Altılı Masa diye tabir edilen Millet İttifakı, Ortak Mutabakat Metni’ni açıkladı. Eleştiriler ve değerlendirmelerin odağı haline gelen metnin kapsamlı bir şekilde hazırlandığı aşikâr. Böylesi vaatlerle dolu metinler heyecan yaratır. Toplum, iktidardan farklı, radikal bir politika, söz beklentisi içinde ekrana kilitlenirken gelen sonuç ise pek şaşırtıcı olmaz. Beklentinin aksine, merkezden yönetim anlayışı üzerine kurulu olan ittifak ve partilerin genel geçer sözler kullanması olağandır. Millet İttifakı’nın Ortak Mutabakat Metni’nde de benzer bir durum yaşandı. Halihazırda Kürt seçmeni ikna etmek için kullanılan ‘kayyum atamalarına ve OHAL KHK’larından kaynaklanan mağduriyetlere son vereceğiz’ gibi bazı argümanlara Mutabakat Metni’nde de yer verilmiş olması durumu pek değiştirmiyor. Kürt sorununun çözümü konusunda HDP dışında radikal bir siyaset yürüten başka bir siyasi parti olmadığından bu konuyla ilgili maddeleri es geçiyorum.
Bu yazının konusu olan, Mutabakat Metni’nin kadınlara ilişkin vaatleri de pek şaşırtıcı değil ve en önemlisi Altılı Masa’nın meseleye bakış açısında iktidardan ciddi bir farklılık görünmüyor. İlk maddenin “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını ‘Kadın, Aile ve Çocuk Bakanlığı’ şeklinde yeniden yapılandıracağız” olmasından anlaşılıyor ki mesele, kadını aile ve çocuğa sıkıştıran ve toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren bir tarzda ele alınmış.
Öncelikle tüm dünyada yükselen kadın mücadelesini ve direnişini görmezden gelerek hazırlanan metinde “cinsiyetçi söylemlerin ortadan kaldırılması için gerekli düzenlemeleri hayata geçireceğiz” vaadinden başka ciddi bir farklılık görünmüyor. ‘Cinsiyetçi’ kelimesi de kadın hareketinin uzun yıllar süren mücadelesiyle literatüre girmiş ve Millet İttifakı gibi erkeklerle dolu bir oluşumun gündemine gelmişse bunun nedeni kadınların değiştirme gücü olsa gerek…
İyi, hoş cinsiyetçilikle mücadele denmiş de bunun altında sıralanan maddelere baktığımızda kadının özgür birey olması, çalışma hayatında aktif bir şekilde yer almasıyla özdeşleştirilmiş. Halbuki “Uluslararası standartlara uygun olarak çalışma hayatı ve özel hayat dengesinin kurulmasını sağlayacak tedbirleri alacağız” maddesinde yer alan ‘özel hayat dengesi’ çok muğlak kalıyor. Yani kadınlara ‘anne olmalarının önündeki engelleri dengeleyecek bir çalışma hayatı vaat ediyoruz’ mu denilmeye çalışılmış? ‘Özel hayat dengesini’ kurmak neden sadece kadının görevi olsun?
Kadınları ekonomik anlamda güçlendirmek, teşvik politikalarıyla istihdamda yer almalarını sağlamak, sosyal güvence sunmak, kamusal alanda daha çok görünür olmalarına destek olmak çok önemli hamleler elbette. “Eşit işe eşit ücret” vaadi de kadın örgütlerinin yıllardır mücadelesini verdiği bir hak zaten. Ancak kadın başlığını ‘sosyal politikalar’ ile sınırlandırmak, kadınlar ekonomik olarak güçlenirse erkek egemenliği, ataerkil yapı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği son bulacakmış gibi bir izlenim veriyor.
Şu örnekte olduğu gibi, “Yaşlı ve engelli bakımı hizmetlerinin etkinliğini artıracak, nitelikli, güvenli ve yakın mesafede kreş, tam gün ya da okul sonrası eğitmenli aktivite merkezlerinin hizmetlerini artırıp, yaygınlaştırarak kadınların işgücüne katılımını artıracağız” vaadi başlı başına kadına ‘evet bakım yükü senin görevindir ama işte bak biz gelince bu yükü azaltacağız ve böylelikle seni işgücüne katacağız’ mesajı veriyor. Kadının mesai bitiminin ardından bakım yükü altında ezilmeyeceğinin garantisi kadını iş yaşamına katıp bakım hizmetlerinin etkinliğini arttırmak olabilir mi sadece? Yaşlı ve engelli bakım hizmetlerinin çoğunda kadınların çalışmayacağının garantisi nedir? Cinsiyetçilikle mücadele söylemini önemseyen ittifak, bu vaadin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştirecek bir politika olduğunun farkında değil sanırım.
“İlham veren başarılı kadınları ön plana çıkaracağız” vaadi tam da kapitalist ataerkil politikanın yansıması… Kadınlara başarı, kariyer gibi rekabetçi bir anlayışı dayatan bu söylem, kadın dayanışmasından yoksunluğun açık reçetesi. Toplumsal, siyasal, kamusal alanda ötekinin ötekisi olan kadınlara yönelik güçlendirme, dayanışma çalışmaları yapılması gerekirken kolektivizmden uzak bu bakış açısının, beyaz ve egemenle işbirliği yapan zihniyetten beslendiği belli.
Metinde kadınların siyasete katılımını destekleyecek girişimlerden bahsedilmesi de dikkat çekici… “Cinsiyet eşitliğini esas alarak parlamento, yerel yönetimler, siyasi partiler ve kamu kurumlarında kadınların karar ve yönetim süreçlerine katılımını destekleyecek, kadın temsilini artıracak, kadın haklarının korunmasını öncelikli tutan bir politika izleyeceğiz” vaadi ise çok muğlak. Bu konuda somut olarak neler yapılacak? Örneğin siyasette kadın temsilini arttırmak erkek siyaset tarzına çözüm olacak mı? Parlamentoda, yerel yönetimlerde bu vaadi garanti altına alacak nasıl bir yönetim anlayışı hakim kılınacak?
Kadın başlığı altında ilk gündem kadına yönelik erkek-devlet şiddeti ile mücadele olması gerekirken metinde kadına şiddeti sadece erkek şiddetine indirgeyen bir anlayışın olduğunu görüyoruz. Erkek şiddetini de münferit vakalarmış gibi ele alan ve bu şiddeti önleme yöntemi olarak sadece anayasal düzenlemelerle yetinen bir bakış açısı söz konusu.
Kadınların örgütlenme özgürlüklerinin teminat altına alınması, kadın örgütleriyle birlikte çalışmalar yapılması, kadın merkezlerinin desteklenmesi uygulamalarının olmadığı bir metinde kadınların özgürleşmesinden söz edilemez. Kısaca kadınlara yönelik umut verici vaatler olsa da kadının özgürlüğünü ve eşitliğini çalışma yaşamına indirgeyen, aileye sıkıştıran, somut politikalardan ve yapısal bir değişimden ziyade kadın seçmeni oy potansiyeli olarak gören bir oyalama mutabakatı ile karşı karşıyayız. Bu vaatler, kadınlardan nasıl bir geri dönüş alacak, ona da 14 Mayıs’ta şahitlik edeceğiz.
Zuhal Atlan kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çeşitli medya yayın organlarında, Mezopotamya Ajansı’nda ve KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nda muhabir, haber şefi, editör olarak çalıştı. Kadınların hak mücadelesine ilişkin çalışıyor.