Kültür-Sanat - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com Sözün yükünü taşır Mon, 16 Jan 2023 07:55:49 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.3 https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2020/07/cropped-karincalogo-512x512-1-32x32.jpg Kültür-Sanat - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com 32 32 Aryen Yayınları’ndan biri haiku üç yeni kitap https://gazetekarinca.com/aryen-yayinlarindan-biri-haiku-uc-yeni-kitap/ Mon, 16 Jan 2023 07:55:02 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238642 Aryen Yayınları biri şiir, biri haiku, biri de roman olmak üzere üç yeni kitabı okurlarıyla buluşturdu. Aryen Yayınları Murat Türk’ün geleneksel bir Japon şiir biçimi olan “Haiku” türünde kaleme alınmış “Kırmızı Patika” kitabını, A. Rahim Akalp’in “Kuşların Şarkısı” şiir kitabını ve Candeniz Yavavlı’nın “Kayıp Çağın İzinde” romanını yayınladı. Her üç yeni kitap, kitapçıların raflarında okurlarıyla […]

The post Aryen Yayınları’ndan biri haiku üç yeni kitap first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Aryen Yayınları biri şiir, biri haiku, biri de roman olmak üzere üç yeni kitabı okurlarıyla buluşturdu.

Aryen Yayınları Murat Türk’ün geleneksel bir Japon şiir biçimi olan “Haiku” türünde kaleme alınmış “Kırmızı Patika” kitabını, A. Rahim Akalp’in “Kuşların Şarkısı” şiir kitabını ve Candeniz Yavavlı’nın “Kayıp Çağın İzinde” romanını yayınladı. Her üç yeni kitap, kitapçıların raflarında okurlarıyla buluştu.

Daha önce Aram Yayınevi’nden “Böğürtlen Zamanı 1 Arayış”, “Böğürtlen Zamanı 2 Buluşma”, “Köprüdeki Düşman” ve Aryen Yayınları’ndan “Yalnızlığın Sınırında” eserleri yayınlanan Murat Türk, bu kez bambaşka bir çalışma ile okurlarının karşısına çıkıyor.

Yazar, tüm dünyada meşhur olan geleneksel bir Japon şiir türü ve dünyanın en kısa şiir biçimi sayılan “Haiku” türünde kaleme aldığı şiirleri “Kırmızı Patika” kitabında topladı.

Aryen Yayınları’ndan çıkan Murat Türk’ün her biri üç satırdan oluşan şiirlerine Sevinç Altan’ın resimleri eşlik ediyor.

Murat Türk kimdir?

1976 yılında Diyarbakır’da doğan Murat Türk, 1995 yılında tutuklandı ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.

28 yıldır cezaevinde bulunan Türk, şu an İzmir Şakran 1 Nolu T Tipi Cezaevi’nde tutuluyor. “Böğürtlen Zamanı” kitabı sinemaya uyarlanan Murat Türk’ün “Sur’da Devran” adlı senaryosu da filme çekildi.

Rahim Akalp kimdir?

Rahim Akalp 1974 yılında Diyarbakır Bismil ilçesinde doğdu. 1994 yılında PKK’ye katıldı. 1998 yılında tutuklandı. İdam cezası aldı ve cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbette çevrildi. Birçok farklı hapishanede kalan A. Rahim Akalap, şu an Ankara Sincan 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ndeki tek kişilik hücrede edebi çalışmalarını sürdürüyor.

Rahim Akalp’in şiir kitabı “Kuşların Şarkısı” iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde 10, ikinci bölümde de 26 şiir bulunuyor. Akalp’in kitaba ismini de veren “Kuşların Şarkısı” şiirinden bir bölüm şöyle:

Çocukların gözlerinde bulutlar birikir

gölgesi belirir yağmur damlasının

karanlık vadilerin dibinden

boğuk sesler duyulur

dönün artık

kanatlarına binerek kuşlarımın

dönün bana ve dinleyin

Kayıp çağın izinde : Candeniz Yavavlı 

Candeniz Yavavlı’nın “Kayıp Çağın İzinde” romanı 136 sayfadan oluşuyor. Yazar Yavavlı, 1993 yılında Antep’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini bu kentte tamamladı. 2016 yılında Siirt Üniversitesi’nden mezun oldu. Kısa bir süre öğretmenlik yaptı. Daha sonra politik sebeplerden dolayı yurt dışına çıktı. Çeşitli dergi ve fanzinlerde öykü ve şiirleri yayınlandı.

“Kayıp Çağın İzinde” romanının arka kapak yazısından bir bölüm şöyle:

Çıplak ayaklarıyla dağlara doğru yürümeye başladı kadın. Yaşı epeyce vardı. Alnında, eski Munzur’un her köşede bıraktığı kavislerin izi duruyordu. Kıvrımların her biri derine saplanmış hançer gibi yürekte biriken acıların tasviriydi. Sol gözünün altına yaptığı üç yıldız dövmesi, aşiretinin bin yıllık simgesiydi.

KÜLTÜR SANAT

The post Aryen Yayınları’ndan biri haiku üç yeni kitap first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Kürtçenin yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesi de tehlike altında’ https://gazetekarinca.com/kurtcenin-yalniz-zazaki-lehcesi-degil-kurmanci-lehcesi-de-tehlike-altinda/ Sat, 14 Jan 2023 06:39:30 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238379 İnsanlık tarihi boyunca 30 bin dilin oluştuğu, bu dillerden 7 bininin bugün hayatta kalma mücadelesi verdiği, 20 binden fazla dilin ise öldüğü belirtiliyor. ‘Unutkanlığın düşmanı’ olarak da anılan Eduardo Galeano, ölen her bir dil için “Bitki ve hayvani çeşitliliğinde olduğu gibi, insani sözleri kaybettiğinde de dünya daralıyor” der. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün […]

The post ‘Kürtçenin yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesi de tehlike altında’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İnsanlık tarihi boyunca 30 bin dilin oluştuğu, bu dillerden 7 bininin bugün hayatta kalma mücadelesi verdiği, 20 binden fazla dilin ise öldüğü belirtiliyor.

‘Unutkanlığın düşmanı’ olarak da anılan Eduardo Galeano, ölen her bir dil için “Bitki ve hayvani çeşitliliğinde olduğu gibi, insani sözleri kaybettiğinde de dünya daralıyor” der.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) ‘Dünyada Tehlikedeki Diller Atlası‘na göre dünyada 2 bin 500 dil ‘kaybolma tehlikesi’ altında. Ve her 14 günde bir dünya üzerinde bir dil ölüyor. Galeano’nun dediği gibi dünya da daralıyor.

18 dilin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu Türkiye’de ise Kapadokya Yunancası, Mlahso, Ubıhça yakın geçmişte ölen diller arasına girdi. Hertevin ise yok olmak üzere.

Yine UNESCO’nun 21 Şubat 2009’da ‘Dünya Anadili Günü’ dolayısıyla yayımladığı bir raporda Kürtçenin Zazakî (Kirmanckî) lehçesi de “son derece kırılgan ve kaybolma tehlikesi altında olan dillerden” birisi olarak tanımlandı.

Zazakî eğitmenliği de yapan yazar Mutlu Can’a göre Kürtçenin yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesinin varlığı da tehlike altında. Can’a göre çözüm Kürtçenin resmi statü sahibi kılınarak, anadilinde eğitim-öğretimin anayasal güvence altına alınması.

BM’ye göre dünya nüfusunun yüzde 40’ı anadilinde eğitim-öğretim hakkına sahip değil.

Biz de Zazakînin öğrenilmesi, gelecek nesillere aktarılması ve yaşayan bir dil olması için yıllardır emek veren yazar Mutlu Can ile geçtiğimiz günlerde çıkardığı Bi KESA Roje bi Roje Kirmanckî (Zazakî) / KESA ile Günbegün Kırmancca (Zazaca) kitabını konuştuk.

17 Nisan 2020’den bu yana Facebook ve Instagram üzerinden KESA isimli Zazakî öğretimi odaklı sayfa üzerinden çalışma yürütüyorsunuz. Sayfadaki çalışmalarınız da devam ediyor. Bu çalışmaları kitap haline getirmeye iten koşullar ne oldu?

Evet ya da bir diğer ifadeyle belirtiğiniz amaçla 32 aydır yayınını sürdüğüm, Pazar günleri hariç her gün kendi hazırladığım bir kartı paylaştığım bir sosyal medya sayfasıdır KESA.

Cenaze, teknik arıza ve hastalık gibi zorunlu nedenler ile bayram, yılbaşı günlerinde verdiğim araları –takriben 50 gün- saymazsak kesintisiz götürmeye özen gösterdiğim bir çalışmadır da. Tabii buna bağlı olarak ciddi bir birikim de ortaya çıktı. Özellikle ikinci yıldan itibaren bilinirliği, gördüğü ilgi arttı sayfanın. Birkaç ay önce kendi kendime neden bu çalışma insanlara basılı halde de ulaşmasın diye sordum. Görüşünü önemsediğim bazı arkadaşların fikrimi doğru bulup, beni motive etmeleri ve hiçbiriyle yüz yüze görüşmediğim 16 insanımızın sunduğu maddi katkı sayesinde KESA kitap şeklinde çıkmış oldu. Kendilerine sizin vesilenizle tekrar teşekkür ederim.

Kitabınız toplamda iki ciltten ve 512 sayfadan oluşuyor. Dil öğrenimi açısından kitabınızın diğer kitaplardan farkı ne?

Şöyle ki, KESA ne klasik bir gramer kitabı ne de resimli bir sözlük. Aslında büyük oranda ikisinin sentezi bana göre. Tabi en iyi tanımı kitabı alıp, ondan faydalanacaklar yapacaktır. Ancak bir iki detayı şöyle ifade edebilirim: Önemli gramer konuları özet açıklamalı tablolarla ve tamamen özgün illüstrasyonlarla verilmekte kitapta. Yine gerek gramer ögeleri gerek sözcükler aynı şekilde ve örnek cümlelerle yer aldığı gibi, belli oranda gündelik konuşma dili örnekleri de içeriyor. Ama alışılmadık, göze çarpan bir yanı da var. O da şu ki kitapta ‘içindekiler’ sayfası ile ‘bölümler/bölüm’ başlıkları yok. Bunun da nedeni KESA’yı baştan beri sosyal medya alanı ile sınırlı tutarak çalışmamdı. Bu anlamda her bir sayfa benim için esasında birer kart. Dolayısı ile bu nedenle ‘bölümler’ ve ‘içindekiler’ sayfası yok kitapta. Ve tıpkı sosyal medyada olduğu gibi günlük ve her gün bir sayfaya çalışılmasını önerdiğim için adında ‘Günbegün’ ibaresi yer almakta.

Mutlu Can

Mezopotamya Vakfı’nın Kurmancî için hazırladığı bir yazım kılavuzu var, benzer bir kılavuz Zazakî için de var mı? Siz kitabınızda yazım açısından nasıl bir metot uyguladınız?

Kirmanckî (Zazakî) lehçesi için bir yazım (imla) kılavuzu var. Lehçenin standartlaştırma yani yazı dili standartlarını belirleme ve sözcük varlığının arşivlenmesi çalışmalarını 1996’dan bu yana yürütmekte olan Grûba Xebata ya Vateyi Türkçesiyle Vate Çalışma Grubu’nun hazırladığı bir çalışma var. Rastnuştişê Kırmanckî (Zazakî) adını taşıyor. Rastnuştiş imla demek. Kitap şeklinde ilk kez 2005’te yayımlanan çalışmanın birden fazla yeni basımı da mevcut.

KESA’ya gelirsem çalışmada Vate Grubu’nca hazırlanan sözlükleri temel aldım ve standart Kirmanckî ile yazdım. Lehçenin genel bibliyografyasını da hazırlamış biri olarak tespiten söylemek istediğim bir şey var. Evet, eksikleri halen çok olsa da, bugün hatırı sayılır bir Kirmanckî (Zazakî) literatürün var olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu lehçenin okuma-yazma becerisini kolaylaştıran, dolayısıyla okuryazar sayısını arttıran en önemli faktör Vate Grubu’nun standartlaştırma çalışmasıdır. Kirmanckî literatürünü oluşturan eserlerin çok büyük bir bölümünün standart (yazı dili) kuralları ile yazılmış olması, bu grubun standartlaştırma (ortak yazı dili oluşturma) çalışmasının oturduğunun somut delilidir. Bunun dışında sözcüklerin farklı yahut yöresel varyantlarını yani sözcük zenginliğini de aktarmaya gayret ettiğimi eklemeliyim.

MEB’de seçmeli derslerde kullanılan ve Artuklu Üniversitesi akademisyenlerinin hazırladığı Zazakî kitabını incelediniz mi? İncelediyseniz kitabınızın bu çalışmadan farklarını anlatabilir misiniz?

MEB için o dönem Mardin Artuklu Üniversitesi tarafından hazırlanan seçmeli ders Kürtçe (Zazakî) kitapları matbu ve dijital şekilde arşivimde bulunuyor. O kitaplar 3 tane olup, hem Kurmancî hem Zazakî için ilkokulların 5, 6 ve 7. sınıflarında okutuluyordu. İçerik ve görsellik açısından zengin olan Zazakî lehçesi kitapları standart dille yazılmıştı. Ancak maalesef MEB birkaç yıl önce politik angajmanın etkisinde kalarak bunların yerine Bingöl Üniversitesi tarafından hazırlanan Zazakî ders materyallerini okutmaya başladı. Bu kitaplar ise Bingöl ağzı esas alınarak hazırlanmışlardır. Başlı başına bir bahis konusu olduğundan bu detayı uzatmayayım.

KESA ile bahsini ettiğiniz materyallerin farkı ise kısaca şu: O kitaplar metodolojik olarak ilkokul seviyesindeki çocuklar için ve üniteler şeklinde yapılandırılmıştı. KESA ile ortak biçimsel özellikleri illüstrasyonun tercih edilmesi. Ancak KESA hiç Zazakî bilmeyen 12 yaş üstü çocuklar ile yetişkinlere ve konuşmacısı olup yazı dilini (standart dili) öğrenmek isteyenlere hitap eden bir kitap.

Üniversitelerde bazı enstitülerde hem Kürt Dili ve Edebiyatı hem de Zaza Dili ve Edebiyatı bölümleri var. Bu ayrımın nedenleri ne olabilir?

Biliyorsunuz 1980’lerden itibaren icat edilip, özellikle son yıllarda ivme kazandırılan suni ve marjinal nitelikli bir Zazacılık akımı var. Zazacılık derken, kendilerini isimlendirmekte kullandıkları sözcüklerle Kırmanc, Kırd, Dimilî ya da Zazaların bir Kürt grubu olmadığını ileri süren bu akımı kastediyoruz. Bilimsel temele dayanmayan, yalnızca birkaç batılı dilbilimcinin görüşüne, çalışmasına yaslanarak -ki onların da bir bölümü sorunlu- ve daha ziyade propagandif biçimde sürdürüle gelen bir faaliyet. Çok geniş bir mevzu olduğundan uzatmadan bağlarsam şunları kaydedebilirim. Sosyolojik, sosyo-psikolojik, tarihi ve teritoryal verilerle desteklenmesi mümkün olmayan, bilimsel nitelikte yapılmayan, birkaç dar kapsamlı linguistik çalışmanın dayanak teşkil ettiği Zazacılık akımının amacı sözüm ona Zazakî Kürtçenin bir lehçesi olmadığının bilimsel olarak kanıtlandığı şeklinde bir algı yaratmaktır. Son kertede asıl amaç ise Zazaların doğal olarak var olagelen Kürtlük bilincini eritmektir, yok etmektir. Öte yandan Kırmanclar/Zazalar ve konuştukları dil, sözlü folklor ürünleri yaklaşık 250 yıllık tarihi olan Kürdoloji bilimi içinde tasnif edilmiş ve incelenmiştir. Hal böyleyken bahsini ettiğiniz üniversite ile Munzur Üniversitesi’nde Kürt dili ve Kültürü bölümünden ayrı bir bölümlemeye gidilmiş, dolayısıyla akademi politik arka planı da olan bu hadisenin zemini haline getirilmiştir. Öte yandan Dêrsim ve Çewlîg’in (Bingöl) nüfus itibariyle Kırmanc/Zaza nüfusunun en fazla olduğu iki şehir oluşu, birinin 1937-38’i diğerinin1925’le özdeşleşen tarihsel hafızaları dikkate alındığında, bu ayrı akademik yapılanmanın devletçe diğer birkaç üniversitenin aksine buralarda gerçekleştirilmesi ya da gerçekleştirilmesine onay verilmesi kuşkuyla karşılanmalı diye düşünüyorum.

UNESCO, 21 Şubat 2009’da ‘Dünya Anadili Günü’ dolayısıyla yayınladığı bir raporda Zazakî (Kirmanckî) “Son derece kırılgan ve kaybolma tehlikesi altında olan dillerden” birisi olarak tanımlandı. UNESCO’nun bu raporunun üzerinden neredeyse 14 yıl geçti. Sizce Zazakî için bu kırılganlık ve kaybolma tehlikesi devam ediyor mu?

Açıkçası ben tablonun giderek daha dramatik bir hal aldığı düşüncesindeyim. Zira 2009’dan bu yana bu durumu tersine çevirebilecek hangi gelişmenin kaydedildiğini, hangi adımın atıldığını söyleyebiliriz ki? Okullarda gerçek anlamda işlerlik kazandırılmadan götürülen, öğretmen ataması ayıplı olarak niteleyeceğim sayılarda yapılan, örtük biçimde seçiminin yaygınlaşmasının önü alınmaya çalışılan seçmeli Zazakî dersi mi çare olacak! Hem yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesinin varlığının da güven altında olmadığı apaçık ortada. Kısacası Kürtçe -Kürtçe derken her iki lehçeyi kastediyorum- resmi statü sahibi kılınmadan, Kürt dilinin öğrenimi ve Kürt dili ile eğitim-öğretim yapılması anayasal güvence altına alınmadan mevcut tablo kesin ve geriye dönülmez biçimde değişmeyecektir.

Zazakî, anne ve babaların kullandığı ‘şifreli bir dil’ olduğu müddetçe kırılganlık tehlikesi de artarak devam edecek gibi. Kurmancînin lehçe olarak Zazakîden daha çok yaygınlaşmasının sosyo politik ve psikolinguistik nedenlerini nasıl yorumlarsınız?

Anne ve babaların çocuklarına öğretmeyişi, bir diğer ifadeyle kuşaklar arası dil aktarımın çok cılız olması ve günlük yaşamdan günden güne çekilmesi Zazakî için kırılganlığı doğuran, ilerleten etmenlerden maalesef. Kurmancî içinse şunları söyleyebilirim: Kurmancînin görece daha yaygın konuşuluyor olmasının, güçlü ve yaygın ölçüde yayın dili olmasının nedeni bu lehçeyi konuşan Kurmanc Kürtlerinin nüfusça daha yoğun olmaları kadar bu nüfusun çok daha erken ve güçlü biçimde şehirleşmesi olgusuna da dayanır. Yine Zazakîye oranla çok daha eski bir edebiyata, medreseler sayesinde nispeten sınırlı bir eğitim inkanına sahip oluşu ve güçlü bir literatüre sahip olması önemli bir avantajıdır. Yine Kurmanc Kürtlerinin Irak, İran, Suriye ve eski Sovyet Cumhuriyetleri’ndeki yerleşik nüfus varlığı, tabi bu anlamda Kürtçe edebiyat, eğitim faaliyetlerinin oralarda belli ölçülerde sürdürülebilmesi Kurmanclar için önemli bir avantaj iken, Zaza nüfusunun yalnızca Türkiye siyasi coğrafyası içerisinde bulunması, Zazakî için ciddi bir dezavantaj olmuştur.

Zazaca lehçesinin Kurmancî lehçesinden daha eski olduğu söyleniyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Genelde diller, özelde ise Kürt diliyle ilgili bir takım görüşler, tespitler ileri sürülürken bilimsel bilgilere dayanmak gerekir. Bu da dilbilimci ve özelde ise Kürdolog nosyonuna sahip olmayı gerektirir. Bu nosyona sahip olmadığımdan çok ileri yorumlarda bulunmayı kendi adıma doğru ve etik bulmam. Fakat özce cevap verecek olursam hangi lehçemizin hangisinden daha eski olduğuna dair bir bilgiye sahip değilim, ancak Hewramî (Goranî) ve Kirmanckî (Zazaca) lehçesinin başta erillik-dişillik algısı olmak üzere arkaik karakteristiklerini koruyan, halen önemli ölçüde yansıtan ve birbirine yakın özellikler taşıyan iki Kürt lehçesi olduklarını söyleyebilirim. Luri, Hewramî ve Zazakî lehçelerinin Kurmancî ve Soranîceden çok daha eski bir tarihe dayandığını, çok daha eski bir geçmişleri olduğunu ifade eden kimi dilbilimciler var tabi.

Artan kâğıt fiyatları, matbaa ve dağıtım sürecinin ekonomik ayağı düşünüldüğünde  kitap sınırlı sayıda kaliteli bir baskıyla çıktı. Kitabı da kendi imkanlarınızla çıkardınız. Kitaba ulaşılabilirlik şu an ne durumda?

Gerçekten de öyle, hem dünyada pandeminin yarattığı genel etkinin hem de Türkiye’deki reel enflasyonun neticesinde en başta kâğıt fiyatlarında, matbaa sektöründe kullanılan sarf malzemenin fiyatında, yine dağıtım maliyetini oluşturan kalemlerde ciddi artışlar oldu. KESA gibi tam renkli, ortalamanın üstünde niteliklerde yayımlanan kitapların normal şartlardaki yüksek basım maliyeti, daha da arttı. Ancak daha önce de söylediğim gibi var olsunlar her biri kendi imkânları ölçüsünde olmak üzere 16 insanın koyduğu maddi destek sayesinde KESA’yı yayımlamam mümkün oldu. Yayınlamam diyorum zira kitabı yayımlayan da benim. Öte yandan yüksek maliyeti ve ticari getirisinin sınırlılığı nedeniyle birçok yayınevinin yayımlamaya yaklaşamayacağı bir çalışmaydı. Ki o yüzden ancak 500 adet bastırabildim, tekrar yahut 2. baskısını yapabilmem çok düşük bir ihtimal. Ama ‘önsöz’ünde de belirttiğim gibi KESA’nın sosyal medyadaki yayını sürüyor, 2023’ün 17 Nisan’ına dek de sürecek ve 3. yılını doldurduğu o gün yayınına nokta koyacağım. Üçüncü yılın birikimini yaz aylarında KESA’nın 3. cildi olarak sunmayı umuyorum. Kitabın gelirini bu son cildin finansmanı için kullanacağım. Bu arada KESA’yı temin etmek isteyenler için şimdilik yalnızca 2 kanal söz konusu. İlki sosyal medya üzerinden benimle iletişime geçmek, ikincisi ise pirtukakurdi.com sitesinden sipariş vermek.

Unutmadan bir bilgiyle noktalayayım sözlerimi; KESA için önce Diyarbekir’de sonra İstanbul’da tanıtım kokteyli düzenlenecek. İstanbul programı henüz netleşmedi, ancak Diyarbekir’deki program bu ayın (Ocak) 28’inde Zerzevan Konağı’nda gerçekleşecek. Değerli sanatçımız Mehmet Atlı’nın da dinletisiyle renk katacağı etkinliğe Diyarbekirlileri bekleriz.

* KESA’ya Facebook ve Instagram sayfalarından ulaşabilirsiniz.

The post ‘Kürtçenin yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesi de tehlike altında’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Lisa Marie Presley hayatını kaybetti https://gazetekarinca.com/lisa-marie-presley-hayatini-kaybetti/ Fri, 13 Jan 2023 11:04:13 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238291 Elvis Presley’nin 54 yaşındaki kızı Lisa Marie Presley’nin öldüğü açıklandı. Presley’nin evinde kalp krizi geçirdiği belirtildi. Babası Elvis Presley gibi kendisi de şarkıcı olan Lisa Marie Presley, ABD’nin Kaliforniya eyaletinde hayatını kaybetti. Evinde hareketsiz şekilde bulunan Presley’nin kalp krizi geçirdiği tahmin ediliyor. Presley ailesi tarafından yapılan açıklamada, “Annesi Priscilla Presley ve ailenin diğer üyelerinin Lisa […]

The post Lisa Marie Presley hayatını kaybetti first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Elvis Presley’nin 54 yaşındaki kızı Lisa Marie Presley’nin öldüğü açıklandı. Presley’nin evinde kalp krizi geçirdiği belirtildi.

Babası Elvis Presley gibi kendisi de şarkıcı olan Lisa Marie Presley, ABD’nin Kaliforniya eyaletinde hayatını kaybetti.

Evinde hareketsiz şekilde bulunan Presley’nin kalp krizi geçirdiği tahmin ediliyor.

Presley ailesi tarafından yapılan açıklamada, “Annesi Priscilla Presley ve ailenin diğer üyelerinin Lisa Marie’nin trajik ölümü karşısında şoka girdiği ve harap olduğu” belirtildi.

Priscilla Presley de ölümünün ardından People dergisine yaptığı açıklamada kızı için “şimdiye kadar tanıdığım en tutkulu, en güçlü ve en sevgi dolu kadın” ifadelerini kullandı.

TMZ’nin haberine göre 54 yaşındaki Lisa Marie Presley, hareketsiz şekilde bulunduktan sonra evinden hastaneye kaldırılarak suni komaya sokuldu.

Ancak Presley’nin yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamadığı aktarıldı.

Presley’nin aynı evde yaşayan eski eşi Danny Keough’un sağlık görevlileri gelmeden önce Presley’e kalp masajı yaptığı da belirtildi.

Habere göre Presley’nin ölümüne intiharın neden olduğu düşünülmüyor.

Lisa Marie Presley hakkında

Lisa Marie Presley, Elvis ve Priscilla’nın tek çocuğuydu.

Üç albüm çıkaran Lisa Marie Presley, geçmişte Michael Jackson’la yaptığı 1,5 yıllık ve ABD’li aktör Nicolas Cage ile yaptığı üç aylık evliliklerle de adından söz ettirmişti.

Daha sonra aktör ve müzisyen Michael Lockwood’la evlenen Presley’nin ilk eşi ise 1994 yılında boşandığı Danny Keough’tu.

Babası Elvis Presley 1977’de 42 yaşındayken öldüğünde Lisa-Marie ise 9 yaşındaydı.

Presley, 14 yaşındaki ikiz çocukları dahil dört çocuk annesiydi. Oğlu Benjamin Keough, 2020 yılında 27 yaşındayken hayata veda etmişti.

HABER MERKEZİ

The post Lisa Marie Presley hayatını kaybetti first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Ne, Nerede, Ücretsiz? https://gazetekarinca.com/ne-nerede-ucretsiz-6/ Thu, 12 Jan 2023 15:32:53 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238203 ‘Ne Nerede Ücretsiz’ sorularının yanıtlarını öğrenmeye hazır mıyız? 12-18 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek kültür sanat etkinlikleri videomuzda.

The post Ne, Nerede, Ücretsiz? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Ne Nerede Ücretsiz’ sorularının yanıtlarını öğrenmeye hazır mıyız?

12-18 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek kültür sanat etkinlikleri videomuzda.

The post Ne, Nerede, Ücretsiz? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Altın Küre Ödülleri sahiplerini buldu https://gazetekarinca.com/altin-kure-odulleri-sahiplerini-buldu/ Wed, 11 Jan 2023 09:38:39 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237932 Altın Küreler dün gece düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Törende Fabelmanlar, The Banshees of Inisherin, The White Lotus ve Abbott Elementary gibi yapımlar öne çıktı. Oscar’ın habercisi olarak gösterilen Altın Küre Ödülleri, yapılan törenle sahiplerini buldu. Bu yıl 80’incisi yapılan törende Steven Spielberg’in yönetmenliğini yaptığı Fabelmanlar Drama dalında En İyi Film ve Colin Farrell’ın En İyi […]

The post Altın Küre Ödülleri sahiplerini buldu first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Altın Küreler dün gece düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Törende Fabelmanlar, The Banshees of Inisherin, The White Lotus ve Abbott Elementary gibi yapımlar öne çıktı.

Oscar’ın habercisi olarak gösterilen Altın Küre Ödülleri, yapılan törenle sahiplerini buldu.

Bu yıl 80’incisi yapılan törende Steven Spielberg’in yönetmenliğini yaptığı Fabelmanlar Drama dalında En İyi Film ve Colin Farrell’ın En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldığı Martin McDonagh imzalı The Banshees of Inisherin filmi ise Komedi/Müzikal dalında En İyi film seçildi.

Game of Thrones‘un devam dizisi House of Dragon, En İyi Drama dizisi ödülünün sahibi oldu.

Televizyon ödüllerinde geceye damga vuranlar Abbott Elementary ve The White Lotus oldu.

2023 Altın Küre Ödülleri’ni kazananların tam listesi şu şekilde:

Film

  • En İyi Film (Dram): The Fabelmans
  • En İyi Film (Müzikal/Komedi): The Banshees of Inisherin
  • En İyi Yönetmen: Steven Spielberg (The Fabelmans)
  • En İyi Animasyon Film: Guillermo del Toro’s Pinocchio
  • En İyi Senaryo: Martin McDonagh (The Banshees of Inisherin)
  • En İyi Uluslararası Film: Argentina, 1985
  • En İyi Film Müziği: Justin Hurwitz (Babylon) (Kazanan)
  • En İyi Orijinal Şarkı: Naatu Naatu, Kala Bhairava, M. M. Keeravani, Rahul Sipligunj (RRR)
  • En İyi Kadın Oyuncu: (Dram): Cate Blanchett (Tár)
  • En İyi Kadın Oyuncu (Müzikal/Komedi): Michelle Yeoh (Her Şey Her Yerde Aynı Anda / Everything Everywhere All at Once)
  • En İyi Erkek Oyuncu (Dram):Austin Butler (Elvis)
  • En İyi Erkek Oyuncu (Müzikal/Komedi): Colin Farrell (The Banshees of Inisherin) (Kazanan)
  • En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:Angela Bassett (Black Panther: Yaşasın Wakanda / Black Panther: Wakanda Forever)
  • En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Ke Huy Quan (Her Şey Her Yerde Aynı Anda / Everything Everywhere All at Once)

Televizyon

  • En İyi Televizyon Dizisi (Dram): House of the Dragon
  • En İyi Televizyon Dizisi (Müzikal/Komedi): Abbott Elementary 
  • En İyi Mini Televizyon Dizisi ya da Filmi: The White Lotus: Sicily
  • En İyi Kadın Oyuncu (Dram): Zendaya (Euphoria)
  • En İyi Kadın Oyuncu (Müzikal/Komedi): Quinta Brunson (Abbott Elementary)
  • En İyi Kadın Oyuncu (Mini Dizi): Amanda Seyfried (The Dropout)
  • En İyi Erkek Oyuncu (Dram): Kevin Costner (Yellowstone)
  • En İyi Erkek Oyuncu (Müzikal/Komedi): Jeremy Allen White (The Bear)
  • En İyi Erkek Oyuncu (Mini Dizi): Evan Peters (Monster: The Jeffrey Dahmer Story)
  • En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Julia Garner (Ozark)
  • En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Mini Dizi):Jennifer Coolidge (The White Lotus)
  • En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Tyler James Williams (Abbott Elementary)
  • En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Mini Dizi): Paul Walter Hauser (Black Bird)
KÜLTÜR SANAT

The post Altın Küre Ödülleri sahiplerini buldu first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sinematek’ten 80’li yıllara damga vurmuş kadın filmleri https://gazetekarinca.com/sinematekten-80li-yillara-damga-vurmus-kadin-filmleri/ Wed, 11 Jan 2023 07:08:54 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237870 Sinemanın öyküsünde belirgin bir cinsiyetçilik vardır. Atilla Dorsay’ın 100 Yılın 150 Oyuncusu kitabında yer alan 150 oyuncunun sadece 53’ü kadındır. Sinemanın 1895’de bulunuşundan bir yıl sonra film çeken ve sinema tarihinin bilinen ilk kadın film yönetmeni, aynı zamanda ilk kurmaca filmi çeken sinemacı olan Alice Guy Blaché, resmi kayıtlara göre 350’den fazla film çekmesine rağmen […]

The post Sinematek’ten 80’li yıllara damga vurmuş kadın filmleri first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sinemanın öyküsünde belirgin bir cinsiyetçilik vardır.

Atilla Dorsay’ın 100 Yılın 150 Oyuncusu kitabında yer alan 150 oyuncunun sadece 53’ü kadındır.

Sinemanın 1895’de bulunuşundan bir yıl sonra film çeken ve sinema tarihinin bilinen ilk kadın film yönetmeni, aynı zamanda ilk kurmaca filmi çeken sinemacı olan Alice Guy Blaché, resmi kayıtlara göre 350’den fazla film çekmesine rağmen ismi unutturulmaya çalışılır. Ölümünün ardından tek bir gazete haberi yayınlanmasa da sinemanın öyküsünde bugün ilk kadın sinemacı olarak anılır.

Tamamıyla erkek yönetmenlerin olduğu bir dönemde çektiği filmlerle Türkiye sinemasının hem ilk hem de en çok film çeken kadın yönetmeni olan Bilge Olgaç, o günlerde yaşadıklarını şöyle anlatır:

“Benim başladığım yıllarda gerçekten her şey son derece zordu. Sinema gibi erkeklerin tekelindeki bir sanat dalına atılmıştım. Genç bir kadındım. Üstelik bu işi kadın olarak ilk kez yapan insandım. İlk önce bir kadın ne yapabilir diye bakıyorlardı. Kuşkulu bir bakıştı. Ben de çok sert, bağırıp çağıran bir rolü benimsedim. Fakat sonradan bu rolden vazgeçtim. Çünkü insanlar artık bana inanıyorlar ve güveniyorlardı.

“Zamanla yaptığım işler ve ürünlerim her şeyi belirledi. İnsan sürekli bir ‘daha iyi yapmalıyım’ dürtüsünü taşıyor. Çünkü kendinizi kanıtlamak zorundasınız. Uzun yıllar iyiyi gerçekleştirmenin çabasını koydum ortaya. Sonunda da ‘rağmen sinema’ koşullarında bir şeyler kotarmaya çalıştım.”

Kameradan görülen kadın imgesi ise özne olarak kadın kendisinin değil, erkeğin arzusunun yansımasıdır.

Feminist film kuramcısı Laura Mulvey, bakış üzerinden geliştirdiği anlatısında, bakmaktan zevk alanın erkek; bakılanın ve pasif olanın kadın olduğuna dair bir eril önermenin sinemada sıklıkla işlendiğine vurgu yapar.

Yine Mulvey, cinsel bir obje olarak görüntülenen kadının ‘eğlence unsuru’ olarak üretildiğini belirterek, erkeğin arzusu yönünde devinim göstererek amaca hizmet ettiğini/ettirildiğini söylemektedir.

Kadın hareketinin mücadelesinin etkisi sinemaya da yansır ve kameranın bu eril bakışı büyük oranda sarsılır.

Örneğin Türkiye sinemasında kadının temsil biçimi melodram anlatısı içinde erkek egemen ideolojinin kendisine biçtiği değerler ve sembollerle yer alırken; kadın hareketinin mücadelesiyle 1980’lerle birlikte güçlü, bağımsız, direngen, arzunun öznesi derinlikli kadın karakterler alır. Müjde Ar, Hale Soygazi, Nur Sürer, Lale Mansur, Deniz Türkali, Meral Oğuz gibi oyuncular bu karakterlere hayat verir.

Alice Guy Blaché’nin izinden giden kadınlar, 128 yıldır sinemadaki yürüyüşünü sürdürüyor.

Filmler

‘Fahriye Abla’

Sinematek/Sinema Evi de Türkiye sinemasında 1980’li yıllarda güçlü, bağımsız, direngen, derinlikli kadın karakterlerin olduğu filmlere yer vermeye hazırlanıyor.

14 Ocak Cumartesi gününden itibaren üç ay boyunca 80’ler Türkiye Sinemasında Kadın seçkisi adı altında filmler gösterilecek.

28 Mart’a kadar gösterilecek seçkide yer alacak filmler şöyle:

  • Türkiye sinemasının “kadın filmleri yönetmeni” olarak anılan Atıf Yılmaz’ın yönettiği, Barış Pirhasan’ın da senaryosunu yazdığı Aaahh Belinda! (1986), tiyatro oyuncusu Serap’ın gönülsüzce rol aldığı bir reklam filminin dünyasına girerek alt orta sınıf bir kadının hayatına mahkûm oluşunu anlatır. Toplumsal cinsiyet rollerini keskin bir mizahla irdeleyen film, aynı zamanda, dönemin orta sınıf rutinleri, bohem yaşamı ve İstanbul’unu yansıtması açısından önem taşır. Filmin oyuncu kadrosunda Müjde Ar, Yılmaz Zafer, Macit Koper ve Füsun Demirel gibi oyuncular var.
  • Vasıf Öngören’in 1969 yılında kaleme aldığı tiyatro eserinden Atıf Yılmaz tarafından uyarlanan Asiye Nasıl Kurtulur (1986) filminde genelevde çalışmaktan kurtulmaya çalışan bir kadının hapsedildiği döngüyü müzikal bir kurguyla anlatıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Müjde Ar, Ali Poyrazoğlu, Hümeyra ve Füsun Demirel gibi isimler var.
‘Bir Yudum Sevgi’
  • Türkiye sinemasının “kadın filmleri yönetmeni” olarak anılan Atıf Yılmaz’ın yönettiği, senaryosunda Latife Tekin ve Fehmi Yaşar’ın imzasının olduğu Bir Yudum Sevgi (1984) çocuklarını alıp mutsuz olduğu evi terk ederek yeni bir hayata başlayan Aygül’ün hikâyesini anlatıyor. Filminde başrolünde Hale Soygazi, Kadir İnanır ve Macit Koper var.
  • Ümit Ünal’ın senaryosunu yazdığı, Halit Refiğ’in de yönetmenliğini yaptığı Teyzem (1986) filmi, boğucu aile kurumu içinde nefes almaya çalışan Üftade’nin hikâyesini küçük yeğeninin gözünden aktarıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Müjde Ar, Haldun Ergüvenç, Tomris Oğuzalp ve Yaşar Alptekin gibi isimler var.
  • Füruzan’ın aynı adlı öyküsünden uyarlanan ve Füruzan ve Gülsün Karamustafa’nın birlikte yönettiği Benim Sinemalarım (1990), baskıcı ailesinden kaçmak için sinemanın büyülü dünyasına sığınan Nesibe’nin hikâyesini anlatıyor. Film, Türkiye sinemasında yönetmenliğini iki kadın yönetmenin ortak üstlendiği ilk ve tek filmdir. Filminde başrollerinde Hülya Avşar ile Yaman Okay var.
‘Kırık Bir Aşk Hikâyesi’
  • Senaryosunu Selim İleri ile yazan Ömer Kavur’un yönettiği Kırık Bir Aşk Hikâyesi‘nde (1982) tayin olduğu kasabanın sakinlerinin hayatına dokunan edebiyat öğretmeni Aysel’in hikayesini takip ediyor. Filmin oyuncu kadrosunda Kadir İnanır, Hümeyra, Kamran Usluer, Neriman Köksal ve Halil Ergün gibi isimler var.
  • Ahmet Muhip Dranas’ın şiirinden senaryolaştırılan ve Yavuz Turgul’un yönettiği Fahriye Abla (1984) aile baskısı altında ezilen, aşkta da umduğunu bulamayan fakat sil baştan başlayan Fahriye’nin hikâyesini anlatıyor. Filmin başrolünde Müjde Ar ve Tarık Tarcan var.
Seçki programına BURADAN ulaşabilirsiniz.

The post Sinematek’ten 80’li yıllara damga vurmuş kadın filmleri first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sahne ‘tabut’, konu ‘kadın cinayeti’: Bu oyunda hesaplaşacağımız bir bakış açısı var https://gazetekarinca.com/sahne-tabut-sahne-konu-kadin-cinayeti-bu-oyunda-hesaplasacagimiz-bir-bakis-acisi-var/ Fri, 06 Jan 2023 14:23:46 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237206 Altkat Sanat Tiyatrosu, kadın cinayetlerini ‘Ten Rengi’yle sahneye taşıyor. Yönetmenliğini ve senaristliğini Nevzat Süs’ün üslendiği tek kişilik oyunun oyuncusu, Müge Saut. Oyun salt yasaların yetersizliğiyle değil, toplumun normalleştirdiği bakış açısıyla da bir hesaplaşma içeriyor; “Yüzlerimizi birbirimize çevirmeden, gözlerimizi birbirimizin gözlerine gerçek anlamda dikmeden, kadına açılan bu savaşı kaybetmeye mahkûm olacağız” mesajı veriyor. Türkan… Mevsimlik işçi […]

The post Sahne ‘tabut’, konu ‘kadın cinayeti’: Bu oyunda hesaplaşacağımız bir bakış açısı var first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Altkat Sanat Tiyatrosu, kadın cinayetlerini ‘Ten Rengi’yle sahneye taşıyor. Yönetmenliğini ve senaristliğini Nevzat Süs’ün üslendiği tek kişilik oyunun oyuncusu, Müge Saut. Oyun salt yasaların yetersizliğiyle değil, toplumun normalleştirdiği bakış açısıyla da bir hesaplaşma içeriyor; “Yüzlerimizi birbirimize çevirmeden, gözlerimizi birbirimizin gözlerine gerçek anlamda dikmeden, kadına açılan bu savaşı kaybetmeye mahkûm olacağız” mesajı veriyor.

Türkan… Mevsimlik işçi olarak çalışırken öldürüldü.

Dilara…  Avukat. Eski nişanlısı tarafından silahla öldürüldü.

Asiye… Sokak ortasında öldürüldü.

İrem… Evli olduğu erkek tarafından öldürüldü.

Güleda… Üniversitede okurken öldürüldü.

Ve hayattan koparılan sayısız kadın. Fail ise erkek.

Türkiye’nin en yakıcı sorunlarının başında gelen kadın cinayetleri bu kez bir tiyatro oyununun konusu oldu.

‘Ten Rengi’

Hayattan koparılan kadınların hikayesini ‘Ten rengi’ adıyla sahneye taşıyor, Altkat Sanat Tiyatrosu.

Ocak ayı boyunca gösterilecek olan tek kişilik oyunun yönetmenliğini ve senaristliğini Nevzat Süs yapıyor, oyun ise Müge Saut tarafından sahneleniyor.

Oyun tabutta geçiyor

Oyunun tamamı tek mekan olan tabutta geçiyor ve bizi anlatının içine dahil ediyor.

Müge Saut’un da rolü yaşayarak performe etmesi kadınların hikayeleriyle daha iyi özdeşlik kurmamızı sağlıyor.

‘Neden böyle bir oyun?’

“Böyle bir oyun yazma fikri kolektif mi yoksa bireysel bir tavırla mı doğdu?” sorusunu yönetmen Nevzat Süs, “Tiyatro sanatında yüreğimizdeki işleri yapıyoruz. Türkiye’deki kadın cinayetleri de yüreğimizde olan bir işti. Bu ülkede yaşayan tiyatrocular olarak böyle bir oyun yapmalıydık bu bizim boynumuzun borcuydu” şeklinde yanıtlıyor.

‘Yaşayan ve ölü beden arasındaki en belirgin fark ten rengi’

En dikkat çeken konulardan biri de oyunun adı. ‘Ten Rengi’ ile ilgili yönetmen Süs, şu bilgileri veriyor:

Şöyle bir fikirden yola çıktık; Erkekler tarafından öldürülen kadınlar, öldürülme anında ve sonrasında kimi işkencelere de maruz kalıyor. Kadının bedenine bir müdahale oluyor. Şişik, morluk, kan, kesik. Dolaysıyla kadının ten rengi değişiyor. Yaşayan ve ölü beden arasındaki en belirgin fark ten rengidir. Dolayısıyla oyunun içeriğiyle de örtüşen bir tarafı var.

‘Seyirci gerçekten o karanlığı hissetsin’

Olay akışı, biten başlayan hikayeler sürpriz bir yere evrilmeyecek olsa da biz sürekli bir bekleme hali içindeyiz. Tabut ve biz varız sahnede.

Bazen belki oyuncuyu bile unutuyoruz.

Çünkü hayatı anlatılan yaşamı yarıda kalmış kadın biz oluyoruz. Bekleyiş oyun bitene kadar devam ediyor. Tabuttan çıkmak istiyoruz.

Süs, “Sadece seyircilerin tabutun içini görmelerini istiyoruz. Bunu da ayarlamak kolay olmadı. Seyirci gerçekten o karanlığı hissetsin, o toprağın altını hissetsin gibi bir bakışımız vardı” diyor.

Az ışıklandırılmış tabut, emek ve estetik

Videolar ve az ışıklandırılmış tabut ciddi bir emek ve estetik göz gerektiriyor.

“Hangi kaygılarla böyle bir yöntem tercih edildi?” sorusuna Süs, teknik olarak bu atmosferi yaratmanın kolay olmadığını ama seyircinin bu acıyı paylaşması ve bunun parçası olması için böyle bir ışık tasarımı yaptıklarını söylüyor.

Amaç oyunu erkeklerin izlemesi

Sahnede tek kişi olsa da oyun bir ekiple ortaya çıkarılmış. Yönetmen Nevzat Süs, vermek istedikleri mesajı ise şöyle özetliyor:

Gelen seyirci buradan abandone olmuş bir vaziyette çıksın istemiyoruz; bu konunun bilince çıkmasını ve mücadeleye katılmalarını istiyoruz. Seyirci bir şekilde bu erkek egemen düzene karşı bir şey yapsın, mücadelenin bir parçası olsun istiyoruz.

Süs ayrıca, oyunu en çok erkeklerin izlemesi gerektiğini belirtiyor.

Oyuncu Müge Saut ve oyunculuğu 

Oyunculuğa dair birkaç söz etmek gerekirse: zor bir performans, tadında bir oyunculuk, oynadığı rolü aurasıyla harmanlamış 30 yıllık bir deneyim görüyoruz.

Müge Saut, tüm bunları 70 dakikada hissettiriyor.

Daha önce birkaç kere daha tek kişilik oyunlarda oynadığını söyleyen Müge Saut, 30 yıllık tiyatro deneyimi olduğunu ve birçok kadının hikayesine tanıklık ettiğini ifade ediyor.

Acıyı ortaklaştırabilmek

Saut’un hayatına damgasını vuran olayların başında ölüm oruçları, kayıp annelerinin mücadelesi geliyor. Bu hikayelerden çok etkilenen Saut, “Bu acıyla ortaklaşabiliyordum dolaysıyla bu rolü oynarken de kadınların hikayeleriyle özdeşlik kurdum” diyor. Oyuncu Saut, bu yüzden yapay durmayan, yüksek bir oyunculukla oynamadığını da ifade ediyor.

Müge Saut bu oyun özelinde provalarda çok zorlandığını, oynadığı hikayelerin ağırlığını hissettiğini söylüyor.

Yaptığı iş her ne kadar zor olsa da bir  oyuncu olarak hayata devam edebilmek için oynadığı rolle arasına mesafe koyduğunu belirten Saut, profesyonelliğin bir gereği olarak böyle olması gerektiğini kaydediyor.

Saut, “Sanatın bu hikayeleri nasıl temsil ettiği ve kadına yönelik şiddetle baş edebilmemizde nasıl bir yol sunduğu” sorusuna, içinde olduğu alan üzerinden bir cevap geliştirdiğini söylüyor. Saut ayrıca şunları da vurguluyor:

Elbette her gün kadınların ölüm haberlerini duyduğumuz bir ülkede geleceğe dair umut zor olsa da sanat bununla mücadele etmek için güçlü bir araç. İktidar bunu bildiği için sanata dair yasaklamalar artıyor. Biz de bu aracı doğru kullanarak hayatı değiştirmek noktasında insanlara dokunmak istiyoruz. Biz bu değişimi izleyici ile olan etkileşimimizden anlayabiliyoruz.

‘Ten Rengi’, oyun konusu, iyi oyunculuğu ve deneysel anlatım diliyle şimdiden ilgi göreceğe ve bol turneli bir yolculuğa çıkacak gibi görünüyor.

Oyunun Altkat Sanat Tiyatrosu’nda Gerçekleşecek Ocak Ayı Programı:
  • 15 Ocak Pazar / 18.00
  • 20 Ocak Cuma / 20.30
  • 27 Ocak Cuma / 20.30

The post Sahne ‘tabut’, konu ‘kadın cinayeti’: Bu oyunda hesaplaşacağımız bir bakış açısı var first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kurmaca bir söyleşi: ‘Foucault ve Şeyler’ https://gazetekarinca.com/kurmaca-bir-soylesi-foucault-ve-seyler/ Fri, 06 Jan 2023 09:27:45 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237209 Prof. Dr. Oğuz İnel’in 20’nci yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Michel Foucault’nun metinleriyle diyaloğa girdiği kurmaca söyleşi ‘Foucault ve Şeyler’ Metis’ten çıktı. Kitabın arka kapak yazısını ve Oğuz İnel’in kaleme aldığı Önsöz’ü paylaşıyoruz. Oğuz İnel bu kurmaca söyleşide Michel Foucault’nun metinleriyle diyaloğa giriyor. Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Cinselliğin Tarihi gibi kitaplardan yola […]

The post Kurmaca bir söyleşi: ‘Foucault ve Şeyler’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Prof. Dr. Oğuz İnel’in 20’nci yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Michel Foucault’nun metinleriyle diyaloğa girdiği kurmaca söyleşi ‘Foucault ve Şeyler’ Metis’ten çıktı. Kitabın arka kapak yazısını ve Oğuz İnel’in kaleme aldığı Önsöz’ü paylaşıyoruz.

Oğuz İnel bu kurmaca söyleşide Michel Foucault’nun metinleriyle diyaloğa giriyor. Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Cinselliğin Tarihi gibi kitaplardan yola çıkılarak ele alınan bir düşünce, filozofun başka metinlerde dile getirdiği düşünceleriyle açıklanıp geliştiriliyor. Aynı şekilde Foucault kendisine yöneltilen eleştirilerle de karşılaşıyor ve bunları yanıtlıyor. Filozofun devasa yapıtına kendine özgü bir giriş olarak okunabilir bu çalışma…

Prof. Dr. Oğuz İnel’in yazdığı Önsöz şöyle:

Bu çalışma, yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Michel Foucault’nun oldukça kapsamlı ve girift düşünce bütünü için kısa ve anlaşılır bir kılavuz olabilmesi umuduyla kaleme alınmıştır. Foucault’nun kitapları disiplinlerarasıdır, hatta kimileri onun kitaplarını tarih, felsefe, sosyoloji ve psikolojinin bir alaşımı olarak tanımlar. Yazıları, Allan Megill’in deyişiyle, parlak, spekülatif ve bazı açılardan fena halde rahatsız edicidir. Ayrıca kendine özgü, karmaşık fakat son derece ustalıklı, entelektüel bir üslubu vardır. Üslubunun karmaşıklığı ile ilgili bir soru üzerine Foucault, karmaşık konuların karmaşıklığı iyice anlaşılsın diye özellikle karmaşık bir üslup kullandığını ifade etmiştir. Tabii ki bu tercih, onu anlayabilmek için çaba gösteren pek çok okur için sorun oluşturmaktadır.

Çalışmanın başlığı öncelikle filozofun en bilinen kitabı Kelimeler ve Şeyler’e göndermede bulunuyor ama ayrıca “şeyler” ifadesiyle bir başka göndermede daha bulunuyor: Hani bazen bir kitabı okuduktan sonra “yazar önemli şeyler anlatıyor anlatmasına ama doğrusu ben hiçbir şey anlamadım” deriz ya, işte çalışmamızın başlığında yer alan “şeyler”, bu tür şeyleri yani açıklanmaya, aydınlatılmaya gerek duyan konu ve kavramları ifade etmeye çalışıyor.

Bir düşünürün karmaşık düşüncelerini daha anlaşılabilir hale getirebilmek için genellikle kitapları yoruma tabi tutulur. Yalnız bunun iki sakıncası olduğunu düşünüyorum. Ya anlaşılabilirlik kaygısıyla yorumlar fazla basite indirgenir ya da orijinal metin yanlış yorumlanır. Bu nedenle, bu çalışmada açıklanması gereken düşünceleri filozofun kendisi açıklasın istedik. Yani Foucault’nun açıklamaya çalıştığımız bir düşüncesini, Foucault’nun çeşitli kitap ya da söyleşilerinde dile getirdiği kendi düşünceleri/cümleleri ile açıklamaya çalıştık. Bir başka ifadeyle, Foucault’yu Foucault’nun kendisi yorumlamış gibi oldu.

Ayrıca, anlaşılabilirliği daha da artırabilmek için, metin bir diyalog formunda kurgulandı ve “eklektik” pasajlar oluşturuldu. Şöyle ki, Foucault’nun farklı kitaplarında, söyleşilerinde ve onu yorumlayan ikincil kitaplarda en açık metinler arandı ve bu metinler gerektiği yerlerde bir araya getirildi. Alıntılarda gerektiğinde Fransızcalarına bakılarak değişiklik ve düzeltmeler yapıldı.

Filozofun söyleşilerinde, kitaplarına kıyasla daha açık olduğu bilinir; bu nedenle özellikle onunla yapılan söyleşiler dikkate alındı. Söyleşiler için özellikle Seçme Yazılar’dan yararlanıldı. Söyleşileri ve makalelerinin yanı sıra dünyanın çeşitli ülkelerinde verdiği konferanslar, Fransa’da 1994 yılında Dits et écrits (Söylenmiş ve Yazılmışlar) başlığı ile dört cilt altında toplanmıştı. Ülkemizde ise bu çalışma Seçme Yazılar altbaşlığı ile altı cilt olarak yayımlandı. Seçme Yazılar’daki metinler Foucault’yu anlamak bakımından çok önemli; çünkü bu metinlerin bazılarında kendisine yönelik eleştirilere cevap veriyor ve anlaşılamayan noktalara açıklık getiriyor.

Ayrıca, Foucault hakkında yorumlar içeren “ikincil” kitaplara da başvurduk; bu kitaplara özellikle orijinal kitaplardaki kimi pasajları yeterince açık ve anlaşılır bulmadığımız zaman ihtiyaç duyduk. Yeterince anlaşılır bulmadığımız kimi yorumları da tekrar yorumladık.

Bu çalışmada düşünürün yalnızca dört kitabı üzerinde duruldu. Bu kitaplar kronolojik değil tematik olarak sıralandı: Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Cinselliğin Tarihi. Amacımızın, bu kitapları incelemek ya da özetlemek değil, bu kitaplar eşliğinde Foucault’nun düşünce yapısını tanımak olduğunu belirtmek isterim.

Filozofun neredeyse tüm metinlerinde tekrar tekrar ele aldığı hatta takıntı haline getirdiği bir konu vardır: iktidar ve bilgi. Bu konu, “İktidar İlişkileri ve Bilgi” başlığı altında ayrıca ele alındı.

Foucault, çalışmalarının bir “alet çantası” gibi görülmesini ister. Bu çantada mutlaka işimize yarayacak bir alet bulunur. Belki de en önemlisi, Foucault dünyayı başka türlü aklımıza gelmeyecek yollardan görmemize yardımcı olur. Kişisel mottolarımdan bazılarını ona borçluyum; favorilerim şunlar:

“Bana kim olduğumu sormayın, aynı kişi olarak kalmamı da istemeyin.”

“Bugünkü hedef belki de ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir.”

Bir de teşekkür borcum var: Metis’te yayımlanan iki kitabımın da editörlüğünü yapmasından mutluluk duyduğum Savaş Kılıç’a yapıcı eleştirileri, ufuk açıcı önerileri ve kılı kırk yaran titiz çalışmasından dolayı minnettarım. Kendisine çok teşekkür ederim.

Her girişim gibi bu çalışma da eksik ve kusurludur mutlaka, ancak Foucault’yu saçını başını yolmadan okuyup anlamak isteyen okurlara yardımcı olacağına inanıyorum. Keyifli okumalar.

KÜLTÜR SANAT

The post Kurmaca bir söyleşi: ‘Foucault ve Şeyler’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Çocuk Kral’ Tutankhamun’un hazineleri ilk kez İstanbul’da https://gazetekarinca.com/cocuk-kral-tutankhamunun-hazineleri-ilk-kez-istanbulda/ Fri, 06 Jan 2023 09:12:42 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237201 Firavun Tutankhamun’un hazinelerinin yer aldığı ‘Çocuk Kral’ın Hazineleri’ sergisi, İlk kez İstanbul’da ziyarete açılacak. 9 yaşında tahta çıkarak Mısır’ın 18’inci Hanedanlığı döneminde hüküm süren ve 19 yaşında gizemli biçimde ölen Tutankhamun’un hazinelerinin yer aldığı sergi, ilk kez İstanbul’da. ‘Çocuk Kral’ın Hazineleri’ isimli sergi, 20 Ocak Cuma günü UniqExpo İstanbul’da ziyarete açılacak. Sergide, Tutankhamun’un mezar odasından […]

The post ‘Çocuk Kral’ Tutankhamun’un hazineleri ilk kez İstanbul’da first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Firavun Tutankhamun’un hazinelerinin yer aldığı ‘Çocuk Kral’ın Hazineleri’ sergisi, İlk kez İstanbul’da ziyarete açılacak.

9 yaşında tahta çıkarak Mısır’ın 18’inci Hanedanlığı döneminde hüküm süren ve 19 yaşında gizemli biçimde ölen Tutankhamun’un hazinelerinin yer aldığı sergi, ilk kez İstanbul’da.

‘Çocuk Kral’ın Hazineleri’ isimli sergi, 20 Ocak Cuma günü UniqExpo İstanbul’da ziyarete açılacak.

Sergide, Tutankhamun’un mezar odasından çıkan som altın tabutu, altın ve değerli taşlardan yapılmış ölüm maskesi, savaş arabası, silahları, bastonları, mobilyaları gibi günlük eşyaları arasından seçilmiş 400’ün üzerinde eserin birebir replikaları yer alacak.

Sergi kapsamında Antik Mısır ve Tutankhamun ile ilgili Arkeolog Howard Carter’ın günlüklerine dayanan video ve projeksiyon gösterileri ziyaretçilere sunulacak.

Sergide hazineye ait 400’ün üzerinde eserin yanı sıra ünlü firavunun gizemli hikayesi ve Antik Mısır’a dair yeniden kurgulanan görsel unsurlar da olacak.

İngiliz arkeolog Howard Carter tarafından 1922’de “bozulmamış halde bulunan ilk firavun mezarı” özelliği taşıyan Tutankhamun’un mezarından çıkarılan eserler, Mısır’daki Krallar Vadisi’nde gün yüzüne çıkarılan en zengin hazine olma özelliği taşıyor.

Sergi, 1961’den bu yana dünyayı dolaşıyor.

Serginin biletleri, Biletix ve Mobilet bilet platformlarından satışta.

HABER MERKEZİ

The post ‘Çocuk Kral’ Tutankhamun’un hazineleri ilk kez İstanbul’da first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Ne, Nerede, Ücretsiz? https://gazetekarinca.com/ne-nerede-ucretsiz-5/ Thu, 05 Jan 2023 16:12:16 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237119 ‘Ne Nerede Ücretsiz’ sorularının yanıtlarını öğrenmeye hazır mıyız? 5-11 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek kültür sanat etkinlikleri videomuzda.

The post Ne, Nerede, Ücretsiz? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Ne Nerede Ücretsiz’ sorularının yanıtlarını öğrenmeye hazır mıyız? 5-11 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek kültür sanat etkinlikleri videomuzda.

The post Ne, Nerede, Ücretsiz? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Müzik kısıtlamalarının kapsamı genişletildi https://gazetekarinca.com/muzik-kisitlamalarinin-kapsami-genisletildi/ Mon, 02 Jan 2023 12:02:23 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=236495 Yapılan son düzenlemeyle, ‘Müzik Yayın İzin Belgesi’ne ilişkin iş ve işlemlere yönelik usul ve esaslar yeniden belirlendi. Yine aynı düzenlemeyle açık hava faaliyetleri; 10.00-01.00 saatleri arasında, müzik yayını yapan işyerleri için getirilen sınır değerler sağlanacak şekilde, en fazla peş peşe 5 gün düzenlenebilecek. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yaptığı son düzenlemeyle, konser, festival gibi […]

The post Müzik kısıtlamalarının kapsamı genişletildi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yapılan son düzenlemeyle, ‘Müzik Yayın İzin Belgesi’ne ilişkin iş ve işlemlere yönelik usul ve esaslar yeniden belirlendi. Yine aynı düzenlemeyle açık hava faaliyetleri; 10.00-01.00 saatleri arasında, müzik yayını yapan işyerleri için getirilen sınır değerler sağlanacak şekilde, en fazla peş peşe 5 gün düzenlenebilecek.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yaptığı son düzenlemeyle, konser, festival gibi açık hava faaliyetlerine getirilen kısıtlamaların kapsamını genişletti.

Bakanlığı’nca 30 Kasım 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Çevresel Gürültü Kontrol Yönetmeliği” kapsamında çevresel gürültünün kontrolü ve yönetimine ilişkin uygulamalar belirlendi.

Buna göre müzik yayını yapan işyerlerine ve deniz araçlarına müzik yayın izni verilmesi yönünde düzenleme yapılarak ‘Müzik Yayın İzin Belgesi’ne ilişkin iş ve işlemlere yönelik usul ve esaslar hazırlandı.

Bakanlık açıklamasında “Çevresel Gürültü Kontrol Yönetmeliği” ile ilgili detaylar şu şekilde sıralandı:

Müzik yayını yapan işyerleri ve deniz araçları kapsamında;

Müzik yayını yapan işyerleri ve deniz araçları için; varsa işyeri açma ve çalışma ruhsatı, varsa turizm işletme belgesi, vergi levhası örnekleri, imza sirküsü veya vekâletname ile akustik rapor gibi bilgiler ve müzik yayın izni başvuru dilekçesi İl Müdürlüğüne teslim edilecek.

Bununla birlikte Çevresel Gürültü Mevzuatı hükümlerine uyulacağı ve gerekmesi halinde ilave gürültü kontrol tedbirlerinin alınacağı konusunda hazırlanan taahhütnamenin de İl Müdürlüğüne teslim edilmesi gerekiyor.

Bakanlıktan yeterlik belgesi almış firmalar tarafından basılı ve elektronik ortamda hazırlanan akustik raporun bir nüshasının denetimlerde ibraz edilmek üzere işyerlerinde ve deniz araçlarında muhafaza edilmesi ve Bakanlıkça belirlenen web uygulamasına yüklenmesi şartı getirildi.

Ayrıca sunulan bilgi ve belgelerin; gerektiğinde sahada inceleme ve değerlendirme çalışmaları eşliğinde il müdürlüğü tarafından değerlendirilmesi yapılacak.

‘Müzik yayınlarının izni İl Müdürlüğü tarafından verilecek’

Müzik yayınlarının izni konusunda; raporun uygun bulunması halinde, başvuru sahibine uygunluğun bildirilmesi, ‘Müzik Yayın İzin Belgesi’ ücretinin döner sermaye hesabına yatırılması ve İl Müdürlüğü tarafından ‘Müzik Yayın İzin Belgesi’nin verilmesi gerekiyor.

Uygun bulunmaması halinde ise başvuru dosyasının gerekçesi ile birlikte başvuru sahibine iade edilmesi ve gerekçede belirtilen uygunsuzlukların giderilmesini müteakip tekrar başvuru yapılabileceği belirtildi.

‘Müzik Yayın İzin Belgesi’nin geçerlilik süresi 3 yıl’

‘Müzik Yayın İzin Belgesi’nin geçerlilik süresi 3 yıl olarak belirlendi. Bu sürenin sona ermesinden en az 6 ay önce müzik yayın izninin yenilenmesi için başvuru yapılması gerekiyor.

Müzik yayın iznine tabi olmayan; kuaför, market, kahvehane, spor salonu, pastane gibi işyerleri, çevresel gürültü oluşturmayacak şekilde faaliyetlerini sürdürebilecekler. Aynı takvim yılı içinde 3 defa yönetmelik hükümlerinin ihlalinin tespiti halinde, İl Müdürlüğü tarafından müzik yayın izni iptal edilecek, bu işyerleri ve deniz araçları, ancak 2 takvim yılından sonra müzik yayın izni için başvuruda bulunabilecek.

Müzik yayını yapan işyerlerinden kaynaklanan ve hava yoluyla yayılan veya ortak bölme elemanları, ara döşemeler, tavan veya bitişik duvarlar aracılığıyla kullanımlara iletilen gürültü düzeyi ile ilgili olarak çevresel gürültü ölçüm metotlarının nasıl uygulanacağı belirlendi.

Açık havada, geçici süre ve sınırlı zamanda yapılan konser, festival gibi açık hava faaliyetleri; 10.00-01.00 saatleri arasında, müzik yayını yapan işyerleri için getirilen sınır değerleri sağlayacak şekilde, en fazla peş peşe 5 gün düzenlenebilecek, 5 günden fazla devam edecek organizasyonlarda ise Çevre, Şehircilik, İklim Değişikliği İl Müdürlüğünden “Müzik Yayın İzin Belgesi” alınacak.

Bu tür etkinlikler için; yıllık azami etkinlik sayısı ile bu etkinliklere izin verilen alanlar için stratejik gürültü haritalarının dikkate alınarak, İl Mahalli Çevre Kurulu’nda şikayete konu olmayacak şekilde belirlenmesi konularına ilişkin idari ve teknik hususlar belirlendi.

HABER MERKEZİ

The post Müzik kısıtlamalarının kapsamı genişletildi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
2022’de Kürt sinemasına ‘kısa’ bir bakış https://gazetekarinca.com/2022de-kurt-sinemasina-kisa-bir-bakis/ Sun, 01 Jan 2023 11:53:06 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=236399 Kürtlerin sinemanın öyküsündeki yolculuğu sinemanın 1895 tarihindeki bulunuşundan 31 yıl sonra1926’da başlar. Hamo Beknazarian’ın oynadığı ve yönettiği Zarê filmi Kürtlerin yaşamını sinema perdesine yansıtan ilk film olarak kabul edilir. Ermenistan yapımı sessiz bu film Sovyetler Birliği’nde yaşayan Êzîdî Kürtleri konu alır. Temsil edilen Kürtler olsa da hikayenin anlatıcısı bir başkasıdır. Bu durum yıllarca sürer, Kürtlerin […]

The post 2022’de Kürt sinemasına ‘kısa’ bir bakış first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kürtlerin sinemanın öyküsündeki yolculuğu sinemanın 1895 tarihindeki bulunuşundan 31 yıl sonra1926’da başlar.

Hamo Beknazarian’ın oynadığı ve yönettiği Zarê filmi Kürtlerin yaşamını sinema perdesine yansıtan ilk film olarak kabul edilir. Ermenistan yapımı sessiz bu film Sovyetler Birliği’nde yaşayan Êzîdî Kürtleri konu alır. Temsil edilen Kürtler olsa da hikayenin anlatıcısı bir başkasıdır.

Bu durum yıllarca sürer, Kürtlerin hikayesini hep başkaları anlatıp durur.

Yılmaz Güney bir Kürt olarak kamerasını kendi halkına çeviren ilk sinemacı olur. Ancak Kürtçenin yasaklı olmasından dolayı Güney’in anlattığı bu hikayelerin dili Türkçe olur.

1990’larla birlikte sosyo-ekonomik zorluklar ve siyasal engellemelere rağmen Kürtler artık kendi dilleriyle filmler çekmeye başlar.

Kürtler film çektikçe ‘Kürt sineması’ kavramı da tartışılmaya başlanır, üzerine kitaplar yazılır, ‘Kürt sineması var mıdır, yok mudur?’ diye tezler-makaleler hazırlanır.

Türkiye’deki konjonktürel duruma göre Kürt sinemacıların çektiği filmler yeri gelir festivallere kabul edilip ödüllendirilir, yeri gelir aynı festivallerce kabul edilmez.

Bunlar olup biterken Kürtler Duhok’tan Londra’ya, Diyarbakır’dan Berlin’e kadar birçok yerde film festivalleri düzenlemeye başlar.

Kürt sinemacıların sinemanın öyküsündeki yolcuğu tüm zorluklarına rağmen devam ediyor. Biz de 2022’yi geride bırakırken, geri bırakılan yılda Kürt sinemacıların neler yaptığına kısaca bakalım dedik.

‘Beriya Şevê’

Veşartî (Gizli, 2015), Gênco (2017), Di Navberê De (Arada, 2018) gibi filmlere imza atan Ali Kemal Çınar’ın son filmi Beriya Şevê (Geceden Önce) bir aileyi odağına alır.

Film, olağanüstü hâl koşullarında rutin yaşamlarını sürdürmeye çabalayan bir ailenin üç üyesini takip ediyor: Bir yandan hayatta kendini konumlandırmaya çalışırken bir yandan da ressam James McNeill Whistler’ın ayak izlerini takip eden Gulbîn, ona modellik yaparken nafile bir çabayla evini çatışma seslerinden yalıtmaya çalışan annesi ve kentin geçmişini çektiği fotoğraflar aracılığıyla zihninde yeniden canlandırmayı deneyen babası.

41. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma seçkisinde de yer alan film, birçok festivalde de gösterilir.

‘Govenda Ali û Dayka Zîn’

Mehmet Ali Konar’ın yazıp yönettiği Govenda Ali û Dayka Zîn (Zin ve Ali’nin Hikayesi) adlı uzun metraj filmi 2022’nin kayda değer Kürt filmi olarak öne çıkar.

Film, oğlu İstanbul’da öldürülen ve kendisi Bingöl’ün bir köyünde yaşayan kadının baskılara rağmen oğlu için düğün yapma mücadelesini anlatır.

Film, Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney İlk Film Ödülü, SİYAD En İyi Film Ödülü, 19. Selento Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Film, Duhok Film Festivali’nde de Fipresci Ödülü’ne değer görülür.

‘Elif Ana’

Kürt sineması içinde önemli bir yeri olan Kazım Öz’ün yönetmenliğini Semir Aslanyürek ile birlikte yaptığı Elif Ana (Dayika Elîf) filminin senaristliğinde Aslanyürek ve Öz’ün yanı sıra Nihat Behram’ın da imzası var.

Fim, Maraş’ın Pazarcık ilçesine bağlı Pulyan köyünde 1903’te dünyaya gelen ve “İyilik İyiliktir” mottosuyla tanınan Elif Sugan’ın hayatı anlatılır.

Filmin kadrosunda, Aliye Uzunatağan, İlyas Salman, Sermiyan Midyat, Cezmi Baskın, Füsun Demirel, Orhan Aydın, Cansu Fırıncı, Ali Sürmeli, Necmettin Çobanoğlu, Rıza Sönmez, Levent Üzümcü gibi isimler var.

‘Jiyana Rewsenbireki Kurd: Casimê Celîl’

Özlem Diler ve Celil Badikanlı’nın yönetmenliğini birlikte üstlendiği Jiyana Rewsenbireki Kurd: Casimê Celîl (Bir Kürt Entelektüelin Yaşamı: Casime Celil) belgeseli Erivan Radyosu’nun kurucularından olan Casîme Celîl’in yaşamını anlatır.

Casimê Celîl 1908 yılında Kars’ın Digor ilçesine bağlı Kızılkule köyünde, Êzîdî Kürt bir ailenin çocuğu olarak doğar. Hayatı boyunca özlemle anacağı köy ve aile yaşamı 1918’de yaşadıkları Ermeni Soykırımı ile sona erer. Erivan’a uzun yürüyüşü sırasında bütün aile bireylerini kaybeder. Tek başına kalan Casim, Erivan’da bir yetiştirme yurduna yerleştirilir ve ismi değiştirilir. Kim olduğunu unutmamak için her sabah kalkıp kendine ‘navê min Casim e, ez kurê Celîl im, ji Qizilquleya ser Digorê me, ez Kurd im, Kurdê Êzîdî me‘ (Adım Casim, Celil’in oğluyum, Digor’un Kızılkule köyündenim, Kürdüm, Êzîdî Kürdüm) sözlerini tekrar eder.

‘Denge Radyoya Rewane Li Ku Ye?’

Yazar Mustafa Orman’ın yönettiği Denge Radyoya Rewane Li Ku Ye? (Erivan Radyosu’nun Sesi Nerede?) adlı belgeseli bir dönem Kürtlerin sesi olan Erivan Radyosu’nun dinleyicilerini odağına alıyor.

Erivan Radyosu’nun hafızasını, geçmişi yad edenlerin hafızasında arayan yönetmen Orman, yitip gitmekte olan bir kuşağın seslerini, yüzlerini anılarıyla birlikte filme taşır.

‘Pîrebok’

Senaryosunu Nurullah Kaya ile birlikte yazan Lütfü İrdem’in yönettiği Pîrebok filmi korku-dram türündedir.

Film, bir aile kurmak için kendisine küçükken anlatılan efsanevi Pîrebok’un peşine düşen yoksul ve kambur bir erkek olan Adem’in, kızıyla birlikte sağ kalmayı başaran ve savaştan kaçarak komşu ülkeye sığınan bir kadın ile yollarının kesişmesini anlatır.

Film 9. Duhok Film Festivali’nde Fıpresci Ödülü’ne değer görülür.

‘Bîraxane’

Bilal Korkut’un yönetmenliğini yaptığı Bîraxane (Birahane), tek mekanda geçer.

Film, Kürt şair Arjen Arî’nin mısraları etrafında bir birahanede gelişen sohbeti odağına alır.

Arjen Arî’nin ‘şairleştirdiği’ sekiz erkek, bira içip şairden alıntılar yapar, kimlik meseleleri ile hayatın ve kırgın aşkların açtığı yaraları sarmaya çalışır ya da dile gelerek kurtulmaya çalışır kendi dramlarından.

Ez Tusubasa Me (Ben Tsubasayım), Li Pey Nanê Xwe (Ekmeğimi Kazanırken), Çi Bikim (Nasıl Yapmalı) gibi kısa filmlerinin ardından Biraxane Korkut’un ilk uzun metrajlı filmidir.

Film 9. Duhok Film Festivali’nin yarışma filmleri arasında yer alır.

‘Ji bo Edaletê’

Elif Yiğit’in çektiği Ji bo Edaletê (Adalet İçin / For Justice) adlı belgeseli Emine Şenyaşar’ın adalet mücadelesini kayıt altına alır.

Emine Şenyaşar’ın Urfa Suruç’ta 4 yıl önce AKP Urfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın koruma ve yakınları tarafından eşi ve iki oğlu katledilir. Oğlu Fadıl ise tutuklanır. Saldırıyı gerçekleştirenlerden hiç kimse tutuklanmaz.

Bunun üzerine anne Şenyaşar saldırıdan yaralı kurtulan oğlu Ferit ile birlikte Urfa Adliyesi önünde beton bariyerlere “Şenyaşar Ailesi İçin Adalet” yazılı pankart asarak nöbet tutmaya başlar. Anne Şenyaşar’ın adalet arayışı hala devam ediyor.

Film 9. Duhok Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne değer görülür.

‘Rojbaş’

Özkan Küçük’ün yazıp yönettiği Rojbaş, yasaklı bir tiyatro oyunun sahnelenmesinin serüvenini anlatır.

Film, 25 yıl önce İstanbul Tarlabaşı’nda sahneledikleri oyunu bir kez daha sahnelemek üzere bir araya gelen Kürt tiyatrocuların oyun, hayaller ve gerçek arasında gidip gelen hikayesine odaklanır.

Eski kuşak tiyatrocularla yeni kuşak oyuncuları bir oyunu oynama çabaları etrafında bir araya getiren film, 2016’da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanmasının ardından işten çıkarılan Kürt tiyatrocuların yola devam etmek için özel bir tiyatro kurma çabalarına kadar uzanır.

Önce belgesel olarak düşünülen proje, sonrasında karakterlerin kendilerini oynadıkları bir kurmaca filme dönüşür.

‘Navnîşan’

Binevş (2009), Da (Anne, 2015), Hazirîyek Bo Derengmayînê (Geç Kalışa Hazırlık, 2018) gibi kısa filmlere de imza atan Aram Dildar, Navnîşan (Adres) adlı kısa filminde Türkiye’deki coğrafi isimlerin değiştirilmesini odağına alır.

Film, atandığı okulun bulunduğu köyü arayan ancak isminin değiştirilmesinden dolayı kendi coğrafyasında kaybolan bir öğretmenin hikayesini anlatır.

Dildar, öyküyü Kenan Özhal’ın kendisine anlattığını ve hikâyeyi duyduğundan beri filmi çekmek istediğini söyler.

12. Berlin Kürt Filmleri Festivali’nde En İyi Film ödülünü kazanan film, Kürt film festivallerinin yanı sıra birçok uluslararası film festivalinde de gösterilir.

‘Afaroz’

Yılmaz Özdil’in yazıp yönettiği Afaroz, uyurgezer ve obsesif bir genç ile sağır ve dilsiz bir avcının kesişen öykülerini anlatır.

Filmin sinopsine göre; uyurgezer ve obsesif bir genç olan Ziko, uykusunda işlediği ‘ağır bir suçtan’ dolayı köyünden aforoz edilir. Bu karar civardaki diğer köylere de bildirilince, Ziko’nun bir kış günü, yarı çıplak ve aç bir halde onu nefretle bekleyen köylerden geçerek şehre ulaşmaktan başka seçeneği kalmaz. Tüm bunlardan habersiz sağır ve dilsiz bir avcı da aynı gün, aynı yoldan geçerek şehre gitmek zorundadır.

Torino Underground CINEFEST, Selanik, Montecatini, Aesthetica, Armagnac, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali, Middle East Now, Waterford gibi festivallerde gösterilir, ödüllere de değer görülür.

‘Çerx’

Yönetmen Metin Ewr’in kısa filmi Çerx (Çark), Kürt yazar ve gazeteci Apê Musa’nın (Musa Anter) ‘küçük generaller’ olarak nitelendirdiği gazete dağıtıcılarının 1990’lı yıllarda yaşadığı baskıları anlatır.

Yönetmen Ewr, filme neden Çerx adı verdiğini de şu sözlerle ifade eder;

“Çünkü çark hiçbir zaman durmaz. Sürekli döner. Yıllardır tutuklama, ceza, tehdit, bombalama oldu. Halen de devam ediyor. Hatta güçlü bir irade ile devam ediyor. İkincisi, filmde çok fazla çark var. Gazetenin basımı yapıldığı zaman bir çarktan geçiyor. Dağıtımcı çocuk tabla ile işini yapıyor, onun da çarkı var. Başka biri bisikleti tamir etmek istiyor, onun da çarkı var. Yani bu çark devam edecek mesajını veriyoruz.”

9. Accolade Global Film Competitionê (Awards of Merit) programından Başarı Ödülü’nü kazanan film, Kürt film festivallerinin yanı sıra uluslarası birçok festivalde de gösterilir.

‘Tercûme’

Gazetecilik de yapan Ömer Faruk Baran’ın Tercûme (Tercüme) adlı 1 dakikalık kısa filmi, Kobani savaşı dönemini anlatır.

Kobani savaşı döneminde bir grup sağlık çalışanının kaçak bir şekilde Kobani’ye gitmeye çalışırken karşılaştığı zorluğu anlatan film, Kürtçe ile Türkçe arasındaki sınıra da değinir.

Yönetmen Baran, filmin 1 dakika olmasına rağmen yapım süreci senaryosu, görüntüsü ve tasarımıyla 7 yılda tamamladığını söyler.

Birçok festivalde gösterilen film, Mister Vorky Film Festivali’nde Grand prix Award For One-Minute Film Ödülü’ne değer görülür.

‘Rewşen’

Musab Tekin’in yazıp yönettiği Rewşen adlı kısa film, bir döngüye sıkışan ve zaman algısını yitiren B.’nin hikâyesini anlatır.

Yönetmen Tekin, senaryoya Bilge Karasu’nun Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam adlı öyküsünü uyarlayarak başladığını söyler.

Film, Antalya Film Festivali başta olmak üzere birçok festivalde de gösterilir.

‘Sar’

Adar Baran Değer’in kısa filmi Sar (Soğuk), göçün tüm sancılarını soğuk bir coğrafyada sınırı aşmaya çalışan hamile bir kadın ve eşinin hikâyesinde bir araya getirir.

74. Cannes Film Festivali Corner Short bölümünde gösterime giren film, Kürt film festivallerinin yanı sıra birçok uluslararası film festivalinde de gösterilir.

The post 2022’de Kürt sinemasına ‘kısa’ bir bakış first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İstanbul Düş Sahnesi’nden Jan Dark: Dönüş, bu kez kadınlarla birlikte https://gazetekarinca.com/istanbul-dus-sahnesinden-jan-dark-donus-bu-kez-kadinlarla-birlikte/ Sat, 31 Dec 2022 07:15:59 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=236192 İstanbul Düş Sahnesi’nin Bernard Shaw’dan uyarlayıp sahneye koyduğu ‘Jan Dark’ın Dönüşü’ bürokrasi, din, yargı işbirliğiyle örülmüş tüm bir devlet organizasyonunu açık ediyor. Kadın cinayetlerinin de zemini olan bu organize birlikteliği teşhir eden oyun, Jan Dark’ın mücadeleci varoluşu üzerinden kadınların itirazlarını yükseltiyor. İstanbul Düş Sahnesi’nin feminist sanat yapmak isteyen kadınlara bir de çağrısı var. Fransızların ulusal […]

The post İstanbul Düş Sahnesi’nden Jan Dark: Dönüş, bu kez kadınlarla birlikte first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İstanbul Düş Sahnesi’nin Bernard Shaw’dan uyarlayıp sahneye koyduğu ‘Jan Dark’ın Dönüşü’ bürokrasi, din, yargı işbirliğiyle örülmüş tüm bir devlet organizasyonunu açık ediyor. Kadın cinayetlerinin de zemini olan bu organize birlikteliği teşhir eden oyun, Jan Dark’ın mücadeleci varoluşu üzerinden kadınların itirazlarını yükseltiyor. İstanbul Düş Sahnesi’nin feminist sanat yapmak isteyen kadınlara bir de çağrısı var.

Fransızların ulusal kahramanlarından biri olarak kabul gören Jeanne Dark, Fransa-İngiltere arasındaki Yüzyıl Savaşları’nın en kanlı dönemlerinden birinde 1412 yılında ülkenin kuzeyindeki bir köyde hayata gelir. 16 yaşına vardığında evden kaçarak Fransa Kralı VII. Charles’a kadar giden Jeanne Dark, krala İngilizlere karşı savaşmak istediğini söylediğinde emrine birkaç asker verilerek cepheye gönderilir ve ‘savaştaki başarısı’yla gelen ünü kısa sürede ülkeye yayılır.

İngilizler tarafından yakalandığında, engizisyon mahkemesine çıkarılır ve dinsizlikle suçlanarak idamına karar verilir. Mahkemeye göre; Jan Dark erkek kıyafetleri giyerek savaşmaya çalışan, gaipten sesler duyan bir kafirdir. 1930’da Rouen kentinde büyük bir kalabalığın önünde diri diri yakılarak öldürüldüğünde Jeanne Dark henüz 19 yaşındadır.

Özellikle 19.  yüzyıl tarihçileri tarafından hikayesi nedeniyle gerçekliği sorgulanan Jan Dark’ın hayatı hakkında anlatılanlara çoğunlukla kuşkuyla yaklaşıldığı biliniyor. Çünkü; hiçbir askeri eğitimi ve deneyimi olmayan genç bir köylü kızının, İngiliz ordusu karşısında kazandığı zafer sıra dışı kabul edilebilir.

Jan Dark, erkek devlete karşı 

Tarihsel bir kişilik olarak Jan Dark’ın öyküsü özetle böyleyken; İstanbul Düş Sahnesi’nin yeniden yorumlayıp, sahneye taşıdığı Jan Dark’ı kadın mücadelesinin ateşini yakarken izliyoruz: Bu kez; İngilizler yerine kadınlara zulmeden, onları öldüren erkek devlete karşı…

Yönetmen Cihan Şan’ın Bernard Shaw’dan uyarlayıp sahneye koyduğu Jan Dark’ın Dönüşü bürokrasi, din ve yargı işbirliğiyle örülmüş tüm bir devlet organizasyonunu açık ediyor.

Kadın cinayetlerinin de zemini olan bu organize birlikteliği teşhir eden oyun, Jan Dark’ın mücadeleci varoluşu üzerinden kadınların itirazlarını yükseltiyor

“Burada Jan Dark bir tür iç savaş yürütüyor” diyen Yönetmen Cihan Şan, “Jan Dark’ı aynı dönemde bu kez kadın cinayetlerine karşı mücadele ederken görüyoruz. Oyundaki her olay aslında bir durumu yansıtıyor. Kadın cinayetlerine ve kadınların gördüğü muameleye sahnemizden bir yanıt verelim, bir itiraz yükseltelim istedik” diyor.

İstanbul Düş Sahnesi’nden ‘Feminist Drama’ için kadınlara çağrı   

Kadrosunun hemen tamamını kadınların oluşturduğu İstanbul Düş Sahnesi, kolektif bir tiyatro topluluğu olarak 2016 yılında yola çıkmış. İlk kez İstanbul Atakent’te bir Kadın Meclis’inde buluşan kadınların birlikteliği bugünlere İstanbul Düş Sahnesi olarak uzanırken, Gamze Şimşek’in feminist sanat yapmak isteyen kadınlara bir de çağrısı var:

İstanbul Düş Sahnesi bizim bir grubumuz, burada feminist sanat yapmak isteyen arkadaşlarımızın oluştuğu komün de Feminist Drama…  Feminist Drama, konuya ilgi duyan bütün kadınlara açık. Kadın komünleri, kadınların içindeki gücü keşfetmesini sağlayan en önemli oluşumlar bence.

Türkiye’deki kadın hareketini hayranlıkla izlediklerini ve katkı sağlamaya çalıştıklarını aktaran Şimşek, “Biz başladığımızda 5 kişi sahneye çıkmıştık şimdi bu 4’ncü sahneye çıkışımız ve çok daha kalabalığız. Tam da Jan Dark’ın verdiği mesaja uygun olarak hep birlikte yol alıyoruz. Kadın kendini bir başka kadında tanıyor aslında. Biz, birlikte içimizdeki gücü keşfettik” diyor.

Sözü, “Bir yandan evde çocuklarla ilgilenirken, Gamze ve Çetin Hocam pandemide zoom aracılığıyla bizleri çalıştırdı. Buluşacağımız yerimiz yok, her yer kapalı, provalarımızı bahçelerde yaptık, parklarda tiyatrolar oynadık biz. Bu oyunu kolayına çıkarmadık” diyen İstanbul Düş Sahnesi ekibine bırakıyoruz.

Gamze Şimşek/Jan Dark

Jan Dark güçlü bir kadın, Türkiye’deki ve dünyadaki tüm kadınlar gibi. İhtiraslı bir kadın. Yaşama hakkımız pervasız bir zorbalığın altında ve Jan Dark bunun farkında. Ekibine çok güveniyor, ekibi de ona ve gördüğünüz gibi mahkemeyi bir güzel basıyorlar.

Ayten Maskar/Savcı  

Ben savcıyım. Jar Dark’ı ateşlerde yakarak idam ediyorum. Çünkü mahkeme bastı, asilik etti… Günümüzde kadınları öldüren adamlar hakim karşısında bir kravat takarak nasıl ceza indirimi alabiliyorsa, ben de aynısını yaptım ve  Jan Dark’ı orada ateşlere attım.

Sevgican Dalga/ Papaz

Papaz; her durumda kiliseyi ve mahkemeyi onaylayan, her şekilde onların yanında konumlanan ve rütbelerini kaybetme korkusuyla hareket eden kaypak bir kişi. Kralın/krallığın en önemli iş birlikçisi. -Tabi biliyoruz ki Türkiye’de hiç böyle bir şey yok, hep kuzey eyaletlerinde var.-

Bu oyunda Jan Dark bizi kurtarmış oldu ama bir Jan Dark gerçekten lazım mı? Çıkar mı, çıkmasını beklemek mi lazım, bu kadınlar bekler mi? Bilemiyorum…

Hakan Güneş/ Kral ve Tahta Bacak Alfonzo

Buradaki kral da her kral gibi kibirli, kör ve tamamen kendi çıkarlarının peşinde. Tahta bacak Alfonzo ise karısını öldürmüş ve taktığı kravat sayesinde cezadan kurtulabilmiş bir erkek.

Fatma Kılıç/Hazine Nazırı

Devletin içinde para işlerine atanmış bir adamım. Yöneticilerin toplumun derdine dertlenmeme, her durumda kendi çıkarlarını gözetir halini yansıtmaya çalıştım. Hepimiz ayrı ayrı toplumun eksik ve kanayan yerlerini göstermeye çalıştık. Kadın meselesi üzerinden toplumsal sorunlara parmak basan bir oyun oldu.

Ayla Karabulut/Kralın Soytarısı

Oyunda soytarıyım ve aslında kralın baş danışmanıyım. Kralın gizli ve pis işlerini ben yapıyorum. Eyaletler arası kirli savaşları planlıyor, pazarlıklar yapıyorum, tehditlerle iş yürütüyorum. Kirli ve kötü işleri ben yapıyorum. Bir tür derin devlet…

İnci Demir/ Soylu Avukat 

Gerçek anlamda soysuz bir avukatı canlandırıyordum, katili savunuyorum. Erkeğin değil kadının suçlu olduğunu söylüyorum. Ekip ve seyirci çok iyi, oyun çok güçlü, burada olmaktan çok mutluyum. Biz, sınırsız oynayacağız bu oyunu.

Çetin Nergis/Prens Robert 

Ben Prens Robert. Jan Dark’a destek veren erkeklerin az da olsa vicdanını dile getiren, kadınların erkekler tarafından öldürülmesine kısmen de olsa bir tür duyarlılık geliştirebilmiş bir erkek… Ancak en nihayetinde o da mevcut sistemin içinde krala bağlı bir kişi. Ama Jan Dark herkesi etkilediği gibi Robert’i de etkiliyor ve kendisiyle birlikte hareket etmesini sağlayabiliyor.

Perihan Aydın/ Mahkeme Başkanı

Oyunda, yumuşak başlı mizacıma rağmen devletin baskı ve dayatmasıyla iktidarın çıkarlarına uygun davranmak zorunda kalan bir mahkeme başkanıyım.

Ataköy Kadın Meclisi oluşumunda yer alıp aynı zamanda Feminist Drama’yı başlatan 5 kadından biriyim. Oyunu mümkün olabilirse tüm Türkiye’ye ulaştırmak istiyoruz.

Sibel Ersöz/ İstihbaratçı  

Prens Robert’in istihbaratçısı küçük Poll rolündeyim. Ben de olan biteni Prens’e yetiştiriyorum. Kadın mücadelesini Ortaçağın büyük direniş kahramanı Jan Dark üzerinden anlatmak ve bizlerin de bugün bu rolleri üstlenmesi gerçekten anlamlı.

Olcay Uzunyayla/ Kahya ve Başpiskopoz  

Jan Dark’ın kurtuluş mücadelesini günümüze uyarlayarak bir mesaj vermeye çalıştık. Umarım geçmiştir.

Nuray Kılıç/Işık-kostüm    

Arkadaşlar dediler ki ‘Kostüm yapacaksın’, -Arkadaş hatırı işte. Daha önce hiç kostüm yapmadığım halde- ‘Tamam’ dedim. Dediler ki, ‘Işık yapacaksın’, ‘Tamam’ dedim; bu arada onu da ilk kez yapıyorum. Kadın mücadelesinde kendimizi tiyatroyla ifade etmeye çalışıyoruz. Dışarıdaki ortamı görüyorsunuz. Bugün yine 3 kadın öldürüldü, her gün öldürülüyoruz.

Işın Güneş/Koordinasyon  

Günümüzün sorunlarını hicvederek seyirciye yansıttıklarına inanıyorum. Onların koordinasyonunu sağlamaya çalışıyorum ve son olarak ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ diyorum.

Yönetmen Cihan Şan’ın uyarlayıp yönettiği, İstanbul Düş Sahnesi’nin sahneye koyduğu ‘Jan Dark’ın Dönüşü’ oyunu 2023 yılı boyunca İstanbul Küçükçekmece Belediyesi’nin sahnelerinde izleyicisiyle buluşacak.

İstanbul Düş Sahnesi’yle; Facebook: İstanbul Düş Sahnesi, İnstagram: feministdrama, e-posta: [email protected] adreslerinden irtibat kurulabilir.

The post İstanbul Düş Sahnesi’nden Jan Dark: Dönüş, bu kez kadınlarla birlikte first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Anne Frank Nerede? https://gazetekarinca.com/anne-frank-nerede/ Sat, 31 Dec 2022 07:00:14 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=235760 Bugüne kadar Holokost (Yahudi Soykırımı) ve Nazi Almanyası’na dair pek çok film izledik. Hepsi aynı tarihsel zaman dilimini anlatsa da temsil ettikleri hikâyeler, anlatım teknikleri ve izleyicide bıraktıkları duygu bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Cannes Film Festivali Büyük Ödülü alan ‘Saul’un Oğlu‘, Roman Polanski’nin yönettiği ‘Piyanist‘, 1997 yapımı ‘Hayat Güzeldir’ bunlardan bazıları… Yönetmenliğini Ari Folman yapıyor  Yine […]

The post Anne Frank Nerede? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bugüne kadar Holokost (Yahudi Soykırımı) ve Nazi Almanyası’na dair pek çok film izledik. Hepsi aynı tarihsel zaman dilimini anlatsa da temsil ettikleri hikâyeler, anlatım teknikleri ve izleyicide bıraktıkları duygu bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Cannes Film Festivali Büyük Ödülü alan ‘Saul’un Oğlu‘, Roman Polanski’nin yönettiği ‘Piyanist‘, 1997 yapımı ‘Hayat Güzeldir’ bunlardan bazıları…

Yönetmenliğini Ari Folman yapıyor 

Yine aynı dönemden çok bilindik bir hikayeyi bu kez günümüzle koşutluk kurarak anlatan “Anne Frank Nerede?” isimli animasyon filmin yönetmenliğini Ari Folman üstlenmiş. “Beşir’le Vals” filmiyle tanınan İsrailli yönetmen Ari Folman, Holokost’tan kurtulan bir ailenin çocuğu… Acı bir tesadüf: Anne Frank ve ablası Margot’nun, Bergen-Belsen Toplama Kampına vardıkları hafta Folman’ın anne babası da aynı kampa getiriliyor.

Tel-Aviv’de yaşayan İsrailli yönetmen, henüz 19 yaşındayken İsrail ordusunun 1982 yılında Beyrut’a girdiği harekatta askerlik yapıyor. İşgal sırasında İsrail, Sabra ve Şatilla Katliamı’nı gerçekleştiriyor. Folman’ın 2008’de bu katliam üzerine çektiği otobiyografik filmi “Beşir’le Vals”, dünyanın önemli festivallerinde ödüller aldı. Bir askerin günahlarını itiraf ederek arınmaya çalışmasını tartışmaya açan film iki karşıt fikir doğurdu. İsrail taraftarları, bu insanlık suçunu İsrail’e yüklediği için, muhalifler de katliamın faili olarak İsrail’i kesin bir tavırla işaret etmediği için filmi eleştirdi.

Geçmişte ve şimdi, Anne Frank’ı aramak

Geçen hafta MUBİ’de gösterime giren “Anne Frank Nerede?“, çerçeveyi her ne kadar Yahudi Soykırımı üzerine kursa da hikâye örgüsü ve biyografik biçemi ile özgün bir yerde duruyor. Tür olarak animasyonun tercih edilmesi de filmde kullanılan sürreal öğelerin gücünü artırıyor.

Filmin ilk sahnesinde, Amsterdam’daki Anne Frank Müzesi’nin önünde sıraya girmiş iyi giyimli insanlardan oluşan bir kalabalık ve o kalabalığın yanı başında çadırdan evlerinin uçmaması için çabalayan göçmen bir aile görüyoruz. Yine aynı sabah Anne Frank’ın günlüğünü adadığı hayali arkadaşı Kitty, Frank’ın artık müze olmuş Amsterdam’daki evinde 1944 yılının bir sabahına uyandığını zanneder. O sırada kapı açılır, kalabalık müzeye dolmaya başlar. Önemli ayrıntı şudur ki Kitty, Frank’ın evindeyken görünmezdir. Bu sırada daha sonra tanışacağı Peter’ın ziyaretçilerin cüzdanlarını çaldığını görür. Kitty, arkadaşı Anne’in günlüğünü de alıp müzeden çıkar, amacı hâlâ hayatta olduğuna inandığı Anne Frank’ı bulmaktır. Sokakta tesadüfen karşılaştığı Peter ile aralarında duygusal bir yakınlaşma olur. Filmin ilerleyen dakikalarında öğreniriz ki Peter aslında bir göçmendir, köhne bir apartmanda diğer göçmen ailelerle birlikte yaşamaktadır. Peter, Anne’in babası Otto Frank’ın soykırımdan sonra yayınlattığı günlüğü, Kitty’e verir. Trenle Bergen-Belsen Toplama Kampı’na doğru yola çıkarlar, Kitty ancak Anne’in anıt mezarına vardıklarında arkadaşının öldüğüne ikna olur.

Anne Frank’tan kalan miras 

Kitty ve Peter, Amsterdam’a döndüklerinde göçmenlerin kaldığı ev, onları sınır dışı etmek isteyen polisler tarafından sarılmıştır. Kitty polisleri, Anne’in günlüğünü yakmakla tehdit eder. Yakmaktan vazgeçmek için tek şartı, göçmenlerin geri gönderilmesinin durdurulmasıdır. Hükümet kısa sürede buna ikna olur ve göçmenleri güvenli bir yere yerleştirme sözünü verir. Böylece Kitty günlüğü onlara geri verir ve bedeni eriyerek yok olur.

Yerleşiklik ve vatansızlık arasındaki uçurum

Günümüz Avrupası’nda uyanan Kitty, soykırım günlerinde bıraktığı arkadaşı Anne’i kaybettiği şehirde bulmaya çalışacaktır. Ancak hikâye geçmiş ve şimdiki zaman arasında sıçramalar yaparak başlangıcından finaline kadar 2. Dünya Savaşı ile günümüz Avrupası arasında paralel bir kurguyla ilerliyor. Örneğin Kitty ve Peter’ın trenle toplama kampına yolculuk ettikleri sırada geçmişteki Frank ailesi sona yaklaşmıştır, yiyecekleri tükenmiştir ve saklandıkları eve baskın yapılacaktır. Yine geçmiş ve şimdiki zamandaki tezahürleriyle Avrupa’da göçmen olma hali de anlatının temel parçalarından biri… İlk sahnede gördüğümüz göçmen ailenin çadırının uçması ile yerleşiklik ve vatansızlık arasındaki uçuruma dikkat çekiliyor.

 

Günümüzde artık “soykırım” fikrinin çok geride kaldığı söyleniyor, Anne Frank’ın yaşadığı gibi bir trajedinin bir daha yaşanmayacağını varsayıyoruz. Ama film bize şunu hatırlatıyor: Anne Frank’ı Bergen-Belsen Toplama Kampı’na götüren bir trense, filmdeki göçmen kız çocuğu Awa’yı ölüme götüren de bir gemidir. Ülkelerindeki savaştan kaçan göçmenler sığındıkları ülkeden kovulma tehlikesiyle karşı karşıyadır. İnsani yaşam şartlarından yoksun, sosyal izolasyona maruz kalarak ve tehlikeyle burun buruna bir yaşama mahkumdur.

Avrupa, ‘Anne Frank Nerede?’ sorusunun cevabını bulabilmiş değil

İşte tam da bu nedenle; filmin bir an ışık tuttuğu yerleşiklik ve vatansızlık arasındaki uçurumun derinliği yüzünden Kitty’nin polisle pazarlığa girerek göçmenlere oturum izni aldırabilmiş olmasına bir türlü ikna olmuyoruz. Hikaye burada zayıflıyor, çünkü filmin temel meselelerinden biri olan göçmen sorununun çözümü basite indirgenmiş oluyor ve genele dair bir söz üretilmiyor. Yönetmen meseleyi böyle çözüyor ama biz seyirci olarak o kolaycılıkta filmin kurmaca tarafına yabancılaşıyoruz. Belki de yönetmen, uzun boylu düşünmeden izleyicinin görmek istediği türden bir final arıyor. Belki de filmin bir yerinde Anne’in ağzından çıkan şu sözler bize de yetsin istiyor:

İnanılmaz ama yaşanan bunca şeye, tüm bu zalimliklere rağmen insanların özlerinde iyi olduklarına inanıyorum.’

Ya da Kitty gibi iyimser olmayı öneriyor:

Önemli olan elinden geleni yapmak. Tek bir kişiyi kurtaracak olsan dahi…

Neredeyse 80 yıl geçti Anne Frank’ın ölümünün üzerinden, Avrupa hâlâ “Anne Frank Nerede?” sorusunun cevabını bulabilmiş değil. Film, örtük biçimde de olsa günümüz özgür dünyasında yaşanan ‘münferit’ olayların Yahudi Soykırımının inşa süreciyle bağını tartışıyor. Irkçılığın, faşizmin, savaşın, göçmen düşmanlığının yeniden yükseldiği 21. Yüzyıl dünyasında aynı soruyu soruyoruz biz de: Anne Frank nerede?

Farklı zamanlar, benzer yolculuklar

Geçtiğimiz günlerde Paris’te üç Kürt sığınmacı öldürüldü. Mecburiyet ve bin bir zorlukla çıkılan yolculukta dünyanın gözü önünde oldu bu. Tıpkı Awa, Peter, Anne gibi… İnsan haklarının ‘en iyi korunduğu’ mekânlardan birinde, ‘medeniyetin’ başkentinde mültecilerin yaşam hakkının ellerinden alınmasının bu kadar kolay olabilmesi tesadüf sayılır mı bizim için?

Anne Frank’i hatırlamak önemli olduğu kadar ‘nasıl hatırlamalıyız’ sorusu da bir o kadar önemli duruyor. Anne Frank öldü evet ama katilleri kimdi? Peki ya şahitler kimlerdi?

Film, hem Avrupai toplumsal konfor üzerine düşünmeye zorladığı hem de Yahudi Soykırımına Anne Frank’ın biyografisi üzerinden özgün bir anlatımla yeniden dokunduğu için izlenmeye değer.

 

 

Anne Frank kimdir?

Anne Frank, 12 Haziran 1929 tarihinde Almanya’nın Frankurt kentinde doğdu. Nazilerin Almanya’da güçlenmesiyle ailesiyle birlikte 1933’te ailesiyle Hollanda’ya taşınmak zorunda kaldı.

Almanya 1940’ta Hollanda’yı da işgal etti ve buradaki bütün Yahudileri toplama kamplarına göndermeye başladı. Frank ve ailesi, güvendikleri bir çalışanlarının yardımıyla 1942-1944 arasında iki yıl boyunca bir evin gizli arka odasında yaşadılar. Saklanmaya başladıktan sonra 1944’te Gestapo evi basana kadar Frank, yaşadıklarını günlüğüne yazdı. Aile, tutuklandıktan sonra Nazi toplama kamplarına gönderildi. Anne, Ekim veya Kasım 1944’te ablası Margot ile birlikte Auschwitz’den Bergen-Belsen Toplama Kampına gönderildi. Birkaç ay sonra önce ablası Margot, sonra Anne tifüs salgınından öldüler. Soykırımdan sağ kurtulan babası Otto Frank, 1947’de Anne’in günlüğünü yayınlattı. Kitap orijinal dilinden (Felemenkçe) İngilizceye “Anne Frank’in Hatıra Defteri” ismiyle çevrildi.

The post Anne Frank Nerede? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kuralları yıkan ünlü moda tasarımcı Vivienne Westwood hayatını kaybetti https://gazetekarinca.com/kurallari-yikan-unlu-moda-tasarimci-vivienne-westwood-hayatini-kaybetti/ Fri, 30 Dec 2022 08:42:59 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=236150 Punk hareketinde önemli bir rol oynayan ve alanında öncü addedilen İngiltereli moda tasarımcısı Dame Vivienne Westwood, hayatını kaybetti. Aktivist kimliği ile de bilinen Westwood, kadın ve LGBTİ+ hakları, iklim krizi ve daha pek çok konuyu podyuma taşıdı. İngiliz moda tasarımcısı Vivienne Westwood, 81 yaşında Londra’da hayatını kaybetti. Westwood’un sahip olduğu moda evi tarafından Twitter üzerinden […]

The post Kuralları yıkan ünlü moda tasarımcı Vivienne Westwood hayatını kaybetti first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Punk hareketinde önemli bir rol oynayan ve alanında öncü addedilen İngiltereli moda tasarımcısı Dame Vivienne Westwood, hayatını kaybetti. Aktivist kimliği ile de bilinen Westwood, kadın ve LGBTİ+ hakları, iklim krizi ve daha pek çok konuyu podyuma taşıdı.

İngiliz moda tasarımcısı Vivienne Westwood, 81 yaşında Londra’da hayatını kaybetti.

Westwood’un sahip olduğu moda evi tarafından Twitter üzerinden yapılan açıklamada, “huzur içinde ve ailesinin yanında” yaşamını yitirdiği belirtildi.

1941 yılında Kuzey İngiltere’de dünyaya gelen Westwood, gençlik yıllarında ilk elbiselerini dikti.

Başladığı moda tasarımı eğitimini yarım bırakarak öğretmenlik yapmaya başladı. Punk müzik grubu Sex Pistols’un menajerliğini yapan Malcolm McLaren ile birlikteliği hayatında bir dönüm noktası oldu.

Moda dünyasında kuralları yıkan, farklılık yaratan tasarımları ile adını duyuran Westwood, 1970’lerin punk akımı ile modayı birleştirdi.

Westwood, 1970’li yıllarda punk ve yeni dalga stili ile adını duyurdu ve modanın en büyük isimlerini giydirdi.

Westwood ve McLaren birlikte Londra’da “Sex” adını verdikleri bir butik açtı. Westwood, 1981 yılında efsanevi “Korsan Koleksiyonu” (Pirat Collection) adlı defilesi ile moda dünyasına adını yazdırdı.

Westwood, non-binary tasarımları, sloganlı tişörtleri ve düzene karşı alaycı tavırlarıyla moda sahnesinde öne çıkan isimlerinden oldu.

İngiltere’nin en önemli moda tasarımcısı 

Kışkırtıcı ve bazen tartışmalı tasarımları ile punk estetiğini tanımlamaya başladı ve Westwood; tarihsel referansları, klasik terziliği ve romantik süslemeleri daha sert ve bazen açıkça politik mesajlarla harmanlayarak İngiltere’nin en ünlü moda tasarımcılarından biri haline geldi.

Punk kültürünü modaya dahil etmekte ve daha geniş kitlelere ulaştırma konusunda önemli bir rol üstlendi.

Çevre ve iklimi koruma konularında da aktifti 

Hayatının sonuna kadar siyasi faaliyetlerde bulunan Westwood, son yıllarda çevre ve iklim koruma konularında aktifti.

Westwood, kadın ve LGBTİ+ hakları, iklim krizi ve daha pek çok konuyu podyuma taşıdı.

No Man’s Land isimli web sitesinde düzenli olarak iklim adaleti ve sosyal adalet konuları üzerine yazdı. Geçen ay Van Gogh’un “Ayçiçekleri” tablosuna domates çorbası atan iklim aktivistlerine de destek beyanında bulundu.

Siyasi olarak da aktifti 

Siyasi olarak da aktif olan Westwood, keyfi tutuklamalara ve nükleer silahlara karşı faaliyetlere katılıyordu.

Westwood, moda sektörüne dahil olduğu ilk günlerden itibaren İngiltere monarşisinden alınan simgeleri tersine çevirerek politik olarak “doğru” bir şekilde yeniden tanımlamaya çalıştı.

Westwood, beraberindeki çok sayıda sanatçı ile birlikte İngiltere’nin Avrupa Birliği’nde kalmasını savunan bir açık mektuba da imza attı.

WikiLeaks internet sitesinin kurucusu Juilian Assange’ın Londra’daki Amerika Birleşik Devletleri’ne iade davası sırasında Assange’a destek verdi.

‘Dame’ ünvanı verildi

Modaya katkılarından dolayı Westwood’a 2006 yılında İngiltere’de “Dame” unvanı verildi.

Bir tüketim karşıtı olan Westwood, 2010 yılında şunları söyledi:

İnsanlara sadece kıyafet almayı bırakın diyorum. Bu yaşam bize hediye edilmişken neden onu korumayalım? Yıkımın kaçınılmaz olduğu tavrını benimsemiyorum. Bazılarımız bunu durdurmak ve insanların hayatta kalmasına yardımcı olmak istiyor.

‘Modanın devrimci ve isyancı gücü’

Westwood’un ölümü siyaset, sanat ve moda dünyasında üzüntüyle karşılandı. Londra’daki sanat ve tasarım müzesi Victoria ve Albert Müzesi, Westwood’u “modanın devrimci ve isyancı gücü” olarak nitelendirdi.

İngiliz Kültür Bakanı Michelle Donelan da “olağanüstü bir kişilik” olarak tanımladığı Westwood’un punk tarzı ile 1970’lerde yeni bir stil yarattığını hatırlattı.

Donelan Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, Westwood hayatı boyunca “kendi değerlerine bağlı kaldı” dedi.

Ölümünün ardından model Karen Elson, Instagram’da şunları yazdı:

Kadınlık, cinsiyet kavramlarını yerle bir etti ve modanın iklim açısından daha iyi işler yapmasını talep eden ilk kişilerden biri oldu. Şimdiye kadar tanıştığım, en zahmetsiz, en orijinal insanlardan biriydi. Moda, sanat ve kültür camiası; nasıl giyindiğimizi ve ne giydiğimizi şekillendiren devasa bir kadının kaybının yasını tutacak.

HABER MERKEZİ

The post Kuralları yıkan ünlü moda tasarımcı Vivienne Westwood hayatını kaybetti first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Edebiyatçılara sorduk: 2022’de en çok beğendikleri kitaplar https://gazetekarinca.com/edebiyatcilara-sorduk-2022de-en-cok-begendikleri-kitaplar/ Fri, 30 Dec 2022 04:50:21 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=235121 “Bin farklı kişi tarafından okunmuş olan bir kitap, bin farklı kitaptır” der Andrey Tarkovsky. Kitabın gücüdür belki de bu, farklı insanlarda yarattığı farklı tatlar. Kirazın Tadı gibi. Biz de günler yeni bir yıla doğru yürürken, edebiyatçılara sözü vererek 2022 yılı içinde okuyup beğendikleri kitaplardan birkaçını bizlerle paylaşmalarını istedik. Sözü onlara bırakıyoruz… Aslı Tohumcu Selçuk Baran […]

The post Edebiyatçılara sorduk: 2022’de en çok beğendikleri kitaplar first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bin farklı kişi tarafından okunmuş olan bir kitap, bin farklı kitaptır” der Andrey Tarkovsky.

Kitabın gücüdür belki de bu, farklı insanlarda yarattığı farklı tatlar. Kirazın Tadı gibi.

Biz de günler yeni bir yıla doğru yürürken, edebiyatçılara sözü vererek 2022 yılı içinde okuyup beğendikleri kitaplardan birkaçını bizlerle paylaşmalarını istedik.

Sözü onlara bırakıyoruz…

Aslı Tohumcu

  • Selçuk Baran – Toplu Öyküler
  • Sevgi Soysal – Tante Rosa, Yürümek
  • Adnan Özyalçıner – Panayır-Sur
  • Nazlı Eray – Monte Kristo

2022 benim yeniden okuma yılımdı. Selçuk Baran’ın Toplu Öyküleri’ni, Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sı ile Yürümek’ini, Adnan Özyalçıner’in Panayır-Sur’unu sayacağım o yüzden. Bu üç yazarı, kendimi “olgun” olarak tanımlamaya başladığım bir çağda tekrar okumak çok iyi geldi bana. Bu yazarların ve kitaplarının geçmişte bana kattıklarıyla bugün kattıkları arasında öyle farklar var ki! Yazar olarak Türkçenin imkanlarını bir kez daha idrak ettim diyebilirim. Okuyucu olarak kendimi daha az yalnız, daha kalabalık hissettim.

Selçuk Baran’ın hikayelerinden taşan kadınlar ve yalnızlık, Sevgi Soysal’ın ironisi ve hüznü, kadınlığı ve insanlığı önümüze serişi ve daha neler neler… Uzatmayayım, bana hangi kökten filizlendiğimi gösterdi bir kez daha. Özellikle Sevgi Soysal müthiş bir coşku verdi bana; hem okuyucu hem de yazar olarak.

Adnan Özyalçıner ilk ustam olduğu için bile çok kıymetli benim için. Daha çok fırın ekmek yemem gerektiğini hatırlattı bana. Ayrıca Panayır-Sur, bu yıl yaşadığım kişisel kayıplara da merhem oldu.

Nazlı Eray’ın Monte Kristo öyküsünü, bu sene kaç kere tekrar okudum kim bilir. Hiçbir defasında da pişman olmadım.

Abdullah Ataşçı

  • Eka Kurniawan – Kaplan Adam, Güzellik Bir Yaradır (Domingo Yay.)
  • Murat Uğurlu – Aydınlıkta Saklanıyorum (Everest Yay.)
  • Murat Çelik – Kışın Herkes Dürüsttür (Everest Yay.)
  • Şeyda Apaydın – Gece Sütü (Arte Yay.)
  • Gamze Efe – Yine de Bir Şansımız Olmalı (Everest Yay.)
  • Mustafa Orman – Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye (Everest Yay.)
  • Devrim Koçak – Nergis Hanım Hakkında Bazı Şeyler (Everest Yay.)
  • Francine Prose – Bir Yazar Gibi Okumak: Kitapseverler ve Kitap Yazmak İsteyenler İçin Bir Kılavuz (Kırahhane)

Bu yıl gerek yeni gerekse önceki yıllarda basılan pek çok kitabı okuma fırsatım oldu.

2022, Eka Kurniawan’ı keşfettiğim bir yıl oldu öncelikle. Seda Çıngay Mellor’un çevirdiği Kaplan Adam romanı kurgusu ve anlatımıyla okuru şaşkına çeviriyor. Roman, dünyanın uzak bir köşesindeki Endonezyalıları, hayalî bir coğrafyanın içinde konumlandırarak anlatıyor. Marquez’i okurken nasıl ki Kolombiya’nın bize sanıldığı kadar uzak bir yer olmadığını düşünüyorsak Kurniawan’ı okurken de binlerce kilometre uzaklıktaki Endonezya’nın yanı başımızda olduğuna inanıyoruz.

Kaplan Adam’dan sonra yazarın en önemli kitabı sayılan ve Türkçeye 2017 yılında Emre Gözgü tarafından çevrilen Güzellik Bir Yaradır’ı da zaman kaybetmeden okudum. Büyülü anlatımını, uzak olaylar arasındaki çetrefilli ilişkileri basite indirgemedeki başarısını görmem açısından önemli bir okumaydı bu roman. Baş karakteri Dewi Ayu’nun başından geçen olaylar silsilesini takip ederken bir yandan da Endonezya’nın coğrafyasını, sömürge olarak atlattığı nice badireleri, uzun yıllar nasıl talan edilmeye çalışıldığını da okuyoruz.

Bu yıl Murat Uğurlu’nun Aydınlıkta Saklanıyorum kitabı Türkçede yayımlanmış en iyi öykü kitabıydı bana göre. Hikâyeleri kadar dilindeki sahicilik ve akıcılıkla ve aynı zamanda atmosfer yaratmaktaki başarısıyla Murat Uğurlu’yu okumak iyi deneyimdi.

Dilin bozularak veya eksiltilerek de bir hikâyenin başarılı şekilde anlatılabileceğini göstermesi açısından Murat Çelik’in Kışın Herkes Dürüsttür adlı kitabı, başarılı bulduğum başka bir öykü kitabı oldu.

Şeyda Apaydın’ın Gece Sütü ve Gamze Efe’nin Yine de Bir Şansımız Olmalı adlı kitapları bu yıl yayımlanan dikkate değer ilk öykü kitapları arasında saymam gerekir.

Mustafa Orman’ın, mülteci, yurtsuzluk, yoksulluk, çaresizlik ve kıstırılmışlık meselelerini farklı bir bakış açısı, çatallı bir kurgu ve tasarruflu bir dille yazdığı Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye romanı bu yıl yayımlanan nitelikli romanlardandı.

Yine Devrim Koçak’ın Everest Yayınları İlk Romanı Ödülü’nü alan Nergis Hanım Hakkında Bazı Şeyler kitabı da okuduğum iyi romanlar arasındaydı.

Okur yetiştirmekten çok yazar yetiştirmeye odaklandığımız bu zamanda Seda Çıngay Mellor’un çevirdiği Francine Prose’un Bir Yazar Gibi Okumak: Kitapseverler ve Kitap Yazmak İsteyenler İçin Bir Kılavuz adlı kitabı da yakın okumanın inceliklerini göstermesi açısından önemli bulduğum kurgu dışı kitaplardan.

Eylem Ata Güleç

  • Annie Ernaux – Seneler, Boş Dolaplar (Çeviri: Sinem İdeme, Can Yay.)

2022 Nobet Edebiyat Ödülü’nü alan Annie Ernaux, kitaplarında, insanı günlük yaşantısına etki eden, zevklerini ve beğenisini şekillendiren hatta yaşamını sekteye uğratan politik atmosfer içinde anlatıyor. Ayrıca Earnaux romanlarında, özellikle Seneler’de, daha önce benzerine rastlamadığım bir anlatı dili kuruyor. Kişisel olanı toplumsal olanla iç içe ve birbirine dolaşık biçimde kurguluyor. Metnin akışında dönemin politik atmosferi, fon olarak görülüp arka planda bırakılmadan, karakterin hayatına etkileriyle birlikte ilerliyor. Eanaux romanlarının başarısının diğer yönüyse bence yazarın içe bakışının gücüdür. Derin bir içe bakış sayesinde kendi geçmişinden çekip çıkardıklarını kurgu koridorundan geçirerek anlatısını evrensel boyuta taşıyor.

  • Rachel Cusk- Geçiş, Övgü, Diğer Ev (Çeviri: Lâle Akalın, YKY)

Rachel Cusk adını andığım üç kitabında birbirinden farklı konular anlatmasına karşın kitaplarında ortak, belirgin ve öne çıkan ‘durarak anlatmak’ şeklinde tabir edeceğim bir yan var. ‘Durarak anlatmak’ ya da ‘duraklı dil’ diye formüle etmeye çalıştığım yazarın anlatma biçimidir. Cusk bahsettiği şeyin yanında duruyor. Dönen bir topaca bakarmışçasına her tarafını psikolojik açıdan inceliyor ve okuruna da betimliyor. Cusk metinlerinde psikolojik süreçlerin çokça yer aldığını ancak yazarın kaleminin bunu romanlarına oldukça iyi nüfuz ettirdiğini söyleyebilirim. Teorik ya da eklektik bir hal almadan karakterlerin ruhsal durumunu betimleyen modern dili ve kurgusu nedeniyle bu yıl okuduklarım arasından öne çıkan bir yazar Rachel Cusk.

  • Kâmil Erdem – Şu Yağmur Bir Yağsa, Bir Kırık Segâh, Yok Yolcu (Sel Yay.)

Günümüz öykücülerinden Kâmil Erdem’in Şu Yağmur Bir Yağsa adlı öykü kitabını yayımlandığı sene okumuş ve yazarın yeni kitaplarını da merakla beklemiştim. Bir Kırık Sêgah yazarın ikinci öykü kitabı olarak yayımlandı. Bu yıl epeyce ödül alan Yok Yolcu benim de bu senenin en başarılı bulduğum öykü kitaplarından. Erdem’in kitaplarında ‘bakışın dolaşması’ öykünün taşıyıcı iskeleti gibi işlev görüyor. Yapıyı sağlamlaştırıyor. Anlatılan diğer unsurlar bu sayede rahatlıkla taşınabiliyor. Yazarın ülkede olup bitenleri kurgusuna incelikle işlediğini ve benim Kâmil Erdem öykülerini sevmemin bir nedeninin de bu olduğunu söylemek isterim. Örneğin Yok Yolcu’da Sıradan Bir Akşam öyküsü; “Yarın yapılacak işleri sıraladım. Nasılsa kovulmayıp hâlâ çalışan bir arkadaş hastaneye yatmış, ziyaret edilecek. Nezarethaneden adliyeye götürülecek arkadaşlar için adliye önünde bulunulup, yalnız olmadıkları hissettirilecek. Üç yıl önce bir bombayla yok edilen insanlar için içlerinden birinin mezarı başında anma toplantısı düzenlenecek. Kahvede bir grup öğrenciyle alternatif ders yapılacak.” Bu paragraftan önceki kısımlarda okurun bakışı ev içinde dolaştırılarak anlatıcının hayattaki yeri belirgin şekilde betimlendiği için ertesi gün yapılacaklar listesi yerine doğallıkla oturuyor.

  • Mıgırdiç Margosyan – Gavur Mahallesi, Biletimiz İstanbul’a Kesildi (Aras Yay.)

Bu yıl kaybettiğimiz Mıgırdiç Margosyan’ın kitaplarını da bu yıl tekrar okuma istediği duydum. Margosyan’ın anlattıklarında, öykülerinde ‘bizim buraların’ sesi, kokusu samimiyetle hissediliyor. “Dicle’nin etrafi bostan/Bir ziyan gelmez dosttan/Aklım başımdan gidi/ Yari düşındığım an.” Özlediğim çocukluk anılarım canlanıyor. Onun gibi başında hamur leğeniyle fırına gitmişim gibi oluyorum. Babam işten eve dönmüş avluda tulumbadan çektiğim suyla elini yüzünü yıkıyor. Tabii burada Margosyan’ın okumalarının gül bahçesi vaat ettiği anlaşılmasın. Ermeni ve Müslüman toplumunun bir aradalığı iddia edildiği gibi huzurlu ve ideal bir tablo değildir. Pek çok kültürel fark, çelişki ve geçimsizlik söz konusudur. Ve Margosyan bunları da anlatmaktan imtina etmez. Mesala Dacik (Müslüman) çocukların papaza karpuz kabuğu fırlattığını, çoğunluk mensuplarının türlü türlü baskıcı davranışlarını da okuyoruz ustanın öykülerinde.

Murat Özyaşar

  • Jonas Hassen Khemiri – Kardeşlerimi Arıyorum (Pegasus Yay.)

“Korku ve titreme”yi bambaşka bir biçimde sunabildiği ve güzel aksak ritmi ıskalamadığı için.

  • Sebastian Haffner – Bir Alman’ın Hikâyesi (İletişim Yay.)

Adım adım gelen Nazizmi ve faşizmi korkunç güzel bir üslupla çok içeriden aktardığı için.

  • Annie Ernaux – Babamın Yeri (Can Yay.)

“Otososyobiyografi”nin güzel hikâyesi, yazıya olan inancı ve sadakati, durup bakmayı, bakıp idrak etmeyi ustalıkla becerebildiği için.

  • Latife Tekin – Zamansız (Can Yay.)

Cür’et etmekten çekinmediği ve şiirden vazgeçmediği için.

  • Cemed Loma – Darbuka Solo (İthaki Yay.)

Yeni bir şiirin müjdesini verdiği için.

  • Abdülhak Şinasi Hisar – Fahim Bey ve Biz (Everest Yay.)

Bir dönemin duyuş ve kavrayışını geniş çapta ele aldığı için ve eşyayla, rüyayla, hakikatle kurduğu o güzel yanlışlar için.

Mine Söğüt

 

  • Han Kang – Vejetaryen (April Yay.)

İnsan olmaya dair en sert meseleler ve son derece şiirsel bir kurgu.

  • Vigdis Hjorth – Miras (Siren Yay.)

‘Aile’ ahlakını, ilişkilerini en çarpıcı yerden sorgulatarak aktarması etkileyici ve tabii ki otobiyografik olması da.

  • Süreyya Berfe – Yavaş Yavaş Bilemiyorum (YKY)

Süreyya Berfe hala yazan ve hala çok güzel yazan bir şair.

  • Latife Tekin – Zamansız (Can Yay.)

Dili de kurgusu da benzersiz. Tabii ki anlattığı aşk da.

  • Michel Surya – Ölüm Uğraşı: Georges Bataille (Alfa Yay.)

Sevdiğim yazarların başında gelen Bataille’in çarpıcı hayat hikayesini anlatıyor.

Murat Uyurkulak

Bu yıl yoğun olarak hatırat ve tarih okuduğum için listem şöyle şekillendi:

  • Derya Bengi- Sazlı Cazlı Sözlük (4 Cilt, YKY)
  • Gençay Gürsoy – Bir Hayat Üç Dönem (İletişim Yay.)
  • Gün Benderli – Su Başında Durmuşuz (İletişim Yay.)
  • Elif Atalay/Pakrat Estukyan – Fesi Düşürmeden (İletişim Yay.)
  • Halim Spatar – Bir Yanımız Hep Çocuk Kaldı (İletişim Yay.)
  • Sosi Antikacıoğlu – Geçmişimden Sesler ve Renkler (İletişim Yay.)
  • Nabi Kımran – Ne Geçmiş Tükendi Ne Yarınlar (İletişim Yay.)

The post Edebiyatçılara sorduk: 2022’de en çok beğendikleri kitaplar first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Ne, Nerede, Ücretsiz? https://gazetekarinca.com/ne-nerede-ucretsiz-4/ Thu, 29 Dec 2022 14:20:43 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=235771 ‘Ne Nerede Ücretsiz’ sorularının yanıtlarını öğrenmeye hazır mıyız? Öyleyse ne duruyoruz? Hemen başlayalım. 29 Aralık ile 4 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek kültür sanat etkinlikleri Ceylan Gültekin’in sunumuyla videomuzda.

The post Ne, Nerede, Ücretsiz? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Ne Nerede Ücretsiz’ sorularının yanıtlarını öğrenmeye hazır mıyız?

Öyleyse ne duruyoruz? Hemen başlayalım.

29 Aralık ile 4 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek kültür sanat etkinlikleri Ceylan Gültekin’in sunumuyla videomuzda.

The post Ne, Nerede, Ücretsiz? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Rolling Stone’un seçimiyle: 2022’nin en iyi 20 dizisi https://gazetekarinca.com/rolling-stoneun-secimiyle-2022nin-en-iyi-20-dizisi/ Mon, 26 Dec 2022 09:35:50 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=234869 Rolling Stone dergisi, 2022 yılının en iyi dizilerini listeledi. 20 yapımın belirlendiği listenin zirvesinde “Reservation Dogs” var. Listeyi baştan sona doğru paylaşıyoruz. Reservation Dogs (Hulu) Better Call Saul (AMC) Atlanta (FX) Barry (HBO) Severance (Apple TV+) The Bear (Hulu) High School (Freevee) What We Do in the Shadows (FX) Pachinko (Apple TV+) Andor (Disney+) Star […]

The post Rolling Stone’un seçimiyle: 2022’nin en iyi 20 dizisi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Rolling Stone dergisi, 2022 yılının en iyi dizilerini listeledi. 20 yapımın belirlendiği listenin zirvesinde “Reservation Dogs” var. Listeyi baştan sona doğru paylaşıyoruz.

  • Reservation Dogs (Hulu)
  • Better Call Saul (AMC)
  • Atlanta (FX)
  • Barry (HBO)
  • Severance (Apple TV+)

  • The Bear (Hulu)
  • High School (Freevee)
  • What We Do in the Shadows (FX)
  • Pachinko (Apple TV+)
  • Andor (Disney+)

  • Star Trek: Strange New Worlds (Paramount+)
  • Russian Doll (Netflix)
  • Abbott Elementary (ABC)
  • Better Things (FX)
  • Ramy (Hulu)

  • Los Espookys (HBO)
  • The Patient (Hulu)
  • This Is Going to Hurt (AMC+)
  • Sort Of (HBO Max)
  • Somebody Somewhere (HBO)
KÜLTÜR SERVİSİ

The post Rolling Stone’un seçimiyle: 2022’nin en iyi 20 dizisi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
IndieWire’a göre 2022’nin en iyi 25 filmi https://gazetekarinca.com/indiewirea-gore-2022nin-en-iyi-25-filmi/ Sun, 25 Dec 2022 07:30:47 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=234660 En prestijli sinema sitelerinden biri olan IndieWire, geride bırakmaya hazırlandığımız 2022 yılının en iyi 25 filmini belirledi. Ruben Östlund’un yönettiği ‘Triangle of Sadness’ın son sıradan giriş yaptığı listenin ilk sırasında ise Charlotte Wells imzalı ‘Aftersun’ yer alıyor. IndieWire ekibinin hazırladığı listeyi baştan sona doğru paylaşıyoruz. Aftersun (yön. Charlotte Wells) TÁR (yön. Todd Field) Everything Everywhere […]

The post IndieWire’a göre 2022’nin en iyi 25 filmi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
En prestijli sinema sitelerinden biri olan IndieWire, geride bırakmaya hazırlandığımız 2022 yılının en iyi 25 filmini belirledi. Ruben Östlund’un yönettiği ‘Triangle of Sadness’ın son sıradan giriş yaptığı listenin ilk sırasında ise Charlotte Wells imzalı ‘Aftersun’ yer alıyor. IndieWire ekibinin hazırladığı listeyi baştan sona doğru paylaşıyoruz.

  • Aftersun (yön. Charlotte Wells)
  • TÁR (yön. Todd Field)
  • Everything Everywhere All at Once (yön. Daniels)
  • The Banshees of Inisherin (yön. Martin McDonagh)
  • Decision to Leave (yön. Park Chan-wook)
Aftersun
  • All the Beauty and the Bloodshed (yön. Laura Poitras)
  • Top Gun: Maverick (yön. Joseph Kosinski)
  • Nope (yön. Jordan Peele)
  • The Fabelmans (yön. Steven Spielberg)
  • After Yang (yön. Kogonada)
Everything Everywhere All at Once
  • RRR (yön. S.S. Rajamouli)
  • All that Breathes (yön. Shaunak Sen)
  • Benediction (yön. Terence Davies)
  • EO (yön. Jerzy Skolimowski)
  • Glass Onion: A Knives Out Mystery (yön. Rian Johnson)
TÁR
  • Saint Omer (yön. Alice Diop)
  • Funny Pages (yön. Owen Kline)
  • Corsage (yön. Marie Kreutzer)
  • Resurrection (yön. Andrew Semans)
  • Return to Seoul (yön. Davy Chou)
Decision to Leave
  • Jackass Forever (yön. Jeff Tremaine)
  • Beba (yön. Rebeca Huntt)
  • Fire Island (yön. Andrew Ahn)
  • Descendant (yön. Margaret Brown)
  • Triangle of Sadness (yön. Ruben Östlund)
KÜLTÜR SANAT
  Variety dergisi seçti: Tüm zamanların en iyi 100 filmi

The post IndieWire’a göre 2022’nin en iyi 25 filmi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Variety dergisi seçti: Tüm zamanların en iyi 100 filmi https://gazetekarinca.com/variety-dergisi-secti-tum-zamanlarin-en-iyi-100-filmi/ Sat, 24 Dec 2022 08:39:19 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=234654 Sinema dergisi Variety, tüm zamanların en iyi 100 filmini seçti. yazar, editör ve eleştirmenlerden oluşan 32 kişinin belirlediği listenin ilk sırasında Alfred Hitchcock imzalı “Psycho” yer aldı. Listenin tamamını paylaşıyoruz. Psycho (1960) The Wizard of Oz (1939) The Godfather (1972) Citizen Kane (1941) Pulp Fiction (1994) Seven Samurai (1954) 2001: A Space Odyssey (1968) It’s […]

The post Variety dergisi seçti: Tüm zamanların en iyi 100 filmi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sinema dergisi Variety, tüm zamanların en iyi 100 filmini seçti. yazar, editör ve eleştirmenlerden oluşan 32 kişinin belirlediği listenin ilk sırasında Alfred Hitchcock imzalı “Psycho” yer aldı. Listenin tamamını paylaşıyoruz.

  1. Psycho (1960)
  2. The Wizard of Oz (1939)
  3. The Godfather (1972)
  4. Citizen Kane (1941)
  5. Pulp Fiction (1994)
  6. Seven Samurai (1954)
  7. 2001: A Space Odyssey (1968)
  8. It’s a Wonderful Life (1946)
  9. All About Eve (1950)
  10. Saving Private Ryan (1998)
  11. Singin’ in the Rain (1952)
  12. Goodfellas (1990)
  13. The Rules of the Game (1939)
  14. Do the Right Thing (1989)
  15. Sunrise: A Song of Two Humans (1927)
  16. Casablanca (1942)
  17. Nashville (1975)
  18. Persona (1966)
  19. The Godfather 2 (1974)
  20. Blue Velvet (1986)
  21. Gone With the Wind (1939)
  22. Chinatown (1974)
  23. The Apartment (1960)
  24. Tokyo Story (1953)
  25. Bringing Up Baby (1938)
  26. The 400 Blows (1959)
  27. Bonnie and Clyde (1967)
  28. City Lights(1931)
  29. Double Indemnity (1944)
  30. The Empire Strikes Back (1980)
  31. Network (1976)
  32. Vertigo (1958)
  33. 8½ (1963)
  34. Stagecoach (1939)
  35. The Silence of the Lambs (1991)
  36. On the Waterfront (1954)
  37. Annie Hall (1977)
  38. Lawrence of Arabia (1962)
  39. Some Like It Hot (1959)
  40. Fargo (1996)
  41. The Wild Bunch (1969)
  42. Moonlight (2016)
  43. Shoah (1985)
  44. L’Avventura (1960)
  45. Titanic (1997)
  46. Notorious (1946)
  47. Mean Streets (1973)
  48. The Piano (1993)
  49. The Texas Chain Saw Massacre (1974)
  50. Breathless (1960)
  51. Apocalypse Now (1979)
  52. The General (1926)
  53. In the Mood for Love (2000)
  54. The Road Warrior (1981)
  55. Pather Panchali (1955)
  56. Rosemary’s Baby (1968)
  57. Brokeback Mountain (2005)
  58. E.T. the Extra-Terrestrial (1982)
  59. Vagabond (1985)
  60. Moulin Rouge! (2001)
  61. The Passion of Joan of Arc (1928)
  62. Dazed and Confused (1993)
  63. Bambi (1942)
  64. Carrie (1976)
  65. A Man Escaped (1956)
  66. Paris Is Burning (1990)
  67. Bicycle Thieves (1948)
  68. King Kong (1933)
  69. Beau Travail (1999)
  70. 12 Years a Slave (2013)
  71. My Best Friend’s Wedding (1997)
  72. Breaking the Waves (1996)
  73. Intolerance (1916)
  74. My Neighbor Totoro (1988)
  75. Boogie Nights (1997)
  76. The Tree of Life (2011)
  77. Goldfinger (1964)
  78. Jeanne Dielman, 23, quai du Commerce, 1080 Bruxelles (1975)
  79. Waiting for Guffman (1996)
  80. Pixote (1980)
  81. The Dark Knight (2008)
  82. Parasite (2019)
  83. Kramer vs. Kramer (1979)
  84. Pan’s Labyrinth (2006)
  85. Natural Born Killers (1994)
  86. Close-Up (1990)
  87. The Sound of Music (1965)
  88. Malcolm X (1992)
  89. Belle de Jour (1967)
  90. The Shining (1980)
  91. Scenes From a Marriage (1974)
  92. Pink Flamingos (1972)
  93. Le Samouraï (1967)
  94. Bridesmaids (2011)
  95. Toy Story (1995)
  96. A Hard Day’s Night (1964)
  97. Alien / Yaratık (1979)
  98. Women on the Verge of a Nervous Breakdown (1988)
  99. 12 Angry Men (1957)
  100. The Graduate (1967)
KÜLTÜR SANAT

The post Variety dergisi seçti: Tüm zamanların en iyi 100 filmi first appeared on Gazete Karınca.

]]>