Seçim süreci resmen başladı. Beraberinde çok farklı gerekçelerle de olsa seçim sonuçlarını daha da önemlisi TBMM aritmetiğini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyebilecek tartışmaların da hız kazandığına hatta hız kazandırıldığına, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, tanıklık ediyoruz. Kaygımız her geçen gün biraz daha artıyor. Umarız, 14 Mayıs 2023 gecesi hep birlikte “keşke” demek zorunda kalmayız. O gece, dilek anlatan cümlelerin başına getirilerek ‘ne olurdu’ anlamında özlem ya da pişmanlık bildiren bu sözü kullanmak zorunda kalmak istemediğimiz için de başlık dâhil olmak üzere, gecikmiş olmama umudumuzu koruyarak, konuyu genel hatlarıyla ele alacağız.
Seçim sürecine doğru giderken cumhur ve millet ittifakları dışında kalan sol, sosyalist ve demokrat siyasi parti, yapı ve çevrelere ilk ısrarımız; üçüncü bir seçeneğin varlığının bu ülkenin halklarına, işçi ve emekçilerine, kadınlarına, gençlerine, LGBTİ+’lerine, köylülerine, küçük esnafına, engellilerine özetle ezilen ve ötekileştirilmişlerine gösterilmesi, onları da kapsayabilecek şekilde kurulmasıydı. Böylece, kurulacak ilk seçim sandığında, geniş toplum kesimleri nezdinde hem AKP-MHP iktidarının sonlandırılmasının hem de ülkeyi toplumsal yararı önceleyerek, yaşanan sorunları olabildiğince azaltabilecek, yeniden yapılandırmayı hedefleyebilmenin mümkün olduğunun umut ve heyecanının yaratılması ve büyütülmesinin önünün açılabileceği düşüncesiydi.
HDP’nin Ocak 2022’de doğrudan ilgililerine yaptığı bir çağrı ile önce “demokrasi ittifakı” olarak adlandırılan bir araya geliş, 25 Ağustos 2022 tarihinde “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın kuruluşunu getirdi. Bir kongre partisi olarak HDP bileşenlerinin yanı sıra, EHP, EMEP, SMF, TİP ve TÖP bu adımla yalnızca seçimlere yönelik değil, seçim sonrasında ülkenin yeniden yapılanmasında da birlikte tutum alacaklarını paylaşarak umut ve heyecan yarattılar. Öyle ki bu tutum benzer kaygıları taşıyor olmalarına karşın, bu ittifakın dışında kalan yapıların da birlikte tutum alacakları birlikteliğe vesile olabildi. O günlerden başlayan toplumsal umut ve heyecan yakın zamana kadar da büyüyerek geldi.
Öncelikle hem depremzedeler hem toplumun büyük bir bölümü için Şubat 2023’de yaşanan depremlerin felâkete dönüşme nedeni olarak, ulus ötesi ve ulusal sermaye sahiplerinin de gereksinimleri doğrultusunda AKP-MHP iktidarının icraat ve işbirlikleri görünür ve kabul edilir hale geldi. Devam eden günlerde de benzerlerinin bir daha yaşanmaması için iktidarın değişmesinin. Ancak, yalnızca bu kadar değil. Yanı sıra, her türlü engellemeye karşın, büyük özveriyle toplumsal dayanışmanın önünün açılması, gereksinimlerin karşılanma çabası ve olabildiğince karşılanması. Bunu yaparken takılan tutum, kullanılan dil ve sağlanan organizasyon hem yaralara merhem oldu hem de umut yarattı. Seçimler sonrasında yeniden yapılanacak ülkede kendilerinin de ekonomik, sosyal ve kültürel olarak eşit ve özgür birer yurttaş olabilmelerinin mümkün olabileceğinin umudunu. Bunun için de “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın kendi özgünlüğüyle mecliste olabildiğince çok sayıda milletvekiliyle temsil edilmesinin ve bu yapılanmaya etkili müdahalesinin gerekliliği.
Şubat 2023 depremlerinin toplumsal felâkete dönüştürülmesinin hesabını sorabilmek için önümüzde büyük bir sınav var. Bu sınavdan önce hem “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın bileşenlerinin hem de dışındaki sosyalist, sol parti ve yapıların Aralık 2022 ve öncesi Türkiye’yi ve kendi durumlarını öncelikle gözden geçirmeleri gerekiyor. Ardından, 2023’ün depremlere kadar olan dönemini ve sonrasında da seçimin kaçınılmaz hale geldiği bugünlere kadar olan günleri önce üç ayrı dönem olarak, sonrasında da bir bütün olarak. Zaman dilimleri olarak, önce parçalardan bütüne ulaşalım ardından da bütünden hareketle bu zaman kesitlerini-parçaları yeniden değerlendirelim. Hem kendimizi hem içinde yer alınan ittifakı hem de ittifak dışındaki yapıları. Ancak, bunu yaparken “eser düzeyde” bir zamanı da kamuoyunda son günlerde bu derece görür olmamızı sağlayan araçlara ulaşma olanağının neden daha önceleri sağlanmadığını düşünmeye de ayıralım.
Hükümetin bir yıl önce hazırladığı ve hükümlerinin 14 Mayıs’ta geçerli olacağı yeni seçim yasasının kendi zayıflığını olabildiğince telâfi etmeye ve muhalefeti kaybettirmeye yönelik tuzaklarla dolu olduğunu biliyoruz. Bu tuzakları bilmek kadar boşa çıkarmanın aynı şekilde önemli olduğunu da. Bizleri, kazanımlarımızla-yenilgilerimizle her daim tarihi yapanları, tarihi yazanlardan farklı sorumluluklarla ödevlendiren bu tercihimizin sınandığı günlerdeyiz.
Büyüyen umudumuz ve heyecanımızla sayı olarak da çoğalırken, bunun sandığa nasıl yansıyabileceği sorusunun yanıtını da yine tarihsel ve bilimsel bilgiye dayalı olarak vermeliyiz. Öngörümüz yalnızca son birkaç ayda hatta haftada yaşananlara, görünenlere dayalı olmamalı. Bu ülkede seçmenin sandığa kadar olan davranışı ve tutumu ile sandık başına gittiğindekinin benzer olmadığı bilgisini gözden kaçırmamalıyız. Kaçırmanın bedeli yalnızca yaratacağı sonuç(lar)a neden olan(lar) için değil, Türkiye halkları ve toplumsal geleceğimiz için de telâfisi çok uzun zaman alacak kayıplara neden olacaktır. Beraberinde, son bir yıla yakın bir süredir yaygınlaşan, Türkiye solu ve sosyalistlerinin bu toplumun bu ülkenin geleceğinin tek umudu olduğunun geniş toplum kesimlerinin belleklerinden silinmesinin nedeni de olabilecektir. Keşke olmasa.
“Keşke”mizi şimdi söyleyip, 14 Mayıs’ta söylemeye gerek kalmaması umut ve isteğiyle…
Onur Hamzaoğlu kimdir?
Gülhane Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Halk Sağlığı ile Epidemiyoloji uzmanlık eğitimlerini tamamladı. 1988 yılından itibaren tabip odaları ve TTB’nin komisyon ve kollarında çalıştı. Dilovası’nda sanayinin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkartılması için bilimsel çalışmalar yürüttü ve Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabını hazırladı. Barış Akademisyenlerinden olduğu için Eylül 2016’da KHK ile üniversiteden çıkartıldı. Kurucuları arasında yer aldığı Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) ve Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu üyesidir.