İran’da devrim sürüyor. Her ne kadar İran ordusu ağır silahlarla Kürdistan ve Baluçistan’a girmiş olsa da ve her ne kadar yüzlerce insan öldürülmüş, binlercesi ise kayıp ve tutuklu olsa da gençler ve kadınlar özgürlük arzularından vazgeçmiyor. İran, 1979 yılındaki devrimle birlikte, bundan sonra Ortadoğu’da antisömürgeci ve antiemperyalist dilin, dünyadaki yeni akımları karşılama ve anlama lugatının ve toplumsal örgütlenme evreninin İslami olacağını belirlemiş bir ülke. O dönemden bu döneme ulusal boyuttaki inanılmaz baskılar ve uluslararsı ambargo elbette İran’ın tarihin derinliklerinden gelen kültür damarlarını çoraklaştırmıştır. Ama yine de belli oluyor ki yer altında ve üstünde şekillenen özgürlük arayışları bu damarlara yeni kan pompalamış. Ortadoğu’da Arap baharları, Kürt serhildanları ve Türkiye’deki Gezi Parkı direnişinin bir devamı olarak görebileceğimiz İran devrimi şimdi bize bundan sonra Ortadoğu’daki antisömürgeci ve antiemperyalist dilin, dünyayı anlama ve karşılama lügatının ve toplumsal örgütlenme evreninin kadın odaklı ve feminist olacağını müjdeliyor. Bu yeni bağlamda kadın direnişleri ve 25 Kasım gibi kadın öznelliğini ve varlığını merkeze koyan günler de her zamankinden daha büyük önem kazanıyor.
Türkiyeli kadınlar 25 Kasım’ı müthiş bir şekilde karşıladılar. İstanbul’da ve Kürt illerinde polisin tüm baskısına rağmen büyük gösteriler oldu. Ülkenin her yanında irili ufaklı protestolar ve anmalar gerçekleşti. Sloganların çeşitliliği önemliydi diye düşünüyorum. Jina Amini çevresinde biçimlenen İran devrimine selam ve Kürdistan’ın dört parçasına aynı anda yapılan saldırılar karşısında barış söyleminin kadınlara karşı şiddete karşı duruşa eşlik etmesi özellikle 25 Kasım’da heyecan vericiydi. Çünkü kökleri, Dominik Cumhuriyeti devletine karşı mücadele etmiş Mirabal kardeşlerin eşlerini hapiste ziyaretten dönerken infaz edilmesine dayayan 25 Kasım erkek egemenliği ve devlet egemenliği arasındaki ilişkiye vurgu yapması gereken bir gün. Nitekim Süleyman Soylu’nun PKK’yi defalarca kadın hareketi olarak ilan ettiğini unutmamak lazım. Geçen sene Irak’ın kuzeyine gereçekleşen ve bugün de devam eden operasyon, Ermeni soykırımının yıldönümünde 24 Nisan’da başlamıştı. Bu sefer Kuzey Suriye’ye yapılan saldırı da 25 Kasım arifesinde başladı. Kürtler, kadınlar, Ermeniler bir tarihte, bir eylemde bir zihniyette böyle düşman ilan ediliyor ve düşmanlık icrası ile karşılaşıyorlar.
Nihayetinde söylemek istediğim şu; belli oluyor ki tarihi bir olaylar sinsilesine, bir sebep sonuç ilişkisine indirgemeye çalışan egemen anlatılara karşı Ortadoğu’da acayip işler oluyor. Bulaşıcı bir direncin, başı bilinmeyen ve sonu gelmeyen özgürlük düşlerinin bir başka tarihi besteledeiğine tanık oluyoruz. Herkes tarafından boğulmaya çalışılmasına inat kuşaktan kuşağa, coğrafyadan coğrafyaya, bedenden bedene bulaşan bir tarih. Doğanın tarihine, betonlar arasında filizlenen tohumların kırılgan ama direngen büyüyüşüne benziyor en fazla da.
Her beden her tohum her bulaşma her düş bir kadın anının başlangıcına doğru…
Nazan Üstündağ kimdir?
2005-2016 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. Şu anda Berlin’de yaşamaktadır. Nokta dergisi ve Özgür Gündem gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Anne, Siyasetçi, Gerilla: Kürt Özgürlük Hareketi’nde Kadınların Siyasi Tahayyülü (Mother, Politician, Guerilla: Women’s Political Imagination in the Kurdish Movement) kitabı yakında İngilizce olarak Basımevi Fordham University Press tarafından yayınlanacaktır.