkçılık ve devlet baskısı bir arada
Göçmenler meselesinin en kritik konulardan biri olduğuna dikkat çeken Arslan, gittiği birçok kentte göçmenlerin yaşadığı ayrımcılığa tanıklık ettiğini söyledi.
İslahiye’de gittiği ağırlıklı olarak Türk-Sünni yurttaşların yaşadığı kırsal bir mahallede herkese çadır verildiğini ancak Suriyeli bir aileye herhangi bir yardım verilmediğini dile getiren Arslan, gözlemlerini ve yaşadıklarını şöyle anlattı:
Suriyeli Muhammed Halit, birçok defa merkeze gitmesine rağmen yardım almasının engellendiğini ve tek bir su bile alamadığından yakındı bize. 20 gün boyunca incecik naylon branda çadırda 9 kişilik ailesiyle kaldığına tanık olduk. 3 küçük torunu vardı. Çocuklar yetersiz beslenmeden dolayı yoğun hastalık riskiyle karşı karşıyaydı, keza yetişkinler de öyleydi. Konuyu, ‘hem depremle hem de ırkçılıkla mücadele ediyor’ başlığıyla gündemleştirmeye çalıştık. Ardından aileye büyük destek kampanyaları başladı ve yardımlar kendisine ulaştı.
Kamuoyuna yansıdıktan sonra devlet yardım etmeye başlayacak algısı oluştu ancak tam tersi oldu. Halit’in evine gece yarısı göç idaresinden ve ilçe jandarmadan 10 araçlı bir konvoyla gidildi. ‘Sizi Nizip Kampı’na göndereceğiz, Suriye’ye yollayacağız. Kimlerle ilişki içerisindesiniz’ şeklinde tehdit edildi. Telefonuna el konuldu. Kendisine yardım gönderen gönüllerin bilgileri alındı. Daha sonra ziyarete gittiğimde artık açlığı ya da depremi düşünemeyen bir aileyle karşılaştım. Büyük korku psikolojisi içinde ve inanılmaz tedirginlerdi. Çocuklarının başlarına bir şey gelmesinden korkuyorlardı.
Aileyi güvenli bir alana taşıma sürecinde olduklarının bilgisini veren Arslan, bu süreçte özellikle Suriyelilere ve mültecilere dönük yapılan saldırıların politik olduğunu söyledi.
Arslan, “İktidar ve Ümit Özdağ gibi isimlerin siyasi manipülasyon çalışmasının sonucu ortaya çıktı. Uzun süredir ürettikleri ırkçı söylemler deprem bölgesinde karşılık buldu. Devlet beceremediği işi manipüle ederek gizlemeye çalıştı. Bu gündemle de toplumun algısını başka bir yere çekmek istedi” ifadesini kullandı.
‘Toplumsal dayanışmanın ne kadar güçlenebileceğini gördük’
On binlerce gönüllünün deprem bölgesinde hala çalıştığını söyleyen Arslan, gönüllülerin yardımları büyük bir çaba ve özveriyle dağıttığını kaydederek, şu noktalara dikkat çekti:
Ancak bir şekilde bu tırlar, yardımlar duracak. İnsanlar ‘o zaman ne yapacağız’ korkusu yaşıyorlar. Normalleşme denilen sürecin biraz daha gecikmesi gerekiyor. Depremzedeler hala çok zor durumdalar. Dayanışmayı büyütmek gerekiyor.
Toplumsal dayanışmanın içinde her inanç ve görüşten kişilerin bulunduğunu belirten Arslan, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Toplumlar özü itibariyle bir arada yaşamaya, beraber yaşam kurmaya meyillidir. İşin içine devlet kavramı girdiğinde çatışmalar ve iç sorunlar yaşanmaya başladı. Devletin olmadığı yerde toplumsal dayanışmanın ne kadar güçlendiğini ve güçlenebileceğini de görmüş olduk.”