24 Şubat’ta Rusya’nın, Ukrayna’ya yönelik olarak başlattığı işgal hareketiyle birlikte başlayan savaş, 57 gündür devam ediyor.
Tüm savaşlarda olduğu gibi bu savaşta da başta insanlar olmak üzere birçok canlı yaşamını yitiriyor, kentlere yönelik büyük bir yıkım gerçekleştiriliyor.
Milyonlarca kişi, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bırakılıyor ve büyük acılar yaşanıyor.
Savaş ve yarattığı sonuçlara ilişkin özellikle içerisinde yaşadığımız coğrafyanın insanlarına yani kendimize çok fazla anlatabileceğimiz bir şey yok.
Bu coğrafyanın tarih sayfalarındaki kalın yanı savaşlarla, yıkımlarla, kan, katliam ve soykırımlar ilgilidir.
Sadece son 50 yıldır Kürt sorunu nedeniyle bu topraklarda düşük yoğunluklu savaş yaşanıyor.
Milyonlarca kişi Kürt bölgelerinde doğdukları, büyüdükleri ve emek verdikleri yaşam alanlarını terk etmek zorunda bırakıldı.
90’lı yıllarda binlerce köy, devlet tarafından ‘Denizi kurut balık ölsün’ savaş yöntemiyle yakıldı/yıkıldı.
Bu coğrafya insanının yarım yüzyıldır süren düşük yoğunluklu savaş ortamının yanı sıra Orta Doğu coğrafyası zaten savaşların eksik olmadığı bir bölge.
Emperyalistlerin harita ile sınırlarını çizdiği Orta Doğu’da, savaşlar, işgaller, kıyımlar, katliamlar bitmek bilmiyor.
2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan savaş süreci, Irak başta olmak üzere kesintisiz olarak sürüyor.
Arap Baharı sürecinde yaşananlar, tüm belirginliğiyle hafızalarımızdaki yerini koruyor.
IŞİD’in, El Kaide’nin gerek emperyal güçler gerek Türkiye başta olmak üzere bölgesel güçlerden aldığı destek ile Irak’ı, Kürdistan coğrafyasını, Suriye’yi, Türkiye’yi adeta kan gölüne çevirmesi, Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdiği katliamlarda akıttığı kanın kokusu hala gitmiş değil.
Êzidilere yönelik soykırım saldırısı ve hala binlerce Êzidi kadının ve çocuğun IŞİD canilerinin elinde olması, dünyanın gözünü kapadığı bir sorun olarak önümüzde duruyor.
Orta Doğu coğrafyasında kısaca bahsettiğim bu savaşlarda Türkiye, her zaman özellikle başını ABD’nin çektiği NATO bloğunun koçbaşı görevini görmüş ve bu koçbaşı olmanın gereklerini yerine getirmiştir.
Suriye’ye savaşı ile birlikte ise, koşullarında el vermesiyle Türkiye ABD-NATO ve Rusya-İran blokları arasındaki çelişkileri kullanarak, kendisine alan açmıştır.
Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi/Rojava, Suriye ve Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırılar, bu dengeler gözetilerek gerçekleştirildi ve gerçekleştirilmeye devam ediyor.
Yine son olarak Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik 17 Nisan’da başlatılan geniş kapsamlı saldırılar, ABD ve NATO’nun İran’ı kuşatma stratejisinden bağımsız olmadığı gibi Türkiye’nin NATO-Rusya arasındaki dengeleri de gözeterek, yeni stratejik bir hamlesi olarak görülmelidir.
Bu noktada, Ukrayna-Rusya savaşıyla birlikte Federe Kürdistan, Türkiye üzerinden yeni bir enerji hattı tartışmaları başlı başına üzerinde durulması gereken bir noktadır.
KDP’nin PKK’ye yönelik operasyonda rengini iyice belli etmesi, yeni enerji hattı meselesi, Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki yeraltı kaynaklarının talan edilmesi karşılığında pastadan kapmayı hesapladığı payla da ilintili bir durum olarak ele alınmalıdır.
Türkiye’nin KDP ile birlikte Zap, Metîna ve Avaşîn’e yönelik saldırılarıyla birlikte, Irak ordusunun Şengal’e yönelik saldırısı yine Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’deki Şehba Kantonu’na bağlı Eyn Deqnê, Bêlûniyê ve ŞêxÎsa köylerine saldırıları, Kürtler açısından bir bütünün parçaları olarak görülmek zorundadır.
Ülkeleri parçalanan, bulundukları her coğrafyada yüzyıllık inkar ve imha konseptiyle asimile edilmeye çalışılan Kürtler, eğer meseleyi sadece ‘PKK’ye yönelik saldırı’ olarak değerlendirip, ortak tepki örgütlemezlerse yeni bir yüzyılda belki de geçmiş yüzyıldan daha büyük kaybedeceklerdir.
Barzani ailesinin veya KDP’nin üst yönetimin pastadan almayı planladığı pay, tüm Kürtlerin boğazını tıkayacak bir yaraya dönüşecektir.
Bu noktada Kürt siyasetçi Hatip Dicle’nin, “KDP’nin içine düştüğü gaflet, sadece KDP’ye zarar vermeyecek, tüm Kürt halkına zarar verecektir” açıklamasıile YNK Milletvekili Zîkrî Zebarî’nin “Bu saldırı PKK’ye karşı değil Kürt kimliğine karşı yapılan bir saldırıdır” açıklaması, yabana atılacak açıklamalar değildir.
Bu çerçevede, Ukrayna-Rusya savaşında ‘büyük barışçı!’, ‘büyük arabulucu!’ rolüyle hareket eden Türkiye’nin, Orta Doğu’da ve özellikle de Kürt sorununda ‘büyük savaşçı’ kesilip, düşman dediği her kesimle ortak politikalar geliştirmesinin üzerine Kürtler ve Türkiye halkları düşünmelidir…