Günlerdir soruluyor; HDP’li seçmen, Kürt seçmen Kılıçdaroğlu’na oy verecek mi? Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP’lileri ziyareti ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nın aday çıkarmayacağı ilanının ardından yoğun olarak bu soru ile karşılaşıyoruz. Seçimin kritik seçmen grubunu oluşturan Kürt seçmen hakkındaki tartışmaların önemine binaen durumu şöyle özetlemek mümkün:
Daha önceki saha çalışmalarında Kılıçdaroğlu’nun ortak aday olması halinde HDP seçmeninin ortalama yüzde 70’i oy verebileceğini belirtse de AKP’ye oy vermeyecek olan Kürt seçmen içinde üç eğilim öne çıkıyor.
Birinci eğilim; “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı karşısında kim aday olursa ona oy veririm” diyor. Bu eğilim sahipleri oy verme davranışını Erdoğan karşıtlığı üzerine kurmuş bulunuyor ve “kim gelirse gelsin Erdoğan’dan/AKP’den daha kötü olamaz” söylemine sahip. Özel koşul aramıyor. Ortalama her 4 seçmenden 1’i bu duygu ile seçimlere motive oluyor.
İkinci eğilim; “Millet İttifakı adayına oy vermek isterim. Ama önce bu ittifak, Cumhur İttifakı’ndan farkını bana gösterebilmeli. Kürt meselesini çözecek mi? Nasıl çözecek? Ulusal/kimlik taleplerimi kapsayabilecek mi? Bu konudaki vaatlerini, çözüm güvencelerini duymak isterim” diyor. Her 5 Kürt seçmenin 3’ünü oluşturan bu kesimin ekseriyeti; oy verdiği parti olan HDP’ye dönük Millet İttifakı’nın sergileyeceği “tanıma” ve “işbirliği” hamlelerinden de etkileniyor, dışlayıcı, kriminalize edici, ötekileştirici hamlelerinden de etkileniyor. Bu kesim için Kılıçdaroğlu, adı geçen diğer adaylara göre en yakın buldukları aday konumunda. Ancak taleplerinin görünüp görünmeyeceğine dair güvence arayışını da elden bırakmıyor.
Üçüncü eğilim; “Ha Cumhur İttifakı, ha Millet İttifakı. Söz konusu Kürtler olunca ikisinin de yok birbirinden farkı” diyor. İktidarı onaylamayan ancak mevcut ana akım muhalefete de güven duymayan bu eğilim sahipleri Cumhurbaşkanlığı seçiminde protesto eğilimini öne çıkarıyor. Ortalama yüzde 15-16 bandına tekabül eden bu kesim tek partili, Erdoğanlı otoriterleşmiş Türkiye profilinin muhalefet için yeterince ders çıkarıcı olmadığına inanıyor. Özellikle HDP ile temas ya da Kürt meselesine dair çözüm tartışmalarında, sınır ötesi operasyon konusunda mevcut iktidar tutumu ile uyumlu bazen de gerisinde söylemlere rastladıkça protesto davranışında daha ısrarcı bir çizgiye çekiliyor.
Bu üç eğilimin, Millet İttifakı adayı lehine sandıktan reel ve blok oya dönüşebilmesi Millet İttifakı ve adayının tutumuna, söylemine, seçim süresince izleyeceği politikaya bağlı, güçlü bir olanak olarak duruyor.
Şimdi denecek ki Kılıçdaroğlu aday olduktan sonra HDP ile görüştü, Kürt meselesini Mecliste çözeceklerini söyledi, Kürtçeye dönük ayrımcı tutumları eleştirdi. Bu oy vermek için yetmez mi?
Hiç dolandırmadan söylemeliyim ki bu girişimler ikinci eğilim sahipleri için motive edici, üçüncü eğilim sahipleri için yetersiz bulunuyor. Öte yandan bu tür girişimlerin ardından Millet İttifakı siyasetini domine edici etkisi olan İYİ Parti’den gelen “dışlayıcı milliyetçi refleksler”, girişimlerin etki düzeyini aşındırıcı roller oynuyor. Hatta ikinci eğilim grubundan üçüncü eğilime doğru geçişlere vesile olabiliyor! Örneğin Kılıçdaroğlu’nun HDP ziyareti ardından İYİ Partili Yavuz Ali Ağıroğlu’nun HDP’yi kriminalize eden söylemi Kılıçdaroğlu’na oy verme olasılığını yüksek tutan Kürt seçmeni dahi irrite edecek, kaygılandıracak kimi etkilere neden oldu.
Partisi HDP’nin aday çıkarmama kararını Kılıçdaroğlu’na destek olarak okusa da Kürt seçmenin önemli bir kısmı için sözler değil güvenceler daha fazla önem kazanıyor. Geçmiş deneyimler, Millet İttifakı içindeki geleneksel milliyetçi-devletçi refleks, “Yeni Türkiye” kurgusunda şimdiye kadar Kürtlere ve Kürtlerin ağırlıklı temsil bulduğu siyasete eşit ve dönüştürücü bir özne olarak yer verilmemiş olması, Kürt seçmenin güvence beklentisini büyütüyor. En nihayetinde kendi oylarının belirleyici rol oynayacağı Millet İttifaklı bir hükümet sistemine Kürtler niçin oy versin sorusu hala tatmin edici yanıtlara kavuşmuş bulunmuyor.
Millet İttifakı ve adayının bu güvensizlik (güvencesizlik) halini gidermesi veya azaltması için Kürt meselesi ve Kürtlerin talepleriyle kurduğu ilişkiyi giderek daha somut ve kurumsal çerçevelere kavuşturması önemli bir adım olabilir. Kürt meselesinin çözümüne dair söylemlerin kişisel bir temenni olmaktan çıkıp ittifakın bir çözüm vaadi olarak çerçevelenmesi seçmenin oyunu gönül rahatlığı ile belirlemesine yol açacaktır. Zira aday belirlendikten sonra dahi “CHP, HDP ile görüşebilir ama bize getiremez” diyen bir ittifak üyesinin varlığı unutulmuş değildir.
Nihayetinde Kürt seçmenin oyu sadece Cumhurbaşkanını belirlemeyecek. Aynı zamanda o Cumhurbaşkanının dahil olduğu ittifakın hükümet kurma hakkı kazanmasını sağlayacak. Unutmayın ki politik talepleri olan ve bunun için uzun yıllardır süren bir mücadelenin parçası olan bu seçmen grubu için, faili meçhulleri ile ünlü 1990’ların siyaset etme anlayışını paylaşan, bir dönem içişleri bakanlığı yapmış Akşener’in, 2015 sonrası Sur’dan Toledo yaratma heveslisi Davutoğlu’nun yer aldığı bir hükümete oy vermek pek de kolay olmayacaktır.
Tüm bu anlatılanlardan referansla bu seçimde Kürt seçmenin tavrını ikili talep hanesi oluşturuyor. Hamit Bozarslan’dan ödünç alacağım kavramlarla söyleyecek olursam; Kürtler hem “değişim talebini” paylaşıyor hem de “demokrasi talebine” sahip bulunuyor. Değişim talebinin demokrasi talebini içerecek biçimde genişlemesi için ciddi çaba harcıyor, itirazlar geliştiriyor. Kürt meselesinin çözümüne ve ulusal kimlik taleplerinin karşılık bulmasına demokratikleşmede kilit rol atfediyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy davranışını değişim talebinin gücü belirleyecek iken, seçim sonrası sürecin demokrasi talebini karşılayacak biçimde dizayn olabilmesi için oy desteği ile kurulacak olası Millet İttifakı hükümetinden beklentilerine dair güvencelerini gözetiyor. Diğer yandan ise demokrasi talebinin en önemli seslendiricisi, taşıyıcısı ve müzakerecisi konumunda yer alan siyasetin (HDP/Yeşil Sol Parti) olabildiğince fazla sayıda vekil ile TBMM’ye girmesini arzuluyor…