Madencilik sektörü 2022 yılında tüm hızıyla talan tahribata devam ederek, enerji sektörünü de geçerek ekolojik kırımda şampiyon oldu. Kısa bir anekdot ile detaylandırmak gerekirse; madencilik yapılan alanda onlarca tür yok oluyor, kalanlar göçertiliyor ve yaşam alanları yok ediliyor; bu nedenle yarattığı tahribat ekolojik kırım sayılmaktadır. Tabii madenciliğin bu şampiyonluk koşusu Mazıdağı’nda, Akbelen’de, İkizköy’de, İkizdere’de, İliç’de, Kazdağları’nda ve daha onlarca yerde direnişin başlamasına ve ekolojik bilincin gelişmesini beraberinde getirdi.
Ekoloji mücadelesinin en önemli handikaplarından biri sermayeye bakış açısıdır. İyi ya da kötü sermaye yoktur. Sermayenin mavi, yeşil ya da kırmızı olması üzerinden yapılan muhalefet yetersiz ve yanlıştır. Küresel ya da yerli sermaye ayrımı eksiktir. Sermaye kazanç artırmak için ne kadar kırım-yıkım varsa yapmaktan beis duymaz. Yerelin isteği ve bilgisi dışında yereller hakkında alınacak merkezi kararlar kabul edilemez. Ve hatta buradaki madene dair çalışmaları yerelde yaşayanların kurduğu kooperatiflerce yapılması doğru olacaktır.
Tüm dünyada sermaye gittikçe bütünleşerek küçük sermayeyi kendine katarak ilerler. Bu tekel olmanın kaçınılmaz sonucudur. İlk adım olarak küresel madencilik sektörünün bir ülkeye girebilmesi için yerel sermaye ayağına ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın nedeni ise kanun, yasa ve diğer bürokratik meselelerin daha kolay çözülmesi ve yerli olarak daha kolay kabulüdür. Böylece global ölçekte sömürü ağını kurmuş, yerel sermayeyi küresel alana taşımış olacaktır.
70’lerin sonunda başlayan kapitalist sistem krizini aşmak için liberal ekonomi politikalarına geçmiştir. Bu geçişte anahtar kelime özelleştirmedir. Tüm ülkelerde sermayenin önünü açan bu adımlar bugün de devam etmektedir. Türkiye’deki madencilik sektörünün bu denli talanı da bu neoliberal politikaların sağladığı özelleştirmelerden ayrı düşünmemek gerekir.
Bu özelleştirme çalışmaları kapsamında 2022 yılında binlerce maden ruhsatı verildi; her şehir her kasaba her köy, dağ, dere, tepe ve hatta oturduğumuz evin altındaki alanların bir maden şirketince ruhsatlandırılarak devir edilmiş olma olasılığı çok yüksektir. Yerin üstü sizin ise altı da kamunundur, ama kapitalist sisteme göre bu kamu halk değil sermayedir.
Tarım yaptığımız toprak, temel yaşam varlığımız su, hava, orman ne varsa madencilik sektörünün hizmetine sunulmaktadır. Sermayenin kazancı artırma hırsı insan ve insan dışı tüm canlı yaşamı yok etmeye yemin etmişçesine saldırılara devam etmektedir.
Madenciliğin görünen yüzü; kum, taş, mermer, kömür olsa da petrol, kaya gazı, altın ve daha birçok cevher madencilik sektörünün çalışma alanı oldu. Yerin altının her metrekaresini pazarlayan bir iktidar ve beslendiği sermaye ile karşı karşıyayız. Adını bile duymadığımız yüzlerce maden için ruhsatlandırma çalışmaları yapılarak yaşam alanlarımız ipotek altına alınmaktadır.
Bizler şeker, demir çelik, yem fabrikalarına ağlarken buzdağının görünmeyen yüzünü kaçırmaktayız; toprağımız, havamız, suyumuz ve tüm yaşam alanlarımız madencilik adı altında ellerimizden alınmaktadır.
Likit olan fosil yakıtlarda yatay olarak 2-3 km’den hatta daha uzak bir mesafede sondajlama yöntemi ile yerimizin altındaki varlıklarımızın sömürüsü en büyük tehlikelerden biridir. Özellikle kaya gazı ve petrol ürün ve türevlerinde kullanılan bu yöntemle bizler duymadan onlar talanlarını yapmaktadır.
Özellikle madencilik sermayesinin bilmesi gereken onlar sömürüde şampiyon olsa da ekoloji mücadelesi yürütenleri doğasını, toprağını, havasını, suyunu ve yaşam alanlarını sahiplenme-koruma ve buna dair birlikte yaşama inancı onların tozunu attıracaktır. Yaşam alanlarımızı terk edin.
Ve ‘Kazma bırak’ diyoruz.
Güner Yanlıç kimdir?
Ekoloji aktivisti, yazar.