Giriş
2022 yılının en önemli siyasi olaylarından biri Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza ve sonrasındaki gelişmeler. Bu dava ve sonuçları sadece 2022’yi değil, 2023 yılındaki seçimler başta olmak üzere birçok siyasi gelişmeyi tetikleyecek, etkileyecek ve hatta belirleyecek güçte görünüyor.
Peki iktidar ve ortağı, İmamoğlu’nun iki yıl önce İçişleri Bakanının kendisine sarf ettiği bir söze cevaben söylediği aşikâr olan bir kelimeden yola çıkarak sudan sebeplerle yargıyı yönlendirerek bu davayı neden açtırdı, bu dava ile ne elde etmek istiyor?
Cumhur İttifakı’nın amacı
İmamoğlu’na yapılan organize hukuksuz operasyonun iki amacı var: Birinci amaç, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemektir. Çünkü yönetenlerin hedefi her ne pahasına olursa olsun iktidarlarını daim etmek, sürdürmek olarak görünüyor. Ancak İmamoğlu bu hedefe ulaşmayı engelleyen en önemli siyasi aktördür. Bu yüzden ondan siyaseten korkuluyor. Çünkü İmamoğlu İstanbul’da onları iki kez yenmişti, gene yenebilirdi. En azından halk böyle düşünüyor. O halde onu engellemeleri gerekirdi! Siyaseten yenemedikleri İmamoğlu’nu hukuku sopa gibi kullanarak engelleyebilirlerdi, onlar da bunu yaptı. Hem de adaletin ayaklar altına alınmasına, toplumun tepkisine aldırmadan bunu yaptılar. İktidarda kalmak için her türlü hukuksuzluğu mubah sayarak, her yolu deniyorlar.
Fakat şunu hemen belirtelim, iktidar kısa vadede İmamoğlu’nu köşeye ittiğini sansa bile orta ve uzun vadede onun siyasi kariyerini inşa ederken ihtiyaç duyacağı argümanları da ona kendi elleriyle vermiş oldu. Artık her lidere gerekli olduğu gibi İmamoğlu’nun da büyük bir hikayesi var.
Yargı bu kadar bağımlı olur mu?
Yargı belki cumhuriyet dönemi boyunca tam bağımsız olmadı ama hiçbir dönem bu kadar bağımlı da olmadı. Tek adam rejimine dönüştürdüğü sistemi sürdürmek isteyen Erdoğan üçüncü kez hakkı olmadığı halde gene hukuku yerine göre ciddiye alıp yerine göre es geçerek aday olacak, ancak bu da yetmez, devletin bütün olanaklarını kullanarak başta kalmaya çalışacak. Bunun için korktuğu rakiplerini oyunun dışına atmaya, elimine etmeye çalışıyor.
Millet İttifakı cephesinde baştan beri cumhurbaşkanlığı adaylığı için üç kişinin adı geçiyor: Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Mansur Yavaş. Erdoğan. Kılıçdaroğlu’nu yenerim, İmamoğlu’nu engellerim, Yavaş’la uzlaşırım şeklinde bir hissiyata sahip olduğunu her fırsatta belli ediyordu zaten.
Kanımca yanlış bir hesapla, Kılıçdaroğlu’nu yenerim diye düşünen Erdoğan, bu nedenle karşısına Kılıçdaroğlu çıksın istiyor. O zaman meseleyi ve mücadeleyi AKP-CHP çekişmesine çevirip, muhafazakâr seçmen üzerinden yürüyerek amacına ulaşacağını düşünüyor. Bunun için İmamoğlu’nu engel görüyordu, bu engelli de yargı sopasını kullanarak gidermek istedi(ler) ve bunu halkın gözünün içine baka baka yaptı(lar). Bu kararın ilk amacı budur.
Zira İmamoğlu onları İstanbul’da iki kez yenerek psikolojik üstünlüğü ele geçirmişti. Ayrıca hem Kürt seçmenden hem de muhafazakarlardan aynı anda oy alabilecek aday olarak öne çıkmıştı. Yanı sıra genç, karizmatik biri olarak iş başına geldiği günden beri İstanbul’da fark yarattı, toplumun kahir ekseriyetinin gönlüne taht kurdu. Kamu vicdanında mahkûm olan kararla önünü kestiklerini sanıyorlar. Fakat bu da yetmedi onlara.
Verilen ceza iktidarın tam işini görmüyor
Birinci amaç tam tatmin etmedi cumhur ittifakını, o yüzden ikinci hukuksuz hamleyi hemen ardından başlattılar. İkinci amaç iki ayak üzerine oturuyor ve bu yüzden daha önemli ve çetrefillidir. Bunun birinci ayağı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni ele geçirmektir. Bunun da iki anlamı var: Birincisi psikolojiktir. Nitekim Erdoğan kendisi demişti; ‘İstanbul’u alan Türkiye’yi alır’ diye. Mefhum-u muhalifinden bakarsak şu da söylenebilir, İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder. Erdoğan ve iktidarı, İmamoğlu’nu oyunun dışına atmakla bir amacın hasıl olduğunu düşünüyordu, ama amaç tam hasıl olmamıştı, çünkü İmamoğlu hâlâ İstanbul Büyükşehir Belediye başkanıydı. Bu durumda hem bu psikolojik üstünlük sürüyordu hem de seçimde kullanmayı hayal ettikleri İstanbul’un olanaklarından mahrumdu iktidar, o halde bir hamle daha yapılmalıydı, nasıl olsa yargı ellerindeydi ve onu istedikleri gibi kullanıyorlardı.
Diğer bir deyişle İstanbul Belediyesini ele geçirmek istiyorlar, hatta mümkün olursa seçimden önce bunu yapmayı deneyecekler. Ama bu iş o kadar kolay değil tabi… Nitekim İmamoğlu iddiasını hâlâ sürdürüyor ve beklemedikleri bir direnişle karşılaşmışlardı. O yüzden hemen diğer kartlarını devreye soktular. Son olarak İçişleri Bakanlığı’nın İstanbul Belediyesi hakkında terörle iltisaklı ve irtibatlı kişileri istihdam ettiği gerekçesiyle hazırladığı bir raporu Başsavcılığa sunması bundandı. Bunun bir davaya dönüşmesini bekliyorlar. Bu atraksiyonu İmamoğlu’nun yolunu kesmek için iktidarın her türlü mekanizmayı işleteceğinin bir göstergesi olarak okumak lazım. Peki böyle bir durumda, gelecek tepkiler onları ürkütmüyor mu?
Aslında kurt dumanlı havayı sever misali bunu da kullanacaklardır. Buna gelecek şiddetli tepkileri kendilerince (yapabilirlerse) bir karışıklığa dönüştürerek bunun üzerinden ilerlemek isteyeceklerdir sanırım. Zira bunu ülke dışında denediler ama olmadı. Tamamen seçime endeksli Suriye ve Yunanistan’la göstermelik de olsa bir savaş çıkarmak yoluyla denediler fakat ABD ve Rusya engeline takıldılar.
Şimdi dışarıda yapamadıklarını içeride İmamoğlu operasyonu ile deneyecekler. 2015 Haziran seçimleri sonrasında denediler, muhalefetin yetersizliği ve basiretsizliği sonucu Kasım’da amaçlarına ulaştılar. Şimdi de tekrar denemek isteyeceklerdir.
Bu hukuksuzluklara karşı ne yapılmalı?
Oturup ülkeyle, hukukla istedikleri gibi oynamalarına seyirci mi kalacağız? Yoksa hukuksuzluğun bir yol olmasına geçit vermeyecek miyiz? Şimdi o meşhur sözü hatırlamanın tam zamanıdır: Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır. O halde bunun bir haksızlık olduğunu düşünenlerin, kendileri için, çocuklarının geleceği için, ülkenin geleceği için bir şeyler yapması gerekir.
Mamafih, bunlar işin bir tarafı! İşin diğer tarafında ise iktidarın arzu etmediği neticeler var. Bunların başında, İmamoğlu’nun siyasi tesir alanının genişlemesi geliyor. Emrindeki yargıyı kullanarak iktidarın 2023 seçimleri için İmamoğlu’nu taca çıkarmaya çalışması ne kadar doğruysa, gelecekte iktidar adına bunun ters tepme ihtimalinin yüksek olduğu da o derecede doğrudur.
Çünkü İmamoğlu bu süreçte iyi bir liderlik gösterdi ve oyunu kurallarına göre oynadı; aleyhindeki karara eyvallah etmedi, boynunu uzatıp kesilmesini beklemedi. Aksine siyasi bir karara siyasi bir hamleyle karşılık verdi; yerinde bir liderlik göstererek bir tweet’le on binlerce insanı Saraçhane’de topladı, altı muhalefet liderini etrafında bir araya getirdi, hepsinin desteğini aldı. CHP Meclis Grubu’na davet edildi, ayakta alkışlandı. Sonrasında Soylu’nun müfettiş oyununu bozmak için Saraçhanede Altılı Masa’nın hukuk kurmaylarıyla birlikte ona tarihi bir cevap verdi. İmamoğlu, zaten kendini “bir belediye başkanından ötesi” olarak görüyor ve öyle konumlandırıyordu. İktidar, bu kararıyla onun bu konumunu tahkim etti.
Daha neler yapılabilir?
Bunlar yetmez, daha neler yapılabilse yapılmalı. Cezayı kesinleştirmek ve kayyum ya da başka bir yola başvurmaları karşısında meşru bir hak olan toplumsal itiraz şimdiden örgütlenmeli. Çünkü şimdiden İmamoğlu’nun nasıl ve ne zaman görevden alınacağını TV’lerde tartıştırarak olayı sıradanlaştırmaya çalışıyorlar. Bu vahim tablonun behemehal önüne geçilmelidir. Bunun da iki ayağı var. Biri hemen şimdi yapılacaklardır; diğeri de mahkemenin ilerlemesine bağlı olarak yapılacaklardır.
Hemen şimdi, İstanbul’da ve Türkiye sathında İmamoğlu’na destek ziyaretleri, destek toplantıları tertiplenmeli. Çeşitli kurumlar, STK temsilcileri, demokratik kitle örgütleri, kanaat önderleri Başkanı Saraçhane’de ziyaret ederek desteklerini belirtmeli ve bunu ilan etmeli. Bu çerçevede İstanbul’daki illerden bu temsilciler yoluyla destek ziyaretleri yapılmalı. Bu Anadolu’nun diğer illeriyle devam etmeli. Gerekirse bu buluşmalar Anadolu’da sürdürülmelidir… Bu mesele sadece İmamoğlu meselesi değil, bu artık Türkiye’nin haksızlığa ve hukuksuzluğa direnmesinin meselesidir, İmamoğlu da bunun sembolü haline geldi. Altılı Masa’nın seçim kazanması da bu sorunu nasıl aşacağına bağlıdır.
Krizi iyi yönetmek önemli
İmamoğlu bu krizi ve mağduriyeti iyi taşımalı ve bu krizi iyi yöneterek fırsata çevirmelidir. Liderler böyle zor zamanlarda ortaya çıkar, parlar ve halkın gönlünde sarsılmaz taht kurarlar. İmamoğlu’nun 2019 seçimlerinde kullandığı “Kimsenin hakkını yemem ama kimseye de hakkımı yedirmem” sözünün gereğini şimdi yapmanın zamanıdır.
Bu noktada büyük düşünmeli oynanan oyun bozulmalı, boşa çıkarılmalıdır. Söz konusu olan 16 milyon İstanbullu ile beraber demokrasiye gönül vermiş Türkiye toplumunun büyük çoğunluğudur. İmamoğlu bunu yaparak onların hakkını hukukunu koruduğunu göstermeli, hissettirmeli ve onlara bu duyguyu geçirmelidir. Bu bir hak hukuk meselesi olduğu gibi yeni Türkiye’nin nasıl olacağının da göstergesi olacaktır.
Bunu yapamazsak kötü sonuçlarla karşılaşabiliriz, zira her mağduriyetten bir zafer çıkmaz. Erbakan’ın mağduriyeti kendisine ve başbakanlığına mal olurken Erdoğan’ın mağduriyeti onu başbakanlığa ve cumhurbaşkanlığına taşıdı. O yüzden bu mağduriyeti hafife almadan ve altında ezilmeden vakarla taşımalı, İmamoğlu’nun şahsında mağdur olanın İstanbul’la beraber Türkiye olduğu bilince çıkarılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki lider toplumun gücünü ve enerjisini kullanarak, onu bir hedefe yönlendirerek toplumsal amaçların gerçekleşmesine aracılık eden kişidir. Böyle vesileler de kriz anlarında ortaya çıkar. Şimdi İmamoğlu ve Altılı Masa bu krizi iyi yönetebilirse onların amaçlarını kursaklarında bırakarak seçimde kesin bir zafere ulaşabilir. Bu konuda cesaret, liderlik ve duruş önemli işlev görecek, topluma güç ve umut verecektir.
Genel Başkan olarak Kılıçdaroğlu aday olursa ona ancak Türkiye’nin beşte bir seçmenine sahip İstanbul ve İmamoğlu kazandırabilir. İstanbul’da bir aile yok ki Anadolu’da yakını olmasın, Anadolu’nun 80 ilinde yaşayan her bir ailenin mutlaka İstanbul’da bir akrabası, bir yakını vardır. Bu da İstanbul’u Türkiye’yle özdeşleştiriyor. O yüzden ‘İstanbul’u alan Türkiye’yi alır’ sözü bir kez daha doğrulanmış oluyor. Bu nedenle adayın her şeyden ve herkesten çok İmamoğlu’na ihtiyacı olacak.
Ahmet Özer kimdir?
Van’da doğdu, Van Atatürk Lisesi ikinci sınıf öğrencisiyken Hakkâri Lisesine sürgün oldu, 1977 yılında Diyarbakır Lisesinden mezun oldu. 1980’de Van Eğitim Enstitüsü’nü, 1986 yılında Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünü birincilikle bitirdi, aynı üniversitede Sosyoloji Bölümünde yan dal yaptı.
Hacettepe Üniversitesi’nde “Sosyoloji”, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde ise “Bilim ve Siyaset Felsefesi” alanında olmak üzere iki mastır yaptı. 1995 yılında Hacettepe Üniversitesinde Sosyoloji Doktoru unvanını aldı.
Güneydoğu Anadolu Projesi’nde (GAP) çalıştı. 1989 yılında hazırlanan meşhur Kürt Sorunu Raporu’na katkıda bulundu. Merkezi Diyarbakır’da olan GAP Belediyeler Birliği’nin kuruluşunu gerçekleştirdi, Genel Sekreterliğini ve Yönetim Kurulu üyeliğini yedi yıl yürüttü. Almanya, İtalya, İsrail, Filistin, Kazakistan ve Azerbaycan’da inceleme ve araştırmalarda bulundu, bu çalışmaları kitap olarak yayınlandı.
1997 yılında doktora sonrası ABD’nin sekiz eyaletinde demokrasi, insan hakları, başkanlık sistemi ve sosyolojik konularda araştırma ve incelemelerde bulundu ve bu çalışmalarını daha sonra profesörlük tezi olarak sundu. 1999 yılında Mersin Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi doçenti oldu.
2001 yılında YÖK tarafından Isparta SDÜ’ye sürgün edildi, bir yıl sonra geri dönmeyi beklerken üniversite ile ilişiği kesildi. YÖK aleyhine açtığı davayı 2004 yılında kazandı, tekrar üniversiteye geri döndü.
Milliyet, Radikal, Özgür Gündem, Cumhuriyet gibi gazetelerde yazı ve makaleleri yayınlandı. Birçok ulusal ve uluslararası toplantı tertipledi, kongre ve sempozyumun düzenleme kurulu başkanlığını yaptı. Bugüne kadar yayınlanmış 150 ulusal ve uluslararası bilimsel makalesi, 350 civarında bildirisi ve 36 adet kitabı bulunuyor. Çok sayıda ödülü bulunan Özer, dört dil biliyor.