barış - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com Sözün yükünü taşır Tue, 19 Apr 2022 13:41:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.9.3 https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2021/09/cropped-favicon400x400-1-32x32.png barış - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com 32 32 Savaşların kahramanı olmaz! https://gazetekarinca.com/savaslarin-kahramani-olmaz/ Tue, 08 Mar 2022 06:56:51 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=202207 Erdal Doğan Günlerdir süren Ukrayna’nın Rus işgaliyle kentlerin bombalanması, insanların ölümü ve göç dalgaları devam ediyor. Başlarda en büyük yanılsama bir kısım yaptırımlarla Putin/Rusyasının bu savaşı hemen durduracağına dair dezenformatörlerin ortalığı bulandırmasıydı. Durmayacağını çok iyi bilen devletler ise tam aksine savaşın sürdürülmesi için Ukrayna’ya parti parti silah sevkiyatına “yardım başlığı” altında yapmaya başladılar. Tüm bunlar […]

The post Savaşların kahramanı olmaz! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Erdal Doğan

Günlerdir süren Ukrayna’nın Rus işgaliyle kentlerin bombalanması, insanların ölümü ve göç dalgaları devam ediyor. Başlarda en büyük yanılsama bir kısım yaptırımlarla Putin/Rusyasının bu savaşı hemen durduracağına dair dezenformatörlerin ortalığı bulandırmasıydı. Durmayacağını çok iyi bilen devletler ise tam aksine savaşın sürdürülmesi için Ukrayna’ya parti parti silah sevkiyatına “yardım başlığı” altında yapmaya başladılar. Tüm bunlar olup biterken Ukrayna halkı büyük bir göç dalgasıyla yurdunu evini terk etmeye devam ediyor.

Rusya’da ise binlerce kişi gözaltı ve tutuklamayı göze alarak savaşın durdurulması için meydanlara çıkmaya devam ediyor.

Sahnenin arkasındaki gerçek savaş piyasası aktörlerinin avuçlarının ovuşturuluş sesi ta en arka sıralarından duyulacak kadar gürültülü. Nasıl duyulmasın ki, yıllardır kârlarına kâr katacak böylesi bir fırsatın gelmesini bekliyorlardı.

Savaş, Rusya ve Ukrayna halkını, coğrafyasını telafi edilmez biçimde yakıp geçerken öte yandan dünya halklarını da gün geçtikçe hem ekonomik hem de sosyal ve moral değerlerini yok edip duruyor.

Tüm bunlar olup biterken bu noktada 2014’ten beri hazırlanan bu işgal ve savaşın analizini yapmak bana artık zul geliyor. ABD ve Batı’nın dünyaya demokrasi götürmesi zırvalığını dinlemek gibi, NATO’nun sanki savunmasız halklara çıkar gözetmeksizin silahlı bir fedai örgütü gibi sunulması gibi aynı şekilde Putin ve ortakları oligarkların sanki sosyalizm misyonu taşıyormuşçasına halkına ve sınır komşusu halklara barışı ve güvenliği sağladığı gibi yine aynı şekilde Zelenskiy ve hükümetinin Ukrayna halkı için birer kahramanmışçasına sunulması gibi… İşte en kahredici yan bu işgal ve savaşın sürdürülmesinde bu tür amigoluk görevlerini yapanları engelleyememek. Çünkü bu savaş tamtamcıları savaş ve savaşanlardan kahraman çıkarmak için habire uğraşıp dururlar.

Halbuki gerçek kahramanlar amalardan arınarak işgal ve savaşa karşı duran halklardır. Ancak tek onlar savaşın aktörlerinin rollerini altüst edip savaşı durdurabilirler. İşte onlar hem savaşan ülkelerin halkları hem de savaşı geri planda birincil ve ikincil rolle organize edip sürdüren NATO üyesi devletlerin halklarıdır. Ancak bu halkların ısrarlı barış çığlıkları, yürekleri, akılları, ölüme, militarizme, koltuğa ve paraya tapan politikacıları, oligarkları ve finans kapitalistleri frenleyip durdurabilirler.

İyonyalı Ozan Homeros, İlyada ve Odessa ile savaşın yıkıcılığını ve lanetini 3200 yıl öncesinden yazmış, yüzyıllarca siyasetin, tarihin, felsefenin, edebiyatın konusu olmuştu. Buna rağmen savaşın vahşeti son bulmadığı gibi Dünyanın erdemi giderek daha yoksullaşarak sefil bir çağa evrildi.

Unutulmamalı ki, çıkar gruplarının aygıtı devletler başka ülkelere demokrasi ve barış götürmez! Devletler ne zamanki vergilerini aldığı halktan esaslı talepler geldiğinde halkının ve diğer dünya halklarının yardımına koşarlar.
Yalana gerek yok halklar kardeş değildir ama aynı iktidar gruplarına karşı aynı kaderde ortaktırlar. Birbirlerine destek verdikleri sürece tabi.

Tekrar olacak ama savaşı izleyen, savaşta ısrar eden, müzekkere yapıyorum perdesi altında savaşı sürdüren, tırmandıran binbir türlü barondan kahraman çıkmaz. İlla bir kahraman aranacaksa az önce söylediğim gibi onlar her türlü hesabı bir yana bırakıp amasız, fakatsız işgal ve savaşa karşı duran aynı kaderde buluşan halklardır.

Ve, ve halkların demokrasi ve barış manivelasını elinde tutan 8 Mart Dünya Kadın Emekçiler Günü kutlu olsun.

The post Savaşların kahramanı olmaz! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
7 siyasi parti ve örgütten ortak ‘savaş’ açıklaması: Bu vahşete seyirci kalmayacağız https://gazetekarinca.com/7-siyasi-parti-ve-orgutten-ortak-savas-aciklamasi-bu-vahsete-seyirci-kalmayacagiz/ Tue, 01 Mar 2022 09:06:20 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=199901 7 siyasi parti ve örgüt kaleme aldıkları ortak açıklamada, “Emperyalizm ve faşizm, verilen talimatlardan da görüldüğü üzere; nükleer silahları dahi devreye sokacak kadar gözü dönmüş ve çılgındır. Bu vahşete seyirci kalmayacağız! Savaşa karşı, barış ve kardeşlik için şimdi seslerimizi yükseltme zamanı” ifadelerini kullandı. Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkevleri, Halkların Demokratik Partisi (HDP), […]

The post 7 siyasi parti ve örgütten ortak ‘savaş’ açıklaması: Bu vahşete seyirci kalmayacağız first appeared on Gazete Karınca.

]]>
7 siyasi parti ve örgüt kaleme aldıkları ortak açıklamada, “Emperyalizm ve faşizm, verilen talimatlardan da görüldüğü üzere; nükleer silahları dahi devreye sokacak kadar gözü dönmüş ve çılgındır. Bu vahşete seyirci kalmayacağız! Savaşa karşı, barış ve kardeşlik için şimdi seslerimizi yükseltme zamanı” ifadelerini kullandı.

Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkevleri, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), “Savaşa Karşı Barış, Hemen Şimdi ve Her Yerde” başlıklı ortak bir açıklama yayınladı.

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri operasyonuna karşı yapılan açıklamada, dünyanın pandeminin yaralarını sarmaya çalışırken büyük ve yeni bir savaş tehdidiyle karşı karşıya kaldığı belirtildi.

Açıklamada şöyle denildi:

Donbas üzerinden tırmanan Ukrayna-Rusya gerilimiyle başlayan savaş ve işgalin arkasında esas olarak bu gerçeklik vardır. Rusya ve ABD öncülüğündeki NATO’nun halkların iradesini yok sayan yayılmacı politikalarının tarafı değiliz. Halklar, bu iki odaktan birine taraf olmak zorunda değildir. Haksız savaşları ve savaşa güç toplama çağrılarını reddediyoruz. Tarafımız barıştır, tarafımız bütün dünyada savaşa karşı ayağa kalkan halklarla aynıdır.

Türkiye’de ‘Barış hemen şimdi’ diyerek sokaklara çıkan emek ve demokrasi güçlerini selamlıyoruz. Savaş aygıtlarının küresel tahkimatına karşı küresel barışın hayat bulması için tüm halklarımızı alanları doldurmaya çağırıyoruz. Türkiye, 3. Dünya savaşının ateşini fitilleme ihtimali olan bir kamplaşmanın ve çatışmanın tarafı olmamalıdır. Dış politikasında uzunca bir dönemdir küresel ve bölgesel güçlerle işbirliği halinde agresif ve komşu halklarla sürekli çatışma pozisyonunda olan AKP iktidarını uyarıyoruz. Türkiye ne NATO’nun ne de Rusya’nın savaş blokuna dahil edilemez. Barış isteyen halklar da buna geçit vermeyecektir.

Savaş, eşitlik ve insanca bir yaşam için mücadele eden emekçinin düşmanıdır. Savaşların en büyük kaybedeni emekçiler, yoksullar, kadınlar ve gençlerdir. Ülkemizin bütün halkları, işçi ve emekçileri savaşa, militarizme ve şovenizme karşı birleşmelidir. Savaş aynı zamanda demokrasinin düşmanıdır. Diktatörlüğe, otokrasiye, oligarşiye giden en kestirme yol savaşlardır. Savaş kadınlar için daha çok göç, taciz ve tecavüzdür. Savaş doğanın yıkımıdır. Sadece insanların değil tüm canlıların yaşamlarına kast eder. Ülkemizde demokrasi için mücadele eden tüm kesimler savaşa karşı birleşmeli, halkların boğazlanmasından ve savaş baronlarının daha da güçlenmesinden başka hiçbir işe yaramayacak bu savaşı bertaraf etmek için büyük bir dayanışma göstermek demokrasi mücadelesinin zorunlu bir parçasıdır.

Donetsk, Lugansk ve Ukrayna’da siviller hayatını kaybediyor, halklar yerinden yurdundan edilerek kitlesel göçe maruz kalıyor. Bütün savaş ve işgal güçleri bölgeden çekilmeli, halklara kendi kaderini tayin hakkı tanınmalıdır. Emperyalizm ve faşizm, verilen talimatlardan da görüldüğü üzere; nükleer silahları dahi devreye sokacak kadar gözü dönmüş ve çılgındır. Hiroşima, Nagazaki, Vietnam ve Halepçe bu vahşetin tarihsel vesikalarıdır. Bu vahşete seyirci kalmayacağız! Savaşa karşı, barış ve kardeşlik için şimdi seslerimizi yükseltme zamanı!

 

HABER MERKEZİ

The post 7 siyasi parti ve örgütten ortak ‘savaş’ açıklaması: Bu vahşete seyirci kalmayacağız first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Genç: Kürt sorununun çözümüne tüm kesimler dahil olmalı https://gazetekarinca.com/genc-kurt-sorununun-cozumune-tum-kesimler-dahil-olmali/ Sat, 18 Dec 2021 18:53:33 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=192023 “Halklar Barışı Konuşuyor” panelinde konuşan SAMER Koordinatörü Yüksel Genç, yaptıkları bir ankette Kürt sorunun çözümü konusunda halkın çoğunun PKK’nin silah bırakmasıyla değil, Öcalan ile birlikte çözülebileceğini belirttiğini aktardı Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Sultangazi Koordinasyonu, Gazi Cemevi Toplantı Salonu’nda “Halklar Barışı Konuşuyor” başlıklı panel düzenledi. Panelde konuşmacı olarak HDK Eşsözcüsü Esengül Demir, Sosyo Politik Saha Araştırma […]

The post Genç: Kürt sorununun çözümüne tüm kesimler dahil olmalı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
“Halklar Barışı Konuşuyor” panelinde konuşan SAMER Koordinatörü Yüksel Genç, yaptıkları bir ankette Kürt sorunun çözümü konusunda halkın çoğunun PKK’nin silah bırakmasıyla değil, Öcalan ile birlikte çözülebileceğini belirttiğini aktardı

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Sultangazi Koordinasyonu, Gazi Cemevi Toplantı Salonu’nda “Halklar Barışı Konuşuyor” başlıklı panel düzenledi.

Panelde konuşmacı olarak HDK Eşsözcüsü Esengül Demir, Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi (SAMER) Koordinatörü Yüksel Genç ve gazeteci Hakkı Özdal yer aldı.

HDK Eşsözcüsü Esengül Demir, dünyanın her yerinde çatışmaların var olmasının nedeninin savaş siyasetinin sürdürülmesi olduğunu söyledi. Demir, “Bütün bu savaş süreçlerinde, çatışma süreçlerinden kimin çıkarı var? Bu duruma baktığımızda aslında emekçilerin, kadınların, hakların çıkarı olmadığını görürüz” dedi.

‘Toplum bugünden bir çözüm beklemiyor’

SAMER Koordinatörü Yüksel Genç, Kürt sorununa ilişkin yaptıkları bir anketi panel katılımcıları ile paylaştı.

Genç, yönelttikleri ankete ilişkin şu bilgileri verdi: “Bölgedeki Kürtler, Kürt sorununu nasıl çözümleriz, örgütler dağıtıldı, insanlar kabuklarına çekildi, Kürtler bu sorun hakkında nerede duruyor? 18 kentte 948 kişi ile görüşüldü, bunların yüzde 95’i kendini Kürt olarak tanımlıyordu. Ankette demokratik özerklik söyleminin yüzde 50’yi aştı. ‘PKK bitse Kürt sorunu biter mi?’ sorusuna yüzde 85’in üzerindeki kesim ‘PKK’nin yenilmesiyle Kürt sorunu bitmez dedi. PKK silah bırakırsa bu sorun biter mi sorusuna da yine ‘hayır’” denildi.

Genç, anket sonuçlarından toplumun, Kürt sorununun PKK Lideri Abdullah Öcalan ile birlikte çözülebileceği sonucunun ortaya çıktığını dile getirdi.

Kürt toplumunda muhataplık konusunda bir kafa karışıklığının olmadığını sözlerine ekleyen Genç, “80’ler dönemi nasılsa, 2015-2016 Kürdistan dönemi de aynıydı, bu yüzden bu anketi paylaşma gereği hissettik” ifadelerini kullandı.

Siyasal çözümde toplumun her kesiminin dahil olması gerektiğinin altını çizen Genç, “Savaşanların barıştığı bir gerçeklik var. İnsanlara çözümün yakın olup olmadığını sorduk, toplum bugünden bir çözüm beklemiyor ama yüksek bir talep iletimi ile karşılaştık” diye belirtti.

‘AKP rejimi gerileme içinde’

Gazeteci Hakkı Özdal ise, 2016 yılında Demokratik Toplum Kongresi’ne (DTK) yapılan baskın ile tutuklanan HDP eski Milletvekili Aysel Tuğluk’un gündelik yaşantısını zorlaştıran bir hastalıkla boğuşmasına rağmen cezaevinden tahliye edilmemesine değindi.

Çok sayıda hasta tutsağın cezaevinde tutulduğunu söyleyen Özdal, bu durumun Kürt sorununun bir parçası olduğunu da vurguladı.

Ekonomik krizle Kürt sorunu arasında paralellik olduğuna işaret eden Özdal, “AKP rejimi çok büyük bir gerileme içinde, pazarda alacaklarımızın yarısını alıp dönüyoruz, nedir bu kriz? Örtüşen ekonomik krizlerle devlet krizleri kabuk değiştirmenin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor” diye belirtti. Kürt sorununda ortaya çıkan son büyük direnişin 80’li yılların ortasında görünür olduğunu ve 90’larda da büyük bir güç haline geldiğini dile getiren Özdal, Türkiye’nin yoksulluk sorununun ise birçok yerde ortak olduğunu vurguladı.

Özdal, “Sorun temelinden uzaklaştırılıp salt kimlik üzerinden tartışıldığında halkları birbirine uzaklaştırmaya dönüşüyor” diye belirtti.

Konuşmaların ardından soru-cevap bölümü ile panel sona erdi.

 

HABER MERKEZİ

The post Genç: Kürt sorununun çözümüne tüm kesimler dahil olmalı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Bin 605 hasta tutuklu ATK raporunun kaderine terk edilmiş durumda’ https://gazetekarinca.com/bin-605-hasta-tutuklu-atk-raporunun-kaderine-terk-edilmis-durumda/ Thu, 16 Dec 2021 18:11:51 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=191754 İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, hafta içinde 4 tutuklunun yaşamını yitirdiğini hatırlatarak,  “Hem tecrit hem de ATK raporları bu ölümlere neden oldu, bin 605 hasta mahpus ATK raporunun kaderine terk edilmiş şekilde yaşıyor” dedi. İHD Ankara Şubesi, İnsan Hakları Haftası’na ilişkin TÜMBEL SEN Genel Merkez binasında panel düzenledi. Panelde konuşan İHD […]

The post ‘Bin 605 hasta tutuklu ATK raporunun kaderine terk edilmiş durumda’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, hafta içinde 4 tutuklunun yaşamını yitirdiğini hatırlatarak,  “Hem tecrit hem de ATK raporları bu ölümlere neden oldu, bin 605 hasta mahpus ATK raporunun kaderine terk edilmiş şekilde yaşıyor” dedi.

İHD Ankara Şubesi, İnsan Hakları Haftası’na ilişkin TÜMBEL SEN Genel Merkez binasında panel düzenledi. Panelde konuşan İHD Eş Genel Başkanı Eren Keksin, İnsan Hakları Haftası’nda, çok sayıda insan hakları ihlalleriyle karşılaşıldığını belirtti. Devlet zihniyetinin hiçbir zaman değişmediğini söyleyen Keskin, “Bir devlet hiç mi değişmez diyorsunuz, maalesef hiç değişmiyor. O değişmediği için bizim mücadelemiz de değişmiyor ve artıyor. Kendimi bu kadar kıstırılmış bir süreç hiç hatırlamıyorum” ifadelerini kullandı.

‘Biz neden yeni bir şey çıkaramıyoruz’

Keskin, İHD’nin 1986 yılında cezaevinde büyük sorunların yaşandığı dönemlerde, tutuklu aileleri tarafından kurulduğunu hatırlatarak,  şunları dile getirdi:

 “İHD’nin ilk olarak gündeminde cezaevlerindeki ihlaller vardı. Daha sonra İHD yaşamın her alanına yayılan ihlalleri konu aldı. Biz kendi içimizde de öğrenerek geldik bu günlere. Bugün artık insan hakları mücadelesinin çok kesin doğruları vardır, işkenceciye bile işkence yapılamaz idam cinayettir. Bugün 90’larla karşılaştığımızda yöntemlerde farklılıklar var evet. Bu kadar insanı gözaltında kaybedemiyorlar ve o zamandan beri bu kadar cinayeti işleyemiyorlar. Çünkü artık sosyal medya var. Ben bunun yanında sadece AKP üzerinden yapılan eleştirileri yanlış buluyorum. Sanki AKP’den önce iyi bir devlet varmış gibi konuşuluyor ama devlet her zaman vardı. Biz neden yeni bir şey çıkaramıyoruz? Biz bir üçüncü yolu neden bu kadar güçlü olarak getiremiyoruz?”

‘Biz katilerimizle iç içe yaşıyoruz’

1990’lı yıllardaki fiziki saldırıların, günümüzde ifade özgürlüğüne yönelik saldırılara dönüştüğüne dikkati çeken Keskin, şunları söyledi:

“Devlet aklı aynı dememin nedenini şöyle örneklendirmek istiyorum, Dargeçit Kayıpları davasında 7 kişi birden gözaltına alındı bunlardan bir tanesi küçük yaşta bir çocuktu ve sadece onu gözaltından bıraktılar. Çünkü o çocuk komutanın oğlunun arkadaşıydı. Oğlu babasından çikolata almak için para almaya geldiğinde, arkadaşının asılı olduğunu gördü ve babasına ‘O benim arkadaşım neden burada’ diye sordu. Komutan bunun üzerine sadece o çocuğu bıraktı. Ve bu katliamı gerçekleştiren komutan, Bodrum Gümüşlük’te Belediye Başkanı olarak karşımıza çıktı. Bunu gerçekleştirenler, CHP’den belediye başkanı olarak karşımıza çıktı. Yani biz katillerimizle iç içe yaşıyoruz. Aslında 90lar bitmesi ve devam ediyor. Hiçbir katil işkenceci yargılanmadı ceza almadı, o nedenle hiçbir şey değişmedi diyorum.”

Garibe Gezer’in ölümü

Keskin, Kandıra Cezaevi’nde yaşamını yitiren Garibe Gezer ile ilgili ise şöyle konuştu:

“Garibe Gezer’in aile olarak çok korkunç hikâyesi var.  Kardeşlerinden biri sokak ortasında katlediliyor, abisi onun akıbetini öğrenmeye giderken vuruluyor, diğer abisi ve kendisi de daha sonra tutuklanıyor. Tutuklandığı günden bugüne hep itiraz ediyor. O kadar çok mektup yazmış ki her yere izolasyona itiraz ederek. Sadece itiraz etmiş Garibe. Garibe öldüğü için bugün garibe üzerinden konuşuyoruz. Birçok mahpus var bu durumda olan. Garibe çok güçlü ve kavgacı bir kızdı. Sonra bize de mektuplar yazdı, o mektuplardan birinde ‘aileme sormuşsunuz psikolojik sorunları var mıydı diye hayır ben bilinçli bir şekilde yaptım çünkü benim hakkım öldükten sonra sorulacak’ diyordu. Ve öyle de oldu.”

‘Hem tecrit hem de ATK raporları bu ölümlere neden oldu’

İnsan Hakları Haftası içerisinde 4 tutuklunun yaşamını yitirdiğini belirten Keskin, cezaevlerindeki hasta tutuklulara ilişkin şunlara vurgu yaptı:

“Hem tecrit hem de ATK raporları bu ölümlere neden oldu. Türk yargısında işkencenin belgesinde çok büyük sorunlar var. Hakimler ve savcılar işkencenin belgelenmesinde sadece ATK’yi delil olarak görüyor. Cezaevlerindeki hasta mahpusları da çok yakından ilgilendiriyor bu durum. Hepsine ATK cezaevinde kalabilir raporu veriyor. Bu raporlarla birlikte ne yazık ki ölüm haberleri almaya başladık. Bin 605 hasta mahpus ATK raporunun kaderine terk edilmiş şekilde yaşıyor. Biz savunma olarak yargının tamamen dışına itilmiş durumdayız. Garibe yaşamını yitirdiğinde biz cezaevinden önce otopsiye girme talebinde bulunduk. 90’larda biz çok rahat bir şekilde otopsiye girdik, ama şu an hiçbir yasa hükmü yokken bizi engelliyorlar. Geleceğiz dememize rağmen Garibenin otopsisini ve cenazesini bizden kaçırdılar. Mardin Belediyesi cenaze aracı vermedi. Bu aile bu kadar ırkçı yaklaşımlarla karşı karşıya kaldı.”

‘Biz kendimizi aşamıyoruz devlet nasıl değişsin’

“Biz devleti tanıyoruz ama muhalefetin çifte standartlarını kıramadığımız sürece çok yol alamayız” diye sözlerine devam eden Keskin, şunları da anlattı:

“Aysel Tuğluk’un ailesi geldi geçen gün, birtakım görüşmeler yapmak istediğini söyledi. Abisi bazı gazetecilerle, yetkililerle görüşmek istedi. İsmail Saymaz’la görüşmek istedi ve ben Saymaz’ı aradım. Saymaz Halk TV’de yayın yaptı, vaktiniz olursa bakın o yayının altına yazılanlara. o kadar korkunç şeyler yazılmış ki, bu kadar kötü nasıl olabilir bu toplum bu kadar kini nasıl biriktiriyor ben alamıyorum. Biz maalesef egemenimize benziyoruz. Kendi kurduğumuz örgütlerde egemenine benziyor. Biz kendimiz aşamıyoruz daha devletten nasıl değişmesini bekleyeceğiz. Kendi içimizde acilen bu tartışmaları başlatmamız ve önce kendimizi değiştirmemiz gerekiyor. Ben kendi kurumumuzu ve herkesi eleştirerek söylüyorum. Mesela bu coğrafyada bir savaş yaşanıyor, emekçinin ekmeği çalınıyor ama bu kadar ağır savaş yaşanırken bir kere olsun savaşın karşısına barış için genel grev yapılamıyor.”

HABER MERKEZİ

 

 

The post ‘Bin 605 hasta tutuklu ATK raporunun kaderine terk edilmiş durumda’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Umut edebilirsek https://gazetekarinca.com/umut-edebilirsek/ Wed, 24 Nov 2021 21:03:07 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=189220 Onur Hamzaoğlu Türkiye nereden geliyor? Nereye gidiyor? Ne(ler) bekliyoruz? Bizi ne(ler) bekliyor? Ne(ler) yapmalıyız? Ne(ler) yapabiliriz Toplumun büyük bir bölümü son on yıldır yaşananlar karşısında artık umudunu yitirmiş, yılgınlık, ürküntü hatta korku içinde görünüyor. Ya da dehşete kapılmış durumda olduğunu söyleyebiliriz. Yetmişli yıllarda, öncelikle mevcut düzeni değiştirmek ve toplumsal eşitlik isteyen sosyalistler, solcularla yakın çevreleri […]

The post Umut edebilirsek first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Onur Hamzaoğlu

Türkiye nereden geliyor? Nereye gidiyor? Ne(ler) bekliyoruz? Bizi ne(ler) bekliyor? Ne(ler) yapmalıyız? Ne(ler) yapabiliriz

Toplumun büyük bir bölümü son on yıldır yaşananlar karşısında artık umudunu yitirmiş, yılgınlık, ürküntü hatta korku içinde görünüyor. Ya da dehşete kapılmış durumda olduğunu söyleyebiliriz.

Yetmişli yıllarda, öncelikle mevcut düzeni değiştirmek ve toplumsal eşitlik isteyen sosyalistler, solcularla yakın çevreleri ve aleviler, seksenli yıllar ve sonrasında öncelikle eşit yurttaşlık isteyen Kürtler ve onlarla dayanışanlar, 2010 sonrasında da öncelikle hükümetin politika ve uygulamalarına karşı olanlar, ardından da desteklemeyen herkes, resmi politikalar kapsamındaki uygulamalarla yılgınlık, ürküntü ve korku içine sokulmak istendi. Türkiye’de iktidar, özellikle son on yıldır, diğer rıza araçlarını yitirdiği için egemen olma hedefli otoriter uygulamalarıyla insana ve insan olma onuruna karşıt tutumunu önceki dönemlerden ve öncekilerden çok daha sık ve şiddette gerçekleştiriyor. Günümüzde, AKP-MHP ittifakı hepimizin yılgınlığa kapılması, herkesin sessizleşmesi için yoğun çaba harcıyor. Bunu sağladığında toplumun umudunu yitireceğini, böylece iktidarını daha da uzatabileceğini biliyor çünkü. Öyle ki birilerinin, İstanbul metrosunun konuğu Boji isimli köpeğin, böylesi bir zamanda, geniş toplum kesimlerinde yaratabileceği sevgi duygudaşlığını dâhi kendileri için riskli bulabildiklerine ve gereğini yapmaya çalıştıklarına ancak başarmak bir yana kepaze olduklarına tanıklık ettik.

İnsanlık, 20. yüzyılda faşizmin egemen olduğu ülkelerde, insanların ırk farklılığı nedeniyle aşağılanmasına, katledilmek üzere toplama kamplarına götürülmesine ses çıkartmayanların bu sessizliğin içinde zamanla faşistleştiğine tanıklık etti. Öte yandan, toplumların her tür ilerlemesi ve kötülüklere her türlü karşı koyuşunun içe kapanma ve sessizliğinin aksine, birbiriyle paylaşarak gerçekleştiğini de deneyimledi. Dünyaya ve yaşananlara kafasında biriktirdiği bilgilerle oluşturduğu prizmadan bakabilme becerisine ve bunu paylaşarak, tartışarak daha da geliştirebildiğinin bilgisine sahip oldu. Sessizliğimizi, yakın çevremizden başlayan, halka halka genişleyen, daha önce hiç tanışmadıklarımıza kadar uzanacak biçimde paylaşarak aşabildiğimizin bilgisine de deneyimine de sahibiz.

Kasım 2021 Türkiye’sini tanımlamak için tek bir satır bile yazma gereği duymuyoruz. Biliyoruz ki bu satırların okuyucuları Türkiye halklarının ve ülkenin, A’dan Z’ye ne durumda olduğunun farkında. İktidar, hırsızla, yolsuzluk yapanla değil, onları ihbar edenle, yakalayanla, katille değil ölenle uğraşır hale geldi. Yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, şiddet, adaletsizlik, pandemi, hukuk dışılık, sağlıksızlık, eğitimsizlik, mutsuzluk vb. daha fazla dayanılamayacak aşamaya ulaştı.

Yaşamakta olduğumuz bunca kötülüğü ve kaynağını düşündüğümüzde, tanığı olduğumuz iktidar ile hesaplaşmanın ve hiç kimsenin, hiçbir zaman seyirci ve sessiz kalmaması gerektiğinin gerekliliği ve önceliği ortaya çıkıyor. Bunun için de hep birlikte umuda gereksinimimiz var. Gereksinim duyduğumuz umudun filizini sosyalistlerin, solun, ezilenlerin, ötekileştirilenlerin ve partilerinin, örgütlerinin bir araya gelmesi, birlikte ülkenin eşitlikçi, özgür, demokratik, adil, içerde ve dışarda barış içinde yaşayabileceği toplumsal bir programı oluşturarak taraflılıklarını meydanlara taşıyabilmeleri yeşertebilecek.

Yeşerecek bu filiz, Türkiye halklarına yeniden umut etmeyi anımsatabilecek, hatta öğretebilecektir. Umut bir defa içimizde yeşermeye başlasın; endişeler, korkular kalkacak ve hızla topluma yayılabilecektir.

Bu ülkede ifade özgürlüğünden başlayarak özgürlüklerimizi kazanmamız, barışın, adaletin, işimizin, soframızda aşımızın olabilmesi, eğitimin, sağlık hizmetlerinin, ilacın herkese parasız olması, kimsenin açıkta ve soğukta kalmamasına, devletin yurttaşları arasında ayrımcılık yapmamasına, iş cinayetlerinin ve kadın cinayetlerinin sonlanmasına olan umudun inşası için bu filizin yeşertilmesi gerekiyor. Biliyoruz, ne AKP-MHP’ye ne de karanlığa mahkûmuz. Anımsayalım, geleceğimiz kendi ellerimizde!

The post Umut edebilirsek first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sancar: Barış hareketiyle iktidarın sonu gelir https://gazetekarinca.com/sancar-baris-hareketiyle-iktidarin-sonu-gelir/ Tue, 19 Oct 2021 11:09:51 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=186220 Savaşa karşı barış bütçesi getireceklerini söyleyen HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Savaşa yönelik bir irade duvarı kurduğumuz takdirde iktidarın sonu gelir” dedi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin grup toplantısında konuştu. Toplantıya, İstanbul’da 30’uncu yıl etkinlikleri yasaklanan Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) sanatçıları Kadir Çat, Engin Cengiz, Devrim Demir ve Mervan […]

The post Sancar: Barış hareketiyle iktidarın sonu gelir first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Savaşa karşı barış bütçesi getireceklerini söyleyen HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Savaşa yönelik bir irade duvarı kurduğumuz takdirde iktidarın sonu gelir” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin grup toplantısında konuştu.

Toplantıya, İstanbul’da 30’uncu yıl etkinlikleri yasaklanan Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) sanatçıları Kadir Çat, Engin Cengiz, Devrim Demir ve Mervan Tan da katıldı.

Her gün yeni bir çürümüşlük vakasıyla karşı karşıya kaldıklarını dile getiren Sancar, “Gün geçmiyor ki yozlaşma örneği çıkmasın. İktidar sürüyor düzen kokuşuyor. Son örneği TÜGVA. Türkiye’nin hakikatlerini göstermek ve geleceği nasıl inşa edeceğimiz bilmek için bunları tek tek anlatmamız ve her birinin peşine mutlaka düşmemiz gerekiyor. Pandora belgelerinden sonra TÜGVA ile ilgili olarak kamuoyuna sızan belgeler, dönen dolapların geldiği boyutları gözler önüne sermektedir” dedi.

Kamuda torpile vurgu

“Türkiye Gençlik Vakfı adlı kuruluş neler yapıyor?” diye soran Sancar, şöyle konuştu:

İktidarın kontrolündeki bu teşkilat 2013’te kurulmuş ve vergi muafiyetine de tabii tutulmuş, 81 ilde örgütlenmiş, her kamu kademesinde görevli bürokratların bulunduğu bir vakıf bu. Neler yapıyor? Kamuoyuna yansıyan belgelerden sıralayacaklarım yeterince fikir veriyor. Kamu mallarına çökme! Kamu kuruluşlarına torpille yandaşları yerleştirme, kamudaki KHK ile ihraç edilenlerin yerini yandaşlarla doldurma, önemli kurumlara işe alımlar, emniyet, polis, savcı, hakim alımlarında da referans olma, partizan kadroları yargıya yerleştirme, yarışma programlarına bile kendi yandaşlarını gönderme. Yine KHK ile kapatılan vakıfların neredeyse tüm taşınmazlarına birçok kamu kurumunun da varlıklarına el koyma, öğrenci yurtları kendi aralarında paylaşmak. İşte faaliyetleri bunlar.

‘Savaşa yönelik irade oluşturmalıyız’

İktidarın savaş politikalarına dair Sancar, şunları söyledi:

Savaş politikalarına karşı en güçlü birlikteliği oluşturacağız. Önce Kürt yapıları bir araya gelip, savaş karşı ittifak, mücadele ve birlik oluştursunlar. Savaşa yönelik bir irade duvarı kurmalıyız. Bu irade duvarını Türkiye’de bir barış hareketine dönüştürdüğümüz takdirde iktidarın sonu gelir. Şimdi görev hepimiz de başlayalım barış hareketini kurmaya. Büyük barış için önce savaşa karşı büyük birliktelik. Bunu başarmamız lazım, başarmak zorundayız. Her zaman hazırız, bundan sonra da hazır olmaya devam edeceğiz.

HABER MERKEZİ

The post Sancar: Barış hareketiyle iktidarın sonu gelir first appeared on Gazete Karınca.

]]>
ABD’den Suriye mesajı: Tüm taraflar ateşkes bölgelerine saygı göstermeli https://gazetekarinca.com/abdden-suriye-mesaji-tum-taraflar-ateskes-bolgelerine-saygi-gostermeli/ Thu, 14 Oct 2021 19:31:17 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=185807 ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik saldırı açıklamasını değerlendirerek, ”Suriye’de istikrarı ileriye götürmek için tüm tarafların ateşkes bölgelerine saygı göstermesi ve bu bölgeleri muhafaza etmesinin önemini vurguladık” dedi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price basın açıklamasında gazetecilerin sorularını yanıtladı. ABD sözcüsü Price, NATO müttefiki Türkiye’ye karşı sınır ötesi saldırıları çok açık biçimde […]

The post ABD’den Suriye mesajı: Tüm taraflar ateşkes bölgelerine saygı göstermeli first appeared on Gazete Karınca.

]]>
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik saldırı açıklamasını değerlendirerek, ”Suriye’de istikrarı ileriye götürmek için tüm tarafların ateşkes bölgelerine saygı göstermesi ve bu bölgeleri muhafaza etmesinin önemini vurguladık” dedi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price basın açıklamasında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

ABD sözcüsü Price, NATO müttefiki Türkiye’ye karşı sınır ötesi saldırıları çok açık biçimde kınadıklarını ve saldırılardan hayatlarını kaybedenlerin aileleri ve sevdiklerine başsağlığı dileklerini ilettiklerini söyledi.

Amerika’nın Sesi’nde yer alan habere göre; Price, ABD’nin bu saldırıları kınaması, Türkiye’nin hedeflerini bu saldırılar karşısında destekliyor anlamına mı geliyor?” sorusunu yöneltti.

Ateşkes hatlarının muhafaza edilmesi ve bu sınır ötesi saldırılara son verilmesinin önemini de vurguladıklarını belirten Price, sözlerini şöyle sürdürdü:

Tüm bu hususlarda son derece net olduk. Şu noktada da netiz: Suriye’de istikrarı ileriye götürmek için tüm tarafların ateşkes bölgelerini muhafaza edip saygı göstermesi ve ihtilafa siyasi bir çözüm bulunması için çaba göstermesi kritik önem taşıyor. Dolayısıyla Suriye’de çatışmaların sonlandırılmasında ortak bir çıkar paylaşıyoruz. Suriye politikasıyla alakalı olarak, şiddete son verme ve işbirliği alanları oluşturma çabası kapsamında, diğer komşularla birlikte müttefikimiz Ankara’yla da görüş alışverişi içinde olmayı sürdüreceğiz.

Erdoğan’ın ”Suriye’de gereken adımları atacağız” açıklamasını değerlendiren Price, ”Tekrar ediyorum; saldırıları kınadık. Suriye’de istikrarı ileriye götürmek için tüm tarafların ateşkes bölgelerine saygı göstermesi ve bu bölgeleri muhafaza etmesinin önemini vurguladık” dedi.

Rusya’dan Türkiye’ye uyarı: Suriye’nin egemenliğine saygı duyun

HABER MERKEZİ

The post ABD’den Suriye mesajı: Tüm taraflar ateşkes bölgelerine saygı göstermeli first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Biden: TSK’nin eylemleri Suriye’de barış, güvenlik ve istikrar için tehdit https://gazetekarinca.com/biden-tsknin-harekati-suriyede-baris-guvenlik-ve-istikrar-icin-tehdit/ Fri, 08 Oct 2021 06:34:08 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=185018 Suriye’de Ulusal Acil Durum halini bir yıllığına daha uzatan ABD Başkanı Joe Biden, Türkiye’nin harekatının bölgede barış, güvenlik ve istikrarı zedeleme tehdidinde bulunduğunu belirtti. ABD Başkanı Joe Biden, acil durumun bir yıllığına daha uzatılmasını öngören kararı hakkında Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’ye mektup gönderdi ve gerekçelerini anlattı. Washington’dan kararla ilgili yayımlanan açıklamada, eski Başkan Donald […]

The post Biden: TSK’nin eylemleri Suriye’de barış, güvenlik ve istikrar için tehdit first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Suriye’de Ulusal Acil Durum halini bir yıllığına daha uzatan ABD Başkanı Joe Biden, Türkiye’nin harekatının bölgede barış, güvenlik ve istikrarı zedeleme tehdidinde bulunduğunu belirtti.

ABD Başkanı Joe Biden, acil durumun bir yıllığına daha uzatılmasını öngören kararı hakkında Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’ye mektup gönderdi ve gerekçelerini anlattı.

Washington’dan kararla ilgili yayımlanan açıklamada, eski Başkan Donald Trump’ın 14 Ekim 2019’da 13894 sayılı kararnameyle, hem Suriye’deki hem de Suriye’yle ilişkili durumların, ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına getirdiği alışılmadık ve olağanüstü tehditle baş etmek için ”Uluslararası Acil Ekonomik Yetkiler Yasası” uyarınca ulusal acil durum ilan ettiği hatırlatıldı.

TSK’nin taarruzu IŞİD’le mücadeleye zarar veriyor’

Biden da mektubunda, “Suriye’deki ve Suriye’yle ilişkili durumlar, özellikle de Türkiye Hükümeti’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna askeri taarruz düzenleme yönündeki eylemleri, IŞİD’i yenilgiye uğratma çabasına zarar veriyor, sivilleri tehlikeye atıyor; bölgede barış, güvenlik ve istikrarı zedeleme tehdidi barındırıyor ve ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına karşı alışılmadık ve olağanüstü bir tehdit oluşturmayı sürdürüyor” ifadelerini kullanarak bu durumun 14 Ekim 2021’den sonra da devam etmesine karar verdiğini kaydetti.

WOA’da yer alan habere göre, ABD Başkanı, “Dolayısıyla, Suriye’deki ve Suriye’yle ilişkili durum hakkında 13894 sayılı kararnamede ilan edilen ulusal acil durumun devamının gerekli olduğuna kanaat getirdim” dedi.

Beyaz Saray açıklamasında da, acil durumun sürecinin bir yıllığına uzatıldığı ve kararın Resmi Gazete’de yayınlanacağı bilgisine yer verildi.

HABER MERKEZİ

The post Biden: TSK’nin eylemleri Suriye’de barış, güvenlik ve istikrar için tehdit first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kürt sorununda çözüm yolu nasıl olmalı? https://gazetekarinca.com/kurt-sorununda-cozum-yolu-nasil-olmali/ Fri, 24 Sep 2021 07:00:52 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=180804 Doğan Durgun Kürt sorununu çözme sezonu resmen açıldı. Aslında her şey Erdoğan’ın 2,5 yıl sonra 9 Temmuz’da yaptığı Diyarbakır ziyareti ile başladı. Dolaylı yoldan, çözüm sürecini kendilerinin bitirmediğini ima etti. O ziyaret sonrası bazı AKP’li Kürt siyasetçiler, ‘çözüm süreci hiç bitmedi ki yeniden başlasın’ gibi her yöne çekilebilecek açıklamalarda bulundular. Ortak Devlet Bahçeli bu olan […]

The post Kürt sorununda çözüm yolu nasıl olmalı? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Doğan Durgun

Kürt sorununu çözme sezonu resmen açıldı. Aslında her şey Erdoğan’ın 2,5 yıl sonra 9 Temmuz’da yaptığı Diyarbakır ziyareti ile başladı. Dolaylı yoldan, çözüm sürecini kendilerinin bitirmediğini ima etti. O ziyaret sonrası bazı AKP’li Kürt siyasetçiler, ‘çözüm süreci hiç bitmedi ki yeniden başlasın’ gibi her yöne çekilebilecek açıklamalarda bulundular. Ortak Devlet Bahçeli bu olan biteni sessizce izledi. Demek ki, ortaklar seçime doğru giderken, Kürt oylarını alabilmek için yumuşak bir iniş konusunda anlaşmışlardı.

Tarihin ve siyasetin garip bir ironisi olsa gerek, HDP’yi şeytanlaştıran, kriminalize eden iktidar ve muhalefet, Türk tipi başkanlık sisteminde iktidar olmak için HDP’ye, yani Kürtlerin oylarına mecbur kaldılar. Hal ve matematik böyle olunca, yerel seçimlerde HDP’nin yaptığı fedakârlığın genel seçimlerde bir tekrarının garantisi olmayacağını gören muhalefet, adım atmak zorunda hissetti. Sadece AKP karşıtlığı üzerinden HDP’yi sürece dâhil etmeye çalışmaları, oldukça politize olmuş bir seçmeni kafalama konusunda yeteriz kalırdı. Bu yüzden Sayın Kılıçdaroğlu çıkıp; “Kürt sorununu dostlarımızla çözeceğiz. HDP bu konuda muhatabımızdır. Meclisteki bütün partiler muhatabımızdır” sözleriyle gündemi değiştirdi.

Eski HDP Eşbaşkanı S. Temelli’nin çözüm adresi olarak HDP ile birlikte Öcalan ve Kandil’i işaret etmesi HDP içinde de tartışıldı. Buna rağmen Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin sözcülerinin toplu olarak
TBMM’yi işaret etmeleri de önemliydi. Muhalefetin bu çıkışı seçime mi dönük, yoksa bir irade beyanı
mı? Yakında elbette ipuçlarını göreceğiz. Yazının yazıldığı şu dakikalarda, NTV, Haber Global, TV100,
CNN Türk, Habertürk, Halk Tv, ve Tele 1’de de gündem buydu. Ne var ki yine HDP’den tek bir temsilci
yoktu. Türkün sağcısı, solcusu, liberali, dincisi, milliyetçisi bir arada Kürt sorunu üzerine döktürüyorlardı.

Peki, Kürt sorununu kim çözebilir?

AKP ile HDP-Kandil-Öcalan arasında sürdürülen çözüm sürecinin başarısızlığa uğraması kesindi. Başlarken, biteceğini söyleyen bir girişimdi. Bu günden bakarak bu değerlendirmeyi yapmıyorum. O dönem yazı yazdığım Özgür Gündem gazetesinde yazılarımı takip edenler, ilk günden yöntemin yanlış olduğunu yazdığımı bilirler. Türk tipi bir çözüm süreciydi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tüm kurumlarıyla süreçte olması gerekirken, sadece iktidar vardı. Meclis sürecin dışındaydı. Görüşmeler kamuoyundan gizlenerek yapılıyordu. Kimin ne istediği tam olarak belli değildi. Ortada kurulmuş ve tarafların oturduğu bir masa yoktu. A.Öcalan hapisti ve görüşleri Kandil’e mektup ile gidip geliyor, sürece başka müdahalelerin önü açılıyordu. Tarafsız bir ülkenin garantörlüğü yoktu. Uluslararası ayağı eksikti. Harala gürele giden bir yolculuktu, beklenildiği gibi geride trajik sonuçlar bıraktı.

AKP iktidarı, Suriye’deki gelişmeleri doğru okumadı veya okuyamadı. İçerideki süreci oraya bağladı. Suriye’de Müslüman Kardeşlerin iktidarı gerçekleşmeyince de, içerideki masa devrildi. Şimdi CHP, ilk süreçte eksik olan Meclis ayağını devreye sokarak, sorunu kardeşlik, demokrasi ve barışla çözeceğini söylüyor. Birçok boyutu olan Kürt sorununu, sadece TBMM ile çözmek mümkün mü? Dünyada bu tür problemlerin olduğu coğrafyalar bize göstermiştir ki, böyle spesifik ve çok katmanlı sorunları çözmek için bütün temas grupları ile ilişki kurmak zorunludur. Örneğin HDP, T.C. yasalarına göre kurulmuş bir partidir. Mecliste temsil edilmektedir. 35 yıllık çatışmalı süreçte, eline silah alıp çatışmalara katılmış değildir. Böyle bir şeyi yapması mümkün de değildir. O zaman silah bırakma meselesini HDP ile çözme şansınız var mı? Yok tabi. ‘Sadece Meclis içindeki aktörlerle çözerim’ demek, önceki sürecin dahi gerisine düşmek demektir. Daha doğrusu plansız, programsız, seçimlere dönük hoş bir ifadeden öteye geçmiyor.

İlk çözüm süreci sonlandırıldığında, tarafsız, gözlemci ülkeler veya aktörler olmadığı için, olumsuzluğun tamamı Kürtlerin sırtına bindirildi. Kürtlerin kendilerini anlatabileceği bütün mecralar kapatıldı. Böylece genel algı, süreci Kürtlerin bitirdiği oldu. Aynı şeylerin tekrar olmayacağını garanti edebilecek birileri var mı? Diyelim ki muhalefetin iktidarında, süreç aksadı, yürümedi veya iktidarın işine gelmediği için bitirildi. Kamuoyunda suçlu kim gösterilecek? Bingo! Tabi ki HDP. Ayağı yere basmayan, günü veya seçimi kurtarmaya yönelik bu tür çıkışlar, söylem itibarıyla rahatlatıcı olabilir ama sonrasında daha problemli süreçler ortaya çıkarır.

Öncelikle…

1-Öncelikle TBMM çatısı merkez alınarak, Kandil ve Öcalan sürece dâhil edilmeli. Devletin bütün
aktörleri sürece katılmalı.

2-İvedilikle Kürt sorunundan bağımsız radikal bir demokrasi paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe
konulmalıdır. Toplumu rahatlatacak önemli adımlardan birisi olur.

3-Medyada yer alan Kürt siyasetini şeytanlaştırma dili terk edilmeli, gerekirse yaptırım uygulanmalı.
Barış gazeteciliği öne çıkarılmalı. Çözüm sürecinde barış gazeteciliği yapıp, süreç bitince de savaş
gazeteciliği yapanları kastetmiyorum. Barışı içselleştirmiş gazetecilere alan açılmalı.

4-Bütün görüşmeler, talepler, öneriler, yol haritaları alenen, toplumun gözü önünde yürütülmeli,
tartışılmalı.

5-Aydın, yazar ve sanatçılardan oluşan uluslararası bir gözlemci heyeti sürecin içinde yer almalı.
Garantör iki ülke seçilmeli. Görüşmeler bazen bu ülkelerde de yürütülmeli.

İlk çözüm sürecinde bunların hiç biri yapılmadı. Türk tipi çözüm süreci ile bu işlerin olmayacağını görmek gerekiyor. Yazıyı bitirirken, iktidarın iki ortağından Kürt sorununun son durumuna dair güncelleme geldi: Kürt sorunu yoktur…

The post Kürt sorununda çözüm yolu nasıl olmalı? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Öcalan’sız siyaset arayışları https://gazetekarinca.com/ocalansiz-siyaset-arayislari/ Thu, 23 Sep 2021 06:34:50 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=180680 Cengiz Yürekli* Ana muhalefet partisi ülkede hak ve özgürlüklerin tesis edilmesi, demokratik katılımın yaşam bulması konusunda çok ciddi alternatifler sunuyormuş gibi davranmanın ötesinde bu sefer Kürt sorunu konusunda cümle kurma cesaretini gösterdi. Kılıçdaroğlu’nun sorunu dile getirmesinin mevcut atmosferde hayırlı olduğu fikrini taşıyanlardanım. Ancak bunu yaparken somut hiçbir veriye dayanmayan “meşruluk”, “gayrimeşruluk” gibi olayın özünden kaçmaya […]

The post Öcalan’sız siyaset arayışları first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Cengiz Yürekli*

Ana muhalefet partisi ülkede hak ve özgürlüklerin tesis edilmesi, demokratik katılımın yaşam bulması konusunda çok ciddi alternatifler sunuyormuş gibi davranmanın ötesinde bu sefer Kürt sorunu konusunda cümle kurma cesaretini gösterdi. Kılıçdaroğlu’nun sorunu dile getirmesinin mevcut atmosferde hayırlı olduğu fikrini taşıyanlardanım. Ancak bunu yaparken somut hiçbir veriye dayanmayan “meşruluk”, “gayrimeşruluk” gibi olayın özünden kaçmaya yarayan kavramlara sığınmayı da ihmal etmedi.

Meşruiyet tanımına yüklenen anlam ve bu tanımlamayı oluştururken hangi kriterlerin esas alındığının netlik kazanması tartışmanın doğru zeminde ele alınması için önemlidir. Meşruiyetten kasıt eğer yasal dayanak ise, parlamentonun işlev yitimine uğradığı mevcut sistemde çoğunluğu oluşturan ittifak çözüme samimi olarak niyet ederse bu sorunu kolayca halledebilir. Eğer meşruiyet tanımı muhataplığı yüklenilen sorun adına, kitlelerin destek ve onayını almak olarak değerlendiriliyor yani bir çeşit irade beyanı olarak ele alınıyorsa; 2005-2006 yıllarında 3 milyon kişinin “Öcalan Siyasi İrademdir” dediğini, 2013-15 yıllarında da 10 milyonu aşkın insanın Öcalan’ın özgürlüğünü talep ettiğini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu hususun Kılıçdaroğlu’nun oy miktarlarına atıfla yaptığı parmak hesabını kat be kat aşan bir gerçekliğe işaret ettiği konusunda herhalde ki tereddüt bulunmuyor.

Kaldı ki CHP genel başkanının bu söylemi, parti teşkilatlarını seçime hazırladığı bir gündemden bağımsız ele alınamaz. Öncelikle HDP merkez alınmasına rağmen, politikayı elitist bir alana hapsolmaktan çıkarıp, toplumun sorunlarını tabandan çözme yöntemi olarak farklıca örgütlenme ve temsil modellerini geliştiren siyasal geleneğin çözüm için en geniş katılımı esas alacağı bilinen bir durum. İmralı’da yürütülen bütün görüşmeler boyunca Öcalan’ın, sürecin selameti adına şeffaflığı dayattığı ve yöntem olarak da ilgili tarafların katılımını önerdiği konferansların yanı sıra TBMM’nin devreye girmesini ısrarla talep ettiği de biliniyor. Ancak buna rağmen CHP’nin sorumluluk almak yerine Kürt sorununa yaklaşımı belli olan MHP’nin dahil olduğu bir konsensüsü şart koşması, çözümsüzlüğü büyüten sonuca hizmet etmiştir. Şimdi de işaret ettiği “meşru” seçilmişlerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanmasına yol açan Kılıçdaroğlu’nun HDP’lileri “kan davalısı” olarak tarifleyen ittifak ortağını ne şekilde ikna edeceği izaha muhtaçtır.

Kılıçdaroğlu’nun bu söylemi sonrası başlayan tartışmaya dahil olan Bekir Ağırdır ise “İmralı ve her kimse onlar, meselenin katmanlarından yalnız birisi olan terör boyutu ile ilgilidir ve o tarafına geldiğinde işe dahil olabilir.” diyerek muhataplık tartışmasını çok daha farklı bir boyuta çekmiş bulunuyor. Bu çerçevede Nobel barış ödülüne layık görülen ve Güney Afrika devlet başkanı seçilen Mandela’nın yargılanma ve cezaevi süreci, kendisine yapılan ithamlar, uzunca yıllar terör ile anılmış olması meşruluk ve muhataplık hususunda herkesi daha açık davranmaya zorluyor. Öncelikle Ağırdır’ın işin “terör boyutu” nedir, hangi hususları kapsar şeklinde soruları cevaplaması, zihnindekini dile dökmesi hayra vesile olur. Konuşmasında atıf yaptığı yerel yönetimlerin çoğuna terör örgütü iltisakıyla el konulduğunu, bu belediyelerin eşbaşkanlarının, meclis üyelerinin terör örgütü üyeliği iddiasıyla cezaevine atıldığını, dillerine pelesenk ettikleri HDP’nin parlamenterinden, il ve ilçe yöneticilerine, üyelerine kadar binlerce mensubunun aynı savla tutuklandığını bilmiyor değildir. Kaldı ki Kılıçdaroğlu’nun sorunu sığdırdığı 35-40 yıllık zaman aralığında kolektif hakların ve kültürel varlığın tanınması gibi talepler orta yerde dururken yaşanan binlerce ölüm, milyonların yerinden yurdundan edilmesi, maddi manevi değerlerin yitimi şeklinde yaşanan bunca acının Ağırdır’ın kastettiği terör argümanıyla ilişkilendirildiği biliniyor. Bu şekilde ifade edildiğinde Kürt sorununda “işin terör boyutundan” geriye ne kalıyor demeden de edemiyor insan. Buradan hareketle, yaşam hakkından, kültürel varlığını geliştirme hakkına, özgürlük ve güvenlik hakkından örgütlenme hakkına kadar bütün hakları terörizm iddiası ve terör örgütü isnadıyla yok sayılan bir halka dair sorunun çözümü kim ve ya kimlerle olacaktır?

Sorunu retorik düzeyine indirgeyip cümle kurma ihtiyacı duyan bir zihnin yaklaşımı ile sorunun ağırlığı altında ezilen, bir halkın varlık-yokluk sorunu olarak ele alanların yaklaşımı elbette farklı oluyor. Bu anlamda varlığı başlı başına umut vaat eden HDP, çözüm koşullarını olgunlaştıracak, barışa ve demokrasiye gidecek olan zemini yaratacak olan kitle örgütüdür.

HDP’nin büyümesi, temsil ettiği fikir ve misyonun doğru anlatılması, halklara ulaşması mevcut siyasal kaosta sığınılacak ender limanlardandır. Mevcut sisteme itirazı olan herkesin bu yönlü yaklaşım sergilemesi hak ve özgürlüklerin temel güvencesi olacaktır. Bütün bunlara rağmen Kürt sorunun çözümünde oynayacağı rol, HDP’nin yetersizliğinden değil sorunun kendi özgünlüğünden kaynaklı sınırlıdır. Kürt sorunu Ortadoğu bağlamında uluslararası bir sorundur. Farklı ulus devletler çatısı altında bölünmüş bir halkın iradesini temsil etmek bütün niyetine ve çabasına rağmen HDP’nin yalnız başına cevap olabileceği bir durum değil maalesef.

Türkiye ulusal mevzuatıyla sınırlı bir partinin, bütün Ortadoğu’ya yayılmış bir olgunun muhataplığında oynayabileceği rolün bir yere kadar olması zaten işin doğası gereğidir de. Örnek kabilinden; HDP’nin Rojavalı bir Kürt’ü genel çözüm çabasına dahil edebilmesi, Afrin’deki demografik yapıya dair itirazlara ve ya Şengal’deki Ezidi toplumunun taleplerine cevap olup, sözcülüğünü üstlenmesi, ilgili tarafların buna icazet vermesi ne kadar mümkündür? Sorunları dile getirmek ve çözümünü dayatmak ayrı, müzakere pozisyonunda temsil kimliğini üstelenmek ayrı hususlardır.

Öcalan’ın muhataplığı tam da bu ve benzeri objektif verilerin bir sonucu olarak kendini dayatıyor. Farklı cins, kimlik, inanç, kültür ve başkaca toplumsal tabakaların bir arada yaşama projesini geliştirmekle kalmayıp bunun pratiğini zorlayan Öcalan’ın, Ortadoğu’dan Avrupa’ya örgütlü bulunan Kürt güçleri ve meskun bulunan Kürt halkı üzerinde söz kurma gücü tarihsel bir gerçeklik olarak öne çıkıyor. Bu durum öznel bir yaklaşım olmayıp, yukarıda belirtilen milyonların irade beyanının yanı sıra sorunun çözümüne niyet eden devlet mekanizmalarının da kabulüdür. Özal ile başlayan 93 ateşkesinden en son İmralı sürecine değin yaşanan çözüm girişimleri bu durumu defalarca teyit etmiştir.

Kılıçdaroğlu’nun söylemi ve Ağırdır’ın gündemleştirme tarzı çokça denenen Öcalan’sız siyaset arayışlarının başkaca bir merhalesi gibi duruyor. Bölgesel ve uluslararası konjonktür ile gerek Öcalan’ın tutumu gerekse de Kürt halkının tavrı bu arayışların hayat bulmasına olanak vermemişti. Ancak 5 Nisan 2015’ten sonra uzunca süredir hazırlığı yapılan bir konseptin devreye konmasıyla Öcalan’sız siyaset inşa çabaları yeniden zemin buldu. Öcalan’ın uygulanan mutlak tecrit ile kamuoyunda unutulması hedeflenirken, buna itiraz mahiyetindeki çabalar ise farklı gündemlerle ve “makul muhataplıklar” ile gölgelenmeye çalışılıyor. Belli bir zümre kendini bu fikre yatırmış olsa da, 2015 Nisan’ından sonra yedi yıldır Öcalan’sız siyasetin sonuçlarına hep beraber tanıklık ettik, hep beraber yaşadık. 2013-2015 arası Öcalan’ın muhatabı olduğu sürecin ekonomi, demokrasi, hukuk ve insan haklarına ilişkin verileri herkesin bilgisi dahilinde. Buna kıyasla Öcalan’sız siyasetin devreye konduğu sonraki süreçte toplumun büyük kesimi açlığa itilmişken buna karşıt bir azınlığın rant ve yolsuzluk ile büyümesi, savaş halinden mülteci sorununa, kadın kıyımından ekolojik yıkıma kadar ayrışan ve kutuplaşan bir toplum gerçekliğiyle yüz yüzeyiz. Topluma böylesi büyük maliyetleri fatura eden bir siyaset anlayışının hayat bulmasında, bunu devreye koyan iktidar güçlerinden payanda olan muhalefete, sessizlikle karşılayan ya da boşa çıkaracak bir tepkiyi örgütlemekte yetersiz kalan herkesin, hepimizin payı var. Ancak politika yapma iddiasında olanlar ile kendisine aydın misyonu yükleyenlerin bunu dürüstlükle topluma açıklama yükümlülükleri de bakidir. Er geç koşulları oluştuğunda toplumsal hafızanın bu sorumluluğu hatırlatması rastlanmayan bir durum değil.

Son söz niyetine, böylesi bir tartışmada söz kuran herkesin öncelikle Öcalan’ın da fikrini sunmasını talep etmesi ahlaki bir yaklaşımın gereğidir. Sahi bu tartışmayı yürütenler yok sayılan mevzuat bir kenara, insani bir tutum olarak Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecride karşı bir çift söz kurmayı düşünürler mi acaba?


(*) Avukat

The post Öcalan’sız siyaset arayışları first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kılıçdaroğlu: Bu ülkeye barışı birlikte getireceğiz https://gazetekarinca.com/kilicdaroglu-bu-ulkeye-barisi-birlikte-getirecegiz/ Wed, 22 Sep 2021 09:10:52 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=171436 CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, milletin kavgadan bıktığını belirterek, ”Bu ülkeye barışı birlikte getireceğiz” dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt sorununa çözüm ve HDP tartışmaları kapsamında yeni açıklamalarda bulundu. Ankara’da gerçekleşen Gaziler Haftası Buluşması’na katılan Kılıçdaroğlu, burada gündeme dair açıklamalarda bulundu. Devlet Bahçeli’nin “HDP’yi meşru organ görmek demek, PKK’yı muhatap almak demektir” yönelik sözlerine […]

The post Kılıçdaroğlu: Bu ülkeye barışı birlikte getireceğiz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, milletin kavgadan bıktığını belirterek, ”Bu ülkeye barışı birlikte getireceğiz” dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt sorununa çözüm ve HDP tartışmaları kapsamında yeni açıklamalarda bulundu.

Ankara’da gerçekleşen Gaziler Haftası Buluşması’na katılan Kılıçdaroğlu, burada gündeme dair açıklamalarda bulundu.

Devlet Bahçeli’nin “HDP’yi meşru organ görmek demek, PKK’yı muhatap almak demektir” yönelik sözlerine cevap veren Kılıçdaroğlu, sorunların çözüm yerinin meclis olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:

Türkiye’de dünya kadar sorun var. Biz sorunlardan korkmuyoruz. CHP’nin Genel Başkanı olarak da bütün millete açık ve net söylüyorum, sizin oylarınızdan çok sizin sorunlarınıza talibim. Bu sorunları, samimi ve dürüst olarak çözeceğim. Bu ülkeye huzuru, bu ülkeye barışı birlikte getireceğiz. Dostlarımızla beraber getireceğiz. Yeter artık bu millet bıktı. Kavgadan bıktı. Açlık var, sefalet var, yoksulluk var. Öğrenciler mezun olmuş yurt bulamıyorlar yaptıkları tartışmalara bak. Bu tartışmalar Türkiye’yi kısır bir sürecin içine sokar. Dürüst ve namuslu olan siyasetçi, ahlaklı olan siyasetçi halkına güven veren siyasetçi doğruları her yerde her ortamda dillendirmek zorundadır, ben de bunu dillendiriyorum. Bunu söylüyorum. Sorun var, evet. Bu sorun nerede çözülecek? TBMM’de çözülecek, bu kadar açık bu kadar net. ‘Öbür Genel Başkan şunu söylemiş, şu Genel Başkan bunu söylemiş’ o zaman o Sayın Genel Başkan’a söyleyelim, HDP’nin TBMM Başkanvekilliği yaptığı zaman el kaldırıp söz istemesinler. Söz istiyorlarsa, nasıl istiyorlar. Biraz mantık olur. Söylediğiniz şeylerin mantığı olur, mantık çerçevesinde hareket edersiniz.

’20 yılda yurt sorununu çözemedin’

Öğrencilerin yurt sorunlarına da değinen Kılıçdaroğlu, temiz bir siyasete ihtiyaç duyulduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

”Onu düşmanlaştır, bunu düşmanlaştır, kamplaşma yap. Bu kadar dert varken bunların derdi mi yok ya. Çocuklar yatağa aç giriyor. Sen 20 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nde görev yapıyorsun, yönetiyorsun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, 20 yılda yurt sorununu çözemedin. Bir yılda çözülecek sorunu çözemedin. Şimdi kalkmış bana bir sürü laf ediyorlar. İstediklerini etsinler yine söz veriyorum, bu ülkenin bütün sorunlarını çözmeye kararlıyım, dostlarımızla beraber çözeceğiz. Sorunlarla boğuşan değil, nefes alan bir Türkiye’ye ihtiyacımız var. Sorunlarıyla ‘nereye gidiyor bu memleketin hali’ diye sormayacak vatandaş, o sorunlardan sıyrılacak, görkemli, güzel, ahlaklı, temiz bir siyaseti ve onun büyüttüğü Türkiye’yi görecek. Hedefimiz bu.”

HABER MERKEZİ

The post Kılıçdaroğlu: Bu ülkeye barışı birlikte getireceğiz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Muhataplığı belli olmayanların muhatap arayışı https://gazetekarinca.com/muhatapligi-belli-olmayanlarin-muhatap-arayisi/ Wed, 22 Sep 2021 07:34:24 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=171414 Abdulmelik Ş.Bekir* CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinin çözümü ve muhataplığına ilişkin sözleri birkaç gündür yoğunca tartışılıyor. Bu tartışma oldukça önemlidir. Zira her ne kadar güncel ve dönemsel bazı gelişmelerden kaynaklı arka plana düşse de cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye’nin en önemli sorunu ve gündemi Kürt meselesidir. Gecikmeli hatta yüz yıl sonra da olsa CHP’nin […]

The post Muhataplığı belli olmayanların muhatap arayışı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Abdulmelik Ş.Bekir*

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinin çözümü ve muhataplığına ilişkin sözleri birkaç gündür yoğunca tartışılıyor. Bu tartışma oldukça önemlidir. Zira her ne kadar güncel ve dönemsel bazı gelişmelerden kaynaklı arka plana düşse de cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye’nin en önemli sorunu ve gündemi Kürt meselesidir. Gecikmeli hatta yüz yıl sonra da olsa CHP’nin yetersiz ve eksik bir söylem ve yaklaşımla da olsa bu gündeme girmesi oldukça önemlidir. Bu tartışmaya değer vermek, ileriye taşımak ve çözüm odaklı bir doğrultuda yürümesine katkı sağlamak, Türkiye’nin son beş yıllık faşizm kıskacından ve yüz yıllık tüm sorunlarına kaynaklık eden prangalarından kurtulmasını isteyen herkesin sorumluluğudur.

Bu bağlamda en fazla da oluşturduğu resmi ideolojiyle sorunun mimarı olan CHP’nin sorumluluğudur. Meselenin inkarından çözülmesi gerekliliği noktasına gelinmesi önemli bir gelişmedir. Ancak bu ve benzeri sorunların ilk ve tek yaşandığı ülke de Türkiye değildir. Dünyanın her yerinde ve ülkesinde benzer meseleler yaşandı ve yaşanıyor. Çözüm yol ve yöntemlerinin de nasıl olması gerektiğine dair somut örnekler, modeller ve bunlara dair önemli bir müktesebat var. Dolayısıyla ne tekeri yeniden icat etmeye gerek var ne de atı arabanın önüne koymaya. Uzun süre görmezlikten gelmek bu tarihsel, toplumsal ve siyasal süreçlerin yaşanmadığı anlamına gelmez. Önemli olan Türkiye’nin son kırk yılından ve dünya örneklerinden gerekli dersleri çıkarmak, iyi niyet ve samimiyetle faydalanmaktır.

Bu yönüyle CHP’nin Kürt meselesinin çözümüne girişi doğru olduğu kadar muhataplık meselesiyle girmesi de o kadar yanlış ve talihsiz olmuştur. Doğru yola yanlış giriş teşebbüsünde bulunmuştur. CHP bu yola girmeye niyet ediyorsa herkesten daha çok çabalamalıdır. Halkların ve özellikle Kürt halkının güvenini nasıl kazanacağına kafa yormalıdır. Bugünkü ve daha önceki iktidarların böylesi tarihsel bir meseleyi güncel politikalara kurban etmenin nelere mal olduğunun muhasebesini iyi yapmalıdır. Geçmişin hatalarını iyi okuyarak neyi nasıl ele alacağını, söyleyeceğini ve yapacağını doğru planlamalıdır. Bunun ilk yolu da muhatabını iyi tanımasından geçer.

Güncel polemiklerden azade Türkiye’de Kürt meselesinin muhatabı Kürt hareketidir. Meselenin oluşumunu nedenleri ve buna karşı bir itiraz olarak gelişen hareketin gelişim seyrine biraz bakıldığında muhataplık sorununun olmadığı anlaşılacaktır. Kürdistan meselesinden kaynaklı Kürt hareketinin kendine özgü bir modeli ve örgütlemesi vardır. Ortadoğu’nun başat dört devletinde varlık gösteren ve dünyanın birçok ülkesinde kitle desteğine dayanan örgütlü bir gerçekliği vardır. Bu örgütleme ve model bilinmeden Kürt meselesini bilmek mümkün olmadığı gibi çözmek hiç mümkün değildir. Bu nedenle Kürt meselesi sadece Türkiye ile sınırlı da değildir. Zaman zaman Türkiye’ye özgü bir çözüm geliştirme olanakları oluşmuş olsa da resmi ideolojinin inkar politikası ve iktidarların dönemsel hesaplarından dolayı bu fırsatlar heba edilmiştir.

En son örneği AKP iktidarı döneminde yaşanan süreçlerdir. İktidarın masayı devirmesinin temel nedeni Rojava’da yaşanan gelişmelerdir. Yani Kürt’ün başka bir ülkede statü mücadelesi olmuştur. AKP iktidarı ve ortakları Suriye’deki Kürtlerle kavga ederken Türkiye’deki Kürtlerle barış görüşmelerini yürütmesinin eşyanın tabiatına aykırı olduğunu bildiğinden masayı devirmiş ve altı yıldır süren çatışma sürecine girmiştir. Üstelik içerde muhatap arayışında olan CHP başta olmak üzere tüm muhalefeti bu politik hatta birleştirmiştir. Bu bağlamda CHP, HDP’yi siyaset dışına itmek için başlatılan sürecin ilk adımı olan dokunulmazlıkların kaldırılmasına neden “evet” dediğinin, bir yandan AKP iktidarını Esad Hükümeti’yle anlaşmaya teşvik ederken öte yandan sırf Kürtler yaşıyor diye başka ülkenin sınırlarında bulunan kentleri ele geçirmek için çıkarılan savaş tezkerelerine neden destek verdiğinin cevabını verebilse aynı zamanda Kürt meselesinde muhatabın da kim olduğunu zorlanmadan anlayacaktır.

Irak’ta, İran’da, Suriye’de ve bilcümle dış politikada kendisini AKP iktidarıyla ya da aynı anlama gelmek üzere AKP iktidarını kendisiyle aynı çizgiye getirenin ne olduğunun cevabını vermeden Kürt meselesinde doğru politikalar geliştirmesi mümkün değildir. Konuya objektif bakabilen ve biraz aşina olan herkes yukarıdaki soruların cevaplarını biliyor. Neden, CHP’nin kurucusu olduğu Kürt inkarına dayalı resmi ideolojidir. HDP, Kürt hareketinin yarattığı yelpaze içinde Türkiye’nin kanunlarına göre kurulmuş siyasi bir partidir. Ortadoğu’ya ve dünyaya yayılmış Kürtleri temsil etmesi mümkün değildir. Onlar adına politika geliştirmesi, karar alması ve süreçler yürütmesi ne olanaklı ne de gereklidir.

Türkiye’nin Kürt meselesini sınırları içinde ele alan resmi bir ideoloji ve politikası olsaydı sorunun çözümü için de sadece içerde bir aktörü muhatap almanın yine de bir yere kadar anlamı olabilirdi. Ancak bir yandan başka ülkelerdeki Kürt varlığına karşı yönelik savaş tezkerelerine destek verecek kadar beynelmilel bir Kürt inkarını resmi ideoloji edinmek, öte yandan çözümünü sadece Türkiye içinde tasavvur etmek ve buna göre bir muhatap arayışına, tanımlamasına girmek baştan denklemi tersinden kurmaktır. Bu ya meselenin gerçekliğinden bihaber olmak ya üzerinde iyi düşünülmeden konuşmak ya da çözüm niyeti olmadan güncel bir ihtiyaçtan kaynaklı topu çevirme anlamına gelir. Üçü de birbirinden talihsiz durumlardır. Neticesini de AKP’nin pratiğinde ve geldiği yerde görmek mümkündür.

Bu anlamda CHP eğer Kürt meselesinin çözümüne niyet edecekse öncelikle iyi niyetli olduğunu başta Kürtler olmak üzere Türkiye halklarına göstermelidir. Kürt meselesinin gerçekliğini iyi anlamalı, bu gerçekliğe göre oluşmuş yapıyı iyi tanımalı ve muhataplık meselesini de kendine göre tanımlamamalı, bu gerçekliğe göre tanımalıdır. Yine bu girişiminin Türkiye’de oluşan siyasal denklemin yarattığı denge ve güncel ihtiyaçlarından kaynaklanmadığını göstermelidir. Aksi halde Kürtler de sorunun mimarı olan CHP’nin gerçekten sorunu çözmeye niyeti ve gücü olan bir muhatap olup olmadığını sorgulamaya hakkı vardır. Bu yönüyle neden ve gerekçeleri de çok daha ciddi ve somuttur.

CHP ana muhalefet partisi olarak hala bir muhatap pozisyonunda değil. Daha muhatap pozisyonuna gelmeden muhatap arayışına girmek sorunun çözümüne katkı sağlamaz. Hele ki bunun için Kürtlerin desteği zorunluyken. Şunu da söylemek gerekir eğer Kürtler CHP’nin iyi niyetine inanırsa hem muhatap haline gelmesi hem de sorunun çözümü için gereken desteği vereceklerine kuşku yoktur. Bu yönüyle Kılıçdaroğlu’nun çözüm için Meclisi adres göstermesine kimsenin itirazı yoktur. Hele hele Kürtlerin hiç itirazı olmaz. Şayet dönüp Çözüm Süreci tartışmalarına, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın görüşmelerine ve Kürt hareketinin açıklamalarına bakılırsa ısrarla çözümü Meclise taşımak istedikleri ve bunda ne kadar ısrarlı oldukları görülecektir. Bu ısrara rağmen AKP meseleyi Meclise getirmede ayak diremiş ve ne yazık ki CHP de buna karşı çıkarak, direnç oluşturarak destek vermiştir.

Meselenin Meclis’te çözülmesinin ifade edilmesi doğrudur. Ancak muhataplık konusunda yapılmak istenen atama şimdiden Kürt halkında Kılıçdaroğlu ve CHP’nin niyetine yönelik kuşku oluşturmuştur. Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden beslenenler de konuyu buradan ele almış ve ne yazık ki bu konuda niyetinden şüphe duyulmayacak birçok kişi de ayan beyan ortada olan hakikate parmak basan HDP Van Milletvekili Sayın Sezai Temelli üzerinden iktidarın değirmenine su taşımıştır. Temelli’nin söylediği Kürt halkının kahır ekseriyetinin talebidir. Zira HDP gökten zembille inmedi. Kürt başta olmak üzere Türkiye halklarının, sol, sosyalist ve demokratlarının mücadelesinin yarattığı zemin üzerinde gelişmiş ve bu gerçekliğin vekaletini yapmaktadır. Bu zeminden azade ele alınması her şeyden önce muhatabiyet gücünün tersinden zayıflatılması ve hatta inkarı anlamına gelir.

Son olarak HDP sadece Kürt meselesinde değil, Türkiye’nin tüm sorunlarında ezilenlerden, halklardan, kadınlardan, gençlerden yana çözümlerin muhatabıdır. Ancak kendini yaratan ve bugüne getiren siyasal ve toplumsal mücadelenin bir parçası olarak muhataptır. Bu gerçekliğin hilafına bir muhatap olarak ele alan her değerlendirme, yaklaşım ve politika çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet eder. Yakın geçmiş bunun en bariz örneğidir.

* İstanbul Üniversitesi’nin İletişim Fakültesi’nde gazetecilik ve Fen Edebiyatı Fakültesi’nde ise Hititoloji okudu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1999’da başladığı gazetecilik çalışmalarında Azadiya Welat, Özgür Gündem ve Dicle Haber Ajansı’nda dış politika, kültür ve dil, siyaset üzerine yazı ve analizleri yayımlandı. 2016’dan bu yana Gazete Karınca’da düzenli yazıları yayımlanmaktadır.

The post Muhataplığı belli olmayanların muhatap arayışı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Karaburun Bilim Kongresi sona erdi https://gazetekarinca.com/karaburun-bilim-kongresi-sona-erdi/ Sun, 05 Sep 2021 10:15:52 +0000 https://test.gazetekarinca.com/?p=7825 İzmir’de gerçekleşen 15’inci Karaburun Bilim Kongresi “Mülksüzler: Ne Yapmalı?” başlıklı  oturum ile sona erdi. Bu yıl “Kapitalizmin Salgınları ve Bitmeyen Kavga” başlığı ile gerçekleştirilen 15’inci Karaburun Bilim Kongresi sona erdi. Kongrenin kapanış oturumu “Mülksüzler: Ne Yapmalı?” başlığıyla Yasemin Özgün yürütücülüğünde yapıldı. Kapanış oturumunda ilk söz alan Özgür Müftüoğlu, “Mülksüzlerin Hali Pür Melali” başlıklı sunumu gerçekleştirdi. […]

The post Karaburun Bilim Kongresi sona erdi first appeared on Gazete Karınca.

]]>

İzmir’de gerçekleşen 15’inci Karaburun Bilim Kongresi “Mülksüzler: Ne Yapmalı?” başlıklı  oturum ile sona erdi.

Bu yıl “Kapitalizmin Salgınları ve Bitmeyen Kavga” başlığı ile gerçekleştirilen 15’inci Karaburun Bilim Kongresi sona erdi.

Kongrenin kapanış oturumu “Mülksüzler: Ne Yapmalı?” başlığıyla Yasemin Özgün yürütücülüğünde yapıldı.

Kapanış oturumunda ilk söz alan Özgür Müftüoğlu, “Mülksüzlerin Hali Pür Melali” başlıklı sunumu gerçekleştirdi.

Müftüoğlu: Mülksüzler işçi sınıfı içinde yer alır

Öncelikle “mülksüzler” kavramına dikkat çeken Müftüoğlu, “Mülksüzlük ile sınıf arasında bir bağlantı kurabilir miyiz bunu tartışmaya çalışacağım. Mülksüz demek güvencesiz, yaşamını sürdüreceği herhangi bir malı mülkü olmayan dolayısıyla emeğini satarak geçinen kişi demek. İşçi, emekçi, proleter bu da aşağı yukarı benzer bir duruma geliyor. Biliyoruz ki işçileşme, mülksüzleşme ile birlikte yürüyor. Dolayısıyla mülksüzleri aslında işçi sınıfı içerisine alabiliriz” diye konuştu.

Yaraşır: Uygarlık krizi

“Kapitalist Kriz: İsyan ve Umut” başlıklı sunumu gerçekleştiren Volkan Yaraşır ise 2007-2008 krizinin kapitalizmin genelleşmiş bir yapısal krizi olarak karşımıza çıktığını söyledi.

Son 14 yıllık süreçte finans kapitalin her türlü hamlesine rağmen krizin hem derinleştiğini hem de yaygınlaştığını belirten Yaraşır, “Yapısal krizlerin bazı temel özellikleri var. Uzun süreli krizlerdir. 40-50 yıllık periyotlarda kendini ifade eder. En temel özelliği saf bir ekonomik kriz değildir aynı zamanda bir uygarlık krizidir. Böyle bir boyutta ekolojik kriz ve sağlık krizi ile birlikte kapitalizmin varlıksal kriz içerisine girdiği yorumunu da yapabiliriz” diye konuştu.

Erdem: Barış demek suç haline geldi

“Toplumsal Mücadele Alanlarının Ortak Zemini: Sınırlar, Olanaklar” başlıklı sunumu yapan Ayşe Erdem şunları söyledi:

Genel demokrasi mücadelesine ilişkin olarak ise halkın karar alma sürecine doğrudan katılım sağlayan mekanizmaların mevcut olmadığını belirten Erdem, “Bunun için geçmişte Kürt partilerinin bugün HDP’nin verdiği mücadelenin bir boyut kazandırdığı aşikâr. Onlara da maalesef kayyum atanıyor biliyorsunuz. Bu ülkede barış olmayınca bu alandaki mücadelelerin hepsi eksik kalıyor. Bu sene ‘barış’ diyemedik, demokrasi konferansı yaptık sadece. Çünkü bu ülkede ‘barış’ demek suç haline geldi” diye konuştu. Son olarak toplumsal ittifaka ihtiyaç olduğunu belirten Erdem, ırkçılık, milliyetçilik ve kapitalizmle mücadelenin her zaman ortak mücadele zemini olduğunu ifade etti.

Halkların Köprüsü: Mülteci karşıtı dalga artıyor

Savaşlar, ekonomik krizler, şiddetlenen iklim krizi içinde küresel doğu ve güneyden, kürenin batısına ve kuzeyine doğru başlayan göç hareketlerinin son 10 yıldır artarak sürdüğünü ifade eden Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Üstün Reinart, “En incinebilir korumasız ve kendi mücadelelerinin öznesi olması çok zor olan bir kitle ile karşı karşıyayız. Bu kitle, gidebildikleri ülkelerde ucuz işgücü olarak en çok sömürülen kitledir. Böyle olduğu için mülteciler, hele ki devletin bir mülteci politikası olmayınca yerleşik halklarda kaygı, gerginlik, öfke ile karşılanıyor. Ekonomik krizlerle yoksullaşan orta sınıflarda mülteci karşıtı dalga artıyor” dedi.

The post Karaburun Bilim Kongresi sona erdi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kadir İnanır: Büyük barışı mutlaka kuracağız https://gazetekarinca.com/kadir-inanir-buyuk-barisi-mutlaka-kuracagiz/ Sun, 08 Mar 2020 11:37:17 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=176743 HABER MERKEZİ – Diyarbakır Tabip Odası tarafından kendisine verilen “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü”nü almaya yurt dışında olduğu için gelemeyen Kadir İnanır gönderdiği mesajda, “Büyük barışı mutlaka kuracağız” dedi. Diyarbakır Tabip Odası, her yıl geleneksel olarak verdiği “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü”ne bu yıl oyuncu Kadir İnanır ve Barış Anneleri’ni layık gördü. Demir Hotel’de çok […]

The post Kadir İnanır: Büyük barışı mutlaka kuracağız first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Diyarbakır Tabip Odası tarafından kendisine verilen “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü”nü almaya yurt dışında olduğu için gelemeyen Kadir İnanır gönderdiği mesajda, “Büyük barışı mutlaka kuracağız” dedi.

Diyarbakır Tabip Odası, her yıl geleneksel olarak verdiği “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü”ne bu yıl oyuncu Kadir İnanır ve Barış Anneleri’ni layık gördü.

Demir Hotel’de çok sayıda siyasi parti, sivil toplum örgütü ve yurttaşın katılımıyla düzenlenen ödül töreninde sunumlar Kürtçe ve Türkçe olarak yapıldı.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanıyken görevden alınıp yerine kayyum atanan Adnan Selçuk Mızraklı, geceye bir mektup gönderdi.

Mızraklı mektubunda, şu ifadelere yer verdi:

“Bizlere korkunun panzehirini aşılayan başta Barış Anneleri olmak üzere, yaşamını demokrasi, emek, barış ve özgürlük mücadelesine adayan tüm insanlara bu çabalarından dolayı selam ve saygılarımı iletiyorum. Bu çalışmalarda elini taşın altına koyan herkesi minnet duyarak, mutlaka ama mutlaka acının ve gözyaşının rengi yoktur diyenlerin kazanacağına olan inancımla sizlere merhaba diyorum.”

‘Büyük barışı kuracağız’

Yurt dışında bir programda olduğu için ödülü almaya gelemeyen Kadir İnanır ise törene görüntülü bir mesaj gönderdi.

İnanır mesajında, “Dünyanın en güzel ülkesi Türkiyemizde, toplumsal beraberliği uzlaşarak güçlendirip, cepheleşmelere son vereceğiz. Mutlulukları yakalamaya yemin ederek, özgürlük ve demokrasiyi inşa edeceğiz. Büyük barışı mutlaka kuracağız, mutlaka. Başka çaremiz yoktur. Uluslararası bir toplantı için yurt dışındayım. Oradaki herkese, Tabip Odası üyelerine bu anlamlı ödül için teşekkür ederim” diye konuştu.

Sahneye davet edilen Barış Anneleri’ne ise ödülü doktor Mahmut Ortakaya takdim etti.

The post Kadir İnanır: Büyük barışı mutlaka kuracağız first appeared on Gazete Karınca.

]]>
“Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü” Kadir İnanır ve Barış Anneleri’ne https://gazetekarinca.com/baris-dostluk-ve-demokrasi-odulu-kadir-inanir-ve-baris-annelerine/ Fri, 14 Feb 2020 11:59:48 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=173032 HABER MERKEZİ – Diyarbakır Tabip Odası’nın 14 Mart Tıp Haftası etkinlikleri kapsamında 1995 yılından itibaren her yıl organize ettiği “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü” bu yıl Kadir İnanır ve Barış Anneleri’ne verilecek. Diyarbakır Tabip Odası, her yıl geleneksel olarak verdiği “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü”nün kazananlarını açıkladı. Ödülün bu yıl sanatçı Kadir İnanır ve Barış […]

The post “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü” Kadir İnanır ve Barış Anneleri’ne first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Diyarbakır Tabip Odası’nın 14 Mart Tıp Haftası etkinlikleri kapsamında 1995 yılından itibaren her yıl organize ettiği “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü” bu yıl Kadir İnanır ve Barış Anneleri’ne verilecek.

Diyarbakır Tabip Odası, her yıl geleneksel olarak verdiği “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü”nün kazananlarını açıkladı.

Ödülün bu yıl sanatçı Kadir İnanır ve Barış Anneleri’ne verilmesi kararlaştırıldı.

İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şube yöneticisi Derya Yıldırım, “Yaşadığımız olağanüstü-olağan dışı süreci de göz önüne aldığımızda 90’lı yılların dehşet verici ortamını aratmayan 2020 Türkiyesi’nde ödülümüzün daha da önem kazandığını düşünüyoruz” dedi.

Yıldırım, “Bu yılki Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü’ne, 90’lı yılların baskı ikliminden, militarizmin ve şovenizmin tırmandığı, her türden antidemokratik uygulamanın hüküm sürdüğü günümüze değin durmadan, geri adım atmadan mücadelelerini sürdüren Barış Anneleri’ne ve iktidarın her türlü saldırısına rağmen yaşamdan yana net tutum alması, savaş karşıtı tavrından vazgeçmemesi nedeniyle Sanatçı Kadir İnanır layık görülmüştür” diye konuştu.

Ödüller 7 Mart’ta Diyarbakır’daki Demir Otel’de düzenlenecek olan törenle sahiplerine verilecek.

Jüri

1995 yılından itibaren her yıl Diyarbakır Tabip Odası tarafından organize edilen ‘Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü’nün bu yılki jürisinde şu kurumlar yer aldı:

Türk Tabipler Birliği, Diyarbakır Tabip Odası, Pratisyen Hekimler Derneği, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası, Diyarbakır Diş Hekimleri Odası, Diyarbakır Eczacılar Odası, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği, Eğitim Sen Diyarbakır Şubesi, SES Diyarbakır Şubesi ve Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti.

The post “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü” Kadir İnanır ve Barış Anneleri’ne first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kadir İnanır “barış” çağrısını yineledi: Tek isteğim ve tek derdim bu https://gazetekarinca.com/kadir-inanir-baris-cagrisini-yineledi-tek-istegim-ve-tek-derdim-bu/ Wed, 05 Feb 2020 08:06:39 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=171603 HABER MERKEZİ – Barışı dillendirdiği için hedef alınan Kadir İnanır, çağrısını bir kez daha yineledi. İnanır, “Konuya siyaset üstü bakıyorum. Benim derdim bu memlekete barış gelsin, sonra işime döneyim” dedi. Sosyal medyada hakkındaki bazı olumsuz yorumlar için de “Bir gün ‘Kadir ağabeye ayıp ettik’ diyecekler” değerlendirmesinde bulundu. “Bir gün bu topraklara büyük bir barış hakim […]

The post Kadir İnanır “barış” çağrısını yineledi: Tek isteğim ve tek derdim bu first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Barışı dillendirdiği için hedef alınan Kadir İnanır, çağrısını bir kez daha yineledi. İnanır, “Konuya siyaset üstü bakıyorum. Benim derdim bu memlekete barış gelsin, sonra işime döneyim” dedi. Sosyal medyada hakkındaki bazı olumsuz yorumlar için de “Bir gün ‘Kadir ağabeye ayıp ettik’ diyecekler” değerlendirmesinde bulundu.

“Bir gün bu topraklara büyük bir barış hakim olacak” dediği ve HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Devran” kitabından uyarlanan tiyatro oyununa gittiği için hedef alınan usta oyuncu Kadir İnanır, barış çağrısını bir kez daha yineledi.

Sözcü’den Emre Çevik’in haberine göre, gittiği bir AVM’de gazetecilerin soruları üzerine konuşan İnanır, 7 yıldır barış için uğraş verdiğini belirterek, “Büyük barış gelmeden hiçbirinizin işinin kolay olmayacağını savunuyorum” dedi.

“Benim bir tek isteğim var: her şey bu ülkede çok güzel olsun, herkes birbirini çok sevsin ve saysın” diyen İnanır, görüş farklılıklarına açık olduğunu vurguladı.

Barışın önemine bir kez daha vurgu yapan İnanır, basın özgürlüğü ve ekonomik refah gibi can alıcı konuların yolunun barıştan geçtiğini belirtti.

Hedef alınmasına dair de konuşan İnanır, “Olsun, onlar olur, olmazsa hayatın tadı olmaz” dedi ve aleyhine konuşanların ise bir gün vicdanıyla baş başa kalacaklarını ve “Kadir Abiye ayıp ettik” diyeceklerini söyledi.

Sorular üzerine siyasete girme gibi bir durumunun olmadığını da söyleyen İnanır, “Şimdiye kadar yapsam beş yüz kere siyasete girerdim. Konuya siyaset üstü bakıyorum. Benim derdim bu memlekete barış gelsin, sonra işime döneyim” dedi.

The post Kadir İnanır “barış” çağrısını yineledi: Tek isteğim ve tek derdim bu first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kadir İnanır: Bir gün bu topraklara büyük bir barış hakim olacak https://gazetekarinca.com/kadir-inanir-bir-gun-bu-topraklara-buyuk-bir-baris-hakim-olacak/ Thu, 19 Dec 2019 07:29:27 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=164555 HABER MERKEZİ – Sanatçı Kadir İnanır, barışa olan inancının tam olduğunu vurgulayarak, “Bu topraklara büyük bir barış hakim olacak. Halkların kardeşliğine ve büyük barışa tüm kalbimle inanıyorum” dedi. 2013-2015 tarihleri arasında İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler sırasında oluşturulan ‘Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan sanatçı Kadir İnanır, günümüzde kimsenin korku nedeniyle konuşamadığını söyledi. […]

The post Kadir İnanır: Bir gün bu topraklara büyük bir barış hakim olacak first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Sanatçı Kadir İnanır, barışa olan inancının tam olduğunu vurgulayarak, “Bu topraklara büyük bir barış hakim olacak. Halkların kardeşliğine ve büyük barışa tüm kalbimle inanıyorum” dedi.


2013-2015 tarihleri arasında İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler sırasında oluşturulan ‘Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan sanatçı Kadir İnanır, günümüzde kimsenin korku nedeniyle konuşamadığını söyledi.
Euronews’ten Ece Sevim Öztürk’e konuşan İnanır, “Bugün kimse konuşmuyor, sesini çıkartmıyor olabilir. Benim kimseden korkum yok. Ben ömrüm boyunca böyle yaşadım, bu saatten sonra da kimseye boyun eğecek değilim. Ben konuşuyorum, ancak basına güvenmiyorum. Bu nedenle ilk kez, size güvendiğim için konuşacağım” dedi.
“Barışın geleceğine inanıyorum” diyen İnanır, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ve diyorum ki bir gün gelecek, bu topraklara büyük bir barış hakim olacak. O barış mutlaka gelecek. Kimse merak etmesin. Ben Kadir İnanır; halkların kardeşliğine ve büyük barışa tüm kalbimle inanıyorum.
Biliyorum, yarın çok büyük zorluklarla karşılaşacağız ama bir biçimde tüm bu zorlukları yeneceğiz. Büyük barışın geleceğine inancım tamdır.”

The post Kadir İnanır: Bir gün bu topraklara büyük bir barış hakim olacak first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Ardında barıştığın bir komşun yoksa güvenli bir sınır da yoktur – Bahadır Altan https://gazetekarinca.com/ardinda-baristigin-bir-komsun-yoksa-guvenli-bir-sinir-da-yoktur-bahadir-altan/ Tue, 26 Nov 2019 05:30:46 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=161139 Bahadır Altan Adına “Terörden Arındırılmış Bölge” de deseniz “Güvenlikli Bölge” de deseniz, Rusya ile yapılan devriyeleri sürekli de kılsanız Trump’la sarmaş dolaş olsanız da gerçek değişmez. IŞİD Rojava’dan püskürtüldüğünden beri bölgede patlamayan bombalar artık yeniden sahnede. ‘Barış Pınarı’ndan kan akıyor ve bunu bizim dışımızda bütün dünya görüyor. Türkiye’nin örgütleyip desteklediği, maaşlarını verdiği ÖSO (Türkiye’nin deyimiyle […]

The post Ardında barıştığın bir komşun yoksa güvenli bir sınır da yoktur – Bahadır Altan first appeared on Gazete Karınca.

]]>

Bahadır Altan



Adına “Terörden Arındırılmış Bölge” de deseniz “Güvenlikli Bölge” de deseniz, Rusya ile yapılan devriyeleri sürekli de kılsanız Trump’la sarmaş dolaş olsanız da gerçek değişmez. IŞİD Rojava’dan püskürtüldüğünden beri bölgede patlamayan bombalar artık yeniden sahnede. ‘Barış Pınarı’ndan kan akıyor ve bunu bizim dışımızda bütün dünya görüyor.
Türkiye’nin örgütleyip desteklediği, maaşlarını verdiği ÖSO (Türkiye’nin deyimiyle “Milli Suriye Ordusu”) içindeki IŞİD militanlarının fotoğraflı kimlikleri ve itirafları dünya basınında yer alıyor. Militanların itirafları, emirleri Türkiye’den aldıklarına dair ciddi suçlamalar içeriyor. Bağdadi’yi öldüren ABD operasyonuna kadar ciddi bir yönelimi olmayan Türkiye’nin IŞİD’e karşı içeride göstermelik gözaltılar yapmaya başlaması da daha önce neden yapılmadığı sorularını ve samimiyetini sorgulatıyor. Serekaniye yakınlarında üzerlerinde YPG üniformasıyla sivillere yönelik eylemlerde yakalanan ÖSO militanlarının fotoğrafları, Türkiye’nin servis ettiği acemi çekimlerden fazlasını anlatıyor. Hakikat, ülke içinde yaratılan algıdan çok çok farklı, Pınar’dan beslenenin IŞİD ve bunu sağlayanın Türkiye olduğunda bütün dünya hemfikir.
Olaylara Türkiye medyasından bakınca iktidar maşallah mehter eşliğinde bütün dünyayı dize getirmiş yalınkılıç ilerliyor! TSK ve ÖSO’nun saldırısıyla öldürülen insanların da hepsi zaten “terörist!” olduğuna göre bu insanları öldürme hakkı da doğmuş oluyor! Politikacıların ağzında ve tabii ki medyada cinayetler o kadar normal anlatılıyor ki, uluslararası hukuk Türkiye’ye özel bir “öldürme izni” vermiş sanırsınız! Oysa Türkiye’nin insan hakları ihlalleri oldukça kalın dosyalar oluşturmuş durumda. Özel harekat polisi Ayhan Çarkın’ın itiraflarında söylediği “PKK kıyafeti giyerek yaptıkları köy baskınları”, MİT başkanı Fidan’ın “karşı taraftan iki roket fırlattırırız!” sözü ve daha onlarca ağızdan kaçan itirafları hatırlayanlar, YPG kıyafeti giydirilmiş ÖSO militanlarının Rojava’da sivillere saldırı halinde yakalanmalarına da şaşmıyor. Çünkü dünya habercileri içeride gazeteci kılığında dolaşan yandaşlar gibi değil. En azından şu sorunun yanıtını arıyor: Cihatçı çeteler Rojava’da olduğu gibi kapınıza dayandığında sizi savunacak bir devlet gücü yoksa (Esad IŞİD’e karşı halkını savunmadı) ve hemen yanıbaşınızdaki “komşunuz” bu rejimi yıkmaya odaklanmış, çetelerle işbirliği halinde onlara silah sağlıyorsa ne yapardınız? ABD’den de yardım alarak silaha sarılıp direnir miydiniz? Yoksa teslim olup IŞİD’e cariye mi olurdunuz?
Dünya YPG’ye “terörist” demeden önce bu sorunun yanıtını arıyor. O yüzden ABD ve Rusya ile anlaşmalar yaparak, Rojava’ya saldıran sadece Türkiye “terörist” diyor. Bunun dışında özellikle de Chomsky dahil birçok bilim insanı ve entelektüel Rojava Devrimi’ne sahip çıkıyor.
Ruslarla ortak devriye sırasında halkın taşlarla protesto ettiği TSK’ye ait zırhlı araçları da vermiyor televizyonlar. Ama hiçbir televizyon ve gazetede yayınlanmayan, iç kamuoyundan özenle saklanan görüntü ve haberler dünyanın gözünden kaçmıyor. ABD ve Rusya ile varılan mutabakatların yarattığı “başarı” sahnelerinin ardında Türkiye için çalan çan sesleri duyulmaya başladı. Bu gerçekleri saklamaya yönelik akıl almaz manevralarla iç gündem belirlenmeye çalışılsa da daralan “yalnızlık çemberinin” ekonomik ve siyasi sonuçları görülmeye başladı.
İktidar da karşı tedbirleri, baskı ve tehditi artırma yönünde adımlar atıyor. Kendi tezlerinin aksini savunanları zaten ‘hain’ ilan ediyordu, ama artık ekonomiden başlayarak muhalif söylemleri “terör suçu” kapsamında cezalandıracak! Yani “ekonomi iyi gidiyor” dışındaki bir söylemin sahipleri artık “terörist” yada terör destekçisi olabilir!
Bu yasa tartışmaları tam da Bolivya’daki askeri darbe ile üst üste geldi. Bolivya Başsavcılığı ordunun baskısıyla istifa edip Meksika’ya sığınmak zorunda kalan Devlet Başkanı Evo Morales hakkında “geçici hükümeti devirmek ve teröre destek” suçlamasıyla soruşturma başlattı! Bir şeyler çağrıştırmıyor mu bu durum size?
Silahla ölüm tehdidiyle halkın iradesine ipotek koyacaksınız, seçilmiş devlet başkanının yerine kayyum atayacaksınız sonra da Morales’i “terörist” ilan edeceksiniz! Darbecilerin yöntemleri hep aynı mı oluyor? Türkiye’de de gerçeklerin üzeri bu perdeyle örtülüyor, hakikat ve hak arayıcıları, gerçeği yazan gazeteciler bu nedenle içeri tıkılıyor. “Asıl terör, devlet terörüdür” diyen Fikret Başkaya ‘terörist’likle suçlanıp yargılanıyor. Muhalifleri “terörist” ilan edince onlara karşı işlenen yaşam hakkı ihlalleri de dahil her suç cezasız kalabiliyor. Devlete ait yetki ve silahlarla işlenen suçlar, askeri darbe dönemlerinden bu yana, gelen bütün “sivil iktidarlarca” cezasız bırakıldı. Bu durum hep yeni cinayetlerin, katliamların önünü açtı, teşvik etti. IŞİD bu elverişli ortamda Suruç ve Ankara Gar katliamlarını gerçekleştirdi.
Ne yazık ki güney sınırımızda şimdi çok daha uzun vadeli düşmanlıkların, çatışmaların içine sürüklenmiş durumdayız. Türkiye’nin müdahalesiyle Rojava’daki hapishanelerden serbest kalan binlerce militanıyla IŞİD her zamankinden daha tehlikeli. Bizler de artık dünyanın her yerinde IŞİD’e destek olan, komşularına saldıran Türkler olarak anılıyoruz. TC pasaportu taşıyan herkesin nasibini alacağı bir acı ve öfke yumağı yarattık. Şimdi sınırlarınız daha mı güvenlidir bir düşünün!
Şimdi sınırlarınız daha mı güvenlidir bir düşünün. En fazla da DİSK eski genel başkanı Kani Beko gibi Saray’ın tezkeresine “EVET” diye el kaldıran vekilleriyle CHP düşünsün. Çünkü bu el kaldırış Saray’a gidişin topluca icrasından başka bir şey değidi!
Komşu ülke topraklarına 30 değil 60 km de girseniz, o toprakların sahiplerini ellerinizdeki silahlarla sindirip daha güneylere de sürseniz sınırın ötesinde hiçbir zaman dostlarınız olmayacak. Ve o sınırın güvenliği için bir 30 km daha, sonra biraz daha ve bunun sonu olmayacak. O sınırda asla güvenlik söz konusu olmayacak. Barışın olmadığı yerde güvenliğin sağlanması mümkün değildir.


* Bu yazı İşçi Sözü gazetesinin Aralık 2019 sayısında da yayımlanmıştır.

The post Ardında barıştığın bir komşun yoksa güvenli bir sınır da yoktur – Bahadır Altan first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Barışı toplumsallaştırmak – Sebahat Tuncel https://gazetekarinca.com/barisi-toplumsallastirmak-sebahat-tuncel/ Wed, 16 Oct 2019 07:19:20 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=155060 HABER MERKEZİ – Kasım 2016’dan beri Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutulan Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Karınca için kaleme aldığı yazısında barışı toplumsallaştırmanın önemine vurgu yaparken, barışın salt bir talep olmaktan çıkarılarak mücadele gerekçesi olması gerektiğini söylüyor. Saldırı altındaki Kürtlerin Ortadoğu’nun geleceği ve kalıcı barışın sağlanmasında kritik bir öneme sahip olduğunu belirten […]

The post Barışı toplumsallaştırmak – Sebahat Tuncel first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Kasım 2016’dan beri Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutulan Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Karınca için kaleme aldığı yazısında barışı toplumsallaştırmanın önemine vurgu yaparken, barışın salt bir talep olmaktan çıkarılarak mücadele gerekçesi olması gerektiğini söylüyor. Saldırı altındaki Kürtlerin Ortadoğu’nun geleceği ve kalıcı barışın sağlanmasında kritik bir öneme sahip olduğunu belirten Tuncel, “Kürt halkıyla dayanışma içinde olmanın zamanı gelmedi mi?” diye soruyor.


Sebahat Tuncel


Sebahat Tuncel

Erkek egemen sınıflı toplum gerçeğinde, sınıflar arası çatışma ve çelişkiler, kadın erkek arasında yaşanan çatışma ve çelişkiler, halklar, inançlar ve kültürler arasında yaşanan çatışma ve çelişkiler sürdürülemez bir noktaya geldiğinde, taraflar savaşlarla veya çatışmalarla birbirlerini tam anlamıyla yenilgiye uğratamadıklarında, devreye giren “barış” kavramına doğal olarak her birey veya toplumsal grup kendi anlamını yüklemektedir. Çatışma ve çelişkilerin çözümü için tarafların diyalog ve müzakere yöntemini seçerek sonuca ulaşma aşaması, karşılıklı yoğun bir mücadele ve savaşım sonucu gelişir.
Diyalogla müzakerelerin başlamasının ön aşaması, tarafların sorunları kendi ideolojik, politik, toplumsal perspektifinden birbirine aktararak, ortak bir noktanın mümkün olup olmadığı denemesidir. Diyalog aşamasının gerilimli, çatışmalı, gelgitli olması bu nedenle doğaldır. Bu sürecin müzakerelere evrilmesi yeni bir aşamadır. Sorunların savaş ve çatışma ile değil, tarafların birbirini kabul ettiği karşılıklı müzakereler ile çözülmesi, toplumsal barışa ulaşmak için kritik önemdedir. Bu sürecin kalıcı barışa evrilmesi ise her iki tarafın güven arttırıcı adımlar atması, sürece samimi yaklaşması ile mümkündür. Yani rakibi müzakere aracılığı ile alt etme düşüncesi, müzakereyi gerçek ve kalıcı bir çözüm aracı olarak ele almak yerine, rakibini veya rakiplerini oyalayarak güç devşirme girişimleri olduğunda, bu süreçler çoğunlukla sonuçsuz kalır ve eskisinden daha da yoğun savaş, çatışma, çetrefilli süreçler yaşanmaya devam eder. Sonuç daha çok insan kaybı, ekonomik yıkım ve doğa felaketi demektir.
Türkiye’de Kürt sorununun çatışma zemini dışında diyalog ve müzakere ile çözümü ve kalıcı barışın sağlanması için, 2013-2015 yılları arasında Sayın Abdullah Öcalan ve Türk devleti yetkilileri arasında yürütülen süreçte de benzer bir deneyim yaşandı. Yaşanan bu kısa diyalog süreci bile Türkiye’de demokrasinin, basın özgürlüğünün gelişimi, insan hak ve özgürlüklerinin kullanımı, farklı kimlik ve kültürlerin kendini ifade etmeleri, kimlik, dil ve kültürlerini özgürce yaşayabilecekleri, Türkiye’nin çok kimlikli, çok kültürlü ve çok inançlı yapısına göre, demokratik bir cumhuriyetin gelişmesi için umut yarattı. Ortaya çıkan demokratik ortam Gezi direnişinin oluşmasında önemli bir zemin yarattı. Türkiye’de milyonlarca insan sokaklara çıkarak, eşitlik, adalet, demokrasi, özgürlük istedi, Gezi’den Lice’ye kardeşlik köprüsü kuruldu. Belki de ilk kez Türkiye’nin batısında yaşayanlar, Kürt halkının uğradığı devlet şiddetini, baskı ve zor politikalarını anlamaya, anlamlandırmaya ve dillendirmeye çalıştı. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesine yeni bir perspektifle bakmaya başladılar. Kalekol yapımı protesto ederken öldürülen Medeni ile Gezi’de yaşamını yitiren Berkin, Ethem, Ali İsmail, Ahmet ve diğerlerinin ölümüne neden olan zihniyetin aynı olduğunu gördüler. Açığa çıkan bu değişim eşitlik, özgürlük, adalet ve barış talepleri siyasi iktidar tarafından bastırılmış olsa da hala çok güçlü bir zemine sahiptir ve koşullar oluştuğunda yeniden güçlü bir şekilde ortaya çıkacaktır.

AKP iktidarı, Türkiye demokrasisi lehine toplumsal barış için güçlü bir halk desteğinin açığa çıkmasını, kendi iktidarı önünde engel olarak gördü ve İmralı Adası’nda sürdürülen diyalog sürecini müzakereye geçme aşamasında sonlandırdı. AKP iktidarı, bu süreci sorunu çözmek yerine “diyalog ve müzakere” yöntemi ile rakibini alt etme hedefi olarak değerlendirdiği, “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak da bilinen ve müzakerelere geçiş için bir çerçeve sunan anlaşmayı yok saydı. Sorunu diyalog ve müzakere ile çözmek yerine, Kürt sorununda geleneksel devlet refleksi olan, inkâr ve asimilasyon politikalarını güncellenerek devreye koydu. “Çöktürme planı” adında Milli Güvenlik Kurulu’nda ele alınan toplumdan gizli (daha sonra deşifre olan) bir plan devreye kondu. Bu süreç hem Kürtler açısından hem de Türkiye açısından büyük acıların yaşanmasına neden oldu. 5 Haziran 2015’de Diyarbakır’da HDP’nin mitingine yapılan DAİŞ saldırısı, ardından 20 Temmuz Suruç Katliamı, Antep’te bir Kürt düğünündeki katliam ve 10 Ekim Ankara Gar Katliamı DAİŞ tarafından üstlenilse de Türkiye’deki işbirlikçileri hala açığa çıkartılmış değil. Yine o dönemde insanlığa karşı suç işleyen DAİŞ çetelerinin Türkiye’de ve Avrupa’da üstlendiği birçok katliam daha yaşandı. 2015’ten bugüne Türkiye’de yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmelere baktığımızda, Kürt sorununda savaş ve çatışmaların derinleştiğini, binlerce kişinin yaşamın yitirdiğini, ayları bulan sokağa çıkma yasaklarını, kentlerin yerle bir olduğunu görürüz. Hakeza zorunlu göçü de -ki Kürtler açısından yeni bir durum değildir. Türkiye devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü, inkâr, imha ve asimilasyon politikalarının bir sonucu olarak 1990’lı yıllarda 4 binden fazla köy yakılmış, binlerce Kürt Batı metropollerine, Avrupa’ya göç etmek zorunda bırakılmıştı.
Diyalog sürecinin sonlandırılması sadece Kürt halkı açısından değil, tüm Türkiye halkları açısından olumsuzlukların yaşanmasına neden oldu. Demokrasinin askıya alındığı, toplumsal muhalefetin bastırıldığı, Kürt siyasetçiler başta olmak üzere on binlerce insanın hapsedildiği, hükümete karşı başarısız bir darbe girişimi ve arkasından OHAL (Olağanüstü Hal) uygulamaları ile anayasa ve yasaların askıya alınma süreci ve bunun kadınlar başta olmak üzere topluma yansımalarının ne kadar olumsuz olduğunu görürüz. Tüm bu yaşanan gerçeklikler bize Kürt sorununun demokratik çözümünün aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesi, Ortadoğu halklarının eşit ve özgür birlikteliği açısından da çok önemli olduğunu göstermektedir. O nedenle barış mücadelesi sadece Kürt halkı ile sınırlı değildir. Başta kadınlar olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin barış mücadelesini aktif yürütmesi, tarihi bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Tüm kadınların eşitlik, özgürlük de demokrasi mücadelesine “barış mücadelesinin” de eşlik etmesi boşuna değildir. Çünkü savaş ve çatışma en çok kadınların ve çocukların hayatını etkilemektedir. Savaşta kadınlar sadece çocuklarını kaybetmemekte, kadın bedeni de bir savaş alanı olarak görülmektedir. En son Ortadoğu’da yaşanan savaşta, Şengal’de, Musul’da, Rakka’da bu gerçeği çok yakıcı bir şekilde gördük. Taciz, tecavüz, kadınların köle pazarlarında satılması, insanlık açısından büyük bir utanç olarak hafızalarımızda canlılığını korumaktadır. Kadınlar savaş nedeniyle her türlü ayrımcılığa, şiddetin her türüne, ırkçılığa, yoksulluğa ve zorunlu göçe maruz bırakılmaktadır. Tüm bunlar kadınlar açısından barış mücadelesinin önemini arttırmaktadır. Güven ve refah içinde bir gelecek, ancak kadınların öncülük edeceği barış mücadelesi ile mümkün olacaktır. Günümüzde savaşın açığa çıkardığı siyasi, toplumsal, ekonomik ve ekolojik krize karşı duranlar, itiraz edenler açısından barış, bir talep olmaktan çıkarak mücadele gerekçesi olmaktadır. Gerek bireysel gerekse toplumsal grup ve hareketlerin barış mücadelesinin sonuca ulaşması için barışın toplumsal bir talep haline gelmesi, başarı ile sonuçlanmasını sağlayacaktır. Bunun için barış ikliminin ve barış kültürünün geliştirilmesi, barışın toplumsallaşması gerekir.

Barış kültürünün gelişmesinde sadece çatışma ve savaş mağduru halkların değil, tüm dünya halklarının ve devletinin sorumluluğu vardır. Birleşmiş Milletler’in, 13 Eylül 1999 tarihinde kabul ettiği 9 maddelik “Bir Barış Kültürü Hakkında Bildiri”nin 2. Maddesinde, “Bir barış kültürünün tam olarak gelişmesindeki ilerleme, bireyler, gruplar ve uluslararası barışın ilerlemesine vesile olan değerler, tavır alış, davranış modelleri ve yaşam biçimleri yoluyla gerçekleşir” denilmektedir. Bu maddeden anlaşılacağı gibi dünya halklarının barış içinde yaşaması için uluslar ve uluslararası kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında yaşanan savaşların son bulması, onurlu bir barışın sağlanması açısından başta BM olmak üzere tüm dünyanın sorumluluk üstelenmesi gerekiyor. Kaldı ki Ortadoğu’da yaşanan savaşın sorumlusu da Ortadoğu halkları değil, kapitalist modernist sistemin temsilcileri olan egemen güçlerdir. Dolayısıyla Ortadoğu’da kalıcı barışın sağlanmasında bu güçlerin de sorumluluk üstelenmesi kaçınılmazdır.
Ortadoğu coğrafyasında toplam nüfusu 40 milyonu aşan Kürt halkının yaşadığı toplumsal, siyasal ekonomik sorunların çözümü için Kürt halkının ve Kürdistan’ın statüsünün tanınması, Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkının güvenceye alınması gerekir. Kürdistan coğrafyası, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin orta yerinde çözümsüz bırakılan, sürekli kriz, savaş ve çatışma halinin sürdürülmesi, İngiltere başta olmak üzere egemen güçlerin 200 yıllık siyasetinin sonucudur. Ancak gelinen aşamada bu politikanın artık sürdürülmesi mümkün değildir. Kürt kadın ve gençlerinin Şengal ve Rojava’da insanlığa karşı suç işleyen DAİŞ çetelerine karşı yürüttüğü mücadele, tüm dünya halklarının geleceğini etkilemiştir. Kürt halkı sadece kendisini değil tüm dünya halklarını kurtarmak için çok büyük mücadele vererek insanlık mücadelesini kazanmıştır. Ortadoğu’da halkların eşitliğine dayalı, demokratik ve özgürlükçü bir sistemin kurulması, kadın özgürlüğünün sağlanması, Ortadoğu halklarının çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı yapısını esas alarak barışçıl, demokratik yönetimlerin oluşması için Kürt halkının Rojava’da inşa ettiği sistem umut vermektedir. Ortadoğu’nun geleceği ve kalıcı barışın sağlanmasında kritik bir öneme sahip Kürtlerin artık statüsüz yaşaması beklenemez.
“Bir Barış Kültürü Hakkında Bildiri”nin 3. maddesinde bir barış kültürünün tam olarak gelişmesi için yapılması gerekenler sıralanırken “sömürge ve diğer biçimlerdeki yabancı tahakkümü yahut yabancı işgali altında yaşamakta olanlar dâhil olmak üzere, bütün halkların BM şartında ifadesini bulan ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel haklar Sözleşmesi’nde ve bunların yanı sıra Genel Kurul’un 14 Aralık 1960 tarih ve 1514(XV) sayılı kararının içeriği sömürge ülkelere ve halklara bağımsızlık tanınması bildirgesinde düzenlenen kendi kaderini tayin hakkının tam olarak gerçekleşmesi” gerektiği vurgulanır. Bu maddenin Kürt halkı için de uygulanması tarihi bir sorumluluktur.
Fotoğraf: Bülent Kılıç /AFP

Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının uluslararası platformlarda kabul edilmesi Ortadoğu’da Kürt halkının özgürlük sorununun çözümü başta olmak üzere tüm Ortadoğu haklarının eşit, özgür ve demokratik sistem içerisinde yaşamasına da öncülük edecektir. Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de sorunların çözümü uluslararası emperyalist güçlerin çıkar çatışmasına göre hazırlanmış planlardan, “güvenli bölge” adına çatışma ve savaşı sürdürecek, yeni kriz senaryolarından değil, Kürt halkının özgürlük sorununun çözümünden, bu topraklarda birlikte yaşayan halkların ortak iradesinin sürece yansıtıldığı, katılımcı, demokratik ve özgürlükçü demokratik Ortadoğu perspektifinden geçer.
Bugün Kürt halkı sadece kendi geleceğini güvence altına almak için değil, tüm Ortadoğu halklarının geleceğini güvence altına almak için direniyor, mücadele ediyor, bedel ödüyor. Dünya halklarının bu gerçeği görmesi ve Kürt kadınları, Kürt gençleri, Kürt halkıyla dayanışma içinde olmasının zamanı gelmedi mi?

The post Barışı toplumsallaştırmak – Sebahat Tuncel first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Şer – Bahadır Altan https://gazetekarinca.com/ser-bahadir-altan/ Tue, 15 Oct 2019 20:29:30 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=155038 Bahadır Altan İnsanın bazen ağzındaki lokma büyür, çiğnersiniz çiğnersiniz de yutamazsınız bir türlü. İşte yazmak da konuşmak da bu günlerde öyle. Sözcükler dilime gelip duruyor ama söze dönüşemiyor hayli zamandır. Zorlamayla da olmuyor, lokma yutulmuyor, söz üremiyor… Bu yüzden dağınık bir yazı sunuyorum bağışlayın… İnsan Hakları Derneği’nin İstanbul Şubesi önünde (12 Ekim) Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın her […]

The post Şer – Bahadır Altan first appeared on Gazete Karınca.

]]>

Bahadır Altan



İnsanın bazen ağzındaki lokma büyür, çiğnersiniz çiğnersiniz de yutamazsınız bir türlü. İşte yazmak da konuşmak da bu günlerde öyle. Sözcükler dilime gelip duruyor ama söze dönüşemiyor hayli zamandır. Zorlamayla da olmuyor, lokma yutulmuyor, söz üremiyor… Bu yüzden dağınık bir yazı sunuyorum bağışlayın…
İnsan Hakları Derneği’nin İstanbul Şubesi önünde (12 Ekim) Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın her zamanki basın açıklamasında, daha sözlerinin başında “savaş” sözcüğünü duyan polis saldırıya geçti. Her halinden oradaki küçük ordunun komutanı olduğunu etrafa hissettiren açık mavi ceketli müdür, şevkle buyurdu: “Basın açıklaması bitmiştir!”
Analar, yaşlı insanlar polis kalkanlarına direnmeye çalışsalar da binaya doğru sürüklendiler. Bu arada polisin yere attığı küçük bilyelerden üzerlerine basıp kırıldığı zaman çıkan gazların etkisiyle öksürüğe boğularak binaya doğru çekildiler. Yarım kalan sözleri kursaklarında büyüdü. Mavi ceketin, “buradan çıkıp gidin!” demesine rağmen gitmediler, bina içinde öksürmeye devam ettiler. Apartman kapısında CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu mikrofonu eline alıp açıklamayı kendisi tamamlamaya çalıştı. Ne de olsa dokunulmazlığı vardı, ama yine saldırdı polis. Yeniden apartman girişine çekildiler ama vazgeçmedi, dağılmadı Cumartesi İnsanları.
Bu kez HDP’li vekillerden Gülistan Kılıç Koçyiğit mavi ceketin karşısındaydı. Ceket Suriye’ye karşı başlatılan savaşa “operasyon” dedikçe, vekil Gülistan Kılıç Koçyiğit “bu bir savaştır!”, “savaş” diyerek tekrarladı. Basın açıklaması sonunda okundu, Cemil Kırbayır için, kardeşleri sözlerini tamamlamayı başardılar. Geriye her halinden aldığı her oyu hak ettiği belli olan vekil Gülistan Kılıç Koçyiğit’in kulaklarda çınlayan sesi kaldı: SAVAŞ, SAVAŞ, SAVAŞ, SAVAŞ, SAVAŞ, SAVAŞ…
Sizi bilmem ama aslında bu kötü sözcüğün devletimizce yasaklanıp yerine “operasyon” denmesi iyi bir şeydir diye düşünüyorum. Savaş sözcüğünü kullanmamak gerek! Örneğin Kürtçede savaş sözcüğü yok. Bir eksiklik de duymuyorlar ki, Türkçeden de ithal etmemişler. Daha ana karnında, anadilinde yasaklanmış bu çirkin sözcük. Savaşa “şer” diyor Kürtler. “Şer”, bildiğin “hayır mı, şer mi”deki “şer”. Yani kötü! Bu yüzden biz erkek çocuklara isim olarak veriyoruz ama onlar bunu isim yapmıyorlar. Belki de o yüzden hep ‘aşiti’, ‘aşiti’ diyor Kürtler hâlâ…
Aynı cumartesi gününün gecesi Adapazarı’nda bir genç öldü. Şirin Tosun, Kürtçe konuştuğu için linç edilmiş, 50 gündür hastanede (bu sefer) ölüme direniyordu. “Vurun ulan vurun ben kolay ölmem” demiş miydi dövülürken bilinmez. Kolay ölmedi. Dile kolay, vahşice dövüldükten sonra başından silahla vurulmasına rağmen 50 gün direndi Şirin. Berkin Elvan 269 gün direnmişti. Kolay teslim olmuyor Kürt çocukları ölüme…
Sakarya’da daha önce de “Kürt müsün?” sorusuna doğru cevap verdiği için bir baba ve oğlu vurmuşlardı hatırlarsınız. Irkçı, faşist, katil “sarhoştum hatırlamıyorum!” diyerek savunmuştu kendini! Muşlu baba Kadir Şakçı yaşamını yitirmiş ama oğlu direnip yaşama tutunmayı başarmıştı inatla. Geçen ay ise Amedspor maçlarının olağan linçlerinden biri daha Sarıyer’de yaşandı. Kıyasıya dövülen genç futbolsever Kürt genci dayandı bu zulme. Şimdi hayatta neyse ki. Mavi ceketli müdürün memurları bu olayları önlemek için bir şeyler yapma gereği duymasa da savaş sözcüğü konusunda hassas olmaları yine de geleceğe dair bir umuttur diyebilir miyiz?
Devletimizin yasakladığı bir başka sözcük de “işgal!” Bu da bence isabetli bir karardır. Onun yerine biraz uzunca da olsa “güvenli bölge üretimi”, “yaşam pınarı” vb sözcükler daha yakışır. Ama pınardan su akması koşuluyla. Bunlar zor işler değil bir KHK ile kökünden halledilebilir, bu sözcükleri dilimizden kovulabilirler hemen!
Ben burada Hrant Dink’e kulak vermekten yanayım. Hrant, “Türklerin 1915’i soykırım olarak kabul etmemelerinde onurlu bir yan aramak gerek” diyordu Ermeni soydaşlarına. Yani “soykırım o kadar kötü bir şeydir ki ‘benim atalarım bu suçu işlemiş olamaz’ diyor olabilirler, bunu utanç verici buldukları için böyle inkar ediyor olabilirler” diyordu. Şimdi acaba Türkiye Cumhuriyeti Devleti “Bu bir savaş değil, işgal hiç değil!” hatta “içinde haşa kan ne gezer, pırıl pırıl su olan bir pınar bu” derken, savaşın, işgalin, katliamın çok büyük bir insanlık suçu olduğunu bildiği için bu sözcükleri muhaliflere yasaklıyor olabilir mi acaba, ne dersiniz?
Sözcükler konusunda hep olumsuz şeyler olmuyor, güzel şeyler de var. Örneğin Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) devletimiz şer başlamadan önce son derece doğru bir kararla yeni bir ad verdi. Gerçi komşu Suriye Ordusu’nun varlığını reddeden, toprak bütünlüğüne kasteden bir etkisi var ama olsun. Bu IŞİD benzeri, kadın ve özgürlük düşmanı faşist cihatçılara “milli” sıfatı daha yakışmış diye düşünüyorum. Tarih boyunca adına şarkılar söylenen, uğruna ömürler tüketilen “özgürlük” sözcüğüne karşı çok büyük haksızlık ediliyordu çünkü. Hatta “Suriye Milli ve de İslami Ordusu” dense daha da isabetli olurdu. Hem TSK’nin ağız birliği içinde “İslam güneşinin olduğu her yere gideceğiz” diyen askerleriyle daha bir uyumlu olmaz mıydı?
Olumlu şeyler bu kadarla da kalmıyor. “Barış” sözcüğü de daha önce yasaktı, hatta barıştan söz eden “terörist” oluyordu biliyorsunuz. Artık o kötü günler de geride kaldı. Bu güzel sözcük “Barış Pınarı” ile yeniden dilimize kazandırıldı ve artık BARIŞ diyebiliyoruz. Bu demokrasi yolunda ilerlediğimizin ispatıdır aynı zamanda değil mi? Belli mi olur bir bakarsınız yarın “’ŞER’E HAYIR” diyenleri artık tutuklamazlar bile…
Tam Hrant’a hak vereceğim, bu göğüslerinde Türk Bayrağı olan üniformalarıyla ‘Suriye Millileri’nin görüntüleri gözümün önüne geliyor. Hani tam inanacağım önümdeki ekranda KKTC Cumhurbaşkanı’nın söylediği pınardan akan kanlar nefesimi kesiyor, dilim damağım kuruyor. Daha önce cihatçı çetelerin Afrin ve diğer başka yerlerde kafa kesme, çocuk kurban etme görüntüleri yayınlamıştı. Bunları izlemek mümkün değildi kuşkusuz. Neler olup bittiğini okusam da izlemeyi yüreğim kaldırmamıştı. Ama şimdi, şer haberlerini izlerken ansızın karşımıza çıkıveriyor, gözünüzü kaçırıncaya kadar yakalanıyorsunuz.
Sadece çeteler de değil bir eliyle kurt diğeriyle rabia işareti yapan askerlerin elinde, gövdesinden ayrılmış başlar görülüyor. Sizler izlediğiniz televizyonlarda belki bunları göremiyorsunuz. Peki Anadolu Ajansı’nın görüntülerinde bile her patlamada havalanıp, çırpınarak bir oraya bir buraya uçuşan kuşların çaresizliğini de mi görmüyorsunuz? Salt bu manzara bile bu savaşa karşı olmak için yeterli nedendir. Buna savaş da denemez aslında, şerdir bu. ŞER, ŞER, ŞER, ŞER, ŞER, ŞER, ŞER…

The post Şer – Bahadır Altan first appeared on Gazete Karınca.

]]>