çözüm süreci - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com Sözün yükünü taşır Thu, 07 Jul 2022 06:48:24 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.9.3 https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2021/09/cropped-favicon400x400-1-32x32.png çözüm süreci - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com 32 32 Çözüm süreci ve aynı kuyuda debelenenler! https://gazetekarinca.com/cozum-sureci-ve-ayni-kuyuda-debelenenler/ Thu, 07 Jul 2022 06:48:24 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=215160 Yabancısı olmadığımız bir tartışma, ısıtılarak yeniden kamuoyunun gündemine getirildi. Belli ki, nabız yoklanıyor… Belli ki, hem iktidarın hem de devletçi muhalefetin buna ihtiyacı var. Hele bir bakalım kim ne diyecek? Kim, hangi yönden üzerine atlayacak? Kim, hep kazılı duran ama zaman zaman üzeri açılan kuyuya balıklama atlayıp, orada debelenecek? Sonradan hiçbir şey olmamış gibi oradan […]

The post Çözüm süreci ve aynı kuyuda debelenenler! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yabancısı olmadığımız bir tartışma, ısıtılarak yeniden kamuoyunun gündemine getirildi.

Belli ki, nabız yoklanıyor…

Belli ki, hem iktidarın hem de devletçi muhalefetin buna ihtiyacı var.

Hele bir bakalım kim ne diyecek?

Kim, hangi yönden üzerine atlayacak?

Kim, hep kazılı duran ama zaman zaman üzeri açılan kuyuya balıklama atlayıp, orada debelenecek?

Sonradan hiçbir şey olmamış gibi oradan çıkıp yoluna devam ettiğini sanacak…

Bu tartışmaların ve açılan kuyunun yabancısı olmadığımızı baştan belirttim.

Seçim dönemleri başta olmak üzere iktidar zorda kaldığı zamanlarda, özellikle 2015 sonrası sürekli yeni bir çözüm süreci tartışması başlatıyor.

Bunu da kulağına bir şeyler üflediği kalemşörleri aracılığıyla yapıyor.

Sonra da sözde AKP, özde ise Kürt ve HDP karşıtı devletçi muhalefet ilk olarak harekete geçiyor.

Yok, “Kürtler AKP ile yine anlaşacaklar…”

İmralı’da Öcalan AKP ile anlaştı…

HDP’liler, Öcalan’a karşı tavrını açık etmeli…

Çok daha fazla sıralayacağımız bu soru ve tartışma başlıklarıyla hem Kürt siyasal hareketine hem de HDP’ye saydırıyorlar.

Bu devletçi muhalefet, her dönem bu tartışmalara iktidarın açtığı kuyuya balıklama atlayıp orada debelenmeyi çok bilinçli bir şekilde tercih ederken, Kürt sorununda AKP iktidarıyla aynı ve bazı noktalarda daha da geri olan pozisyonunu sorgulamaktan uzak duruyor.

İktidar ile her dönem ortaklaşıp mağdur ettiği, haklarını gasp ettiği Kürtleri, Kürtlerin ve Türkiye’de hatırı sayılı devrimci ve sol geleneğin temsilcisi olan HDP’yi suçlu ilan etme kepazeliğini utanmadan sürekli gündeme getiriyor.

Dünyada pek örneğine rastlanmayacak şekilde, her türlü hukuk hiçe sayılarak en ağır koşullarda tutulan ve buna rağmen Kürt sorununun çözümü için büyük bir çaba harcayan ve yol gösteren PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı, hedef almayı her dönem öncelikli gündemi olarak elinde tutuyor.

Kürtlerin milletvekillerinden belediye başkanlarına iradesi olan insanların tutuklanması için AKP iktidarı ile birlikte çalışırken, HDP’yi ve Kürtleri suçlamayı sürdürüyor.

Rojava’dan Federal Kürdistan bölgesine her yerde askeri saldırılarda Kürtler topraklarından edilip katledilirken iktidara her türlü desteği veren bu muhalefet, hiç haya etmeden “Kürt siyasal hareketi AKP ile anlaştı-anlaşıyor”, “İmralı AKP ile anlaştı-anlaşıyor” diyebiliyor.

Muhalefetin oluşturmak isteği bu algıya hizmet eden ve yeri geldiğinde kendisini sosyalist, devrimci diye tarif eden hatırı sayılı bir kesimin yanı sıra kimi aydın, yazar ve çizer tayfasının da olduğu belirtmekte fayda var.

***

Kürt, köyü yakılırken suçludur.

Kürt, hakları gasp edildiği için suçludur.

Kürt, dili inkar edildiği için suçludur.

Kürt,  toprakları işgal edildiği için suçludur.

Kürt, belediyesine kayyım atandığı için suçludur.

Kürt, siyasetçileri tutuklandığı için suçludur.

Kürt, sorunlarının çözümü için yol ararken suçludur…

Uzun lafın kısası, Kürtler veya Kürt siyasal hareketi gerek iktidar gerek ise devletçi muhalefet tarafından her zaman darağacına çekilmekte ve her türlü çözümsüzlüğün sorumlusu olarak gösterilmektedir.

Hem iktidar hem devletçi muhalefet ve onların algılarıyla hareket eden sözde sol kesim, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali herkesi dönem dönem üzeri iktidar eliyle açılan bu kuyuda debelenmeye çağırıyor.

Bunu da her zaman ortaklaşa ısıtıp önümüze getirdikleri yöntemlerle yapmaktan utanç duymuyorlar.

Kürt sorununda çözümün bir devlet sorunu olduğunu ve kendilerinin de bunun bir parçası olduğunu bilmelerine rağmen devletin hedef aldığı siyasi yapıları ve kişileri suçlamayı kendilerine görev biliyorlar.

Kürt sorununda çözüm için devlet zihniyetinin hem iktidar hem de muhalefetiyle bir makas değiştirmesi gerektiğini çok açık ve net bilmelerine rağmen tali tartışmalarla, insanların kafasını bulandırmayı sürdürüyorlar.

Bu sorunun ciddi bir sorun olduğunu, seçimlere, küçük hesaplara kurban edilecek bir sorun olmadığını bilmelerine rağmen sandıktaki oy hesabıyla insanları kendilerince saf yerine koyup yol alacaklarını düşünüyorlar.

***

Sonuç olarak “görünen köy kılavuz istemez” diyeyim.

İktidarıyla ve muhalefetiyle devlet, Kürt sorunu çözmekten uzaktır ve böyle bir niyeti yoktur.

Bu sorunu araçsallaştırarak, küçük hesaplarının kurbanı yapmaktalar ve bunun bedelini başta Kürtler olmak üzere bu coğrafyanın insanları ağır bir şekilde ödüyor.

İktidarıyla ve muhalefetiyle Kürt sorununda birileri hesaba çekilecekse, çekilecek olan üzerine algı oluşturulan ne Öcalan, ne Kürtler ne de HDP’dir.

Samimiyet ve ciddiyet sınavında sürekli başarısız olan ve bunu sırıtarak kabul etmeyen iktidar, iktidarın payandası muhalefet ve bu algı ile hareket eden kesimler, hesaba çekilmelidir.

Ve bu toprakların gerçek sahibi halkların, bu hesabı mahşere bırakmayacaklarından emin olabilirsiniz…

The post Çözüm süreci ve aynı kuyuda debelenenler! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Babacan, Diyarbakır’da konuştu: Bir siyasetçi hastalığına rağmen cezaevinde ise o ülkede haksızlık vardır https://gazetekarinca.com/babacan-diyarbakirda-konustu-bir-siyasetci-hastaligina-ragmen-cezaevinde-ise-o-ulkede-haksizlik-vardir/ Thu, 21 Apr 2022 17:40:58 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=207900 DEVA lideri Babacan, Diyarbakır’da öldürülen Tahir Elçi ve hastalığına rağmen cezaevinde tutulan Aysel Tuğluk hakkında konuştu. Babacan, “Eğer, tutuklanan bir siyasetçi, hastalığının ilerlemesine rağmen cezaevinde tutuluyorsa, o ülkede haksızlık vardır. Eğer, şiddet içermeyen, yakın tehlike oluşturmayan fikirler, ‘terör örgütü propagandası’ nedeniyle ceza alıyorsa, o ülkede hak hukuk kalmamıştır” dedi. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, […]

The post Babacan, Diyarbakır’da konuştu: Bir siyasetçi hastalığına rağmen cezaevinde ise o ülkede haksızlık vardır first appeared on Gazete Karınca.

]]>
DEVA lideri Babacan, Diyarbakır’da öldürülen Tahir Elçi ve hastalığına rağmen cezaevinde tutulan Aysel Tuğluk hakkında konuştu. Babacan, “Eğer, tutuklanan bir siyasetçi, hastalığının ilerlemesine rağmen cezaevinde tutuluyorsa, o ülkede haksızlık vardır. Eğer, şiddet içermeyen, yakın tehlike oluşturmayan fikirler, ‘terör örgütü propagandası’ nedeniyle ceza alıyorsa, o ülkede hak hukuk kalmamıştır” dedi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin Diyarbakır’ın Dağkapı Meydanı’nda düzenlediği iftar programına katıldı. Burada yaptığı konuşmasını Kürtçe “Afiyet olsun” anlamına gelen “Noşi can be” diyerek tamamlayan Babacan şu ifadeleri kullandı:

“Bugün Diyarbakır’da kurduğumuz bu sofra; dayanışmanın sofrasıdır, eşitliğin sofrasıdır. Ekmeğimizi bölüştüğümüz bu sofra; barışın sofrasıdır, adaletin sofrasıdır. Bu iftar sofrasından, bu meydandan, bütün Diyarbakır’ı muhabbetle selamlıyorum.”

‘Bu büyük ülke, bu güzel ülke, her türlü zorluğu aşabilecek güçte’

“Sıkıntılar büyük. Hepsinin farkındayız. Bir yandan ülkemizin haline üzülüyoruz; Öte yandan da, hemen yanıbaşımızdaki coğrafyaya bakıyor, ve şükrediyoruz. Çok çalışmak zorundayız. Ama, emrolunduğu gibi dosdoğru çalışmak zorundayız. Bu büyük ülke, bu güzel ülke, her türlü zorluğu aşabilecek güçte. Yeter ki, iyi yönetilsin. Yeter ki, istişareyle yönetilsin. Yeter ki demokrasiyle yönetilsin. Yeter ki isabetli kararlar alınsın.”

‘Hakkın, hukukun, özgürlüklerin pazarlığı olmaz’

İsmini anmadan yürütülen “Çözüm Sürecine” atıfta bulunan Babacan, şöyle devam etti:

“Hatırlayın, çok yakın bir geçmişte silahların sustuğu, insanların büyük umutlarla barışa inandığı, barışı beklediği günler yaşadık. Bu meydanlar, sadece acılara değil; umuda, huzura da tanıklık yaptı. Hatasıyla sevabıyla belirli süreçler yaşandı. Biz, zamanında iyi niyetle yapılan bazı girişimlerin topyekûn karalanmasına karşıyız. Bugün geriye dönüp baktığımızda, yanlışlar yapıldığını da görüyoruz. Biz, bütün bu tecrübelerden, yaşanmışlıklardan ders alan bir anlayışla, yarınlara daha geniş bir vizyonla bakmanın gerekli olduğuna inanıyoruz. Daha önce söyledim, yine söylüyorum; Hakkın, hukukun, özgürlüklerin pazarlığı olmaz. Hak, olduğu gibi tanınır.”

‘Eşit vatandaşlığın altını kalın bir şekilde çiziyoruz’

“Ancak, çatışmanın da sonsuza dek sürmesi kabul edilemez. Bunun sona ermesi için de ne yapılması gerektiğini gayet iyi biliyoruz. Geçmişimizden, yaşadıklarımızdan ders alacağız. Gerçek bir demokratik düzeni hep beraber kuracağız. Özgür, zengin ve güçlü bir ülkeyi hep birlikte inşa edeceğiz. Arkadaşlar, biz, kuru kardeşlik sloganları atmıyoruz. Biz, eşitlik diyoruz. Eşit vatandaşlığın altını kalın bir şekilde çiziyoruz.”

‘Eşit vatandaşlık olsaydı, bu topraklarda konuşulan hiçbir dil yok sayılmazdı’

“Türkiye’de eğer eşit vatandaşlık olsaydı, herkesin iradesine eşit derecede saygı duyulurdu. Eşit vatandaşlık olsaydı, demokrasimizin üstüne kayyımların gölgesi düşmezdi. Eşit vatandaşlık olsaydı, şehirlerimizde seçmen iradesi gasp edilmezdi. Eşit vatandaşlık olsaydı, bu topraklarda konuşulan hiçbir dil yok sayılmazdı. Hiçbir dile “bilinmeyen dil” muamelesi yapılamazdı.”

‘Hedefimiz eşit vatandaşlık ilkesini hakim kılmaktır’

“Hedefimiz; Ülkemizde eşit vatandaşlık ilkesini hâkim kılmaktır. Türkiye’nin, kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı bir ülke olmasıdır. Herkesin kendi kimliğiyle, olduğu gibi kabul edildiği bir Türkiye’yi inşa etmektir. Hayalimizdeki Türkiye, hepimizin Türkiye’sidir.

İşte bunun içindir ki biz; etnik, dini, mezhebi ve kültürel tüm çeşitliliğimizi sahipleniyoruz. Çeşitliliği, en büyük zenginliğimiz olarak görüyoruz. Emin olun; herkesin kendisini eşit ve onurlu vatandaş hissettiği Türkiye hedefimize, hep beraber ulaşacağız.”

“Hedefimiz, Türkiye’yi, hiç kimsenin dışlanmadığı, hiçbir fikrin ötelenmediği bir ülke yapmaktır. Ülkemizin güçlenmesinin parolası, herkesin özgürce konuşabilmesidir. Fakat, ne yazık ki, bugün hak ve özgürlükler konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyoruz.”

Tahir Elçi’nin öldürülmesi

“Eğer bir baro başkanı, televizyondaki bir tartışma programında, beğenin ya da beğenmeyin, fikirlerini ifade ettiği için gözaltına alınmış, hedef gösterilmiş ve bu onun canına mal olmuş ise, o ülkede özgürlük sorunu vardır.”

Aysel Tuğluk mesajı

“Eğer, tutuklanan bir siyasetçi, hastalığının ilerlemesine rağmen cezaevinde tutuluyorsa, o ülkede haksızlık vardır. Eğer, şiddet içermeyen, yakın tehlike oluşturmayan fikirler, “terör örgütü propagandası” nedeniyle ceza alıyorsa, o ülkede hak hukuk kalmamıştır. Tüm bunlar vicdanları yaralayan gelişmelerdir arkadaşlar.”

‘İfade özgürlüğünün sınırları, ideolojik pozisyonlara göre genişletilip daraltılamaz’

“O nedenle biz, “önce özgürlük” diyoruz. İfade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, protesto özgürlüğü diyoruz. İfade özgürlüğünün sınırları, öyle ideolojik pozisyonlara göre genişletilip daraltılamaz. Bunlar, kendi Anayasamızda ve evrensel hukukta garanti altına alınan özgürlüklerdir.”

“Biz, hukukun dışına çıkan her türlü uygulamaya itiraz ediyoruz. Çünkü özgür ve zengin bir Türkiye’ye giden tek yol, meşru demokratik siyasetten geçer. Bunun içindir ki, meşru demokratik siyaset kanallarını tıkayan her uygulamanın karşısına dimdik çıkıyoruz. Tam demokrasi yolunda durmadan, canla başla çalıştık, çalışıyoruz.”

‘Afiyet olsun, noşi can be!’

“Bu meseleleri inşallah hep beraber uzun uzun konuşuruz. Sadece bugün değil, her fırsatta konuşuruz. Şimdilik sözü daha fazla uzatmayayım. İftar vakti yaklaşıyor. Bugün sahura kadar Diyarbakır’dayız. Allah, tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadetleri kabul etsin. Şimdiden Ramazan Bayramınızı kutluyorum. Hepinizi muhabbetle selamlıyorum. Afiyet olsun, noşi can be!”

Konuşmasında Ali Babacan’ın, Kürt’e de Kürt sorununa da değinmemesi dikkat çekti.

The post Babacan, Diyarbakır’da konuştu: Bir siyasetçi hastalığına rağmen cezaevinde ise o ülkede haksızlık vardır first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bir dönüm noktası: 7. yılında öncesi ve sonrasıyla Dolmabahçe Mutabakatı https://gazetekarinca.com/bir-donum-noktasi-7-yilinda-oncesi-ve-sonrasiyla-dolmabahce-mutabakati/ Mon, 28 Feb 2022 07:32:46 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=199634 Bundan tam 7 yıl önce Türkiye tarihi bir ana tanıklık etti. Tarihler 28 Şubat 2015’i gösterdiğinde, Dolmabahçe’de çözüm sürecinin en kritik aşamasına geçilmişti. 2013’den bu yana süren görüşmelerin ardından mutabakat metni, İmralı Heyeti ve devlet heyetinin düzenlediği ortak toplantıyla kamuoyuna duyuruldu. Çözüm sürecinde yaşanan tıkanmalara rağmen böylesine bir mutabakatın ortaya çıkması toplumda barış konusunda büyük […]

The post Bir dönüm noktası: 7. yılında öncesi ve sonrasıyla Dolmabahçe Mutabakatı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bundan tam 7 yıl önce Türkiye tarihi bir ana tanıklık etti.

Tarihler 28 Şubat 2015’i gösterdiğinde, Dolmabahçe’de çözüm sürecinin en kritik aşamasına geçilmişti.

2013’den bu yana süren görüşmelerin ardından mutabakat metni, İmralı Heyeti ve devlet heyetinin düzenlediği ortak toplantıyla kamuoyuna duyuruldu.

Çözüm sürecinde yaşanan tıkanmalara rağmen böylesine bir mutabakatın ortaya çıkması toplumda barış konusunda büyük bir iyimserlik oluşmuştu.

Kürt sorununun çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine kapıları sonuna kadar açacak bu mutabakat, masanın tek taraflı devrilmesiyle hayata geçirilemedi.

Toplumdaki umut yerini bir anda umutsuzluğa bıraktı.

Biz de bu dosyamızda Dolmabahçe mutabakatının öncesinde ve sonrasında neler yaşandığına baktık.

 

The post Bir dönüm noktası: 7. yılında öncesi ve sonrasıyla Dolmabahçe Mutabakatı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Türkiye’de egemenlik krizi nüksediyor (1) https://gazetekarinca.com/turkiyede-egemenlik-krizi-nuksediyor-1/ Tue, 25 Jan 2022 06:54:21 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=195790 Hasan Kılıç Cumhur İttifakı, Türkiye’deki mevcut sorunları çözmekten çok yönetmeye çalışırken, Millet İttifakı erken seçim çağrıları eşliğinde yönetime talip olduğunu söylüyor. Bu iki ittifak/blok Türkiye’nin seçimi aşan sorunlarının bir egemenlik krizine tekabül ettiğini görüp görmediği müphemliğini yaratıyor ve bu krize karşı pragmatizm, isteksizlik ve aynılık arasında salınıyor. Türkiye’de her günü “olağandışı bir gün” şeklinde geçirdiğimiz […]

The post Türkiye’de egemenlik krizi nüksediyor (1) first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Hasan Kılıç

Cumhur İttifakı, Türkiye’deki mevcut sorunları çözmekten çok yönetmeye çalışırken, Millet İttifakı erken seçim çağrıları eşliğinde yönetime talip olduğunu söylüyor. Bu iki ittifak/blok Türkiye’nin seçimi aşan sorunlarının bir egemenlik krizine tekabül ettiğini görüp görmediği müphemliğini yaratıyor ve bu krize karşı pragmatizm, isteksizlik ve aynılık arasında salınıyor.

Türkiye’de her günü “olağandışı bir gün” şeklinde geçirdiğimiz dönemlerden geçiyoruz. 2015 yılından bu yana tedrici biçimde örülen rejim altında yaşamak, düşünme ve ifade etmenin zorluklarını artırıyor, itiraz imkanlarını ceza ile karşılıyor. Böylece geçim sorunları başta olmak üzere her türlü iktidar odaklarına aykırı düşünce ve hal ifade edilemez hale geliyor. Kıyının öte tarafında ise Cumhur İttifakı ve özellikle AKP Genel Başkanı’na sadakat çeşitli ödüllendirmelere mükafatlandırılıyor.

Cumhur İttifakının farklı düşünceleri “düşmanlaştırıp” ceza ile karşılarken, sessizlik hâkim motif izlenimi veriyor. Toplumun refleks göstermediğini değil, reflekslerin biçim değiştirdiğini düşünen Millet İttifakı bir yandan bu refleksin sandıklara yansıyacağını düşündüğü için erken seçim çağrıları yapıyor, diğer yandan ise Cumhur İttifakı’nı seçmenler nezdinde en zayıf olduğu, başarı hikayesi üretemediği anda yakalayarak sandığa götürmek istiyor.

Oysa bugün Türkiye, bir seçimle ya da ceza-ödül denklemi ile çözülmesi mümkün olmayan, daha çetrefilli ve karmaşık bir egemenlik krizini yaşıyor. Kökleri geçmişe uzanan iktisadi ve politik sorunlar, Cumhur İttifakı’nca görünmez kılınmaya, Millet İttifakı’nca seçim sandığına atılacak oylara endeksleniyor.

Seçimden öte: Egemenlik krizi

İktisadi ve politik sorunlara bu iki yaklaşım esasında farklılıkları ile değil, aynılıkları ile öne çıkıyor. Çünkü her iki yaklaşım da söz konusu sorunların birikerek geldiği noktada bir egemenlik krizini görünür kıldığı gerçekliğini kabul etmiyor.

Türkiye kuruluşu itibariyle kriz üretmeye ve egemenliğinin riskler altında sürdürülmesine uygun bir rota izledi. Farklı kimliklerin görünmez kılınması, topluma güvensizliğin beslediği aşırı merkeziyetçilik, iktisadi artığın merkezde toplanması ve dağıtılması, ifade ve düşünce özgürlüğünden korkan bir iktidar sürekliliği gibi çok sayıda sebep egemenlik krizini her an ayyuka çıkabilir şekilde diri tuttu. Bu krizin diriliği ile darbe mekaniğinin Türkiye siyasetindeki süreklileşmiş varlığı birbirini besleyerek süregeldi. Siyasal alanın vesayet kurumları için genişliği, demokratik siyaset alanının dar alana sıkışması, iktisadi karar alma mekanizmalarının hep ithal iktisatçılara/iktisadi kurumlara ihtiyaç duyması gibi birçok deneyimin egemenlik krizi üretmeye namzet oldu.

Yapının bu niteliği süreklilik arz ederken Cumhuriyet tarihi boyunca hep seçimler olmaya devam etti. Hükümetler değişti, kimi zaman ferah kimi zaman karanlık dönemler yaşandı ama seçim, hiçbir zaman egemenlik krizini çözecek siyasal aklın hakimiyetini sağlamadı.

Bir şansın kaçırılması

Türkiye, 2013-2015 yılları arasında siyasi tarihinde az deneyimlediği bir süreci yaşadı. Kürt Sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi ekseninde yürütülen Çözüm Süreci, sadece içerik açısından değil; kamuoyu ve toplumun ‘müzakere ile köklü sorunları çözme’ sınırlarını test etmesi açısından da önemliydi. Öte taraftan bu süreçte toplum ve siyasi aktörlerin katılımı, sürecin Kürt Sorunu ve demokratikleşmeyi genişleten içeriklendirilmesi Türkiye’deki egemenlik krizine sahici bir çözümün zeminini hazırlayabilirdi. Çözüm Süreci’nde konuşulan konular sadece kimlik ve demokratikleşme ekseninde değil, toplumsal yaşamı ilgilendiren hemen her konuda sürdürülüyor; bu yönlü bir perspektif süreçteki diyalogların zeminine döşeniyordu. Geriye kalan ise toplumsal kesimleri de dahil edecek kapsamlı ve güçlü bir müzakere zemini oluşturmaktı.

Bu sürecin eksik kalan yanları, sürecin bitirilmesine neden olmasa da toplum tarafından sahiplenilerek farklı formlarda devam ettirilmesini engelledi. 2015 yılının üzerinden yedi yıl ve onlarca kötü olay geçmiş olmasına rağmen Çözüm Süreci’nin içerisinde bulunan İdris Baluken’in bir ifadesi dışında kapsamlı bir özeleştiri sürecinin kamusal alanda geliştirilmemiş olması hayret vericidir. Baluken cezaevinden verdiği röportajda “Barış talebine dair toplumsal desteği güçlendirmede eksik kaldık” diyerek esasında kamusal alanda yapılması gereken bir tartışmanın fitilini ateşlemiş, yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde kaçırılan şansın üzerine düşünme, soruşturma ve eleştirme ihtimalini var etmişti. Fakat kamuoyu ve sürece dahil olan-olmayan tüm aktörler söz konusu öz eleştiri-eleştiri sürecini ciddiyetle yürütme hususunda isteksiz davranmış, yeniden pozisyon alırken bu süreci paranteze almayı tercih etmiştir.

Oysa bu süreç, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana gelen ve her hükümetle farklı formlar kazanan egemenlik krizinin zeminini aşabilecek potansiyele sahipti. Bu sürecin heba olması, cumhuriyet tarihine eşlik eden egemenlik krizinin bir kez daha ayyuka çıkmasına vesile olmuştu.

2015-2016 sapağı: Egemenlik krizi bir kez daha sahnede

7 Haziran 2015 Genel Seçimleri Türkiye’de çözüm arayan egemenlik krizi zeminine iki tür cevap verilebilecek sonuçlar üretti. Ya 7 Haziran’ın işaret ettiği erk paylaşımı gerçekleştirilecek ve siyasal alan yeniden inşa edilecekti ya da devletin kılcal damarlarına kadar işlemiş klasik reflekslerinden biri daha hayata geçirilecek, egemenlik krizi zemini üzerinde yeni bir inşaya geçilecekti.

Siyasette kurulan AKP-MHP ittifakı, devlette kurulan AKP-MHP-Ulusalcı ittifakı, söz konusu krize geleneksel devlet reflekslerini yeniden örgütleyen, Türklüğü ve devleti tahkim eden bir rotaya yönelerek net bir cevap verdi. Dış politikada yeni doktrinlerin üretilmesi, Neo-Osmanlıcılıktan Kızıl Elma’ya sembolik yer değiştirme gibi çok sayıda deneyim yaşandı. OHAL ilanı, Anayasa Mahkemesi’nin bypass edilmesi, KHK’ler ile idari alanından homojenize edilmesi, topluma günaşırı uygulanan şok terapileri gibi çok sayıda yasal-idari hamleler, iktidarı yeniden üreterek yeni bir yapının inşasını gerçekleştiriyordu. Bu yapının çatısı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile çatılırken, kendisinden öncekilerden daha fazla demir yumruğa sarılmış bir rejim restorasyonu gerçekleştirilmek istendi.
Roma dönemindeki senato örneğine benzer şekilde, konsüller arasında baş konsül seçilmiş; kararlar senatodaki konsüllerin dar çeperinde alınmaya başlanmıştı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bu tür bir yönetim mimarisini sağlıyor; Türkiye toplumu bir kez daha kendi ihtiyaçları ve demokratikleşme talepleri ekseninde değil, iktidar sahiplerinin yönelimleri ekseninde bükülen siyasal alanla karşı karşıya kalıyordu.

Egemenlik krizi nüksediyor!

Aradan geçen yedi yıllık zaman zarfında Türkiye toplumunda fiziksel, psikolojik ve sembolik şiddete maruz kalmayan çok az toplumsal kesim kaldı. Rejim kendisini restore ederken siyasal olanı var eden öteki, genişletildi ve aşırılaştırıldı. Buna rağmen 2022 yılı itibariyle geldiğimiz noktada, 2015’te ayyuka çıkan rejim krizi kendisini yineliyor.

Bir yandan içeride “aynılık rejimi”, kimlik sorunlarını çözmeye yetmiyor. Radikal reformlar isteyen iktisadi alana dair hem devlet hem hükümet ufkunu aşan gereklilikler beliriyor. Sosyo-ekonomik açıdan mülteciler, Kürtler, LGBTİ+’lar gibi iç içe geçmiş, katmanlaşmış gerilimler yükseliyor. Cumhur İttifakı’nın sembolik iktidar arayışları başarısızlıkla karşılaşıyor, toplumdan alınan rıza gittikçe küçülüyor.

Öte yandan küresel politik ekonomide dönüşümler gerçekleşiyor. 2. Dünya Savaşı sonrası, 1960’lar, 1980’lerde küresel politik ekonomide “dünya değişir, Türkiye içerisinde yer alır” diyen devlet aklı bir kez daha sahne alamıyor. Değişime ayak uyduramamanın yansımaları Demokrasi Zirvesi’ne davet edilmeme, ABD-Rusya denkleminde manevraların işe yaramaması ile sonuçlanıyor. Bölgesel riskler ve jeo-politik gerçeklerle baş edecek yönetim aklı devreye girmekte zorlanıyor. Döneme ve ihtiyaca göre dış politika adımları atılsa da Cumhur İttifakı’nın oyun planı herkesçe bilinir hale geliyor.

Yani hem içeride hem de dışarıda sebepleri bulunan tıkanma, egemenlik krizini hortlatıyor. Barış Ünlü’den referansla 2015’teki kriz devlet ve Türklük krizini kapsayan bir egemenlik krizine işaret etmekte idiyse, bugün küresel politik ekonomi ve jeo-politik krizlerle eklemlenmiş ve derinleşmiş bir egemenlik krizinden bahsetmek mümkün.

İttifak/iktidar arayışlarını seçim yerine egemenlik üzerinden düşünmek

Egemenlik krizi, kimi zaman seçim için kurulacak ittifaklara dair beyanların kimi zaman ekonomik kriz sebeplerinin arka planında yer alıyor ve siyasal, toplumsal, iktisadi sorunlara rengini vermeye devam ediyor. Dolayısıyla bu dönemde konuşulan seçim konusunda da egemenlik krizinden bahsediliyor. Toplumsal ve siyasal sorunlara üretilen çözümler egemenlik krizinin bir yerinden tutularak ortaya çıkıyor.

Cumhur İttifakı’nın acizliği egemenlik krizine cevap verememesinde yatıyor, Millet İttifakı’nın siyasal çapı arka planda yürüyen egemenlik krizine verdiği cevaplarda değerini buluyor. Bu bağlamı esas alarak bir sonraki yazıda egemenlik krizini besleyen ihtilaflar ve ittifakların yaklaşımının bu ihtilaflara yönelik yaklaşımını ayrıntılandırmaya çalışacağız.

Egemenlik krizlerinin Türkiye’nin başka bir bahara günaydın demesi için inanılmaz fırsatlar sunduğu kabulünden hareketle, iki ittifakın bizleri bahara mı, kışa mı uyandıracağını anlamaya çalışacağız!

The post Türkiye’de egemenlik krizi nüksediyor (1) first appeared on Gazete Karınca.

]]>
2022 ve Kürtler https://gazetekarinca.com/2022-ve-kurtler/ Fri, 07 Jan 2022 07:30:26 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=194063 Mehmet Nuri Özdemir “Çiçeklerin üzerine düşen şiddet gölgesi görülmediği anda, bahar dalı bile yalana dönüşür!” T.Adorno Son günlerde bir taraftan HDP Bahçelievler ilçe binasına bir saldırı düzenlendi; diğer taraftan DİAYDER iddianamesi üzerinden İstanbul belediye başkanı İmamoğlu’na yönelik iktidarın hamlesi gündemdeydi. Deyim yerindeyse “İstanbul” odaklı tartışmalar yılın son ayına damgasını vurdu. Bahçelievler saldırısına karşı olay yerinde […]

The post 2022 ve Kürtler first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Mehmet Nuri Özdemir

“Çiçeklerin üzerine düşen şiddet gölgesi
görülmediği anda,
bahar dalı bile yalana dönüşür!”

T.Adorno

Son günlerde bir taraftan HDP Bahçelievler ilçe binasına bir saldırı düzenlendi; diğer taraftan DİAYDER iddianamesi üzerinden İstanbul belediye başkanı İmamoğlu’na yönelik iktidarın hamlesi gündemdeydi. Deyim yerindeyse “İstanbul” odaklı tartışmalar yılın son ayına damgasını vurdu.

Bahçelievler saldırısına karşı olay yerinde HDP’nin sıcağı sıcağına yaptığı açıklama ve parti aktivistlerinin olay esnasındaki sağduyulu refleksleri adeta hayat kurtardı. Ancak Konya Kürtlerine yapılan katliamla başlayan, İzmir ve Bahçelievlerle devam eden bu tip saldırılar sadece HDP’yi hedeflemediği için salt HDP ve bileşenlerinin tepkileriyle de bertaraf edilemez. Bu tip saldırıların, geniş kitleleri etkileyebilecek ve ülkenin siyasal gidişatını değiştirebilecek kapasiteye sahip olduğunu akılda tutmakta fayda var. Bu açıdan bu saldırıları ciddiye almak, dahası “abartmak” gerekiyor. Zira kontrolden çıkması halinde OHAL ilanına kadar gidebilecek otoriter uygulamalara kapı aralayabilirdi. Bu açıdan bakıldığında hem sivil toplumun hem de muhalefetin bu saldırılar karşısında HDP’den bağımsız olarak tepki göstermeleri bekleniyordu; lakin bu muhteşem sükûnet hayra alamet değil. Bu gidişle sessizlikten güç alanlar, yaşadığımız sıradanlık zincirinin halkalarına asılmaya devam edecekler gibi görünüyor.

İkinci bir olay ise Bahçelievler saldırısına paralel olarak İBB başkanı İmamoğlu şahsında cereyan eden iktidarın klasik hamlesiydi. İktidar, muhtemelen döviz kuruna yapılan müdahalenin motivasyonuyla İstanbul’a yönelik bir fetih hareketine girişmişti; bu hamleyle hem İmamoğlu’nu yıpratıp hataya zorlamayı hem de belediyelerde çalışan bir avuç Kürdü kriminalleştirmeyi hedeflemişti. Herhalde AKP’nin İstanbul belediyesini kaybetmesi ve İstanbul nostaljisinin yara almasıyla beslemeye başladığı intikam ve öfke, Kürtleri vatandaşlıktan çıkarana kadar geçmeyecek. “İstanbul’u alan, Türkiye seçimlerini kazanır” önermesini de hatırlarsak iktidarın bu tür hamlelerinin süreceği rahatlıkla söylenebilir; ve büyük bir olasılıkla önümüzdeki yılın içinde Kürtlere yönelik sürdürülen Makkarticilik veya “Kamusal Alandan Temizleme” konsepti, Kürtlerin nefes aldığı her yerde devam edecek. Kayyım belediyeleri başta olmak üzere Kürt siyasetçi ve emekçilerine yönelik bu suçlayıcı akıl, Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan Şark Islahat Kanunu’nu hatırlatıyor.

AKP’nin Kürt fobisini eksene alarak tetiklediği bu tür kaotik senaryoların toplumda tedirginlik yarattığı biliniyor. Ülkede uçan kuştan bile haberi olan iktidarın elbette yaşanan her olayda sorumluluğu var; ancak artık karşımızda tüm rasyonalitesini kaybetmiş ve her şeye taktiksel ve de dar bir ufukla bakan bir iktidar var. Haliyle şaşırmamak gerekiyor. Kaldı ki savaş ekonomisinden seçim ekonomisine koşuşturan, yangın çıkarıp itfaiye kılığında söndürmeye gelen bir iktidar, bir yangını söndürüp diğerini çıkarmaktan başka bir işlev görmez. Siyaseti bir grup oligarkın inisiyatifine indirgemiş, aşırı merkezileşen, yerel dinamikleri tamamen iradesiz bırakan bir iktidarın toplumsal sorunlara çözüm olması beklenemez. Dolayısıyla sorun çözme becerisi konusunda iktidara yönelik beklentilerin dibe vurmuş olması, bu dar ufkun getirdiği doğal bir sonucudur.

İmamoğlu’nun iktidarın hamlesine karşı Kürtleri inciten çiğ açıklamalarını bir kenara not edip devam edersek; her iki olayın ortak noktası elbette Kürt meselesi ve meselenin çözümsüzlüğünün yan etkileridir. Konya, İzmir ve Bahçelievler gibi saldırılar her gerçekleştiğinde ve buna iktidarın onayı ve muhalefetin sessizliği de eklendiğinde, Kürtlerde bir yalnızlık duygusuna neden olsa da Kürtlerin politik bilincini ve direncini de beslediğini söylemek mümkün. Bu durumda elbette Kürtlerin yükü ağırlaşıyor. Çünkü Türklerle Kürtler arasında köprü olabilme ihtimali olan solcu Türklerin bile çoğu zaman Kürt barışı gibi bir derdi olmuyor. Solcuların kahiri ekseriyeti, çözümün koşullarını yaratmaktan öte ya sınıf analizine çakılı kalıyor ya da Türklerin ulus hegemonyasına teslim oluyor. Kürt barışına yönelik bu “bilinçli ilgisizlik” İslamcılar açısından da geçerli; onlar da Türklerle Kürtler arasında barış yerine devasa bir kapitalizm ve rant köprüsü kurdular; kapitalistleştikçe barışa dair başta söylediklerini zamanla unuttular; zaten uzun süreden beri de sorun yokmuş gibi davranıyorlardı. 2022 yılına girerken İslamcıların “sermayemizi nasıl koruyabiliriz ve rövanşist bir iktidara karşı kendimizi nasıl savunabiliriz” kaygıları dışında başka bir dertleri olduğunu sanmıyorum. Son olayların da gösterdiği gibi 2022 yılına girerken kimi Kürt dostu, sol ve sosyalist dinamikler dışında geriye kalan kesimler, Kürt barışını gündem yapmadıkları gibi bu kafayla demokratik Kürt muhalefetini ve dolayısıyla Kürtleri bir tehlike olarak görmeye devam edecekler gibi görünüyor.

Arka planı yeniden hatırlamak

Aktüel krizlerin tarihsel bağlantılarını ıskalayan analizler birer tuzak olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu yüzden yaşanan krizlerin objektif tahlili, olayların tarihsel arka planına bakmayı ve hakikatle yüzleşmeyi zorunlu kılıyor. Bu teknikle meseleye bakıldığında HDP’yi ve Kürtleri hedef alan güncel saldırıların münferit olaylar olmadığı daha iyi anlaşılıyor; dahası Kürt fobisine odaklı güncel şiddetin, malum konseptin uzantısı olduğu daha da netleşiyor.

Kuşkusuz Kürt fobisini yeniden köpürten genel konsept, içişleri bakanının kişisel hikayesine indirgenecek kadar basit değil. Mevcut devlet politikası, eş zamanlı olarak hem Kuzey Kürtlerinin demokratik siyaset alanını daraltmak, hem de Başur ve Rojava’daki jeopolitik kırılmayı düzleştirmek için meseleye daha geniş bir “güvenlikleştirme stratejisi” ile bakıyor. Bu nedenle geleneksel devlet şiddeti, farklı versiyonlarıyla sadece ülke içinde değil, Kürtlerin yaşadığı her yerde sürdürülmek isteniliyor. Kürtlere karşı her türlü şiddeti meşru gören bu konsept, Kürt inkarının son sürümüdür. Bu da gösteriyor ki Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılırken Ankara, Kürtsüz bir Ortadoğu hesabıyla hareket edecek; Kürtleri kart dağıtan bir aktör olarak değil, kart olarak dağıtılmasının planlarını yatırım yapacak. Bu politika, Kürtlerin Ortadoğu’nun “ortak sömürgesi” olarak kalmasını onaylayan baş politikadır ve bunun öncülüğünü Türkiye yapıyor.

Hali hazırda bu konsept ile Kürtlere dayatılan seçenek, siyaseten kendini inkar etmesini talep etmekten başka bir anlama gelmiyor. Kürtler bu seçeneği reddettiği için, Türkiye sınırlarının dışında yaşayan Kürtleri bir yana bırakırsak; Kürt nüfusunun dörtte üçünün yaşadığı Türkiye’de siyasal, kültürel ve iktisadi alanlar yargı ve kolluk marifetiyle tamamen onlara kapatılıyor; büyük bir Kürt nüfusu belediyelere kayyımların atanması ve yaşanan toplu ihraçlarla kamusal alanın dışına çıkarıldı. Kürtlerin tüm siyasal, kültürel ve ekonomik alanları otoriter popülizmin kıskacına alınarak kriminalize ediliyor, Kürtler rahat siyaset yapamıyor, belediyelerini yönetemiyorlar. Her türlü insani hakları suçlulaştırılıyor. Öyle ki 21. Yüzyılda hala Kürtlerin düğünlerine bile polis baskını yapan bir devlet aklı var. Tüm bunlara bakıldığında devletin şimdilik “güvenlikleştirilmiş Kürt fobisi” dışında herhangi bir bagajı olmadığı anlaşılıyor.

Peki devletin Kürtleri “suç öznesi” olarak gören politikası ne zamana kadar sürecek? Türkiye geleceğin olası denkleminde Kürtleri nerede görüyor, dahası Cumhuriyetin ikinci yüzyılında devlet, Kürt meselesinde, 1924 Anayasası sonrasında başlatılan “inkar ve imha” siyasetini güncelleyerek mi devam edecek, yoksa Kürtlerle barış siyasetini önceleyen “ortak gelecek tahayyülü” ile mi hareket edecek? Mesela Kürtler devlete niye güvenmiyor, neden Kürt illerinde yıllardır savaş, hapishane, ölüm ve göç var? Bu bir fantezi olamaz, bir tercih de olamaz. Acaba Türkiye bir yüzyıl daha kendi Kürtlerini asker, polis ve yargıçlarla mı yönetmeyi düşünüyor, yüz yıllık olağanüstü rejim bir yüzyıl daha mı sürecek? Türkiye’nin batısında yaşayan Türkler, Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı hep çatışmaların, ölümlerin olduğu ve gidilmemesi gereken bir savaş bölgesi olarak mı görecekler? İçerde ve dışarıda kırk milyon Kürdün kaderini tekeline almaya çalışan Ankara siyaseti, günün sonunda nereye varmayı düşünüyor ve neyi murad ediyor? Türklerin ve Kürtlerin ortak kaderi AKP sonrası Ankara’nın yapacağı tercihlere bağlı.

Mevcut duruma bakıldığında devletin Kürt politikasının sürdürülemez olduğu, aklı başında olan herkes idrak etse de buna rağmen hala sessizlik hakim. Çünkü hali hazırda barışı savunanların geleneksel devlet retoriği ile “vatan haini” ilan edilme riski hala canlı. Fakat tüm bu olumsuz politikalara rağmen her zaman olduğu gibi şimdi de devletin Kürtlerin değişen durumuna yönelik bir ikilem yaşadığı söylenebilir. Bunun politika değil “ikilem” olduğunu özellikle vurgulamak gerekir. Devlet elitlerinin bir kısmının Kürt savaşından, bir kısmının ise Kürt barışından yana olduğu başından beri biliniyor. Yeni iktidar, bu ikilemi ortadan kaldıran sağlam bir programla toplumun karşısına çıkabilirse önümüzdeki yüzyılın siyasetine damgasını vurabilecek; zira niteliksel bir sıçrama yapmasının ön koşulu, çoklu krizlerle Kürt meselesinin bağlantılarını doğru kuran sağlıklı bir programa sahip olmasına bağlı.

Siyaset kurumu, yaşadığımız temel krizlerin kaynağına önyargısız bir şekilde dönüp bakarsa; ekonomik krizin, toplumsal şiddetin, ırkçılığın, faşizmin, kutuplaşmanın, sınıfsal uçurumun ve ötekileştirme gibi toplumu radikal ayırımlara götüren uygulamaların kökeninde Kürt meselesi olduğunu görecektir. Bu anlamda yeni iktidarın normalleşme ve büyüme arzusunun başarısı, Kürt barışını doksanlı yıllardan bu yana olagelen deneyimlerini güncelleyerek, içerde toplumsal barışın omurgası, dışarıda ise Ortadoğu barışının temel harcı haline getiren bir stratejiyi benimsemesine bağlı. İlk yüz yıllık deneyimler ışığında bakıldığında, sırtında Kürt meselesi kamburuyla, Kürt barışına mesafeli duran bir ikinci yüzyıl cumhuriyetinin, ne normalleşme ne de büyüme şansı var.

Rasyonel akıl çözümü zorunlu kılıyor; irrasyonel akılla sürdürülen politikanın sonuna gelindiği çok açık. Konjonktürel olarak hem dünya ülkeleri hem de toplum Kürt barışına hazır. Gerisi muhatapların cesaretine kalmış bir şey. Dolayısıyla Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar demokratik siyasetin belirleyici olabileceği bir satha girmiş bulunuyoruz. Bu tabloda belki de en çok umut veren asıl nokta, demokratik Kürt muhalefetinin ve HDP’nin Kürt meselesinin çözümünü merkezine alan rasyonel bir diplomasi ile seçim süreçlerini barış ve normalleşme lehine çevirmeye yönelik stratejik rolüdür. Bu rolün barışı getirmesini umuyor ve tüm okurlara demokrasinin, hukukun ve adaletin hakim olacağı yeni bir yıl diliyorum.

The post 2022 ve Kürtler first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Demirtaş’tan erken seçim tartışmalarıyla ilgili çağrı: Herkes kendini şimdiden seçim görevlisi ilan etmeli https://gazetekarinca.com/demirtastan-erken-secim-tartismalariyla-ilgili-cagri-herkes-kendini-simdiden-secim-gorevlisi-ilan-etmeli/ Mon, 03 Jan 2022 14:38:02 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=193617 Tutuklu HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, erken seçim tartışmalarıyla ilgili örgütlenme çağrısında bulunarak, “Herkes kendini şimdiden seçim görevlisi ilan etmeli” dedi. Demirtaş,  Türkiye’nin inşasının Kürtler dışlanarak, yok sayılarak yapılamayacağını, sadece Kürtleri değil, hiçbir toplumsal kesimi dışlamadan güçlü bir işbirliği zemini yaratmak gerektiğine de vurgu yaptı. HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklu […]

The post Demirtaş’tan erken seçim tartışmalarıyla ilgili çağrı: Herkes kendini şimdiden seçim görevlisi ilan etmeli first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Tutuklu HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, erken seçim tartışmalarıyla ilgili örgütlenme çağrısında bulunarak, “Herkes kendini şimdiden seçim görevlisi ilan etmeli” dedi. Demirtaş,  Türkiye’nin inşasının Kürtler dışlanarak, yok sayılarak yapılamayacağını, sadece Kürtleri değil, hiçbir toplumsal kesimi dışlamadan güçlü bir işbirliği zemini yaratmak gerektiğine de vurgu yaptı.

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Cezaevi’nde Yeni Yaşam’dan Nezahat Doğan’ın sorularını yanıtladı. Olası bir erken seçimin önemine dikkat çeken Demirtaş, herkesi örgütlenmeye davet ederek “İster partilerde ister meslek odalarında ister sendikalarda ister sivil hareketlerde mutlaka örgütlü bir yapıyla çalışmalı ve disiplinli bir mücadele yürütmelidir” dedi. Demirtaş çözüm süreci ile ilgili bir soruya ise, “Çözüm süreci AKP ile HDP arasında bir siyasi ittifak süreci değildi, birlikte çözüm üretmek için işbirliği yapma ilişkisiydi. Ancak Erdoğan bizden koşulsuz biat bekledi. Biz de buna boyun eğmedik. Mesele budur” diye cevap verdi.

Röportaj şöyle:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli hedefindesiniz. Sizi bu kadar hedef alması kişisel bir tutum mu yoksa politik bir tutum mu? En son sizin için ‘miting bile yapamaz’ demişti. Ama sizin yanıtınız da netti. İktidarı temsil eden birinin sizi bu kadar gündemde tutmasını neye bağlıyorsunuz?

Erdoğan’ın bana karşı tutumu tümüyle kişisel değil. İşin içinde biraz kişiselleştirme olsa da asıl derdi politik duruşumuz, çizgimiz ve mücadelemizdir. İki kez cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’ın karşısına çıktım ama bir kişi olarak değil, HDP çizgisinin temsilcisi olarak. Dolayısıyla Erdoğan’ın asıl derdi ben değilim, bütün olarak HDP’dir.

Radikal demokrasi anlayışı ve çok kültürlü yapısıyla, boyun eğmeyen duruşuyla HDP çizgisi, otoriter tek adam rejiminin anti tezi ve panzehiridir. Bütün milliyetçi, ırkçı, dinci siyasi akımların el birliğiyle HDP’ye saldırmalarının nedeni de budur. Ben de HDP’deki sembol isimlerden biri olduğum için özellikle benim üzerimden bir karşıtlık, düşmanlaştırma politikası izleyerek hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar diye düşünüyorum.

Zor şartlarda kısıtlı imkanlarla gündemi takip ediyorsunuz. Türkiye’de ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyor. Son yılların en kırılgan ekonomisinin bu noktaya gelmesinin temel sebepleri sizce nelerdir? Bu kriz aşılır mı? Nasıl aşılır? Hem politika hem ekonomi hem de kültürel ve toplumsal olarak yaşanan sorunların temel sebebi nedir?

Türkiye küresel kapitalizme entegre olmuş, neo liberal ekonomik düzenle yönetilen bir ülke. Kapitalizmin kendisi zaten sömürü üzerine inşa edilen bir sistemdir ve varlığını kesintisiz krizlerle sürdürür. Ancak neoliberalizmin de kendine özgü, iç tutarlılığı olan kuralları vardır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde piyasa ekonomisinin işleyebilmesi asgari liberal özgürlüklere, asgari demokrasiye ve asgari insan haklarına bağlıdır. Kısmi özgürlükler olmasa üretim ve tüketim ilişkileri sekteye uğrar. Asgari seviyede de olsa hukuk olmasa piyasalarda güvensizlik, tedirginlik oluşur. Devletin karar alma mekanizmaları tek kişide toplanır ve denetim ortadan kalkarsa neoliberal sistem tıkanır, işlemez.

Tek adam rejimi Türkiye gibi bir ülkeye asla uyum sağlayamaz, nitekim sağlamadı da. Küresel düzeyde yaşanan ve pandemiyle birlikte derinleşen ekonomik krizin etkileri ulusal düzeydeki krizle birleşince tam bir çöküş yaşandı. Bunun böyle olacağını yıllardır anlatmaya çalışıyoruz. Bu gidişatı ancak seçim ve bir iktidar değişikliği durdurabilir.

Nasıl bir çıkış mümkün peki?

Asıl çıkış sol politikalara ve sosyal devlete geçişle mümkündür. Ancak bunun koşulları henüz oluşturulabilmiş değil. Önce demokrasinin gelişmesini sağlamak dışında bir seçenek görünmüyor henüz. Tek adam rejimine karşı demokrasiyi kurmaya çalışmalı, demokratik sol mücadeleyi büyüterek emekçiden, kadından, doğadan, farklı kimliklere, özgürlükten yana bir mücadeleyi büyütmenin yollarını aramalıyız. Bana göre başka çıkış yolu yok.

Özgür ve demokratik bir Türkiye’nin inşasında Kürtler nerede, HDP nerede duruyor?

Kürtler de HDP de Cumhuriyet’in yeni yüzyılında Türkiye’nin inşasında rol almak istiyorlar. 1923 sonrasında bu, çeşitli nedenlerle mümkün olmadı ve bunun Türkiye’ye faturası çok ağır oldu. Şimdi bir kez daha aynı hatalar yapılmasın diye uğraşıyoruz. Hem iç barışı sağlamak hem devleti birlikte yeniden inşa etmek hem de büyük bir demokrasiyi hep birlikte kurmak zorundayız. Bunların hiçbiri Kürtler dışlanarak, yok sayılarak yapılamaz. Sadece Kürtleri değil, hiçbir toplumsal kesimi dışlamadan güçlü bir işbirliği zemini yaratmak gerekiyor. HDP de son tutum belgesiyle, bu rolünü oynamaya hazır olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Şimdi diğer kesimlerin, uzatılan bu eli sıkı sıkıya tutması için çaba sarf ediliyor. Belli mesafeler de katedildi ama yapılacak daha çok iş var. HDP de kendi politikalarını daha görünür, daha kapsayıcı, daha kucaklayıcı hale getirdikçe bu birliktelik giderek güçlenecektir.

Kürt siyasi hareketinin tüm bileşenleri bu konuda HDP’nin önünü açacak barışçıl politikaları, zaman geçirmeden hayata geçirmeyi somut bir planlama olarak önüne koymalı ve HDP’ye yardımcı olmalı, güç ve destek vermelidir. Çünkü siyasi alanda çok büyük demokratik kazanım olanakları önümüzde duruyor. Tüm güçlerin bu süreci iyi okumasını ve cesaretle büyük barış hamleleri yapmasını yürekten diliyor, umuyorum.

Erdoğan açık açık ‘Kimse erken seçim beklemesin’ dedi. Bu koşullarda erken seçim mümkün mü? AKP mevcut durumda seçime gider mi?

Erdoğan son güne kadar iktidarda kalmaya çalışacaktır. Ancak ekonomik kriz, uluslararası ilişkilerdeki kriz, Cumhur İttifakı içindeki kriz gibi nedenlerle erken ya da baskın bir seçime de gidebilir. Doğrusu, bunu kestirmek pek kolay değil ama seçime her an hazır halde olmak gerekir.

Erken seçim için toplumun her kesimine mesajınız nedir?

Herkes ama herkes, kendisini şimdiden seçim görevlisi ilan ederek bulunduğu her yerde kararsızları etkilemeye çalışmalı, sandık eğitimi almalı, seçim kampanyaları başlar başlamaz da aktif kampanyalarda örgütlü bir şekilde görev almalı. Seçim ancak örgütlü toplumla demokratik kazanıma dönüştürülebilir. Herkes sivil, siyasi bir örgütlenmenin parçası olursa kesin sonuç almak daha kolay olur. Bu bakış açısıyla, herkesi örgütlenmeye davet ediyorum. İster partilerde ister meslek odalarında ister sendikalarda ister sivil hareketlerde mutlaka örgütlü bir yapıyla çalışmalı ve disiplinli bir mücadele yürütmelidir. Öyle, sadece tivit atarak olmaz bu iş. Sosyal medyayı amaç doğrultusunda etkili kullanmak önemlidir ama yeterli değildir. Meydanlarda, alanlarda, sahada olmak gerekir.

Her açıklamanızda umuttan bahsediyorsunuz. Dışarıda bu kadar karamsarlık hakimken yıllardır cezaevinde olmanıza rağmen nasıl bu kadar umutlusunuz? Cesaret kadar umut da bulaşıcı olabilir mi? Ya da olacaksa nasıl olmalı? Yeni bir yılda umut mesajınız nedir?

Umut ancak eylem ile buluşursa anlamlı olur, ötesi kendini avutmaktır. Ben hem uğraşıyor, didiniyor ve bir şeyler üretmeye çalışıyorum hem de bu eylemime dayanarak umudu, cesareti büyütmeye çabalıyorum. Yeni yılın herkese özgürlük, adalet, demokrasi ve barış getirmesini diliyor, bunu sağlamak için mücadeleyi büyütme sözü veriyorum.

Cezaevlerindeki hasta tutukluların durumu sürekli basına yansıyor. Ancak cezaevlerinden tabutlar çıkmasına rağmen iktidar neden sessiz kalıyor? En son siz de Garibe Gezer’in ölümüyle ilgili yazı kaleme almıştınız. Gezer’in ölümü neden bu kadar yakıcı oldu sizin için? Bir de Aysel Tuğluk’un durumu var. Tuğluk neden serbest bırakılmıyor? Yüzleşme ve helalleşme önce bununla mı başlamalı? Hasta tutukluların durumu muhalefetin tutumu için de sizce bir sınav mı?

Elbette cezaevlerine yaklaşım herkes için bir turnusol kağıdıdır. Muhalefetin tümünün bu konuda duyarlı olmasını bekleriz, isteriz. Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, zulümler geçmişten bu yana dikkatle ve içtenlikle takip ettiğim bir durum. Tüm acılar beni zorluyor, üzülüyorum ama cezaevlerinde yaşananlarla ilgili, duygusal olarak da çok hassasım. Garibe Gezer arkadaşımızla tanışmıyorduk, tanışmış olmamız da gerekmiyordu ama hikayesi, trajedisi beni çok etkiledi. Bir de ölümünden bir süre önce bir mektup ve kızlarım için bir el işi hediyesi göndermişti bana. Ölümünü duyunca çok üzüldüm. Halkımızın kaderi bu olmamalı, bizler siyasetçiler olarak çözüme daha fazla odaklanmalı ve bu tür trajedilere artık izin vermemeliyiz. Bu konuda kendimi de sorumlu tutuyorum.

Aysel Tuğluk arkadaşımız da bir trajedi yaşıyor, kendisine adeta düşman hukuku uygulanıyor. Durumu acil olan arkadaşlarımız için tek tek özel kampanyalar yapılmalı fakat esas, köklü ve kalıcı bir çözüm için, demokratik bir iktidar seçeneğine daha fazla yoğunlaşmak dışında bir seçenek göremiyorum.

Bir çözüm süreci vardı ve aktörlerden biri de sizdiniz. Bugün gelinen noktada ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘HDP siyasi teröristtir’ dedi. Yedi yıl içinde yükselişten, bu kadar zıt bir yoruma getiren sürecin özeti nedir?

Erdoğan HDP’yi kendi kuyruğuna takmaya çalışıyordu, bunu başaramayınca süreci bitirdi. İşin özeti budur. Çözüm sürecinin olduğu bir buçuk yıl boyunca tek bir somut adım atılmadığı, insaniyet namına tek bir hasta tutsağın bile bırakılmadığı unutuluyor. Biz, çözüm sürecindeki misyonumuzu barış için dürüstçe ve samimiyetle sürdürdük ancak kimsenin bize, halkımıza maraba muamelesi yapmasına da izin vermedik. Çözüm süreci AKP ile HDP arasında bir siyasi ittifak süreci değildi, birlikte çözüm üretmek için işbirliği yapma ilişkisiydi. Ancak Erdoğan bizden koşulsuz biat bekledi. Biz de buna boyun eğmedik. Mesele budur.

Bizim için çözüm süreci demokrasinin gelişmesi ve barışın sağlanması iken Erdoğan’ın ajandası başkaydı; başkanlık hayallerine Kürtleri ve HDP’yi payanda yapmaya çalışıyordu. Buna onay vermediğimiz için de “benim bu işten kazancım yok ki” diyerek süreci bitirdi ve o günden sonra MHP ile ortaklık kurarak ajandasını hayata geçirmeye başladı.

En klasik sorumla bitirelim: Selahattin Demirtaş’ın derdi ne?

Yeni ve sonuç alıcı bir siyaset tarzı yaratmak. Ardımızdan gelen gençlere, en azından bunu miras bırakabilmek benim için en önemli şey. Bunu yaparken zaman zaman içeriden ve dışardan şimşekleri üzerime çektiğimin farkındayım ama bunu zaten göze alıyorum. Kendi tarzımı oturtmak ve kalıcı hale getirmekte ısrarcıyım, bundan vazgeçmeye de niyetim yok.

Bir siyasetçi her şeyi bilmek zorunda değil ama hem çok yönlü ve yaratıcı olmalı hem kültürlü hem cesur hem de zarafetle donanımlı olmalı. Ben halen bu yönlü arayışımı sürdürüyorum. Oldum, piştim demiyorum ama siyasette geçen 30 yılımda belli bir mesafe kat ettiğimi de düşünüyorum. 1991 yılında İzmir’de HADEP gençliğinde başladığım siyasi yürüyüşüm birçok mecradan ve maceradan sonra şimdilik cezaevinde devam ediyor. Bir yere varmaya çalışmıyorum, yolun kendisi güzel zaten. Benim derdim yol.

Bir türküyle bitirelim, benim için de dinleyin lütfen: “Bir derdim var, bir dermana değişmem.” Hepinize içten, sıcak, yürek dolusu selamlar, tüm özgür basın emekçilerine selamlarımla.

“Muhabbed bağında bir gül açıldı

Bir derdim var bin dermana değişmem

Nicelerin ömrü gitmiş yas ile

Bir derdim var bin dermana değişmem.”

HABER MERKEZİ

 

 

 

 

 

 

 

The post Demirtaş’tan erken seçim tartışmalarıyla ilgili çağrı: Herkes kendini şimdiden seçim görevlisi ilan etmeli first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HDP Eş Genel Başkanı Buldan: Başarmak için geliyoruz https://gazetekarinca.com/hdp-es-genel-baskani-buldan-basarmak-icin-geliyoruz/ Thu, 30 Sep 2021 13:05:31 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184262 Psikolojik üstünlüğün muhalefete geçtiğini belirten HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Bu sefer başarmak için geliyoruz. Türkiye toplumu değiştirmek için HDP’ye inanmaya devam etsin” dedi. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, deklarasyonla açıkladıkları tutum belgesine ve muhataplık tartışmalarına dair önemli açıklamalarda bulundu. T24’ten Şirin Payzın’ın sorularını yanıtlayan Pervin Buldan, tarihi bir belge açıkladıklarını belirterek, “Halk […]

The post HDP Eş Genel Başkanı Buldan: Başarmak için geliyoruz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Psikolojik üstünlüğün muhalefete geçtiğini belirten HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Bu sefer başarmak için geliyoruz. Türkiye toplumu değiştirmek için HDP’ye inanmaya devam etsin” dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, deklarasyonla açıkladıkları tutum belgesine ve muhataplık tartışmalarına dair önemli açıklamalarda bulundu.

T24’ten Şirin Payzın’ın sorularını yanıtlayan Pervin Buldan, tarihi bir belge açıkladıklarını belirterek, “Halk bizden şunu istedi: HDP bugün Türkiye siyaseti açısından tarihsel bir konumdadır. Çünkü ’HDP 31 Mart yerel seçimlerinde gücünü ortaya koymuştur’ dedi. Şu an erken, baskın seçim olabilir, zamanında da olabilir ama HDP’nin ne yapması gerektiğine dair insanlar görüşlerini aktardı. Biz bunu Tutum Belgesi haline getirdik” diye belirtti.

‘İktidar ters köşe oldu’

İktidarın ters köşe olduğunu söyleyen Buldan, HDP’nin çözüm gücü, müzakere partisi olarak Türkiye’nin temel sorunlarını çözme yönünde adım attığını ve bu adımla iktidara cevap vermiş olduğunu ifade etti.

Deklarasyonla ilgili eksik kaldıkları konulara da değinen Buldan, “Bir-iki noktada eksiğimiz var, bir özeleştiri olarak bunu ifade etmek isterim. Tutum belgemizde yer almayan engelliler, göçmenler, LGBTİ+’lar…bu konuları da yazmak gerekiyordu. Bu kesimlerle buluşmalarımız yakın zamanda olacak” şeklinde konuştu.

‘CHP komisyona üye vermeliydi’

Çözüm sürecinde CHP’nin Meclis’te kurulan komisyona üye vermemesinin büyük bir hata olduğunu söyleyen Buldan şöyle devam etti;

Bugün CHP’nin Kürt sorununun Meclis’te çözülmesi ve HDP’nin bu konuda muhatap alınması görüşünün önemli olduğunu düşünüyorum. CHP’nin bu çıkışı daha da cesaretlendirilmeli.

“O zaman ne hata yapıldı ve bugün hangi hata tekrarlanmayacak?” sorusuna ise Buldan şu yanıtı verdi:

Şeffaf işlemeli süreç, gizli kapaklı, kapılar ardında herhangi bir tartışmanın, belgenin görüşülmesinin çok sakıncalı olduğunu düşünüyorum.  O dönem herhangi bir görüşmeden hemen sonra  yaptığımız en ufak açıklamada bile AKP hükümeti tarafından eleştirilere maruz kalıyorduk.

Bütün bunların daha şeffaf, meselenin Türkiye toplumu ile birlikte tartışılması anlayışındayım. Yapılan görüşmelerin hepsi iktidarın bilgisi dahilindeydi, bugün ise o dönem yaptıklarımız nedeniyle yargılanır hale düştük.

Bundan sonra hükümet ve İmralı ile yapılacak olan görüşmeler daha açık olmalı. Bunda meclisin rolü, misyonu çok önemli. Kurulacak olan komisyon çok önemli. Bu komisyon bu çalışmaları şeffaf olarak yapılmak durumundadır.

‘Umut olmaya devam edeceğiz’

Yaklaşan seçimler öncesi psikolojik üstünlüğün muhalefette olduğunu söyleyen Buldan şu  vurguyu yaptı:

Bu sefer başaracağız, Türkiye halkları kendisinden de emin olsun, muhalefet partilerinden de emin olsun bizden de emin olsun. Bu sefer kazanmak için geliyoruz, başarmak için geliyoruz. Türkiye toplumu değiştirmek için HDP’ye inanmaya devam etsin, çünkü biz umut olmaya devam edeceğiz.

HABER MERKEZİ

The post HDP Eş Genel Başkanı Buldan: Başarmak için geliyoruz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kafasızlığa gerek yok muhatap belli https://gazetekarinca.com/kafasizliga-gerek-yok-muhatap-belli/ Wed, 22 Sep 2021 07:11:33 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=171401 İbrahim Aslan Bu memleketin gündem yoğunluğu hiç bitmiyor. Zamlar almış başını gidiyor, dolar uçtukça uçuyor. Kiralar akıl almaz derecede yükselmiş, fırsatçı olan memleketimin mülk sahipleri pandemi sonrasının sefasını sürerken, öğrenciler en temel insani hak olan barınma sorunu çözülmediği için parklarda yatıyor. Vatansever polisler! başını sokacakları yeri olmayan öğrencilere, “Evinize gidin” diyor, gidecek yerleri olmayan öğrencilere […]

The post Kafasızlığa gerek yok muhatap belli first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

Bu memleketin gündem yoğunluğu hiç bitmiyor.

Zamlar almış başını gidiyor, dolar uçtukça uçuyor.

Kiralar akıl almaz derecede yükselmiş, fırsatçı olan memleketimin mülk sahipleri pandemi sonrasının sefasını sürerken, öğrenciler en temel insani hak olan barınma sorunu çözülmediği için parklarda yatıyor.

Vatansever polisler! başını sokacakları yeri olmayan öğrencilere, “Evinize gidin” diyor, gidecek yerleri olmayan öğrencilere müdahale ederek barınmaları için karakollara götürüyor…

İşçinin durumu perişan, işsizin durumu zaten içler acısı, çiftçi batakta…

Bu durumu Kırşehir’de Tarım ve Kredi Kooperatifi’ne borcu nedeniyle traktörüne el konulan Şevket Eker isimli çiftçi gayet iyi açıklıyor.

Traktörü taşıyıcıya yüklenip götürülen Eker, “Bir donumuz kaldı bacağımızda satılmadık. İnşallah onu da elimizden alırlar. Kimseye söyleyecek bir sözümüz kalmamış. Jandarma ile avukat ile icra memurları ile… Hiç kimseye gücümüz yetmedi. Tarlada çalışan traktörü bağladılar. Bize bir çözüm yolu bulun çaresiz kaldık” diyor.

Bunu devlet kademesinde duyan gören var mı? Öyle görünüyor ki yok. Çünkü AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, New York’a 171 metre yüksekliğinde 20 bin metrekare alan üzerine inşa edilen 36 katlı, ne işe yarayacağını bilmediğim Türk Evi’ni açıyor.

Yani Türkiye’de yoksul Türk’ün evi yokken, öğrenciler ev bulamayıp sokakta yatarken, garibim çiftçi donunun derdine düşmüşken itibardan taviz vermiyor devletin büyükleri. Ak ve pak bir şekilde yürüyorlar zevki sefaya doğru…

Gündem böyle iken benim de kendi derdim var tabi.

Mehmet ile kavga etmişiz çok pis. Sorunlarımız çok fazla bizim. Konuşmuyorum Mehmet’le.
Sorunu çözmek için hep Ahmet’in yanına gidiyorum. Ahmet ile yıllardır konuşuyoruz, Mehmet ile sorunlarımı çözmek için ama bir türlü çözemiyoruz.

Ahmet bazen diyor, “Abi gel Veli’yi aracı yapalım, benim Mehmet ile aram iyi değil belki sorunlarınızı çözeriz.”
Diyorum, “Olmaz. Veli’nin arası Mehmet ile iyi. Zaten Mehmet ile arası iyi olduğu için ona da kılım!”
Ahmet diyor, “Abi Mehmet ile sorunun var. Yıllardır kavga ediyorsunuz. Sorun yaşadığın Mehmet ile sorunları çözmek için konuşmuyorsun, muhatap almıyorsun. Yetmiyor Mehmet’in dikkate alacağı, seninle diyalog kuracağı Veli sorunu çözebilir, onu da Mehmet ile arası iyi diye yok sayıyorsun, muhatap almıyorsun. Peki nasıl çözülecek bu sorun. Sizin kavga bu kafayla hep sürer.”

Ahmet haklı mı derseniz, bence haklı ve doğru söylüyor ama ben bu doğruları bilmeme rağmen ne sorun yaşadığım Mehmet’i muhatap alıyorum ne de ikimizin arasında sorunları çözebilecek Veli’yi sorunun çözümüne dahil ediyorum.

Benimle Mehmet’in kavgası öyle gözüküyor ki bu kafayla ya da bu kafasızlıkla devam edip gidecek.
İşte benim böyle bir kişisel meselem varken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun gündeme düşen bir açıklaması üzerinden Kürt sorununda muhatap kim, kiminle görüşürüm, kiminle görüşmem meselesi yine tartışılmaya başlandı.

Neymiş PKK Lideri Öcalan muhatap alınamazmış, neymiş PKK muhatap alınamazmış, kimilerine göre HDP muhatapmış, kimilerine göre HDP de muhatap olamazmış.

Tuhaf bir açıklamalar serisi peş peşe gelmeye başladı.

Yani öyle bir kafasızlık ki, benim Mehmet ile aramdaki duruma benziyor.
Kürt sorununda muhataplık konusunu tartışmak tabiri caizse gelinen bu aşamada artık Kürt sorununu çözmeme tartışmasıdır.

AKP iktidarı döneminde devlet ayan beyan bir şekilde PKK Lideri Abdullah Öcalan ile de PKK ile de sorunun çözümüne devlet ekseni dışında Üçüncü Yol paradigması ile bakan HDP ile de muhatap oldu.

Kıyamet koptu mu? Hayır.
Devlet dağıldı mı? Hayır.
Devlet bölündü mü? Hayır.
Yapılanlar doğru muydu? Evet.
Peki niyet doğru muydu? Hayır.

Çünkü ‘çözüm’ denilen şey aslında tasfiye etme, bu tarihsel ve ciddi sorunu sandıkta oya tahvil etmekti. Dar iktidar çıkarlarını korumaktan ibaretti. Bu dar mantıkla hareket edildiği, devletin 100 yıllık tekçi mantığı sürdürüldüğü için sonuçta hepimizin bildiği ve gördüğü gibi çözümsüzlük oldu.

Kürt sorununun çözümü için öncelikli olarak asıl aktörlerle de aracı olabilecek aktörlerle de toplumla da görüşmek, müzakere etmek, muhatap olmak, konuşmak ve yüzleşmek zorundasınız.

Kaba ve bildik tabiriyle Amerika kıtasını yeniden keşfetmeye gerek yok. Bir sorunu çözecekseniz, o sorunu muhatabıyla çözeceksiniz. Kolaylaştırıcı aktörler olabilir, aracı aktörler olabilir son kertede sorun asıl muhatabıyla çözülür.

Bu çok açık ve net iken her kim olursa olsun hala büyük ve tarihsel acıları barındıran Kürt sorununda,“şu muhatap ama bu muhatap değil. Şu meşru ama bu gayri meşru, şununla görüşürüm ama bununla görüşmem” tartışması yapıyorsa sorunu çözmemek için manevra yapıyor, kendisine alan açıyor ve Kürtlerin sorunlarını kendi bencil ve geçici iktidar çıkarları için kullanıyordur.

Bunun üstüne muhataplık tartışması yapanlara söyleyecek sözün olduğunu düşünmüyor.

Bir de bu sorun etrafında HDP veya Kürt siyasal hareketi üzerinden dönen başka bir tartışma da var.
Yok Sezai Temelli’ye, Selahattin Demirtaş’tan yanıt, yok Mithat Sancar’dan yanıt gibi başlıklar, paylaşımlar, değerlendirmeler…

Yıllardır yapılan basit psikolojik savaş yöntemlerine hizmet eden boş başlık ve değerlendirmeler olarak duruyor.
İnsanların bir konu üzerinde farklı fikirleri ve değerlendirmeleri olabilir aynı partide olsalar dahi. Bu gayet demokratik ve normal bir durumdur. Olması gerekendir de aynı zamanda.

Farklı fikirler, farklı bakış açıları bir partiyi daraltmaz tam aksine daha geniş bir bakış açısı kazandırır ve güçlendirir.
Zaten HDP de tam da böyle bir partidir. AKP gibi Erdoğan’dan, MHP gibi Bahçeli’den ibaret bir parti değildir. Gücü ve farklılığı da buradan gelmektedir.

Kürt siyasal hareketine karşı yıllarca, “Şahinler-Güvenciler”, “Yok şu şunu tasfiye ediyor, bu böyle yaptı”, “Yok birbirine girdiler, bu kez bittiler”…

Sonuç: Kürt sorunu tüm çıplaklığıyla ortada duruyor ve Kürt siyasal hareketi büyüyerek yoluna devam ediyor.
Kürt sorununun muhatapları açık bir şekilde ortada duruyor ve bu sorunu samimiyetle, geçmişle yüzleşerek çözecek devletin aktörlerini bekliyor.

The post Kafasızlığa gerek yok muhatap belli first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Davutoğlu: Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz https://gazetekarinca.com/davutoglu-terorle-mucadele-defterleri-acilirsa-bircok-insan-insan-yuzune-cikamaz/ Sat, 24 Aug 2019 13:19:54 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=147761 HABER MERKEZİ – Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, dün yaptığı bir konuşmada, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimleri arasını işaret ederek sarf ettiği “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” sözleri tartışma başlattı. Davutoğlu, MHP lideri Bahçeli’yi de bu dönemle ilgili eleştirdi. Bu sözlerin ardından HDP, Davutoğlu’nun beyanlarının incelenmesi amacıyla Meclis’te araştırma komisyonu […]

The post Davutoğlu: Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, dün yaptığı bir konuşmada, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimleri arasını işaret ederek sarf ettiği “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” sözleri tartışma başlattı. Davutoğlu, MHP lideri Bahçeli’yi de bu dönemle ilgili eleştirdi. Bu sözlerin ardından HDP, Davutoğlu’nun beyanlarının incelenmesi amacıyla Meclis’te araştırma komisyonu kurulmasını istedi. Başta CHP milletvekilleri olmak üzere birçok kişi ise Davutoğlu’na “bildiklerini hemen açıkla” çağrısı yaptı.


AKP’nin 18. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla ATO Congresium’da düzenlenen resepsiyona çağrılmayan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma yaptığı saatlerde Sakarya’da düzenlenen bir programda konuştu.
HDP’li üç büyükşehir belediyesine kayyum atanmasını eleştirmesi üzerinden kendisine “teröre destek” suçlamasında bulunulamayacağını belirten Davutoğlu, “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz. Bugün insan yüzüne çıkamazlar, açık söylüyorum” dedi ve şunları kaydetti:

“Neden mi? Gelin hafızanızı bir yoklayın. İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden biri 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönem olacaktır. Başbakanlık görevini aldığım zaman -bunu izah etmek zorundayım, kampanya dolayısıyla bu soruları aldığım için- 6-8 Ekim olayları oldu. O olaylar esnasında çözüm süreci adı altında Türkiye’nin kamu düzeninin nasıl yerle bir edildiğini görme imkanı bulduk.
“Sayın Cumhurbaşkanı bize görevi tevdi ederken iki emaneti vardı. Çözüm sürecine devam edeceksiniz, FETÖ ile mücadele edeceksiniz dedi. 7 Haziran günü maalesef tek başına iktidar olma şansı olmayınca terör odakları ve onların arkasındaki parti Türkiye zaafa düştü zannıyla gemi azıya aldı.
“7 Haziran-1 Kasım tarihleri arasını silmek, bütün o mücadelenin bizim talimatımızla başladığını unutturmak istiyorlar. MHP’den suçlamalar geliyor. Biz mücadele ederken 17 Ağustos’ta götürdüğümüz 4 hükümet teklifine de ‘hayır’ dedi ve bizi terörle mücadelemizde tek başımıza bıraktılar.”

HDP: Davutoğlu’nun söyledikleri araştırılsın

Bu açıklamaların ardından HDP, Meclis’ten Davutoğlu’nun beyanlarının incelenmesini istedi.
HDP Grup Başkanvekili Fatma Kurtulan, Eski Başbakan Davutoğlu’nun 7 Haziran-1 Kasım 2015 tarihleri arasında yaşananlarla ilgili söylediği sözler için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için önerge verdi.
Önergenin gerekçesinde, Davutoğlu’nun bahsettiği söz konusu dönemde 5 Haziran Diyarbakır Katliamı, Suruç Katliamı, Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi, ‘Çözüm Süreci’nin bitirilmesi, 10 Ekim Ankara Katliamı ve daha birçok saldırıda yüzlerce insanın hayatını kaybettiği, yüzlerce insanın da yaralandığı hatırlatıldı.

“Bu katliamların ve saldırıların araştırılması için verilen önergeler reddedilmiş, yargı süreci etkin yürütülmemiş, halen olaylara kimlerin sebep olduğu, göz yumduğu ortaya çıkarılmamıştır.
“Kamuoyu vicdanını derinden yaralayan bu saldırı ve katliamların aydınlatılması, sorumluların yargı önüne çıkarılması, Çözüm Süreci’nin sonlandırılmasına giden sürecin tüm açıklığı ile ortaya çıkarılması, önceki başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bahsi geçen döneme ilişkin beyanlarının araştırılması amacıyla bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması büyük önem taşımaktadır.”

10 Ekim avukatları soruyor: ‘Kritik’ olarak adlandırılan bu dönemde neler oldu?

10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukatları Komisyonu ise yaptığı yazılı açıklama ile 7 Haziran-1 Kasım 2015 süreciyle ilgili “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” diyen eski Başbakan Davutoğlu’nu bu sözlerini açıklamaya davet etti.
Açıklamada, Davutoğlu’nun sarf ettiği sözlere ilişkin, “7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönemi ülkenin en kritik dönemlerinden biri olarak ilan ederek ne demek istemiştir? ‘Kritik’ olarak adlandırılan bu dönemde neler olmuştur?” soruları yöneltildi.
Komisyon’un açıklamasının devamında ise şunlar kaydedildi:

“Şimdi soruyoruz ve davet ediyoruz. Yaptığınız bu açıklamalar ile ne demek istediğinizi ayrıntılarıyla anlatmak durumundasınız. Söz konusu kritik dönemde yapılanları, kimlerin emir ve talimat verdiğini tek tek söylemek zorundasınız. 10 Ekim Ankara Katliamı ve Suruç Katliamı davaları halen devam etmektedir. Bu davalara gelip bildiğiniz her bir konuda tanıklık yapmalısınız.
“Bunları yapmadığınız durumda açıklamalarınız tarafımızca siyasi manevralar olarak ele alınacaktır. Ancak her koşulda 7 Haziran ve 1 Kasım arasındaki katliamlar döneminden iktidarınızın ve kendinizin siyasal sorumluluğunu ilan etmiş oldunuz, bu durum tarihe böyle geçecektir.”

Davutoğlu’na ‘bildiklerini açıkla’ çağrısı

Davutoğlu’nun söz konusu beyanlarına sosyal medyadan da karşılık geldi.
Aralarında CHP milletvekillerinin de olduğu bazı isimler Davutoğlu’na “bildiklerini hemen açıkla” çağrısı yaptı. O çağrılardan bazıları şöyle:


Karınca, T24, Evrensel, MA

Erdoğan’dan beş gün sonra kayyum açıklaması

Kontrolü kaybeden iktidar ve muhalefetin sorumluluğu – Abdulmelik Ş. Bekir

Kaos, irade ve sadelik – Akın Olgun

Yepyeni sömürgeciliğin ana hattı – Özgür Amed

The post Davutoğlu: Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Çözüm sürecinin bağları ve dinamikleri – Nejat Uğraş https://gazetekarinca.com/cozum-surecinin-baglari-ve-dinamikleri-nejat-ugras/ Sat, 10 Aug 2019 09:22:20 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=145985 Nejat Uğraş* Son iki yıldır yeni bir müzakere ve barış sürecinin başlayıp başlamayacağı sorusuyla yatıp kalkıyoruz. Yapılan açıklamalara bakılırsa ufukta kuvvetle muhtemel olmasa da yeni bir sürecin başlayabileceğine dair alametlerin olduğu yönünde. Yeni bir sürecin başlaması demokrasiden ve barıştan yana olan herkesin dileği. Lakin iç ve dış dengelerin nasıl boy vereceği, kartların her gün yeniden […]

The post Çözüm sürecinin bağları ve dinamikleri – Nejat Uğraş first appeared on Gazete Karınca.

]]>

Nejat Uğraş*



Son iki yıldır yeni bir müzakere ve barış sürecinin başlayıp başlamayacağı sorusuyla yatıp kalkıyoruz. Yapılan açıklamalara bakılırsa ufukta kuvvetle muhtemel olmasa da yeni bir sürecin başlayabileceğine dair alametlerin olduğu yönünde. Yeni bir sürecin başlaması demokrasiden ve barıştan yana olan herkesin dileği. Lakin iç ve dış dengelerin nasıl boy vereceği, kartların her gün yeniden karıldığı bir coğrafyada siyasi aktörlerin tutumlarının çözüm sürecinin kaderini yakından ilgilendirdiği de herkesin malumu.
Tarihlerinde barışa dair bir hafızaları olmayan Türk egemenlerinin barıştan ne anladığını henüz kavrayamasak da, Kürt siyasetinin barıştan ne anladığını gayet iyi biliyoruz. İki taraf arasındaki bu açı farkı kapanabilecek bir fark mıdır? Tarafların ilişki ve çelişki diyalektiği içerisinde (ki buna mücadele ve müzakere diyalektiği de diyebiliriz) kat edilen yol oldukça kanlı ve zorun oyununu bozduğu çetrefilli bir güzergâhta gerçekleşti. Makarayı biraz geriye doğru sardığımızda bu diyalektiğin zuhur ettiği asıl satıh Rojava’nın küçük bir kasabasında gerçekleşti.
Kobani adlı bu kasabayı yerle bir eden, aylar süren savaşta bölgesel ve küresel politikalar yine kanlı bir biçimde güç ve konumlarını yeniden tahkim etmek için askeri ve siyasi stratejilerin yarışına sahne oldu. Kobani’de yürütülen savaş Kuzey sahasında 30 yıldır devam eden “düşük yoğunluklu savaş”ın politik aktörlerinin ve öncüllerinin yeni bir mekânsal uzamda tartıya çıktığı tarihsel bir merhaleyi işaret ediyordu. AKP öncülüğü, koordinasyonu ve merkezi yürütmesi altında Ortadoğu, sünni-şii ekseninde kanlı bir çatışmayla yeniden dizayn edilmeye çalışıldı. Fakat Kürt siyasal hareketinin sıkı direnişi ve konfederal demokratik çizgisi DAİŞ (IŞİD) çizgisini Kobani’de hem iradi kırılmaya uğrattı, hem de Moğol tarzı hızlı yayılmasını durdurarak beslenme ağlarını da yıkıma uğrattı. Böylece AKP öncülüğündeki DAİŞ hamlesi bölgesel olarak akamete uğratıldı.
Uluslararası alanda DAİŞ-AKP ilişkisi deşifre edilmekle kalmadı, önemli oranda politik ret tavrına da uğradı. PYD’ye gösterilen teveccüh bölgeye dair Kürt siyasal stratejisinin uluslararası kabulüydü. Küresel rol sahibi aktörler bunu keyfi bir tercihleri olarak kabul etmediler. Bu soylu ve inatçı bir direnişin sonucu olarak ortaya çıktı. Böylece mücadele-müzakere eden iki siyasal, sosyal ve kültürel programdan birisi savaşın ilk muharebesini kazanmış oldu.

Kobani sonrası politik dengeler

Kobani sonrası, Türkiye cumhuriyet tarihinin politik dengelerinde tektonik yer değişikliklerinin olduğu tarihen ayırt edilebilir bir dönemine denk düşüyordu. Politik matrisin yeniden şekillendiği bu yeni dönemin her kavşağında çatallaşan bir yol ayrımında “hangi yolun tercih edileceği?” sorusu gündemin en yakıcı sorusu olarak cevap bekliyordu: “Türkiye otoriterlikten totaliterliğe dönüşen yeni bir istibdat rejimine mi; yoksa demokratik bir cumhuriyetin çatısı altında ortak bir vatanda eşit yurttaşların gönüllü demokratik birliğine mi direksiyonu kıracaktı?”
Bir tarafta AKP’nin mevcut dini uygulamalarıyla konsolide etmeye çalıştığı mütedeyyin kesimler, diğer tarafta bu uygulamalara karşı  “laiklik elden gidiyor”, “ülke elden gidiyor” diyen ulusalcı bloğun feveranlarıyla kamplaştırılmaya çalışan bir Türkiye fotoğrafı ile karşı karşıyaydık. Kitleler bu iki bloğun arasına sıkıştırılarak üçüncü bir seçeneğin önü perdeleniyordu. 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında görebildiğimiz stratejik yarılma dincileşen ve laikleşen bir Türkiye biçiminde gerçekleşmiyordu. Aksine keskinleşen sınıf çelişkileri ekseninde Kapitalist Modernitenin lümpenleşen, otoriter dayatması karşısında Demokratik Modernitenin seçenekleri arasında bir yol ayrımının olduğuydu. Bu yol ayrımında AKP tek adam rejimi çerçevesinde MHP ile ortaklık kurarak yeni bir iktidar bloğu inşa ederken; CHP’de tarihsel bloğun muhalefet kanadını İYİ Parti ile ortaklaşarak ikili seçeneği tahkim etme çabasına yöneldi.
AKP’nin 17 yıllık iktidar serüveni, Kapitalist Modernitenin ürünü olan ve her şeyiyle kapitalizme ait ideolojik bagajlarıyla gerçekleştirdi. Özellikle de Batı kapitalizminin kriz üreten bunalımlı karakterine karşı uydurulmuş “başka kapitalizm, başka modernite mümkündür” hissiyatının üzerine oturan lümpen kanalı olması hasebiyle de uluslararası sistem tarafından kabul gördü. Bu bağlamda DAİŞ’te aynı çizginin farklı bir versiyonu olarak Ortadoğu’da devletleşmeyi ilan edecek kadar büyük bir güce ulaştı. Kullanılan İslami retorik ve pratikler hem kitleleri avlama unsuru olarak hem de kapitalizmin neo-liberal düzensizliğinin ürettiği endişe ve korkulara cevap olarak yenilgilerine kadar kabul gördü.
Kobani sonrası yapılan her seçim AKP ile HDP arasında büyük bir düelloya sahne oldu. CHP ile MHP’nin oluşan yeni güç matrisinde tarihsel momente dâhil olmalarıyla birlikte HDP’nin temsil ettiği üçüncü çizgi büyük bir ilgiye mazhar oldu. Son İstanbul seçimlerinde üçüncü çizginin ne kadar önemli bir yere oturduğunu ve ülkenin selameti açısından kritik bir yere sahip olduğunu herkes yaşayarak deneyimledi. Muhalefet bloğunun klasik çizgilerine sebat etmelerinin AKP otoriterliğinin gelişmesine yeterince zemin sundukları ortadayken; halen hiçbir yenilik sunmadan nalıncı keseri gibi kendine yontmaları da esas olarak darbe dinamiği ve AKP otoriterliğinin ipi üzerinde birbirinden tehlikeli seçeneklere bel bağlanılması barışın ve demokrasinin önündeki en büyük engeli oluşturduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bu nedenle söz konusu çözüm ve barış olunca bütün yük HDP’nin üzerine binmektedir.

Çözüm süreci ve barış


AKP bir siyasal hareket olmaktan çıkıp bir nefret hareketi olmaya doğru yol alıyor. Nefretlerinin büyük bir kısmı da Kürtlere, Alevilere, Sosyalistlere ve kendi çizgisi dışında kalmış diğer İslami kesimlere yönelmiş durumdadır. Toplumsal muhalefetin lokomotifi olan politik Kürtleri ise sadece sevmiyorlar. Fazlasıyla nefret dolular. Hasep itibarıyla Avrupa’nın merkezinde yüzyılın ortasında gerçekleşen korkunçluğun oluşturduğu sıralamalar pek tabi Kürtlerin de başına gelebilir. Evet, “bana sıra geldiğinde yardım edip sesini çıkaracak kimse yoktu artık” diyen rahibin hikâyesini yinelemek zorunda değiliz.
Yinelemek zorunda olduğumuz şey bu ülkenin barışıdır. Barışa ulaşmanın yegâne yolu da Dolmabahçe mutabakatında kamuoyuna deklare edilen on maddelik manifestodadır. Söz konusu 10 maddeyle Öcalan ve Kürt siyasal hareketi elini açmıştır. Türkiye halklarına orta ve uzun vadeli vaatlerini masaya koymuş, kendisini bağlayan barış sözleşmesine imzasını koymuştur. Mamafih, AKP’nin eli açık olmadığı gibi pek iç açıcı ihtimaller de barındırmıyor. Doğrusu kendileri bilirler. Kürtler açısından Türkiye toplumuna önerilen sözleşme AKP’yi de aşar. O bakımdan masada AKP ile konuşmak Türkiye toplumuna gösterilen samimiyet ve ciddiyetin bir gereğidir. Evet hem konuşmak hem mücadele etmek daima mümkündü. Ve hem Öcalan hem Kürt siyasal hareketi bunu yapıyor zaten.

Barış ve demokrasi

Barış sözcüğü geleneksel olarak savaşın olmadığı durumu, silahlı çatışmanın son bulmasını ve sorunların diplomatik görüşmelerle çözüme kavuşturulmasını ifade etmek için kullanılır. En yaygın şekliyle de savaşı kazanan tarafın koşullarını kaybeden tarafa dikte ettirmesi anlamında kullanılır. Demokrasi ise artık ilkokullarda bile anlatılan tarihe sahip bir kavram. Arada bir seçimlerin yapıldığı temsili siyasetten toplumunun tam katılımının yollarının arandığı çeşitli durumları ifade etmek için çeşitli çevrelerce farklı anlamlarda kullanılıyor.
Amacımız burada demokrasi ve barış konusunda çok bilinen siyaset bilim tartışmalarına girmek değil. Derdimiz Ortadoğu’da yeni dengeler oluşurken “çözüm süreci” konusunda ciddi engel oluşturan bir hususa dikkat çekmektir. Bu durumda “çözüm süreci” önündeki en büyük engel ne olası provokasyonlar, ne harici ve dahili bedbahtların müdahaleleri ne de şu veya bu toplumsal dinamiklerdir. Şüphesiz bunlarında ciddi bir risk teşkil ettikleri muhakkak. Ama oluşacak müzakere heyetlerinin iradesiyle bunları bertaraf etmek zor olmayacaktır sanırız. Hatta tarafların süreçten beklentilerinin farklı olması pek sorun oluşturmaz. Bu biraz da işin doğasında mevcut olan bir şey. Asıl sorun bir bağın varlığı veya yokluğu üzerinde düğümleniyor: Barış ile demokrasi arasındaki kopmaz bağ nasıl sağlanacak? Bu bağ nasıl oluşturulacak?

İktidar bloğunun yaklaşımı

Şimdiye kadarki söylem ve eylemlerinden anlaşıldığı kadarıyla mevcut iktidar bloğu barış ile demokrasi arasında bir bağ olmadığı kurgusu üzerinden hareket ediyor. En son çıkartılan Olağanüstü Hal yasaları bir polis devletine gidişin çeşitli sinyallerini verirken, demokrasiden tamamen kopuk bir barış tahayyülüne sahip olduklarını iyice açık hale getirdi. O yüzden Türkiye’nin demokratikleşmesiyle barış arasındaki ilişkiyi kurmaktan ısrarla uzak duruyorlar. Onların nezdinde barışın yabancı sermaye girişi ile biraz da mevcut sıkışmışlıklarını aşmayla bağı vardır sadece. Sıkça barıştan söz ederlerken sanki kazandıkları bir savaştan sonra konuşuyor gibiler. Dikte eden bir dil, karşı tarafın taleplerini hiçe sayma tutumu, hukuk ve demokrasi konularında hiçbir ilerleme kaydetmeye yanaşmama vb. birçok olgunun yanı sıra, Kürt sorunundaki silahlı çatışma durumunu basit bir sınır çatışması gibi algılayıp karşı taraftan çatışmaya son vermeyi istemeyi barış sanıyorlar.
Ortada tarihsel bir sorun var. Çok güçlü toplumsal, siyasal ve psikolojik temellere dayanıyor bu sorun. Uzun bir süreye yayılmış ve tarafların yenişemediği dengede kalan bir savaş süreci mevcut. Silahlı mücadeleye gerekçe oluşturan koşulların hukuki, siyasal ve zihniyet mekanizmaları halen olduğu gibi duruyorlar. Uluslararası konjonktür zaten bilindiği için şimdilik o konuya girmeye gerek yok. Soru şudur; böylesi kazananı olmayan (askeri anlamda) bir savaşta ve tarihsel bir sorunda barış nasıl olur?

Madalyonun iki yüzü

İktidar bloğu ve ona yakın çevrelerin, geleneksel anlamıyla barışı demokrasiden kopuk ele almaları büyük bir sorun. “Sadece silahların sustuğu bir barış mı yoksa dünya standartlarında bir demokrasi ve güçlü toplumsal-kurumsal mekanizmalar üzerine oturmuş halkların barışı mı?” sorusu sadece iktidar bloğunun değil ve fakat muhalefet bloğunun da cevaplanması gereken bir soru. Kürt cenahı cevabını gayet sarih bir şekilde ortaya koydu. Tam bir demokratikleşme programı, demokratik usûl ve metotlara dayalı bir müzakere süreci; hukukileştirilmeye dayanan bir nihai metin birbirinden ayrı sikkelerden değil. Özcesi barış ve demokrasinin aynı madalyonun iki yüzü olduğu bir çözüm planına ve bakış açısına ihtiyaç var.
Roboski’de katledilmiş Kürt ile Soma’da kar hırsı uğruna öldürülen madenciyi; kot taşlama atölyelerinde emek gücünü ölüm pahasına satan proleter ile Dersim’de inşa edilen barajlardan rahatsız olan köylünün umuduna dair çözümleri bir ve bütün bir demokrasi planı içerisinde örmekten oluşuyor bu bakış açısı. İktidar ve muhalefet bloklarının meseleye bu açıklıkta bir yaklaşımı yok. Ancak söz ve eylemlerine bakıldığında barış ve demokrasi arasında bir bağ kurmaktan da oldukça uzak göründükleri gibi, barışı demokratikleşmekten kaçmanın yolu olarak gördüklerine dair güçlü emareler var. İktidar bloğunun büyük ortağı AKP, sorunu anlamakla değil, çokça kendince tanımlamakla meşgul. Her tanımlamadan sonra da kendilerine bir Pirus zaferi yakıştırıyorlar. Gün oluyor “silahlı çatışmalar Diyarbakır Cezaevi’ndeki zulüm yüzünden başladı” deyip akabinde çözüm olarak “bakın artık o zulümler yok, yaşanmıyor çok şükür” hafifliğinde ciddiyetsiz cevaplar üretiyorlar. (Hayır! silahlı mücadele Diyarbakır’dan çok önce başlamıştı ve Diyarbakır başlayan silahlı mücadeleye bir cevaptı aslında.) Bugün de Diyarbakır benzeri bir zulüm her gün bir yerlerde farklı veçhelerle sürgit devam ediyor. Başka bir gün “dış güçlerin müdahaleleri” deniyor sonra da “millet olmanın şuuru ve milli kardeşlik çözümünden” söz ediliyor.
Sonuçta anlamak karşı tarafa kulaklarını açmakla başlar. Eğer Kürt sorunu açısından barış ile demokrasi arasındaki kopmaz bağ inkar edilmeye devam edilirse umutlarımızın ertelenmesi ihtimal dâhilindedir. Öcalan’ın 7 Ağustos tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşme sonrası kamuoyuna sunulan açıklamada Öcalan’ın “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır.” dediği ifade edilmiştir. Öcalan kendinden gayet emin ve kesin bir dille sorunun çözümünde baş müzakereci sıfatıyla taşın altına sadece elini değil gövdesini de koymuştur. Bu bağlamda sorumuz şudur: Devlet adına iktidar bloğu tam bir demokratikleşme ve barış planı ilan ede(bile)cek mi?”
Hülasa;
İktidar ve muhalefet bloğu artık kararını vermek zorunda: Bir madalyon mu taşıyacağız yoksa sikke saymaya devam mı edeceğiz? İktidarın ve Türkiye’nin kaderi buna bağlı!
Öcalan’ın son çağrısı, ortaya konulan demokratik çerçevenin kabulü ve demokratik Türkiye ulusu sözleşmesinin hayat bulup bulmayacağını da belirleyecek. Geleceğe yön veren stratejilerin belirlendiği ve hayata geçtiği yeni bir ufkun semada belirdiği bir fırsatın kaçmasının ne anlama geldiğini sadece son 40 yıllık gelişmelere bakarak anlayabiliriz.
Bu nedenle çözüm süreci AKP’ye bırakılamayacak kadar ciddi bir projedir. O da gerçek muhatabını arıyor aslında. Önümüzdeki süreç muhatabın siluetini de çizecek bir ortada ilerleyecek.
Türkiye uzun süredir ruhunu arıyor aslında. Zamanı dolduracak bu ruh DAİŞ’e mi ait olacak yoksa halkların birlikte ve bir arada yaşayacakları yeni bir Türkiye’ye mi? Hep birlikte yaşayıp, göreceğiz. Pek yakında!


*Yurttaş

The post Çözüm sürecinin bağları ve dinamikleri – Nejat Uğraş first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Cemil Bayık Washington Post’a yazdı: ‘Çözüm için fırsat var’ https://gazetekarinca.com/cemil-bayik-washington-posta-yazdi-cozum-icin-firsat-var/ Wed, 03 Jul 2019 19:28:04 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=141439 HABER MERKEZİ – Avukatları ve kardeşiyle yaptığı görüşmelerde “Yeni bir yöntem geliştirilmeli” diyerek ‘çözüm’ mesajları veren Abdullah Öcalan’ın lideri olduğu PKK’nin kurucularından Cemil Bayık, Washington Post’ta yayımlanan makalesinde Kürt sorununu ‘kalıcı bir çözüme dönüştürme fırsatımız var’ dedi ve müzakerelere açık olduklarını söyledi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise “Washington Post, ABD yasalarını çiğnemektedir” dedi ve makalenin […]

The post Cemil Bayık Washington Post’a yazdı: ‘Çözüm için fırsat var’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Avukatları ve kardeşiyle yaptığı görüşmelerde “Yeni bir yöntem geliştirilmeli” diyerek ‘çözüm’ mesajları veren Abdullah Öcalan’ın lideri olduğu PKK’nin kurucularından Cemil Bayık, Washington Post’ta yayımlanan makalesinde Kürt sorununu ‘kalıcı bir çözüme dönüştürme fırsatımız var’ dedi ve müzakerelere açık olduklarını söyledi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise “Washington Post, ABD yasalarını çiğnemektedir” dedi ve makalenin yayımlanmasının basın özgürlüğü olmadığını öne sürdü.


Aylarca süren açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri sonucunda kardeşi Mehmet Öcalan’la 12 Ocak ve 5 Haziran tarihlerinde, avukatlarıyla ise 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs, 22 Mayıs, 12 Haziran ve 18 Haziran tarihlerinde İmralı’da görüşmeler gerçekleştiren PKK lideri Abdullah Öcalan, verdiği mesajlarında “demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç olduğu” vurgusunda bulunmuştu.
Öcalan ayrıca, “İçinden geçtiğimiz tarihi süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır” demişti.
Abdullah Öcalan’ın “Hem devlet hem de PKK çözüme dair yeni yöntemler geliştirmeli” diyerek verdiği ‘çözüm’ mesajları gündemdeyken, PKK’nin kurucularından olan KCK Eş Başkanı Cemil Bayık da ABD’de yayımlanan Washington Post gazetesine bir makale yazdı.
Bayık “Şimdi Kürtlerle Türk devleti arasında barış zamanı. Bunu heba etmeyelim” başlıklı makalesinde, sorunun çözümü konusunda ‘bir fırsatın’ olduğunu dile getirdi.

“Türk devleti ve Kürt halkı arasındaki çatışmada kritik bir dönemeçteyiz. Uzun zamandan beri var olan bu sorunu kalıcı bir çözüme dönüştürme fırsatımız var. Bu fırsatı kaçırırsak bir nesil boyunca benzer bir fırsat göremeyebiliriz.”

Makalesinde PKK’nin 2012’de yaptığı ateşkesi ve 2015’te biten iki yıllık müzakere sürecine değinen Bayık, “Erdoğan, müzakerelerin seçimlerde partisine fayda sağlamayacağı kararına vardığında, bir kez daha çatışmayı seçti” dedi.
Ancak Bayık, “Mevcut sorunları ele alırken biz de hatalar yaptık” dedi ve ekledi:

“Kürt sorununun sadece Erdoğan’ın partisi (AKP) ile diyalog yoluyla çözülebileceğini düşünecek kadar naiftik.
“Böylesine karmaşık ve iç içe geçmiş sorunları çözmeye çabalarken, Türkiye’nin tüm demokratik güçlerini dahil etme konusunda biz de daha fazla çaba sarf etmeliydik.
“Aynı şekilde Ortadoğu ve dünyadaki demokrasi yanlısı güçleri Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Kürt sorununun çözümüne katkı sunmak için mobilize etmeliydik.”

“Öcalan güvenli bir evde bulunmalı”

Kürt sorununu Türkiye sınırları içinde siyasi bir çözüme ulaşması için müzakerelere açık olduklarını ilan eden Bayık, “Daha önce söylediğimizi tekrarlıyoruz: Öcalan bizim müzakerecimizdir. Öcalan’ın son temaslarında işaret ettiği tüm hususlarla ve kalıcı bir ateşkesi sağlamak için bunu açıkça belirtiyoruz ki, Öcalan’ın özgür bir biçimde katkı sunması ve çalışabilmesi bizim için elzemdir” diye ekledi.
Cemil Bayık, Öcalan’ın İmralı Cezaevi’nden güvenli bir eve sevk edilmesi gerektiğini de belirtti.
Türkiye’nin ulus kavramını yeniden ele alması, çeşitli kültürel ve etnik kimliklere alan açması gerektiğini söyleyen Bayık, bu yeni anlayışın bölgenin tarihsel çeşitliliğini yansıtacak ve Ankara’nın etkisini azaltacak yeni bir yönetim şeklinde karşılık bulması gerektiğini savundu.

“Türkiye Kürt sorununu çözerek Ortadoğu’da demokrasi, istikrar ve barışı ilerletme konusunda kararlı bir rol oynayabilir.”

Kalın: Basın özgürlüğü ile izah edilemez

Washington Post’ta yayımlanan bu makale sonrası ise Ankara’dan tepki geldi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, yaptığı açıklamada “ABD yönetiminin başına ödül koyduğu bir teröriste sayfalarını açan Washington Post, açıkça terör propagandası yapmakta ve ABD yasalarını da çiğnemektedir” ifadelerini kullandı.
Kalın, “Bunun basın ve ifade özgürlüğü ile izah edilmesi mümkün değildir” diye de ekledi.


Karınca, BBC Türkçe, Ahval

The post Cemil Bayık Washington Post’a yazdı: ‘Çözüm için fırsat var’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Avukatı Öcalan’la görüşmeyi anlattı: “Seçim gündem dahi olmadı, metin geç verildi” https://gazetekarinca.com/avukati-ocalanla-gorusmeyi-anlatti-secim-gundem-dahi-olmadi-metin-gec-verildi/ Fri, 10 May 2019 08:15:18 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=135456 HABER MERKEZİ – Öcalan’la görüşen avukatlardan Newroz Uysal, 2 Mayıs görüşmesini anlattı. Ortaya atılan iddiaların aksine görüşme esnasında son seçimin gündemde olmadığını belirten Uysal, Öcalan’ın ısrarla “Bugün siz bunu alıp okuyacaksınız” dediğini ancak metni alamadıkları için beklediklerini ve YSK kararı ile aynı gün açıklamak zorunda kaldıklarını kaydetti. Uysal kendi pozisyonunu “demokratik müzakereci” olarak tanımlayan Öcalan’ın, […]

The post Avukatı Öcalan’la görüşmeyi anlattı: “Seçim gündem dahi olmadı, metin geç verildi” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Öcalan’la görüşen avukatlardan Newroz Uysal, 2 Mayıs görüşmesini anlattı. Ortaya atılan iddiaların aksine görüşme esnasında son seçimin gündemde olmadığını belirten Uysal, Öcalan’ın ısrarla “Bugün siz bunu alıp okuyacaksınız” dediğini ancak metni alamadıkları için beklediklerini ve YSK kararı ile aynı gün açıklamak zorunda kaldıklarını kaydetti. Uysal kendi pozisyonunu “demokratik müzakereci” olarak tanımlayan Öcalan’ın, “Bulunduğum pozisyon itibariyle muhatabım, politik bir özneyim, aracı değilim ve buradayım. Yıllardır böyle” dediğini de belirtti.


PKK lideri Abdullah Öcalan’la 8 yıl aradan sonra görüşen avukatlardan Newroz Uysal, 2 Mayıs’ta gerçekleşen görüşmeyi Mezopotamya Ajansı’na anlattı.
Lezgin Akdeniz’e konuşan Uysal, görüşmenin yaklaşık 1 saat sürdüğünü, daha önceki avukat görüşmelerinin aksine Öcalan ile avukatları birbirinden ayıran cam bölmenin bu görüşmede olmadığını aktardı.
Uysal, “Bizden önce Sayın Öcalan görüşme odasına alınmıştı ve bizi ayakta karşıladı. Selamlaştık, oturduk. Kendisi dinç görünüyordu, sağlığıyla ilgili fiziki olarak gözlemleyebildiğimiz olumsuz bir durum yoktu” dedi.
Öcalan’ın “Ben ruhen, zihnen burada durmaya çalışıyorum. Gün geçtikçe de bunu güçlendiriyorum. Beni güçlü tutan da burada dayanma gücü veren de benim bu zihnen ve ruhen kendimi güçlendirmemdir” dediğinin altını çizen Uysal, görüşme sonrası açıklanan metne dikkat çekti.
Söz konusu metnin görüşme esnasında Öcalan’ın kendisiyle görüşmeye getirdiği metin olduğunu, ancak o anda kendilerine verilmesine izin verilmediğini belirten Uysal, yapılan görüşmede, açıklanan metnin daha ayrıntılı biçiminin ele alındığını vurguladı.
Öcalan’ın şu andaki pozisyonunu “demokratik müzakereci” olarak tanımladığını belirten avukat Uysal, şöyle devam etti:

“Bu demokratik müzakerenin herhangi bir demokratik müzakere olmadığını -belki burada biraz çözüm süreci atfını koymuş olabilir-, demokratik bir müzakere olması gerektiğini, bunun için de her iki tarafın yani çağrı yaptığımız her kesimin bunu çok net anlaması gerektiğini söyledi. Kendisinin her zamandan daha güçlü müzakere pozisyonuyla İmralı’da hazır bulunduğunu ifade ediyor.”

SDG’ye ‘yerel demokrasi yöntemini güvenceye al’ mesajı

Uysal, açıklanan metinde dikkat çeken Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ilgili kısma dair de bazı notlar aktardı.

“SDG ile ilgili husus da çokça tartışılıyor, konuşuluyor. Suriye Demokratik Güçleri’nin -özellikle şu an mevcut olan yöntem olarak kanton ya da federasyon veya özerklik, ismi ne olursa olsun yerel demokrasi yönteminin- mevcut yapılacak anayasada yer alması hususudur.
“(Öcalan) ‘Bu noktada kesinlikle bir çözüm, uzlaşma olabileceği, demokrasi kültürünün de yerleşerek mevcut anayasada en az merkezi sistem kadar -yani biri Suriye’de merkezi sistem dayatıyor, Suriye bütünlüğü olacaksa dahi biz kendi yerel demokrasimizi dayatıyoruz- yerel demokrasi yöntemimiz de güvenceye alınmalıdır. Bu yapıldığı zaman, çözüm ortaya çıktığı zaman, bu hususta belki Avrupa ve Türkiye’de bulunan tüm yurttaşlar, vatandaşlar ülkelerine geri dönecektir’ (diyerek) bunu da çok net ifade etti.
“(Öcalan), ‘Öyle Türkiye topyekun saldırı -Afrin gibi, İdlib gibi- yapmaması lazım, kaybettirir. Ama onun karşılığında SDG’nin de çatışma kültüründen ziyade diplomasiyi, çözümü, demokratik müzakereyi biraz gündemine alıp tartışması lazım. Örneğin Süleyman Şah Türbesi’nin alınması. Nasıl bir şatafata, nasıl bir askeri törene vesile oldu. Ona hiç gerek yoktu. Demokratik müzakereyle çok rahat çözülebilir bir şeydi. Bizim Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olabilmemiz için Türkiye’nin de bir tehdit olarak orayı görmemesi gerekir’ (dedi).”

Uysal, yaptıkları görüşmede Öcalan’ın “Ben bulunduğum pozisyon itibariyle muhatabım, politik bir özneyim, aracı değilim ve buradayım; yıllardır böyle” dediğini de aktardı.

Seçim gündem dahi olmamış

Uysal görüşmede Türkiye’de özerklik, seçim süreci, yaşanan kayyum atamaları, gözaltılar, milletvekilliklerinin düşürülmesinin tek tek başlık olarak Öcalan’ın gündeminde olmadığını belirtti.
Görüşme metninin açıklanmasının YSK’nin İstanbul’da seçimin yenilenmesi kararına denk gelmesi ile açıklama ve YSK kararı arasında bağ kurulmuş, HDP ile ilgili kimi iddialar ortaya atılmıştı. Ancak Uysal, yaptıkları görüşmede son seçimin de İstanbul seçiminin de hiç gündeme gelmediğini vurguladı.

“Şunu ifade edelim ki Sayın Öcalan’ın İstanbul seçimiyle ilgili ya da mevcut seçimlerde kaybedilen, kazanılan yerlerle ilgili bir ifadesi, tespiti ve belirlemesi olmadı. Gündem olmadı. YSK’nin vereceği karar da gündeminde değildi. Öyle bir ifadesi de söz konusu değildi. Biz oradan çıktıktan sonra aslında kendisi ısrarla ‘Bugün siz bunu alıp okuyacaksınız’ demiş olmasına rağmen, biz metni alamadığımız için beklemek durumunda kaldık.”

Mezopotamya Ajansı’ndan derlendi. Söz konusu röportajın tamamına BURADAN ulaşabilirsiniz.


8 yıl sonra avukatlarıyla görüşen Öcalan’dan mesaj

Açlık grevindeki tutuklulardan ‘eyleme devam’ kararı

Öcalan’ın açıklaması ne anlama geliyor? – Abdulmelik Ş. Bekir


The post Avukatı Öcalan’la görüşmeyi anlattı: “Seçim gündem dahi olmadı, metin geç verildi” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Öcalan’la görüşme ve İstanbul seçimleri – İbrahim Aslan https://gazetekarinca.com/ocalanla-gorusme-ve-istanbul-secimleri-ibrahim-aslan/ Wed, 08 May 2019 07:51:34 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=135194 İbrahim Aslan Ülke yoğun ve sürekli değişen gündemler ile adeta çalkalanıyor. Ekonomik kriz, işsizlik, artan fiyatlar, yoksulluk, umutsuzluk, karamsarlık, hukuksuzluk, insan haklarına saygısızlık, tecrit, açlık grevleri, ölüm oruçları, YSK hukuksuzluğu, YSK eliyle Kürt belediyelerine yönelik kayyum gaspının devamı, İstanbul seçimlerinin iptali… Türkiye’nin gündeminde ya da içerisine sürüklendiği halde umut veren bir şeyler aramak, samanlıkta iğne […]

The post Öcalan’la görüşme ve İstanbul seçimleri – İbrahim Aslan first appeared on Gazete Karınca.

]]>


İbrahim Aslan


Ülke yoğun ve sürekli değişen gündemler ile adeta çalkalanıyor.
Ekonomik kriz, işsizlik, artan fiyatlar, yoksulluk, umutsuzluk, karamsarlık, hukuksuzluk, insan haklarına saygısızlık, tecrit, açlık grevleri, ölüm oruçları, YSK hukuksuzluğu, YSK eliyle Kürt belediyelerine yönelik kayyum gaspının devamı, İstanbul seçimlerinin iptali…
Türkiye’nin gündeminde ya da içerisine sürüklendiği halde umut veren bir şeyler aramak, samanlıkta iğne aramakla eşdeğer konumda ne yazık ki.
Bu yokuş aşağı yuvarlanan ülke atmosferi içerisinde 2 Mayıs’ta önemli bir gelişme yaşandı.
Hapishanelerde, ülke içerisinde ve ülke dışında binlerce kişinin kendisine uygulanan tecride son verilmesi için açlık grevi eylemi gerçekleştirdiği PKK Lideri Abdullah Öcalan ile avukatları, 8 yıl sonra ilk kez görüşme gerçekleştirdi. Öcalan’ın avukatları en son 27 Temmuz 2011 tarihinde müvekkili ile görüşmüş ve o tarihten sonra yaptıkları 810 başvurunun ardından bir görüşme gerçekleştirebildi.
Bu görüşme; yaşamdan yana olan, Kürt sorununun demokratik yollardan ve tam hak eşitliği temelinde çözülmesini isteyen kesimler tarafından büyük bir umut ile karşılandı.
Görüşmede, Öcalan’ın verdiği mesajlar sadece Türkiye açısından değil 8 yıldır oluk oluk kanayan ya da emperyalistler ve onların güdümündeki bölgesel güçler tarafından kanatılan Suriye/Rojava için de oldukça üzerinde düşünülmesi gereken mesajlardı.
Öcalan’ın avukatları tarafından Öcalan ve İmralı Tecrit Sistemi içerisinde tutulan diğer 3 tutsak adına yapılan açıklamada şu mesajlar kamuoyuna iletildi:

“İçinden geçtiğimiz tarihi süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır.  Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır.
“Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz.
“İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır.
“Cezaevleri içindeki ve dışındaki arkadaşların direnişlerine saygı duymakla birlikte, sağlıklarını tehlikeye atacak ve ölümle sonuçlandıracak konumlara taşıracak noktaya taşımamalarını önemle belirtmek isteriz. Bizim için onların akli, fiziki ve ruhi sağlıkları her şeyin üstündedir. Ayrıca en anlamlı yaklaşımın zihinsel ve ruhi duruşun geliştirilmesiyle bağlantılı olduğuna inanıyoruz.
“Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesinde belirttiğimiz ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır.
“Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır.”

Öcalan’ın yanındaki tutsaklarla birlikte kamuoyuna ilettiği mesaj, oldukça sade ve çözüm noktasında nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine işaret ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 100 yıllık bir sorun olan, içerisinde onlarca katliamın, onbinlerce ölümün, insani dramın olduğu; inkar ve imha siyasetinin yaşadığımız coğrafyayı getirdiği noktadan çıkış yolu bence gayet açık bir şekilde dile getirilmiştir iletilen mesajda.
Anlamak isteyen herkes, bu mesajdan doğru sonuçlar çıkarır. Kürt sorununun çözümünün bir parti sorunu olmadığı, bir sistem sorunu olduğu ve bu sistemi yürüten ‘Devlet Aklı’nın bundan vazgeçmediği sürece, çatışmanın, kutuplaşmanın ve acıların devam edeceğini ve çözümün olmayacağı gayet net bir şekilde belirtiliyor mesajda.
Öcalan’ın mesajı bu kadar açık iken, ‘Devlet Aklı’nı temsil eden en azından görünürde temsil eden AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Öcalan ile 8 yıl sonra yapılan ve büyük bir hukuksuzluk olan, sadece son iki ay içerisinde 8 cana mal olan tecride ilişkin sorulan soruya, “Avukatları için öyle olabilir de avukatların dışındaki aile için? Daha geçenlerde kardeşini gönderdik. Biz müsaade ettik ona. Onu saymıyorsunuz”, “8 yıl oldu mu?” gibi sıradan ifadeler kullanabiliyor.
Erdoğan yine bir gazetecinin “8 yıl aradan sonra Öcalan’ı avukatlarının İmralı’da ziyaret etmesi muhalefet tarafından ‘yeni bir çözüm süreci’ olarak da yorumlandı” mealindeki sorusuna, “Bir çözüm süreci diye bir şey söz konusu değildir” yanıtını veriyor.
Erdoğan’ın açıklamalarına bakıldığında ‘Devlet Aklı’nın 100 yıldır, yüzbinlerce insanın yaşamına mal olan, yıkım, sürgün, talan, göç, işkence ve zulümden başka bir anlam ifade etmeyen, Kürtleri inkarın güncellenmiş hali olan İmralı Tecrit Sistemini basitleştirmek istediklerini gösteriyor.
Erdoğan’ın açıklamalarında somutlaşan devletin bakış açısının meseleyi sıradan bir ihlalmiş gibi göstermek istediği, en büyük hukuksuzluğun dahi “8 yıl oldu mu?” diye, dalga geçirilir tarzda yanıtlandığı çok net.
Yine binlerce kişinin bedenini açlığa yatırdığı ve ölümle yüzyüze olduğu, çocuklarının mücadelesine ortak olan annelerin yerlerde sürüklendiği bir dönemde, Öcalan’ın Kürtler açısından ne ifade ettiği görülmüyor ya da görülmek istenmiyor.
Bu basitleştirmenin yanı sıra meselenin bir de aynı gün YSK tarafından yenilenme kararı alınan İstanbul seçimleri kısmı var. Ve eğer bugün açısından AKP’de somutlaşan ‘Devlet Aklı’, İmralı Tecrit Sistemini bir seçim süreci gibi görüp ele alıyorsa hepimize geçmiş olsun.
Çözülmeyen Kürt sorununun kaç hükümet, kaç cumhurbaşkanı, kaç başbakan, kaç genelkurmay başkanı eksilttiğini görmek için sadece son 40 yıla bakmak yeterli.
Mesele gerek AKP ve ortağı MHP tarafından gerek ise onların karşı bloğu olan CHP ve İYİ Parti tarafından İstanbul seçimlerine indirgeniyorsa, bu ‘Devlet Aklı’nın halklar açısından hiçbir rasyonalitesi kalmamıştır.
Bu durum ve rasyonalite yitimi, bu coğrafya insanın bir aklın değil akılsızlığın girdabında dipsiz ve bilinmez kuyulara çekildiğinin açık fotoğrafıdır.

The post Öcalan’la görüşme ve İstanbul seçimleri – İbrahim Aslan first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Erdoğan’dan açlık grevcilerinin talebine dolaylı yanıt https://gazetekarinca.com/erdogandan-aclik-grevcilerinin-talebine-dolayli-yanit/ Tue, 07 May 2019 12:58:42 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=135139 HABER MERKEZİ – Öcalan’la görüşme sonrası gündeme gelen ‘yeni çözüm süreci’ iddialarına Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yalanlama geldi. Talebin Öcalan’ın ailesi ve avukatları ile düzenli görüşmesi olduğu açlık grevi eylemlerine değinmeyen Erdoğan, kardeşinin Öcalan’la 12 Ocak’ta gerçekleştirdiği görüşme için “daha geçenlerde” dedi, 8 yıl sonra yapılan avukat görüşü için de “8 yıl oldu mu?” ifadesini kullandı. Erdoğan, […]

The post Erdoğan’dan açlık grevcilerinin talebine dolaylı yanıt first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Öcalan’la görüşme sonrası gündeme gelen ‘yeni çözüm süreci’ iddialarına Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yalanlama geldi. Talebin Öcalan’ın ailesi ve avukatları ile düzenli görüşmesi olduğu açlık grevi eylemlerine değinmeyen Erdoğan, kardeşinin Öcalan’la 12 Ocak’ta gerçekleştirdiği görüşme için “daha geçenlerde” dedi, 8 yıl sonra yapılan avukat görüşü için de “8 yıl oldu mu?” ifadesini kullandı. Erdoğan, “Avukatları için öyle olabilir de avukatların dışındaki aile için?” diye konuştu. Öcalan’ın avukatları dün, “Avukat görüşmelerinin periyodik olarak devam edeceğine dair bir bilgi ya da öngörü bizde de, müvekkilimizde de mevcut değildir” açıklaması yapmıştı.


PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları ile 8 yıl sonra ilk kez bir görüşme gerçekleştirmesi sonrası gündeme gelen ‘yeni çözüm süreci’ tartışmalarına AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan yanıt geldi.
Partisinin grup toplantısının çıkışında bir gazetecinin “8 yıl aradan sonra Öcalan’ı avukatlarının İmralı’da ziyaret etmesi muhalefet tarafından ‘yeni bir çözüm süreci’ olarak da yorumlandı” demesi üzerine Erdoğan, “Bir çözüm süreci diye bir şey söz konusu değildir” yanıtını verdi.
Erdoğan’la gazeteci arasında ilginç bir diyalog da yaşandı. Gazetecinin 8 yıl aradan sonra avukatlarının Öcalan’la görüştüğü şeklindeki ifadesine “8 yıl oldu mu?” sorusuyla karşılık veren Erdoğan, “Avukatları öyle açıkladı” yanıtını alınca şunları kaydetti.

“Avukatları için öyle olabilir de avukatların dışındaki aile için? Daha geçenlerde kardeşini gönderdik. Biz müsaade ettik ona. Onu saymıyorsunuz.”

Açlık grevcileri düzenli görüşme talep ediyor

Erdoğan’ın açıklaması, devam eden açlık grevi eylemlerine mesaj niteliği de taşıyor.
HDP Milletvekili Leyla Güven başta olmak üzere partinin dört milletvekili Öcalan’a dönük tecridin sonlandırılması için aylardır açlık grevinde.
Güven’in açlık grevi bugün 181’inci gününde. Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç da Mart başından bu yana açlık grevinde.
HDP milletvekilleri ile aynı taleple yurt dışında ve cezaevlerinde başlatılan eylemler de devam ediyor. 15 tutuklunun ölüm orucuna dönüştürdüğü eylemi de 8’inci gününde.
27 Temmuz 2011’den bu yana avukatları, 11 Eylül 2016’dan beri de ailesiyle ne yüz yüze ne de telefon yoluyla görüştürülen Öcalan’ı ilkin 12 Ocak’ta kardeşi Mehmet Öcalan’ın ziyaret ettiği bildirilmişti.
Erdoğan’ın “daha geçenlerde” dediği 4 ay önceki bu görüşme açlık grevleri sürerken gerçekleşmişti. Ancak o dönem cezaevinden tahliye edilen Güven ve diğer tutuklular “tecrit kaldırılsın” talebi ile başlattıkları eylemi “tecrit durumunun sürdüğü” gerekçesiyle devam ettirme kararı almıştı.
Eylemler devam ederken 8 yıl aradan sonra bu kez Öcalan ilk kez avukatları ile geçtiğimiz günlerde yani 2 Mayıs’ta görüşebildi.
Bu görüşmede avukatlara ulaştırdığı mesajında “demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç olduğu” vurgusunda bulunan Öcalan, devam eden açlık grevlerine ilişkin olarak “Cezaevleri içindeki ve dışındaki arkadaşların direnişlerine saygı duymakla birlikte, sağlıklarını tehlikeye atacak ve ölümle sonuçlandıracak konumlara taşıracak noktaya taşımamalarını önemle belirtmek isteriz” dedi.
Öcalan’ın bu mesajı sonrası bir açıklama yapan açlık grevcileri ise eyleme devam edeceklerini bildirdi. Açıklamada, yapılan görüşmenin ‘olumlu olmasına rağmen tecrit koşullarında gerçekleştirildiği ve talepler kabul edilene kadar eylemin süreceği’ bildirildi.

Avukatlar ne diyor?

Erdoğan “8 yıl oldu mu? Avukatları için öyle olabilir de avukatların dışındaki aile için? Daha geçenlerde kardeşini gönderdik. Biz müsaade ettik ona. Onu saymıyorsunuz” dese de dün Öcalan’ın avukatları şu açıklamayı yapmıştı:

“Sayın Öcalan’ın İmralı Cezaevi’nde 8 yıla yakın bir süre avukatları ile görüştürülmeyip diğer üç müvekkilimiz ile henüz hiçbir görüşme gerçekleşmemesi ve başvuru yapan avukatların bir kısmının görüşme talebinin ret edilmiş olması avukat ve aile görüşme hakkının devamlılığı ile hukuki güvenliğin sağlanması konusunda bizleri kaygılandırmaktadır. Avukat görüşmelerinin periyodik olarak devam edeceğine dair bir bilgi ya da öngörü bizde de, müvekkilimizde de mevcut değildir.”

8 yıl sonra avukatlarıyla görüşen Öcalan’dan mesaj

Açlık grevindeki tutuklulardan ‘eyleme devam’ kararı

Öcalan’ın açıklaması ne anlama geliyor? – Abdulmelik Ş. Bekir

The post Erdoğan’dan açlık grevcilerinin talebine dolaylı yanıt first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HDP: Oslo’da algı oluşturuluyor, İmralı kilitliyken barış süreci olmaz https://gazetekarinca.com/hdp-osloda-algi-olusturuluyor-imrali-kilitliyken-baris-sureci-olmaz/ Sun, 02 Dec 2018 13:11:36 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=116166 HABER MERKEZİ – İzmir’de konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Leyla Güven’in açlık grevi eyleminin 25’inci gününde hükümete çağrı yaptı. Oslo’da ‘yeni bir sürecin başladığı algısı’ oluşturulmaya çalışıldığını söyleyen Buldan, “İmralı’nın kapısında koca bir kilit varken, barış ve müzakere süreci asla başlayamaz. Leyla Güven şahsında başlatılan açlık grevinin dikkate alınması, tecridin kaldırılması ve yeni […]

The post HDP: Oslo’da algı oluşturuluyor, İmralı kilitliyken barış süreci olmaz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – İzmir’de konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Leyla Güven’in açlık grevi eyleminin 25’inci gününde hükümete çağrı yaptı. Oslo’da ‘yeni bir sürecin başladığı algısı’ oluşturulmaya çalışıldığını söyleyen Buldan, “İmralı’nın kapısında koca bir kilit varken, barış ve müzakere süreci asla başlayamaz. Leyla Güven şahsında başlatılan açlık grevinin dikkate alınması, tecridin kaldırılması ve yeni bir sürecin başlaması gerekiyor” dedi.


Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Örgütü’nün Tepekule Kongre Merkezi Anadolu Salonu’nda düzenlenen 3. Olağanüstü Kongresi’nde konuşan partinin eş genel başkanlarından Pervin Buldan, 25 gündür açlık grevinde olan Leyla Güven’in eylemine dikkat çekti.
Güven’in eylemini sahiplendiklerini belirten Buldan,  “Leyla Güven’in grevi kendisi için değil; bir halkın barışına, demokrasisine, özgürlüğüne her zaman katkı sunmuş olan ancak 3 buçuk yıldır kendisinden haber alınamayan, tecrit içinde tecride maruz bırakılan Sayın Öcalan’a ilişkindir. Bu talep, milyonların talebidir” dedi.
İmralı Cezaevi’nde tutulan ve yıllardır kimseyle görüştürülmeyen Öcalan’ın cezaevi koşullarına dikkat çeken Buldan, “Ülkenin içinde bulunduğu kaos Sayın Öcalan’a uygulanan tecritle başlamıştır” dedi.
Müzakerelerin sürdüğü çatışmasızlık dönemine işaret eden Buldan, Öcalan’ın bu süreçteki rolüne değinerek, “Bu ülkeye cenazeler gelmedi. Bu süreçle birlikte Türkiye’nin hiçbir yerinde hiçbir insan yaşamını yitirmedi, annelerimiz ağlamadı” dedi.
Sürecin bitmesinden siyasi iktidarı sorumlu tutan Buldan, “Ama bu süreci bitirenler bugün insanların kafasında farklı bir algı oluşturmaya çalışıyor” dedi ve ekledi:

“Oslo’da yeni bir sürecin başladığı algısını oluşturmaya çalışanlar şunu bilsinler ki İmralı’nın kapısında koca bir kilit varken, barış ve müzakere süreci asla başlayamaz. Cezaevlerinde siyasi rehineler varken böyle bir sürecin başlamasının imkanı yoktur.

“Biz AKP ile müzakere değil mücadele etmek için yola çıktık. Bu mücadelemizi de kazanana kadar sürdüreceğiz. Tecrit bir insanlık suçudur. Tecritle birlikte ülkenin çatışmalı bir sürece girmesinin bu ülkeye hiçbir faydası yoktur. Bir kez daha hükümeti ve devleti sorumluluğa davet ediyoruz. Leyla Güven şahsında başlatılan açlık grevinin dikkate alınması, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve ülkenin geleceğe umutla bakacağı yeni bir sürecin başlaması gerekiyor.”

Oslo’daki toplantılar

Yerel seçimler yaklaşırken, geçtiğimiz günlerde Norveç’in Oslo kentinde “Çatışma Çözümlerine Toplumsal Katılım” başlığı ve “Akiller Heyeti Deneyimini Düşünmek” alt başlığıyla bir toplantı düzenlenmişti.
22-23 Kasım tarihlerinde düzenlenen bu toplantının yapıldığı şehrin Oslo olması ve katılımcıların çoğunluğunun Akil İnsanlar Heyeti üyesi olması dikkat çekmişti.
Toplantının katılımcılarından DPI Uzmanlar Kurulu Üyesi Ayşegül Doğan, DPI toplantılarının bir süredir yapıldığını, bir anda ortaya çıkmadığını belirterek, peş peşe toplantıların ‘çözüm sürecinin ön çalışması olmadığını’ söylemişti.

The post HDP: Oslo’da algı oluşturuluyor, İmralı kilitliyken barış süreci olmaz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Cumhurbaşkanı Sözcüsü noktayı koydu: Yeni bir çözüm süreci gündemde yok https://gazetekarinca.com/cumhurbaskani-sozcusu-noktayi-koydu-yeni-bir-cozum-sureci-gundemde-yok/ Fri, 18 May 2018 07:11:25 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=91417 HABER MERKEZİ – Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, yeni bir “çözüm süreci” iddialarına ilişkin yaptığı açıklamada, “Sayın Cumhurbaşkanımızın gündeminde yeni bir çözüm süreci yahut açılım gibi bir konu yoktur” dedi. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı İlnur Çevik, dün katıldığı Habertürk TV yayınında 24 Haziran erken seçimlerinin ardından yeni bir “çözüm süreci”nin başlayabileceğini iddia etmişti. Konuya ilişkin açıklama yapan Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, […]

The post Cumhurbaşkanı Sözcüsü noktayı koydu: Yeni bir çözüm süreci gündemde yok first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, yeni bir “çözüm süreci” iddialarına ilişkin yaptığı açıklamada, “Sayın Cumhurbaşkanımızın gündeminde yeni bir çözüm süreci yahut açılım gibi bir konu yoktur” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı İlnur Çevik, dün katıldığı Habertürk TV yayınında 24 Haziran erken seçimlerinin ardından yeni bir “çözüm süreci”nin başlayabileceğini iddia etmişti.

Konuya ilişkin açıklama yapan Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, iddiaları yalanladı.
Kalın, “Sayın Cumhurbaşkanımızın gündeminde yeni bir çözüm süreci yahut açılım gibi bir konu yoktur” dedi.

The post Cumhurbaşkanı Sözcüsü noktayı koydu: Yeni bir çözüm süreci gündemde yok first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Demirtaş’a tahliye yok https://gazetekarinca.com/demirtasa-tahliye-yok/ Fri, 13 Apr 2018 18:00:42 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=86615 HABER MERKEZİ – HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklu olduğu ana davanın üçüncü duruşmasında, müzakerelerin sürdüğü dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na eleştirilerde bulundu, “Tam savaş rantçılığı yapmış çözüm sürecinin bitirilmesine katkı yapmıştır” dedi. Demirtaş ayrıca, “Beni bir an önce siyasi yasaklı konuma düşürmek için özel olarak bazı hakimlere avukatlar tarafından baskı yapıldığını biliyorum” dedi. Demirtaş’ın 3 günlük savunmasından […]

The post Demirtaş’a tahliye yok first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklu olduğu ana davanın üçüncü duruşmasında, müzakerelerin sürdüğü dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na eleştirilerde bulundu, “Tam savaş rantçılığı yapmış çözüm sürecinin bitirilmesine katkı yapmıştır” dedi. Demirtaş ayrıca, “Beni bir an önce siyasi yasaklı konuma düşürmek için özel olarak bazı hakimlere avukatlar tarafından baskı yapıldığını biliyorum” dedi. Demirtaş’ın 3 günlük savunmasından sonra mütalaasını veren savcı, ‘tutukluluk halinin devamı’nı istedi. Mahkeme heyeti de Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamına karar verdi.


Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem eş genel başkanı olan Selahattin Demirtaş’ın tutuklu olduğu ana davanın üçüncü duruşmasına üçüncü günde devam edildi.
Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görülen duruşmayı HDP’li milletvekillerinin yanı sıra CHP Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl de izledi.
Duruşmaya ilk iki günde olduğu gibi bugün de 50 izleyici sınırlaması getirildi.
Demirtaş, 6-8 Ekim Kobani eylemleri ve Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde 22 Temmuz 2015 tarihinde iki polisin şüpheli bir biçimde öldürüldüğü ve “müzakereleri sona erdiren olay” olarak anılan cinayetlere değindi.

“Davutoğlu çözüm sürecinin bitirilmesine katkı yaptı”

Selahattin Demirtaş, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na ilişkin yaptığı açıklamalarda, Davutoğlu’nun “başarısız bir kitap yazsa” da önemli bir akademisyen olduğunu ancak “siyasetçi olarak tam bir fiyasko olduğunu” söyledi. Demirtaş, söz konusu olaylarda “Neden bu kadar aceleciydi, neden yargıyı beklemedi; 1 saatte tüm bu vakaları nasıl çözdü? Bunları açıklamalı” ifadesini kullandı.
Davutoğlu’nun ‘Çözüm Süreci’ne asla inanmamış bir siyasetçi olduğunu kaydeden Demirtaş, “Davutoğlu, Neo-Osmanlıcı üst emperyal devlet örgütlenmesi kafasında kurmuş basiretsiz bir siyasetçidir. Kürt halkına eşit bir bakışı yoktur. Tam savaş rantçılığı yapmış çözüm sürecinin bitirilmesine katkı yapmıştır” dedi ve şöyle devam etti:

“Biz çatışmanın derinleşmesini önlemişsek, çözüm sürecinin bir gün bile uzaması için çalışmış, bir kişiyi bile kurtarmışsak bunun için bin yıl yatarım. Peki binlerce insanın katliamından sorumlu olanlar lüks içinde yaşayıp, devleti ele geçirip kudretli iktidarlarında keyif sürseler bile benim F tipi hücrede duyduğum huzuru duyabilir mi? Duyamazlar. Ben çok huzurluyum. En lüks saraydan daha da huzurlu şekilde Edirne’de F tipi hücrede yatıyorum. Yatmaya da devam ederim. Ne mahkemenizden adalet beklentim var, ne adaletin gerçekleşeceğine inancım var.”

“Siyasi yasaklı konuma getirilmem için baskı yapılıyor”

“Ben buraya suçlamalara karşı savunma yapmak için değil suçları teşhir etmeye geliyorum” diyen Demirtaş, kendisini siyasi yasaklı konuma düşürmek için devam eden davalarında hakimlere baskı yapıldığını söyledi ve bu bilginin kendisine ulaştığını ifade etti.
Demirtaş, “Beni bir an önce siyasi yasaklı konuma düşürmek için özel olarak bazı hakimlere avukatlar tarafından baskı yapıldığını biliyorum” dedi.
“Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimini belirleyecek olan biziz. Kilit biziz anahtar biziz. Siyaset yasaklı da olsam biziz, olmasam da biziz. Kilit bizim elimizdedir. Bakalım ne yapacaklar göreceğiz” diye sözlerine devam eden Demirtaş, Edirne Cezaevi’ne başı dik girdiğini oradan da dik çıkacağını belirterek, “Benim arkadaşlarıma tavsiyemdir: Ben orada ölürsem tabutumu da dik çıkarsınlar, yatay çıkarmasınlar” dedi.

Demirtaş’ın tutukluluk haline devam kararı

Savcı, Selahattin Demirtaş hakkında tutukluluk halinin devamına karar verilmesini talep etti.
İddia makamının talebinin ardından avukatların talep ve savunmalarına geçildi.
Savunma sonrası mahkeme heyeti, 3 gün boyunca savunma yapan Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamına karar verdi.
Mahkeme bir sonraki duruşmayı 18-19-20 Temmuz tarihlerine erteledi.

The post Demirtaş’a tahliye yok first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Erken seçim hazırlığı: “Erdoğan batı oylarını rahatsız etmeyecek bir ‘çözüm süreci’ arayışında” https://gazetekarinca.com/erken-secim-hazirligi-erdogan-bati-oylarini-rahatsiz-etmeyecek-bir-cozum-sureci-arayisinda/ Fri, 09 Mar 2018 11:29:05 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=81356 HABER MERKEZİ –  11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski danışmanı ve gazeteci Ahmet Takan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptırdığı anketlerden istediği sonuçları alamadığını, MHP ile hala 50 artı 1 bulunamadığını belirterek, “Bu yüzden Kürt oylarına ihtiyaç duyuluyor” dedi. Takan’a göre Erdoğan bu nedenle 2 paket hazırlığı yapıyor ve bir ‘açılım süreci’ ya da ‘çözüm süreci’ arayışında. Yeniçağ Gazetesi […]

The post Erken seçim hazırlığı: “Erdoğan batı oylarını rahatsız etmeyecek bir ‘çözüm süreci’ arayışında” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ –  11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski danışmanı ve gazeteci Ahmet Takan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptırdığı anketlerden istediği sonuçları alamadığını, MHP ile hala 50 artı 1 bulunamadığını belirterek, “Bu yüzden Kürt oylarına ihtiyaç duyuluyor” dedi. Takan’a göre Erdoğan bu nedenle 2 paket hazırlığı yapıyor ve bir ‘açılım süreci’ ya da ‘çözüm süreci’ arayışında.


Yeniçağ Gazetesi yazarı Ahmet Takan, Meclis Anayasa Komisyonu’ndan da geçen tartışmalı ‘seçim ittifakı düzenlemesi’nin ve erken seçim iddialarının konuşulduğu son günlerde, seçim anketlerine dair bazı bilgiler paylaştı ve hükümetin ‘batı oylarını rahatsız etmeyecek bir çözüm süreci başlatacağını’ öne sürdü.
Konuyu, “Koalisyonun bekası için önlem paketleri…” başlıklı yazısında gündeme getiren Takan, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptırdığı anketlerden istediği sonuçları alamadığını belirterek, “AKP’nin oyu yüzde 40, Erdoğan’ın oyu yüzde 45 civarına takılıp kaldı. MHP ile hâlâ 50 artı 1 bulunamıyor” dedi.
AKP’nin bunun için önlem paketlerini devreye sokmayı planladığını kaydeden Takan, Erdoğan’ın bu kapsamda 2 paket hazırladığını yazdı.
Takan’a göre bu paketlerin hazırlanmasının başat sebebi MHP ile yapılan ittifak sonucunda istenilen oy oranının tutturulamamasından dolayı Kürt oylarına duyulan ihtiyaç. Yeniçağ yazarının iddiası şöyle:

“HDP’li yetkililerin şahin kanadını dışarıda bırakıp, içerideki ılımlı kanat ve onların bölgedeki uzantısı başta olmak üzere görüşerek ‘açılım süreci’ başlatılacak. Bu “açılım süreci” içine bölgenin muhafazakâr kanaat önderleri de katılacak. Bir Habur ya da Dolmabahçe değil, çalıştaylar düzeyinde, sivil toplum kuruluşları da devreye girecek, AKP, sessiz sedasız, ancak kamuoyunda sıkıntı yaratmayacak batı oylarını da rahatsız etmeyecek bir ‘çözüm süreci’ başlatacak. Bunun için alt yapı çalışmaları hazırlandı. Erdoğan’ın talimatını bekliyor.”

Takan, bu paket ile amacın bölgedeki ve diğer büyükşehirlerdeki Kürt oylarını yukarıya çekmek olduğunu söylüyor.
Yeniçağ yazarı hükümetin ikinci paketinin ise “ekonomik paket” olacağını öne sürüyor. Bu paket ile de piyasadaki olası dalgalanmalar sonucunda oluşacaklara yönelik önlemler alınacak:

“İş çevrelerine vergi düzenlemeleri başta olmak üzere teşvik paketlerini içeren bir paket çalışmaları tamamlanıyor. Bu paket ile özellikle ekonomik kriz durumunu ortadan kaldırmak amaçlanıyor. İşçi ve memura seyyanen zamlar da gündemde… Böylelikle Afrin harekâtının tartışmalarını da kamuoyundan uzak tutmak amaçlanıyor.”

Takan, hazırlanacağını öne sürdüğü bu paketlerin hayata geçirilmesinin ardından AKP’nin tekrar kamuoyu yoklamaları yapacağını ve bundan çıkacak sonuçlar doğrultusunda da erken seçimin hangi tarihte yapılacağına karar vereceğini iddia ediyor.


Erdoğan’dan “Afrin üzerinden ‘erken seçim’ araştırması” talebi

Ayhan Bilgen: Yeniden eski sisteme dönüşün telaşına bile girmiş olabilirler

The post Erken seçim hazırlığı: “Erdoğan batı oylarını rahatsız etmeyecek bir ‘çözüm süreci’ arayışında” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HDP’den 15 Şubat’ın yıl dönümünde ‘demokratik siyaset ve müzakereci çözümün tesisi’ için araştırma önergesi https://gazetekarinca.com/hdpden-15-subatin-yil-donumunde-demokratik-siyaset-ve-muzakereci-cozumun-tesisi-icin-arastirma-onergesi/ Thu, 15 Feb 2018 19:09:08 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=78001 HABER MERKEZİ – HDP, PKK Lideri Öcalan’ın Türkiye’ye getiriliş tarihinin yıl dönümünde “toplumsal kutuplaşma ve ayrışmanın bitirilmesi ile demokratik siyaset ve müzakereci çözümlerin tesisini sağlamak amacıyla” araştırma önergesi verdi. HDP, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıldönümünde “toplumsal kutuplaşma ve ayrışmanın bitirilmesi ile demokratik siyaset ve müzakereci çözümlerin tesisini sağlamak amacıyla” TBMM’ye araştırma önergesi verdi. […]

The post HDP’den 15 Şubat’ın yıl dönümünde ‘demokratik siyaset ve müzakereci çözümün tesisi’ için araştırma önergesi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – HDP, PKK Lideri Öcalan’ın Türkiye’ye getiriliş tarihinin yıl dönümünde “toplumsal kutuplaşma ve ayrışmanın bitirilmesi ile demokratik siyaset ve müzakereci çözümlerin tesisini sağlamak amacıyla” araştırma önergesi verdi.


HDP, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıldönümünde “toplumsal kutuplaşma ve ayrışmanın bitirilmesi ile demokratik siyaset ve müzakereci çözümlerin tesisini sağlamak amacıyla” TBMM’ye araştırma önergesi verdi.
Önerge hakkında Genel Kurul’da HDP Ağrı Milletvekili  Dirayet Dilan Taşdemir konuştu.
“Bugün içinde bulunduğumuz kaotik hâl ve Orta Doğu’da giderek kızışan paylaşım savaşı -ya da kimi uzmanlara göre üçüncü dünya savaşı olarak ifade edilen- esasen 15 Şubat 1999’da Sayın Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye teslim edilişiyle başlamıştır” diyen Taşdemir,  Öcalan’ın ‘barışın toplumsallaşması için elinden gelen çabayı harcadığı’nın  çözüm süreci boyunda yapılan görüşmelerde görüldüğünü söyledi.
Çözüm sürecinde HDP ve devlet heyetinin İmralı’da yaptığı görüşmeleri hatırlatan Taşdemir, bu süresin “Türkiye tarihinin en sakin, en huzurlu zaman dilimi” olduğunu söyledi.
Bugün yaşanan süreçle o dönemi karşılaştıran Taşdemir şöyle devam etti:

“Şimdi öyle mi? Yatıyoruz, kalkıyoruz Afrin diyoruz, savaş diyoruz, ölüm diyoruz; ölümleri sadece rakamlara sığdırmaya çalışıyoruz. Peki ya bu ülkede açlıktan kendini yakan işçiler, tecavüze uğrayan, şiddet gören, çocuk yaşta hamile bırakılan kadınlar… Bir savaş bin ayıbın üzerini örtüyor, silahlar her şeyin üzerini örtüyor. Savaştan rant devşirenlere, ölümleri kutsayanlara, ölümden ve kandan medet umanlara kim olursa olsun bin kere lanet olsun diyoruz.”

Öcalan’ın ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmemesine değinen ve “Madem hukuk devleti, bu mutlak tecrit hangi hukuk ilkeleriyle açıklanabilir?” diyen Taşdemir, şunları söyledi:

“Çözüm sürecinde biliyoruz ki Öcalan ne zaman devreye girerse huzur geliyor, barış geliyor; uluslararası güçlerin ve lobilerin kışkırtmasıyla savaş baronları tarafından ne zaman tecrit politikası devreye konulsa ülkede huzur bitiyor, anaların gözyaşı eksik olmuyor.

Bin yıldır iç içe geçmiş halklar, bu iktidar döneminde, özellikle 2015 yılından sonra uygulanan, tüm uyarılarımıza rağmen uygulanmakta ısrar edilen yanlış politikalar sonucunda birbirinden nefret eder hâle gelmiştir. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki Türkiye toplumu hemen her koşulda kutuplaşmada zirve noktasındadır. Bu kutuplaşmanın faturası hepimize ağır gelir. Siyasal ve toplumsal gerilimler kısa vadeli oy devşirmenin araçları olarak kurgulanır ancak hepimizin geleceğinin mahvolması anlamına gelir. Kimsenin buna hakkı yoktur. İşte görüyorsunuz, fikirlerin değil, silahların konuştuğu günlerde şiddet öylesine toplumsallaşmış, siyaset öylesine yozlaşmış ki gündelik hayatımızın bir parçası hâline gelmiş. Kadınlar sokak ortasında dövülüyor, en ufak bir tartışma ölümle sonuçlanan kavgalara sebebiyet veriyor. Bakanların aldığı rüşvetler dudak uçuklatıyor, kaçmak isteyen insanlar çocuklarıyla birlikte denizlerde can veriyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de yaşanan toplumsal ayrışma ve kutuplaşma bir tür duygusal kopuşa dönüşme riski altındadır. Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin demokrasi, eşitlik, özgürlük sorunlarının çözümü için devreye girmek siyaset kurumunun ahlaki sorumluluğudur.

Şu anda içinde bulunduğumuz darboğaz için çıkış noktası, aynı şekilde bir barış sürecinin başlatılmasından geçmektedir. Ortada bir sorun var; silahla, çatışmayla çözülmeyecek kadar ağır, tarihsel, ekonomik, toplumsal bir sorun. Moskova-Washington hattında mekik dokuyacağınıza çözümü burada, bu topraklarda aramamız gerekiyor. ‘Savaş’ değil, ‘barış’ dememiz gerekiyor; ‘savaş’ı değil, ‘barış’ı toplumsallaştırmalıyız. Ya gencecik ölenlerin taziyelerinde ağıt yakacağız ya da barış halayları çekeceğiz. Başka yolumuz yoktur. Kötülüğün sıradanlığına geçit vermemek hepimizin ahlaki sorumluluğudur.”

 

The post HDP’den 15 Şubat’ın yıl dönümünde ‘demokratik siyaset ve müzakereci çözümün tesisi’ için araştırma önergesi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HDP’li Önder: MGK kararı ile Kandil’e gittik, PKK komutanlarıyla devletin ricası ile görüştüm https://gazetekarinca.com/hdpli-onder-mgk-karari-ile-kandile-gittik-pkk-komutanlariyla-devletin-ricasi-ile-gorustum/ Thu, 14 Dec 2017 19:24:45 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=68681 HABER MERKEZİ – HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile birlikte yargılandığı davada savunma yapan HDP’li Sırrı Süreyya Önder, MGK kararı ile Kandil’de görüşmeler gerçekleştirdiklerini belirterek, “PKK’nin ne kadar komutanı varsa devletin ricası ile görüştüm” dedi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder hakkında  İstanbul’da 2013’te yapılan […]

The post HDP’li Önder: MGK kararı ile Kandil’e gittik, PKK komutanlarıyla devletin ricası ile görüştüm first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile birlikte yargılandığı davada savunma yapan HDP’li Sırrı Süreyya Önder, MGK kararı ile Kandil’de görüşmeler gerçekleştirdiklerini belirterek, “PKK’nin ne kadar komutanı varsa devletin ricası ile görüştüm” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder hakkında  İstanbul’da 2013’te yapılan Newroz kutlamasında yaptıkları konuşmalar nedeniyle açılan davanın duruşması İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Mahkemenin SEGBİS ile katılması kararı verdiği Demirtaş’ın katılmayı reddettiği duruşmada, tutuksuz yargılanan Önder hazır bulundu.

Duruşmada savunmaya yapan HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, çözüm süreci sırasında devlet yetkilileri ve İmralı’da yaptıkları görüşmelere dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.

MGK kararı ile Kandil’de görüşmeler gerçekleştirdiklerini belirten Önder, “PKK’nin ne kadar komutanı varsa devletin ricası ile görüştüm” dedi.

Önder’in savunmasından satırbaşları şöyle:

Savunma yapmayı bir zül olarak bilirim. Bu davada ‘savunma’ adı altında savunma yapmak hukuka olan inancıma saygısızlık bilirim. Bu mahkemede niye varım bilmiyorum. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandık. O günkü duruşmada yargılama çöktü. Evraklar aynı yargıçlar değişmiş. Süreci tetikleyen iki kişinin ifadesi. İki müştekinin ihbarı ile başladı.

‘Savunmamızı tarihe karşı yaparız’

Bizim dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. Bir defalığına mahsus ve topluca kaldırıldı. Bu bir defa işin özüne aykırıdır. Her fezleke ayrı bir olgudur ve ayrı ayrı görüşülmesi gerekir. Meclis’te topluca dokunulmazlıklarımız kaldırılarak yargı önüne itildik. Ancak tekrardan Meclise dokunulmazlık verildi. İktidar yargılamaktan korktuğu için bunu yaptı. Bizi ancak geçmişe götürerek yargılayabilirsiniz. Şu anda dokunulmazlığı olan bir milletvekiliyim ben. 12 Eylül yargıçlarının şimdi esamesi okunmuyor. Şu anda da bir mefta ile karşı karşıyayız. Ben halkın temsilcisiyim. Biz savunmamızı tarihe karşı yaparız.

İçinde bulunduğum tüm siyasi faaliyetler benim için şeref madalyasıdır. Benim işim söz söylemek. İddia edilen konuşmanın, iddia makamının mantığına göre daha vahimini Meclis’te söyledim. Bu siyasi iktidarın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın bir tasarrufudur. Erdoğan daha yargılama başlamadan savcılara talimat verdi. Şimdi görevden alınan savcı ve hakimler birer birer fezleke hazırladı. Bu ülke mahkeme salonlarında kurulmuştur ve dönüştürülmüştür. Bu ülkede yargıya az hakaret edilmedi. Sistem yargı bağımsızlığını sıfırlamıştır. Yargı talihsiz, siyaset ise talihli bir şeydir. Siyaset geçmişinden ders alır. Yargı iki sonuçludur: Ya suçlusunuz ya da suçsuzsunuzdur. Siyasette ise üç sonuçludur. Ya kazanılır ya kaybedilir. Diğer sonucu ise uzlaşıcı olmasıdır.

‘MGK kararı ile Öcalan ve Kandil dağlarında gerilla ile görüştük’

Ülkemiz son 40 yıllık çatışmalı geçen bir Kürt sorunu söz konusu. Devlet her yöntemi denedi ve sonuç alamadı. En son ortak bir karar alındı. Bu devletin iktidarı, MGK kararı ile Öcalan ve Kandil dağlarında gerilla ile görüşerek, tarihi bir sorumluluk üstlendik. 180 bin kilometre İmralı ile Kandil arasında mesafe kat ettik. Ben bu PKK’nin ne kadar komutanı varsa devletin ricası ile görüştüm. Devlet, İmralı ve Kandil arasında yapılan görüşmelerden oluşan ortak mutabakatın okunmasıdır. Hiçbir soruşturma kavuşturma yapılmayacak o gün. 7 Haziran sonrası hemen soruşturmaya dönüştürülecek. Buna inanmam beklenemez. Hep barış için mücadele ettim. Bu konuşmalar bizzat göstermiş olduğum çabalarındır. Bir gün bu ülkeye barış gelecek.

Mahkeme Başkanı’nın “Toparladınız her halde savunmanızı” demesi üzerine Önder, “Buyurun siz toparlayın savunmamı” diyerek savunmasını bitirdi.

 

The post HDP’li Önder: MGK kararı ile Kandil’e gittik, PKK komutanlarıyla devletin ricası ile görüştüm first appeared on Gazete Karınca.

]]>