Şubat Kürt kültüründe çile olarak adlandırılır, çile adını kırk sayısından alır. Kışın en soğuk kırk günüdür.
İşte kırk günün altısında karanlık, şafağa yer açarken önce sokak, sonra ağıldaki hayvanlar gelen kıyameti haber verircesine koro halinde avazı çıktığı kadar bağırmaya başladılar. Sonrası ölüm korkusunun orta yerinde milyonlarca insanın bağırması ile birlikte binaların yerle bir olması anıdır.
Sabahın erken saatinde kız kardeşim telefonla aradı, “Abi Adıyaman’da deprem olmuş ve çok insan enkazda kalmış, Mehmet amcanın kızı Birgül ve beş çocuğu da enkaz altında kalmış.” Misafir olduğum evden acele ile kalktım, hemen televizyonu açtım, sadece Adıyaman değil, Pazarcık merkez olmak özere on ilde etkili olmuş. Telefona sarıldım, aileyi ve tanıdıkları aradım, ancak telefonlar sürekli meşgul çaldı. İnatla haber almaya çalıştım, ancak sağlıklı haber almak mümkün olamıyordu. Gitmek için uçak ve otobüslerden yer aradım, bulamadım.
İkinci gün beş arkadaş ile özel bir araçla gece yola çıktık, yollar çok kalabalık ve petrol satış merkezleri kuyruklarla doluydu. Benzin alan her araç birkaç bidon da doldurarak yola devam ediyordu. Biz de aynısını yaparak yolumuza devam ettik.
Maraş topraklarına girdiğimizde yolların yer yer yarıldığını ve yer yer de çöktüğünü gördük. Bazen tek şeritten, bazen normal yoldan devam etik. Sabahın ilk saatinde Pazarcık’a vardık. Merkez üssü olmasına rağmen yıkılan bina sayısı azdı. Ayakta olan binalar ise hayalet gibiydi. İnsan öldürmediği için sevindik.
Adıyaman Gölbaşı’na girdiğimizde depremin korkutucu resmini görmeye başladık. Binalar yerle bir olmuş, enkazlarda acının feryatları arşa çıkıyordu. Bina enkazlarında ciddi bir çalışma yoktu. Aileler ve teknik aletlerden uzak kişiler enkaz üstünde yakınlarını çıkarmaya çalışıyorlardı. Hava soğuk ancak yağışlı değildi. Yanımızda getirdiğimiz su, ekmek ve hazır yiyecekleri ihtiyacı olanlara dağıtarak Adıyaman merkeze hızla varmaya çalıştık. Pazarcık ve Gölbaşı’nda konuştuğumuz depremzedelerden, birinci ve ikinci günün fotoğrafının çok daha kötü olduğunu öğrendik.
Adıyaman merkeze üçüncü gün saat 15.00 civarında vardık, ilk şokumuzu trafik nedeniyle yaşadık. Bir güvenlik çalışanının yönlendirmesi ile şehir içine güç bela girdik. İlk girdiğimiz mahalle Karapınar Mahallesi oldu. Gördüğümüz manzara karşısında şok olduk. Mahalle Adıyaman’ın orta derecede eski bir mahallesiydi. Genelde köylerden merkeze göç eden Alevi vatandaşların yaşadığı eski bir yerleşim merkezi idi. Binaların büyük kısmı yerde, kalanlar da yaşanmaz durumdaydı.
Adıyaman şehir merkezindeki ana caddelerdeki binalar, oteller, iş yerleri, camiler, kamu binaları yerinde yoktu. Hepsi enkaza dönmüştü. Enkaz başında teknik arama kurtarma ekiplerinden çok, komşu illerden gelen gönüllüler çalışıyordu.
Daha önce sinemalarda bile izlemediğim bir filmin içinde kendimi buldum. Sanki gördüklerimiz gerçek değil, yeni bir deprem felaketli film çevriliyor da herkes oyuncu. Birazdan o sahneden çıkacağız ve her şey eskisi gibi olacak. Ancak ne bir film sahnesi ne de bir rüya idi. Gördüğümüz ve duyduklarımız gerçekti.
Şoktan çıkıp kendimize geldiğimizde, nasıl ve nereden başlasak daha faydalı oluruz dedik ve işe koyulduk. Enkazda çalışan ve enkaz başında yakınlarını bekleyenlere sıcak bir çorba ve sıcak yemek ulaştırırsak iyi olacağına karar verdik.
Adıyaman ve Gerger derneklerinin ortaklaşa başlattıkları yardım kampanyası çerçevesinde Kahta’dan bir yemek şirketi ile anlaştık. Sabah akşam iki bin kişilik sıcak yemek siparişi verdik ve Adıyaman’a döndük. Sabah çorbamız araçla geldi, biz de tespit etiğimiz enkaz çevresinde bekleyen vatandaşlara dağıtmaya başladık. Akşama da yine aynı şekilde akşam yemeği hazırlatıp Adıyaman’a getirerek enkazlarda dağıtmaya devam ettik. Günlük yemek dağıtım programımız tüm zorluklara rağmen beşinci güne kadar aksamadan devam etti. Beşinci güne geldiğimizde artık enkaz yerlerine yakın seyyar aşevleri kurulmaya başlamıştı. Bir yandan da zaman buldukça bir gazeteci gözü ile yaşanmış zorlukları dinlemeye ve resmetmeye koyuldum. İlk olarak amcam kızı ve beş çocuğunun nasıl ve ne zorluklarla bir enkazdan çıkarılıp defin edildiklerini dinledim.
Deprem olduktan sonra amcam kızı Birgül, Gölbaşı’ndaki kardeşini aramış ve göçük altında beş çocuğu ile kaldığını bildirmiş. Ancak o da depremden nasibini almış ve kendi çabaları ile enkazdan çıkmış. Tüm o şaşkınlığına rağmen abisini ve akrabalarını aramış olayı bildirmiş. Kahta’dan akrabalarım köyden buldukları araç ve gereçlerle Adıyaman’a ulaşmış ve enkazda kalanları çıkarmaya başlamışlar. Birinci günün şafağı ve gündüzünü resmen bir kıyamet günü gibi geçirmişler. Depremin birinci günü üç erkek kardeşi ölü olarak çıkarmış ve Kahta’ya götürüp toprağa vermişler.
Tekrar Adıyaman’a dönerek iki kız çocuğu ve anneyi çıkarmaya çalışmışlar. İkinci günün öğlen saatlerinde anne ve iki kız çocuğa da ulaşmışlar. Ancak, birbirlerine sarılı halde, soğuktan donmuş halde çıkarabilmişler. Onları da Kahta’ya getirip toprağa vermişler.
Artık acı olağanlaşmıştı, çünkü ölüm, çoktan da fazla olmuştu. Kime sorsan ve arasan pişman oluyordun. O kadar can kaybı vardı ki kelimeler acıları hafifletecek ağırlıkta değildi. Bir şehir enkaz altında yok olmuştu. Kimse kimseyi soramaz haldeydi, herkes kendi acısına odaklanmıştı. Herkes yardım için çabalıyor, “kurtarın!” bağırmalarıyla çırpınıyor ve yardım verecek birilerini arıyordu. Yakın il ve ilçelerden gelen yardım ekipleri canla başla çalışıyorlardı, ancak araç ve gereç yetersiz, enkaz çok olduğundan istenileni ve istediklerini yapamaz hale gelmişlerdi.
Dördüncü günden sonra Adıyaman’ın çığlıkları nihayet duyulmuş ve birçok ekip enkazlara intikal etmişti. Ancak koordinasyon eksikliği olduğundan düzenli ve hızlı enkazlarda kurtarılmayı bekleyen canlara ulaşmakta geç kalıyorlardı. Diğer taraftan can ve mal güvenliği eksikliği birçok sorunu beraberinde getiriyordu.
Şu net söylenebilir ki eğer bölge halkı olmasaydı büyük olan felaket daha da büyüyerek katlanırdı. Halk adeta kaderine terk edilmiş, yağma, talan da tüm hızı ile devam ediyordu.
İnsanlar bulabildikleri tek katlı evlere, sağlam okullara, ahırlara ve barınaklara sığınmıştı. Ölü ve yaralısı olmayan kişiler kendi imkanlarıyla şehri terk etmişti. Elektrik, su, doğal gaz kesilmiş, şehir hayalet bir kente dönmüştü. Kent, acıların ağırlığında sesiz ve sedasız bir şekilde yanan ateşin etrafında umutla enkazlardan gelecek güzel bir haberi bekliyordu.
Dozer, hilti ve jeneratör gürültüsü insanlar için rahatsız edici olmaktan çıkmış, umut veren seslere dönüşmüştü. Ancak zaman zaman ‘sus’ komutu dozer ve hilti gürültüsünü kesiyor, sadece “kimse var mı, varsa ses ver, ses veremiyorsan bir yere sürt” bağırmaları huzur ve umut veriyordu.
Yıkılan sadece şehir merkezi değildi, ilçe ve köyler de aynı kaderi yaşamıştı. Adıyaman’ın birçok köyüne yardım ulaştırmak için gittim. En çok hasar gören köy Yayla Konak/Balyan’dı. Köy dağ köyü idi, hala dağlarda kar görünüyordu. Köy tamamen yıkılmış, can kaybı çok fazla olmuştu. Konuştuğum birçok köylü, 70 kadar can kaybı olduğunu söyledi. Dağ köyleri daha çok zarar görmüştü, nedeni yoların kapalı olması ve geç ulaşılmış olmasıydı.
Yine çok zarar gören 1100 metre yükseklikteki Sincik köylerine yardım amacı ile gittim. Yollar yeni açılmış, ancak dağlar hala kar altındaydı. Dağlardan adeta tonlarca ağırlıkta taşlar yağmış, yollar kapanmış, günlerce yardım ulaşamamıştı. Köylüler kendi imkanlarıyla yaralı, sağ ve ölülerini enkazdan çıkarmıştı. Sonra da hayvanlarını çıkarmıştı.
Anlatılanları dinledikçe şok üstüne şok yaşıyorduk. Kar, yağmur, dağdan kopan taşlar altında adeta kıyameti yaşamışlardı. Orta yaşlı bir depremzede Ramazan anlatıyor: “Dağlar sanki deniz dalgası gibi dalgalanıyor, taşlar yerinden koparak üzerimize geliyorlardı. Hayvan ve dağlardan çıkan sesler, insan sesini bastırmış, adeta kıyamet kopuyordu.”
Ardından köy muhtarı Murat anlatmaya devam ediyor: “O gece bir hastayı kasabaya götürmüştüm, geldiğimde geç olmuştu uyanıktım. Önce hayvanlar bağırmaya başladı, sonra kurtlar ve köpekler havlamaya başladı, ne oluyor dedim, ancak deprem aklıma gelmemişti. Yatağa girdim, yatar yatmaz sallanmayla uyandım. Evler hem alttan vuruyor hem sağa sola gidip geliyordu. Kalktım çocuklarımı dışarı çıkardım, diğer köylüler de aynı halde çoluk çocuk dışarıda yalınayak karın içindeydik.
Bu kıyamette çocukları ve kadınları arabalarla Sincik merkeze gönderdik. Biz erkekler kurtarma işine başladık. Elektrik gitmiş ancak telefonlar çalışıyordu. Karakol subayı ile iletişime geçtim var olan karakol jandarmaları da geldi ve dağınık olan köylerde kurtarma çalışmasına başladık. Sağ, yaralıları ve ölülerimizi çıkardık hastaneye gönderdik. İki gün yollarımız kapalı olduğu için Malatya ve Kahta’dan yardım gelemiyordu. Ancak jandarmanın çabaları sonuç vermiş, bize helikopterden erzak bırakıldı. Dağınık üç beş ev olan köylerimize ulaştık, az da olsa şokumuzu atlattık. Ölülerimizi toprağa verdik. Köyümüzde tek kat evler olduğundan fazla can kaybımız olmadı. Yine de 15 köylümüz hayatını kaybetti. Ancak evlerimiz yıkıldı, hayvanlarımız da telef oldu. Kızılay’ın ve sizin getirdiğiniz çadır ve erzaklarla yeniden hayata tutunmaya devam edeceğiz. Evlerimiz kontrol ediliyor yeniden yapılması için. Yardım elini uzatan herkese teşekkür ve saygılarımı sunuyorum.”
Birçok köyde durum aynıydı, evler yıkılmış, hayvanlar telef olmuştu. Kahta’nın baraja yakın köylerinden bir telefon aldık, soba ve erzak eksiği var dediler. Erzak ve soba tedarik ederek o köylere gittik. Birçok köyde evler yıkılmış neyse ki çok can kaybı olmamıştı.
Son köy olan Kevirquş’de ise yıkım fazlaydı ancak can kaybı azdı. Toplam olarak beş insanımız hayatını kaybetmişti. Can kaybının az olmasının nedeni köylerin düz ovada yerleşmesi ve evlerin tek kat oluşundandı. Tarihi birçok yer de yıkımdan nasibini almış. Adıyaman’ın tarihi Ulu Cami tamamen yıkılmış, eski Kahta’da bulunan Arsemya Kalesi’nin birçok duvarı da çökmüş durumda. Köyde ise tonlarca ağırlığında olan bir kaya yerinden oynamış, parçalanarak bir evin içine girmiş. Neyse ki taş evden dolayı fazla ilerlememiş, köylüler ölmekten kurtulmuş.
Özetlersem, Adıyaman, ilçeleri ve köyleri ile bir kıyamet yaşamış ve on binlerce vatandaş yaşamını kaybetmiş, on binlercesi yaralanmıştır. Kalanlar ise çaresiz bir şekilde acıları ile beraber kavrulmaktadır. Adıyaman merkezde binaların yüzde 20’si yıkılmış, yüzde 30’u ayakta ancak yıkılacak halde; yüzde 20’si de hasarlı ve ayakta ancak boş, kimse yaşamıyor.
Kalan sağlam binalar genelde az katlı olanlar ve yaşanır durumda. Samsat, Gölbaşı da aynı kaderi paylaşmış. Adıyaman’a yakın Kahta ayakta, birkaç bina yıkılmış 100’den az can kaybı var. Ancak yıkılacak birçok bina mevcut. Sağlam kalan çok katlı binalara ise kimse giremiyor. Gerger ve Çelikhan merkezde çok fazla zayiat yok.
Bir ayın sonunda acılar azalmadan, artarak devam ediyor. Nedeni hala eksikliklerin devam etmesi. Bu eksikliklerin başında kaldırılan enkazların altında kayıpların bulunamaması, enkazın yarattığı toz duman ve kimyasalların sebep olduğu hastalıklar. Barınmanın çözülememesi, temizlik, hijyen, yıkanma ve içme suyunun olmaması, kalıcı konutların belirsizliği. En önemlisi de, enkazdan çıkanlar toprağa verildikten sonraki acının kendini dayatması.