Türkiye’de yaklaşan seçimlerin Almanya’da da yankı bulduğu, AKP Nevşehir Milletvekili Mustafa Açıkgöz’ün 13 Ocak’ta Almanya’nın Neuss şehrinde Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu‘ndaki nefret suçlarıyla dolu konuşmasının yankıları hala sürmekteyken, bu haftanın yazısına küçük bir kronolojik hatırlatmayla başlamak istiyorum.
4 Mart 2022: (Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ve savaş başlatması üzerine) Son haftalarda yaptığımız sayısız telefon görüşmesinin ardından nihayet #NATO toplantısı sırasında yüz yüze konuşma fırsatı bulduk: Güçlü Alman-Türk ortaklığımız için teşekkür ederim, @MevlutCavusoglu. Rusya krizinde birlikte duruyoruz. (https://twitter.com/ABaerbock/status/1499743150109249540)
19 Ocak 2023: Almanya Dışişleri Bakanı ve Yeşiller Partisi üyesi Annalena Baerbock Twitter hesabından Arapça, Kürtçe ve Almanca Ezidilere yönelik İŞİD katliamının BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi bağlamında soykırım teşkil ettiğine dair önergeyi kabul ettiklerini duyurdu: “Bu dünyada hiçbir parlamento kararının onların acılarını gidermeyeceğini biliyoruz. Fakat bu kararın bir fark yaratacağına dair derin bir inancım var: Bu, onların acılarının tanınması ve hayatta kalanlar için adalet sağlanması yönünde atılmış kararlı bir adım.”
24 Ocak 2023: Almanya Dışişleri Bakanı ve Yeşiller Partisi üyesi Annalena Baerbock, Fransa’nın Strasbourg kentinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki konuşmasında Türkiye’ye hitap ederek Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın hukuksuz bir biçimde hapsedilişlerine son verilmesini ve serbest bırakılmasını talep etti.
Bu üç açıklamayı paylaşmamın nedeni Almanya’nın takındığı siyasi tutumun kaygan görünmesine rağmen aslında oldukça ‘tutarlı’ olduğunu ortaya koymalarıdır.
Bilhassa Avrupa’da yaşayan herhangi birinin derin gözlem ve analizlere ihtiyaç olmaksızın fark ettiği ve dillendirdiği Rusya’nın şiddeti giderek artan sömürgeci-revizyonist politika ve eylemlerine rağmen Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve başlattığı savaşa uzunca bir müddet “görmedik, duymadık, beklemiyorduk” türünden içi boş ve hiç de ikna edici olmayan açıklamalarla gündemi meşgul etti. Ukrayna’nın yardım ve dayanışma talepleri doğrultusunda pek çok ülke silah ve mühimmat desteğine neredeyse tereddütsüz denecek bir hızda yanıt vermişken Almanya oldukça gönülsüz davranmış, ya eleştirileri yanıtsız bırakmış ya da tartışmaların merkezine kendi çıkarlarını yerleştirmeyi ihmal etmemişti. İşgal ve savaşın ilk aylarında Ukraynalı mültecilerin Almanya’ya sığınmaya başlamalarıyla beraber “hoş geldin kültürü” ve bu kültürün Avrupa merkezci beyaz unsurları üzerine yürütülen tartışmaların sayısında muazzam bir artışa tanıklık etmiştik. Ukrayna’daki savaştan kaçarak Almanya’ya sığınanlara yönelik olumlu tutumun benzer durumdaki başka halklara da gösterilmesi gerektiği, aksi takdirde sürdürülen politikanın ayrımcı olmayan ve savaş karşıtı bir politika değil de çıkara göre, savaşın çıkara göre savaş karşıtlığının desteklendiği anlamına gelen bir politika olacağı iddiası, bilhassa sol gruplar ve Kürt hareketi içindeki kimi çevrelerce çeşitli biçimlerde ifade edildi. Bu bağlamda aynı gruplar, Türkiye’nin hemen hemen aynı tarihlerde Kuzey Irak’a yönelik başlattığı operasyona ve Rusya ile Türkiye’nin savaş politikaları arasındaki benzerliklere dikkat çekmeye çalışmışlardı.
Çok geçmeden Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un Mart 2022 de Mevlüt Çavuşoğlu ile gerçekleştirdiği görüşmeye dair fotoğraflar ve güçlü ortaklık mesajları suratımıza tokat gibi inerken, genellikle bu tür ‘stratejik görüşmeler’ sonrası Türkiye’nin muhaliflere yönelik saldırılarının arttığını hepimiz biliyoruz. Avrupa kamuoyu görmek, duymak, bilmek istemese de Türkiye ve Rusya’nın işgalci savaş siyasetinde hem doğrudan hem de örtük bir rolü var. Baerbock’un Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına dair yaptığı açıklama[1] Almanya basınının ve kamuoyunun iftiharlarını toplarken, başta Demirtaş ve Kavala olmak üzere tüm siyasi tutsakların ‘tutsak’ olma sebeplerinden birinin bu ‘güçlü ortaklık’ olduğunu hatırlatmak ne basının ne de Almanya – AB kamuoyunun aklına gelmiş gibi görünüyor.
Baerbock’un 19 Ocak 2023’te, Ezidi soykırımının tanınmasına yönelik önergenin kabulünü[2] duyurduğu haber ise yine Almanya’nın savaş endüstrisi içindeki kendi rolünün üzerinden atladığı bir diğer ilintili örnek. Bu gelişme Alman basını ve kamuoyu tarafından alkışla karşılandı. Lakin IŞİD’e katılmış Almanya vatandaşlarının kendisine iade edilmesi ve dolayısıyla kendi topraklarında yargılanmaları konusunda Almanya’nın uzun süre ayak diremesi pek gündem olmadı. Bu dirence ilişkin ikna edici ve tutarlı bir açıklama da yapılmış değil üstelik. Hukuku işletmemek konusundaki bu direncin izaha muhtaç olduğu ve Almanya’nın savaş karşıtlığı söyleminin tutarlılığını ve zeminini şüpheye açık kıldığı ortada. Bir devletin ya da halkın herhangi bir savaşın kendi topraklarına taşınmamasını istemesi nispeten anlaşılır, ancak savaş karşısında adalet arayışının bir tezahürü olabilecek bu yargılamalar karşısındaki bizi bulaştırmayın tavrı neden kaynaklanıyor? Bahse konu çatışmaların vuku bulduğu coğrafyaların farklı olmasından mı? Öldürülen halkların farklı olmasından mı? Kendi vatandaşlarının da bu savaşın bir aktörü olduğunu kabul etmek istemeyişinden mi? Savaş karşıtı daha aktif bir siyasetin dış ticarette önemli bir kalem olan silah sanayisini vuracak olmasından mı? Yoksa başka sebeplerden mi? Soruları çoğaltmak mümkün. Bu ve benzeri tutumların daha fazla konuşulması ve arkasındaki motivasyonların ve problemli yanlarının açıklığa kavuşturulması savaş karşıtı dayanışmaların örülmesi için elzem.
Yukarıda bahsettiğim gibi silah sektörünün Alman ekonomisindeki yeri oldukça büyük. DW’nin haberine göre 2020 yılının ilk 3 ayında Almanya silah ve teçhizat ihracatında rekora imza atarken[3], savaş endüstrisinin adını andığımız işgal ve savaşlardaki doğrudan müdahilliğini de bir görünmezlik ve dokunulmazlık zırhıyla kuşatmış oluyor. Söz konusu ihracatın hangi coğrafyalarda, hangi halklara karşı kullanıldığı sorusu can yakıcılığını sürdürmeye devam ediyor. Almanya’nın Türkiye’ye sattığı askeri mühimmatın hem Türkiye hem de Rojava’da kullanıldığı adeta bir kamusal sır görünümüne bürünmüşken, yine Türkiye’ye satılan Alman Leopard-2 tanklarının Suriye’nin kuzeyindeki bir köyün bombalanmasında kullanıldığına dair videolar sosyal medyada dolaşıma sokulmasına rağmen ikna edici olması bir kenara dursun herhangi bir açıklama, vs. de işitmemiştik. Söz konusu Leopard-2’lerin Kürtlere karşı kullanılmasında herhangi bir beis görmeyen Almanya, aynı tankların yardım amacıyla Ukrayna’ya gönderilmesi konusunda düne kadar ayak diremeye devam etmişti.[4]

Almanya ve Türkiye arasındaki dillere destan ‘güçlü ortaklığı’, Almanya’nın başını çektiği Türkiye – AB Mülteci Anlaşması zamanında da fazlasıyla görmüştük. Suriyeli mültecilerin yaşamları üzerinden girişilen bu pazarlık, Almanya’nın Türkiye’deki insan hakları ihlallerine, devletin Kürt illerinde başlattığı savaş ve yıkıma karşı kafasını diğer yöne çevirmesine ve binlerce Kürdün ve diğer muhaliflerin hayatlarının hiçe sayılmasına vesile olmuştu. Hal böyleyken Annalena Baerbock’un, yaklaşan seçimleri işaret ederek Türkiye’ye yönelik “güçlü ve sert” eleştirilerinin özde değil, sözde olduğunu görmek hiç de güç değil.
2018 verilerine göre Almanya’da Türkiye’deki seçimlerde oy kullanma hakkına sahip vatandaş sayısı 1 milyon 443 bin 585 ve benzer sayıda seçmenin yaklaşan seçimlerde oy kullanacağı tahmin ediliyor.[5] Dolayısıyla, Almanya’da yaşayan ya da sürgünde olan on binlerce muhalifin yaklaşan seçimler ve gemi azıya almış faşizm karşısında yalnızca AKP ve benzeri odakların Avrupa’daki eylemliliğine karşı güçlü öz-örgütlenmesine değil, Almanya kamuoyunun Türkiye seçim gündemine Almanya’nın suç ortaklığını da taşımasına ihtiyaç var.
[1]https://gazetekarinca.com/almanyadan-turkiyeye-kavala-ve-demirtas-serbest-birakilmali/.
[2]https://gazetekarinca.com/almanya-ezidi-soykirimini-tanidi/.
[3]https://www.dw.com/tr/almanyan%C4%B1n-silah-ve-te%C3%A7hizat-ihracat%C4%B1-rekor-d%C3%BCzeyde/a-53087945.
[4]https://www.bbc.com/news/world-europe-64391272.
[5]https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyedeki-se%C3%A7im-yar%C4%B1%C5%9F%C4%B1-almanyaya-m%C4%B1-ta%C5%9F%C4%B1n%C4%B1yor/a-64449449.
Tebessüm Yılmaz kimdir?
Risk altındaki öğrencilere güvenilir alanlar açılabilmesi için mücadele eden feminist aktivist-araştırmacı. Barış İçin Akademisyenler’in (BAK) “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirisini imzaladıktan sonra doktora çalışmalarına Berlin Humboldt Üniversitesi’nde devam etmekte. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları yayımlandı.