1 Eylül 2016 tarihinden itibaren Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan toplam 12 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 6 bin 81 akademisyen yükseköğretim kurumlarındaki görevlerinden ihraç edildi.
Sayıları binleri bulan ihraç kararlarından sonra açılan davalar neticesinde görevlerine iade edilen akademisyenlerin ortak talebi “Haksız bir şekilde ihraç edilen her arkadaşımız görevine iade edilsin” oldu. Kürt illerinde ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan insan hakkı ihlallerine karşı “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladıkları gerekçesiyle ihraç edilen Barış Akademisyenleri’nin hukuk mücadelesi 2016’dan beri devam ediyor.
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’ndeki görevinden 2017 yılında ihraç edilen Dr. Nermin Biter, Ankara 21. İdare Mahkemesi’nin iptal kararı ile görevine yeniden başlaması beklenenlerden biri.
Dr. Nermin Biter, bildiriyi imzaladığı 2016 yılından, göreve iade edilmesi kararına kadar geçen yedi yıllık sürede yaşadıklarını Gazete Karınca’ya anlattı.
Dava süreciniz ne zaman başladı, kaç yıldır devam ediyor? Bu süreçten kısaca bahseder misiniz?
Henüz davalar başlamadan önceki süreci atlamamak, oradan itibaren kısaca hatırlatarak başlamak önemli diye düşünüyorum. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi kamuoyu ile paylaşılmıştı 11 Ocak 2016’da. Bildirinin paylaşılmasının hemen ertesinde doğrudan Erdoğan’ın bizleri hedef göstermesi, düşmanlaştırıcı açıklamaları gerçekleşmişti. Barış Akademisyenleri’ne dönük saldırılar 11 Ocak 2016 tarihinden itibaren başladı aslında. Bir yandan iktidar güdümlü basının hedef göstermeleri, bir yandan çoğunluğu iktidar yanlısı/ortağı çeşitli grupların saldırıları söz konusuydu. Zaten sürecin en başında bazı özel/vakıf üniversitelerinde çalışan arkadaşlarımız için doğrudan sözleşmelerinin iptal edilmesi ile ilk akademik tasfiyeler de başlatılmıştı.
Bunların yanı sıra verilen emre itaat etme hızında adeta yarışa giren üniversite yönetimlerinin soruşturma kurulları oluşturuldu; biz de Ege Üniversitesi’ndeki Barış Akademisyenleri olarak bu soruşturmalara maruz kaldık. Soruşturma kurulunda imzacıların bağlı oldukları fakültelerde o tarihlerde dekan olarak görev yapanlar yer alıyordu. Yani barış talebimizden dolayı bizi ilk olarak çalıştığımız üniversitedeki “yetki verilmiş” bu akademisyenler soruşturdu. Bunu bir görev olarak kabul etmek ve uygulamakta beis görmeyen bu kurullardan çıkan kararlar, YÖK’e gönderildi; biz tabii YÖK’e gönderilen kararları daha sonrasında ancak öğrenebildik, bize bu kararları sözü geçen soruşturma kurulları hiçbir zaman bildirmedi.
Fakat KHK ile ihraç edilmeler, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nden sonra ilan edilen OHAL ve OHAL Kararnameleri ile yoğunlukla başlatıldı. Benim ihraç edilmelerim de bu tarihlerden sonra gerçekleşti. İhraç edilmelerim diyorum, çünkü ben iki defa üniversitedeki görevimden ihraç edilenler arasındayım; bazı üniversitelerde böyle bir uygulamayı gerçekleştirmekte de bir beis görmediler. Birincisi Ocak 2017’de Ege Üniversitesi Rektörlük Yönetim Kurulu Kararı ile gerçekleşti. İkincisi ise Nisan 2017’de Resmi Gazete’de yayınlanan KHK ile gerçekleşti. Dolayısıyla her iki hukuksuzluk karşısında ayrı ayrı davalar açmak şeklinde bir hukuki süreç başlatmış olduk. Yani özetle benim için altı yıldan fazla zaman geçmiş oluyor.
İşe iadeyle ilgili mahkeme kararı üniversite tarafından nasıl uygulamaya konulacak?
Benim dosyamdakine benzer olarak ihraç kararlarının iptali kararını, yani sizin sorunuzla işe iade kararlarını şimdiye kadar sadece 21. İdare Mahkemesi veriyor. Onun dışında da aynı gerekçe ile davaları başka idari mahkemelerde görülen arkadaşlarımız var fakat onların itirazlarına yine ret kararları çıktı ve çıkmaya devam ediyor. 21. İdare Mahkemesi’nin ilk kararı Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilmiş olan Dinçer Demirkent için verildi biliyorsunuz ve bu kararın verilmesinden epey zaman geçmesine rağmen işe başlatma işlemleri henüz sonuçlandı. Yani hukuksuzluk, verilen hukuki kararlara rağmen sürdürülmeye devam ediyor.
Biz de genel prosedür neyse onu yapacağız yani Ege Üniversitesi Rektörlüğü’ne işe başlatma hususunda dilekçemizi vereceğiz; normalde yapılması gereken bu dilekçenin işleme konularak 30 gün içinde bizi işe başlatmaları. Resmi ve hukuki olarak yapılması gereken bu. Yani dilekçemizi verdiğimiz tarihten itibaren 30 gün içinde işe başlatma hususunda üniversitenin görevini yerine getirmesi gerekiyor. Elbette bu sadece ilk ve ivedi olarak yapılması gereken kısmı.
Altı yıldan fazla bir süre işinizden haksız bir şekilde uzaklaştırıldınız, şimdi hakkınızda verilen ihraç kararı iptal edildi. Bu süreçte uğradığınız zarar nasıl karşılanacak, Tazminat alma durumunuz var mı?
21. İdare Mahkemesi kararı, hak kayıplarının tazmin edilmesine hükmetti; dolayısıyla hukuki kararlar için değerlendireceksek bu sorunun cevabı, evet. Bununla birlikte soruyu ben şöyle de anlıyorum; gasp edilen haklarımızın geri verilmesi ve hak kayıplarımızın tazmin edilmesi gerçekleşecek mi? Bunu mutlaka konuşmak gerekiyor. Elbette en başta kendi adıma konuşabilirim ama eminim pek çok arkadaşım benimle benzer zorlukları ve sıkıntıları yaşadı. Gasp edilen haklarımızın tam anlamıyla geri verilmesi ve hak kayıplarımızın tamamen onarılması asla mümkün değil. Bunun birinci nedeni geçen altı yıldan fazla süre… Bu sürede yaşamak zorunda kaldıklarımız ve bir de yaşamadıklarımız yani bir diğer deyişle bize uygulanan bu hukuksuzluk ortamı içinde yaşamda gerçekleştiremediklerimiz. Bununla birlikte bir bütün olarak sosyal sermayemiz üzerindeki yıkıcı etkiler ve bunların sonuçları…
Örneğin ben bir fen bilimciyim, akademik olarak sosyal bilimlerden farklı çalışma ortamlarına ve araçlarına ihtiyaçlarım var; maalesef ihraç edilme süreci ve sonrasında bu ihtiyaçlarımı karşılayabilecek ve çalışma yapabilecek koşulların zorluğunu daha farklı boyutlarda yaşayanlardan biriyim. Geçtiğimiz dönem içerisinde kendi alanımla bağımı hiç koparmamaya çalışsam da akademik anlamda nitelikli araştırmaları ve çalışmaları, çoğunlukla sosyal bilimler alanında özellikle de haklar alanında gerçekleştirdik. Gerçi bu benim açımdan, yaşam algım açısından elbette başka türlü ve son derece kıymetli bir süreç oldu. Çünkü bu çalışmaların çoğunu Türkiye’nin en onurlu kurumlarından biri olan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) çatısı altında ve ihraç edilmiş Barış Akademisyenleri arkadaşlarımla beraber yürüttük. Bir bütün olarak bağını kurmaya çalıştığım toplumsal yaşam tahayyülümü gerçekleştirmek için de her zaman bundan yararlanabileceğimi düşünüyorum. Fakat benim döneceğim yerde örneğin akademik basamakları geçmek açısından bunların bir hükmü olmayacak, aslında olmalı belki de ama olmayacağını biliyoruz.
Mesela bir başka kayıp meselesi de şu benim açımdan, yıllardır bin bir emekle ve özenle sürdürmeye gayret ettiğim deneysel çalışmalara dair bilimsel verilerimi, deneysel görüntülemeleri, bilimsel kayıtlarımı vs. depoladığım kişisel bilgisayarıma el konulması ve imajının dahi bana verilmemesi oldu; hâlâ da geri verilmedi ve nerede olduğuna dair defalarca başvurmamıza rağmen sonuç alamadık. Kısaca söz konusu verileri nitelikli bilimsel çalışmalara dönüştürme imkanımı da gasp ettiler ve o verilerle ne yapıldığını da bilmiyorum. Belki arada küçük bir anekdot gibi kalabilir ama benim için en büyük kayıplardan biri de örneğin Türkiye’nin farklı yerlerinden toplayıp laboratuvar koşullarında uzun süre bakımını yaparak deneysel çalışmalar için bir standart yakalamak için uzun yıllar uğraştığım hayvan kültür ortamının yok olmasıydı. Odamı ve bağlantılı iç laboratuvarı aylarca kilit altında tuttular ve neredeyse hayvanların tamamı ölmüştü. Bu kimileri için basit gibi görünebilir ama benim için büyük bir kayıp ve geri dönüşü mümkün değil.
Pek çok başka örnek vermek mümkün; eminim arkadaşlarımın çoğu da bambaşka sıkıntıları ayrıca yaşamak zorunda bırakıldılar. Özetle hak kayıplarının tam anlamıyla tazmin edilmesi sanırım hiç kimse için mümkün olmayacak. Bu nedenle maddi ve manevi tazminatların ödenmesi konusu o kadar mesele edilemeyecek ve basit bir yerde duruyor ki bunun tartışma başlığı haline getirilmesini dahi kabul etmemeliyiz diye düşünüyorum. Yani en azından bunların, bir tartışma konusu haline dönüştürülmeden elbette ödenmesi gerekiyor.
İşinizden uzak kalmanız maddi açıdan epeyce güçlük yaratmış olmalı, peki bu sürecin yarattığı psikolojik zorluklar neydi, hukuki tarafını bir kenara bırakırsak bunu telafi etmek mümkün mü?
Kendi adıma aslında bu süreçte psikolojik olarak daha güçlendiğimi hissettiğimi söylemeliyim. Bu yanlış anlaşılmaya yol açmamalı ama; tabi ki süreç kolay geçmedi, geçmiyor. Elbette çok zorlandım hâlâ da zorlanmaktayım. Ama öfkemi, itirazımı, inadımı nerede, nasıl ve kimlerle beraber yaşayacağım konusu benim açımdan daha berraklaştı. İnsanın mutlak bir gerçekliği varsa o da ancak bir toplum olmayı başarabilmekle, bu iradeye sahip çıkabilmekle ve bunu gerçekleştirebilmekle ilişkilendirilebilir. Ben en azından bir toplumsal yaşam tahayyülünün gerçekleştirilmesi için her zaman bir şeyler yapmanın mümkünlüğünde ısrar etmeyi öğrendim. Çok zorlayıcı olabilir, çok şeyler götürebilir ki götürüyor bazen. Ama yaşamak da böyle bir şey olmalı.
Bununla birlikte psikolojik açıdan en zorlandığım şey, geçen bu süreçte kaybettiğimiz insanların acısı oldu. Biliyorsunuz bu süreçte hayattan ayrılan, aslında koparılan arkadaşlarımız oldu; arkadaşlarımızın hayattan ayrılan sevdikleri, yakınları oldu ve acılar yaşandı. İşte bunu telafi etmek imkansız…
İhraç edilen akademisyenlerin bir kısmının işlerine dönebilecek olması olumlu bir gelişme, önümüzdeki süreçle ilgili ne söylemek istersiniz?
Elbette bu kararları olumlu karşılıyoruz. Ama hâlâ eksik ve yetersiz. Çünkü aynı gerekçelerle görülen diğer davalardan tam tersi kararlar çıktı. Bu kabul edilemez, bir an evvel bu kararlar düzeltilmeli. Bunun dışında, bu ülkede barış, adalet, eşitlik ve özgürlük istediği için düşünce ve görüşlerini dile getirdiği için haksızlığa uğrayan binlerce arkadaşımız, insanımız da var. Binlercesi Barış Akademisyenleri’ne benzer biçimde işlerinden ihraç edildi; bununla beraber binlercesi de hapishanelerde haksız yere yıllardır tutuluyor, cezalar alıyor, baskılar altında yaşıyor. Hepimiz geri döneceğiz derken bunu sadece Barış Akademisyenleri için değil, haksızlığa uğramış tüm hak savunucuları için, mücadele eden herkes için söylüyorum. İnanıyorum ki hepimiz de bunu söylüyoruz.