Tarih 23 Kasım 2022, yer Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi. O gün mahkemede görülen tek dava; 28 Kasım 2015’te Dört Ayaklı Minare’nin kurşunlardan yorgun düşmüş ayakları önünde. çatışmalara son verilmesi ve savaşa karşı barış çağrısı yaptığı sırada katledilen Avukat Tahir Elçi’nin davasının 6. duruşması görüldü.
Dosya aynı zamanda Tahir’in katledilmesine dakikalar kala, 2 polis memurunun da katledildiği bir dosya. Tesadüfler zinciri gibi sunulan bu kanlı seyir oyununda, kendilerini ancak kurşunla var edebilenlerin halka canlı yayınla izlettirdikleri vahşi bir senaryo. Senaryoda kurşunların ve kamera arkası ses ve görüntü kayıtlarının yok edilmesi ise her zamanki kanlı seyrin bir parçası.
Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, olay yerinde bıraktıkları kokularını silmeleri imkansız. Öyle bir koku ki bu, sahipleri katillerin canlı hayaleti gibi gezinerek, yıllar sonra yargılamanın yapıldığı adliye koridorlarına, salonlarına kadar sızıp kendini hissettirmekte de hiçbir beis görmez.
Ki onlar, katilden daha katil olmanın zevkini yaşayarak, adalet ve barış isteyenleri esir alıp soluksuz, nefessiz bırakıp susturacağını sanacak kadar kendinden geçmiş haldedir. Ama bu kendinden geçiş, çok zaman yanılgıyla son bulur Diyarbakır caddeleri sessiz bir sel olup adalet ve barış istemiyle akıp süpürdükçe o kokuyu, katillerin kendinden geçişi bir yanılgıya dönüşür, sonra korku ve endişeye bırakır kendini. Aynen İstanbul’da Hrant Dink’in ardından olduğu gibi.
Kolay değil! Dünyanın en saf ve dokunulmaz çığlık ile isyanıdır; adalet ve barış! Bu çığlık arttıkça katiller, cinayetlerinin altında daha bir ezilir ve korkuları daha bir artar!
Öyle ki 5 yıl sonra açılan davanın iddianamesi davayı iki celsede bitirmeye ayarlanmış olsa da, o çığlık seli, katillerin ensesinde kendini hissettirerek, mahkeme salonunu doldurup taşırıyor. Yok etmeyi unuttukları delillerin ortaya saçılması, ya da ortaya çıkacak tanıkların onları yargılatma korkusu ise her celse daha çok hissediliyor, ifşa ediliyor.
Nasıl etmesin ki? Tahir’in katledilmesine siyasi bir cinayet diyen Mit, Jandarma, Emniyet, Ordu istihbaratıyla birlikte kendisine bağlı dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun dinlenmesini kabul eden mahkeme, ardından yaptığı hatayı fark etmiş olacak ki, bir sonraki duruşmayı da beklemeden, tarafların yokluğunda duruşma açarak, savcılığın talebi üzerine, Davutoğlu’nun dinlenmesinden vazgeçmişti.
Ne güzel değil mi? Nereden tutsan elinde kalacak tel, tel dökülen bir dosya ve yargılama süreci. Cinayetin kendisi yetmezmiş gibi yargı süreci de, canlı yayında işlenen bir taammüden cinayete dönüşüyor.
Tüm bunlar son celsede teşhir edilince, mahkeme heyetinin başkanı adeta taraflara ve mahkeme salonuna küser gibi çekip gitmez mi? Salonu dolduran müdahil vekillerine, baro başkanlarına ve davayı izlemeye gelen yurttaşlara duruşmanın bittiğini bildirme görevi ise mahkeme mübaşirinde!
‘Duruşmanın bittiğini, herkesin salonu boşaltması’ gerektiğini duyuran mübaşir, bir nevi “karar” deklare etse de, salon öyle kolay boşalır mı? Onca usulsüzlüğe rağmen Türkiye ve Dünya’nın dört bir yanından gelmiş yüreği adaletle yananlar, sabırla bu saçmalığın sona ermesini beklemiş. Nihayetinde saçmalığa son veren heyet, yeniden duruşmaya başlayarak, katilleri açığa çıkaracak talepleri bir kez daha ret ederek duruşmayı sonlandırır! Bir sonraki duruşmayı ise hem Cumhurbaşkanlığı, hem de genel seçimlerin yasal tarihi olan Haziran 2023’ün sonrasına erteler. Yani duruşma aynı zamanda HSK’nın hakim ve savcıların görev yeri değişikliği genelgesini yayınlamasından sonraki bir tarih olan 5 Temmuz’a ertelenir.
Tarafsız ve bağımsız olmadıkları için müdafi ve müdahil avukatlarca 2 kez ret edilen hakimler aslında nasıl bir davaya baktıklarını biliyorlar. O yüzdendir ki, yıkık binayı ayakta tutan o tuğlayı çekip almamayı ve mevcut duvarı korumayı yeğliyorlar. Halbuki o tuğla çekilip alınsa, hasarlı o duvar yıkılıp yerine daha güçlü, özgür, bağımsız ve tarafsız yargı organlarıyla yeni ve dürüst bir yargı işleyişi inşa edilse, barış içinde ve daha adil bir ülkede, güvenle hep beraber yaşayıp gideceğiz. O harap duvar, üzerine sinen katillerin kokusu ile üzerimize çökmeden bunu başaracağız.
Erdal Doğan kimdir?
1973 Erzurum doğumludur. 1991 yılı İstanbul Haydarpaşa Anadolu Teknik Lisesi (Elektronik Bölümü), 1998 yılı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur, 2003-2005 yıllarında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde insan hakları hukuku alanında yüksek lisans yapmıştır.
İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat olarak 23 yıldır yoğunluklu olarak yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, azınlık hakları, işkence mağdurları, kadının insan hakları ve çocuk hakları ihlalleri alanında serbest avukatlık yapmaktadır.
17 yıl İstanbul Barosu meslek içi ve staj eğitim merkezlerinde Avrupa Hukuku, Ceza Hukuku, Ceza Usul Hukuku, Uygulamada Ceza Avukatlığı ve Sanık Hakları alanlarında dersler vermiştir.
Hukukçu ve insan hakları aktivisti olarak: Geçmiş tarihte işlenmiş ve halen işlenmekte olan insanlığa karşı suçlarla cezai, sosyolojik, tarihsel ve hukuki bakımlardan yüzleşilmesi için farkındalık yaratma temalı ulusal ve uluslararası çeşitli etkinliklerin katılımcısı ve organizatörüdür.
“Hitit Hukuku- Belleklerdeki “Kayıp”, “Sanık Hakları ve Uygulamada Müdafilik”, “Vukuatlı Resmi Kimlik “Sözlüğü” ve 8 hukukçu ile birlikte kaleme aldıkları “Parçalanmış Adalet” adlı kitapları bulunmaktadır.
Gündemdeki insan hakları ihlalleri, güncel siyaset ve hukuk uygulamalarını ele alan, çeşitli dergi, günlük gazete ve sitelerde yayınlanmış çok sayıda makaleleri bulunmaktadır.