Ana SayfaManşet‘İç savaş tehlikesi var ama iktidar üç nedenle bunu göze alamıyor’

‘İç savaş tehlikesi var ama iktidar üç nedenle bunu göze alamıyor’

HABER MERKEZİ – Türkiye’de bir ‘iç savaş’ muhtemel mi? Binlerce tasfiyeye rağmen güvenlik birimlerindeki sayısal artış neye işaret ediyor? Afrin’e operasyon olası bir ‘iç savaşı’ tetikler ya da etkiler mi? ‘İç savaş’ tartışmalarına ilişkin geçtiğimiz günlerde bir yazı kaleme alan deneyimli gazeteci Koray Düzgören, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı. Düzgören’e göre bir ‘iç savaş’ tehlikesi var ve Afrin’e yönelik bir operasyon bunu tetikleyecek unsurlardan biri. Ancak Düzgören, iktidarın üç nedenle ‘iç savaşı’ göze alamadığını belirtiyor ve ‘iç savaş’ çıkmadan Erdoğan yönetimini geriletmenin mümkün olduğunu söylüyor.


Röportaj: Bekir Avcı


Hızla artan silahlanma, resmi ve özel güçlerin sayısındaki muazzam artış ile iç ve dış politikanın seyri üzerinden yapılan kimi değerlendirmelerde öne çıkan tartışmalardan biri ‘iç savaş’.

Konuyu bazı deneyimli gazeteciler geçtiğimiz günlerde köşelerine taşıdı.

Bunlardan biri de Artı Gerçek yazarı Koray Düzgören’di.

Düzgören, “Erdoğan bir iç-dış savaşa mı hazırlanıyor?” başlıklı yazısında, büyük bir hızla artan silahlanmadan Afrin’e yönelik son saldırılara dek çizdiği tabloda Türkiye’nin bir ‘iç ve dış savaş’ tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini söylüyordu.

Biz de bu konuyu gündeme getiren Koray Düzgören’e konuyla ilgili bazı sorular yönelttik.

Düzgören ise bir yandan yıllık bütçelerde polise, Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) ve diğer güvenlik bürokrasisine ayrılan paylardaki artışlara, bir yandan da güvenlik birimlerindeki binlerce tasfiyeye rağmen süren artışa dikkat çekerek, “devletin güçleri olması gereken güvenlik güçlerinin bir partinin milis güçleri gibi örgütlendiğini” ileri sürdü.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) öncülüğünde Ankara’dan başlayan ve İstanbul Maltepe’deki mitingle son bulan ‘Adalet Yürüyüşü’nün devam etmesinin AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘sabrını taşıracağını’ tahmin ettiğini söyleyen Düzgören, “İşte o zaman iç savaş tehlikesi ortaya çıkabilir ve Erdoğan’ın resmi ya da sivil güvenlik güçleri, silahlı milisleri harekete geçebilir” dedi.

2019’daki seçimi kaybetmenin ‘Erdoğan iktidarının  sonu’ olabileceğini, bu nedenle Erdoğan yönetiminin ‘kendince her türlü tedbiri almak istediğini’ belirten Düzgören, Afrin’e yönelik muhtemel bir operasyonun bir iç savaşı tetikleme ya da etkileme olasılığı için ise “Rojava’ya saldırı Kürtlere yönelik aleni bir kışkırtma olur” değerlendirmesinde bulundu.

Erdoğan’ın Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) tutuklu eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı 6-8 Ekim Kobani protestolarında yaşanan can kayıplarının müsebbibi olarak gösterdiğini de hatırlatan Düzgören, “Bu olay için şimdi Demirtaş’ı suçlamaya çalışıyorlar. Bana kalırsa Demirtaş o olayların bir iç savaşa dönüşmesini engelleyen, serinkanlı, sorumlu bir politika izledi. Bu sayede olaylar daha vahim bir hal almadı” dedi.

Düzgören son olarak da iktidarın varlığını sürdürebilmek için ‘her şeyi göze alabileceğini’ ancak yine de iç ve dış savaş konusunda üç nedenden ötürü çekimser olabileceğini söyledi.

İşte Koray Düzgören’in Karınca’nın sorularına verdiği yanıtlar:

Türkiye tam anlamıyla bir polis devleti haline gelmiş durumda

Geçtiğimiz günlerde kaleme aldığınız “Erdoğan bir iç-dış savaşa mı hazırlanıyor?” başlıklı yazınızda bu sorunuzun altını silahlanmaya dair bazı sayısal veriler ile destekleyerek doldurmuştunuz. Bunları tekrar hatırlatır mısınız?

Ben 2004’den itibaren o zaman yazdığım Yeni Şafak’taki yazılarımda ve televizyon programlarında polis sayısının hızla arttırılmasına dikkati çekiyordum. AKP’nin bir polis devleti hazırlığı içinde olduğunu düşünüyordum. Düşünmenin de ötesinde, yıllık bütçelerde polise, MİT’e ve diğer güvenlik bürokrasisine ayrılan payların sürekli artması da zaten bu düşüncemi doğruluyordu.

Küçük bir araştırma bu konudaki gerçeği ortaya çıkartmaya yetiyor.

2005’de İçişleri Bakanlığı’nın bütçesi 918 milyon TL. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 4.8 milyar TL, Jandarma Genel Komutanlığı’nın ki ise 2.5 milyar TL. MİT’in resmi bütçesi 352 milyon TL. Ayrıca MİT’in gizli operasyonları için örtülü ödenekten başbakanın talimatıyla her zaman aktarma yapılabiliyor.

Bu tarihte polis sayısı 200 bin, jandarma sayısı ise 150 bin kadar.

2014’de İçişleri Bakanlığı’nın bütçesi 3.5 milyar TL. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 17.6 milyar, Jandarma Genel Komutanlığı’nın ise 6.5 milyar TL.

MİT’in 1 milyar 58 milyon TL. Özelikle terörle mücadele ve PKK ile savaş konularında koordinasyonu sağlayan Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı’nın ise 20 milyon TL.

Polis sayısı 270 bine yükselmiş, jandarma sayısı ise 195 bin olmuş.

2017’ye gelince durum şöyle:

İçişleri Bakanlığı’na, ayrılan para 5.8 milyar TL, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne  23.5 milyar TL Jandarma Genel Komutanlığı’na 9.3 milyar TL. MİT’e ayrılan 1.9 milyar TL. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’na ise 17.5 milyar TL.

Kamu Düzeni Müsteşarlığı’nın bütçesinin bu kadar artması Kürt şehir ve kasabalarına yönelik şiddet operasyonları ile yakından ilgili.

Artışlar çok dikkat çekici.

Ayrıca bu yıllar arasında polis ve jandarma çok sayıda çeşitli tip ve kapasitede zırhlı araç ve TOMA araçları ile güçlendirildi. Ağır silahlarla donatıldı.

Bunlara ilaveten Polis Özel Harekat (PÖH) ve Jandarma Özel Harekat (JÖH) gibi özel eğitilmiş, seçme birlikler de giderek güçlendiriliyor. Sayıları her biri için 10 binden 20 bine çıkartılıyor.

Bu birlikleri Kürt şehir ve kasabalarında giriştikleri vahşet uygulamalarından, işledikleri insanlık suçlarından ve yaktıkları, yıktıkları, soydukları Kürt konutlarının duvarlarına yazdıkları ırkçı, faşist sloganlardan biliyoruz.

Böylece özellikle son 15 yıl içinde ciddi bir polis ve jandarma gücüyle, neredeyse silahlı kuvvetlere alternatif olacak bir paralel ordu oluşturulduğunu görüyoruz.

AKP yönetimi, oluşturduğu bu alternatif ordu ile bir yandan her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşünü zor kullanarak engelliyor ve toplumsal muhalefetin sokağa çıkmasına kesinlikle izin vermiyor.

Bir yandan da muhtemel daha yaygın protesto eylemlerine, kitleselleşme eğilimi gösteren toplu gösterilere karşı korkutucu ve caydırıcı bir güç olarak özellikle büyük kentlerin meydanlarında, ana caddelerinde devriye geziyor.

Böylece polis ve jandarmanın ne kadar güçlü olduğu ve her türlü muhalefet kıvılcımına karşı teyakkuz halinde olunduğunun propagandası da yapılmış oluyor.

Tabii esas olarak böyle bir güçten, muhtemel bir darbe, kalkışma ya da iç savaşta AKP ve Erdoğan iktidarının ordusu olarak görev yapması bekleniyor.

Tabii bunların ötesinde ASAD isimli özel güvenlik şirketiyle silahlı kuvvetler ve polis teşkilatını yeniden düzenleme ve eğitim verme konularında bir anlaşma imzalandığı da biliniyor. Erdoğan’ın ASAD eliyle silahlı kuvvetler ve polis teşkilatını bir saray ordusu ve saray polisi haline getirmek istediğine ilişkin iddialar var.

Bugün Türkiye tam anlamıyla bir polis devleti haline gelmiş bulunuyor.

Ve bu polis gücü, son 15 Temmuz Darbe Girişimi öncesi ve sonrasında FETÖ’cü oldukları gerekçesiyle 10 binin üzerinde polisin meslekten çıkarılmasına rağmen 300 bine yaklaşıyor. Meslekten atılanların yerine İçişleri Bakanlığı’nın 20 bin kadar yeni polis almak için sınav açtığı biliniyor. Tabii özellikle bu yeni alınan ve alınacak olan polislerin katıksız birer AKP militanı olacağını söylemeye bile gerek yok.

Güvenlik güçleri bir partinin milis güçleri gibi örgütleniyor

Bu silahlanmaya dair iki ayrım yapıyorsunuz: Resmi güçlerin silahlandırılması ve özel-sivil güçlerin silahlandırılması. Böylesi bir örgütlenmenin ancak iç savaşı göze alabilen bir siyasetin çabası olduğuna işaret ediyorsunuz. Buna dair neler söylersiniz?

AKP iktidarı bir yandan resmi güvenlik güçlerini hem genişletiyor hem de dönüştürüyor. Nasıl genişlettiğini yukarıda anlattım. Hem bütçeden ve örtülü örtüsüz değişik kaynaklardan güvenlik bürokrasisine ve güvenlik güçlerine aktarılan paranın miktarı büyük bir hızla artıyor Hem de aslında devletin güçleri olması gereken güvenlik güçleri bir partinin milis güçleri gibi örgütleniyor. Genelde AKP’nin, özelde de Erdoğan’ın muhafız birlikleri haline geliyor.

SADAT’la yapılan anlaşma bu sürecin hızlandırılmasını amaçlıyor.

Bu şekilde dönüşen bir silahlı gücün kayıtsız şartsız liderin emrinde oluşu, ister istemez olası bir iç savaş tehdidinde  ya da varsayalım darbe tehlikesi iddiası söz konusu olduğunda kayıtsız şartsız liderin emrinde olacağını gösterir.

Öyle görünüyor ki Erdoğan seçimle işbaşına geldi ve hileli, sahtekârlıklarla, kanunsuzluklarla dolu seçimlerle de çoğunluğunu korudu. Ama bu çoğunluğu kaybettiğinde iktidarı demokratik bir olgunlukla bırakabilecek mi? Sorun bu.

Bunun ilk denemesini 7 Haziran seçiminde gördük. AKP çoğunluğu kaybettiği halde Erdoğan’ın müdahalesi ve tabii muhalefetin de izin vermesiyle iktidarı bırakmadı. Erdoğan ülkeyi istediği şartlarda yeni bir seçime götürüp baskı, şiddet, vahşet uygulayarak ve her türlü hileli yolu deneyerek yeniden çoğunluğu sağladı.

Şimdi önünde 2019’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim var.

Erdoğan’ın Referandum sonuçlarına da bakarak bu seçimi kazanamayacağını söyleyenler var. Tabii Erdoğan’ın bu seçimi kaybetmesi demek seçimden sonra kendisini –ülkede dürüst birkaç yargıç bulunabilirse eğer- mahkemenin önünde bulması anlamına gelir.

Erdoğan asla, ne pahasına olursa olsun böyle bir şeye izin vermez. Bunun için o çoktan harekete geçti bile. Hileli referandumla kabul edildiği varsayılan Anayasa değişikliği 2019’a kadar olan süreyi geçiş süreci olarak tanımlıyor. Bu arada geçiş kanunları çıkarılacak. Ülkenin faşizme geçişi ile ilgili gereken kanunlar. Bunların Meclis’ten tartışılmadan ve hızla geçebilmesi için önce Meclis’in İçtüzüğü değiştiriliyor. Neyse ki bu kez CHP işlenen suça ortak olmadı. İçtüzük çalışmalarına HDP ile birlikte katılmadı. Bundan sonrası sadece formalite. Neyi geçirmek istiyorlarsa süratle geçirecekler.

Sanıyorum sırada seçim barajını düşürüyoruz iddiasıyla dar bölge seçim sistemini getirecekler. Böylece zaten AKP’yi iktidardan düşürmek neredeyse mümkün olamayacak.

İşi böylesine kılıfına uydurarak, meşruiyet havası vererek ülkedeki gerginliğin azaltılacağını düşünmek çok yanlış olur. Böyle bir durumda üstelik de muhalefet -MHP’ye muhalefet demek yanlış olur- Meclis dışındayken Meclis’ten geçirilecek her yasanı meşruluğu tartışılır.

Aslına bakılırsa gayrimeşru bir iktidara karşı direnmek meşru bir davranış olacaktır.

Eğer CHP Adalet Yürüyüşü’nü Maltepe Mitingi’nden sonra da devam ettirirse bu kez Erdoğan yürüyüşe göstermek zorunda kaldığı sabrı göstermeyebilir. Çünkü hala yürüyüş ve Maltepe Mitingi ile ilgili nefret söylemine devam ediyor. Yürüyüş ve mitingi küçümsemek için eleinden geleni yapıyor.

Bundan sonra muhalefetin bu yürüyüşlere devam etmesi halinde, işte o zaman, iç savaş tehlikesi kapıda demektir.

Ve Erdoğan’ın resmi ya da sivil güvenlik güçleri, silahlı milisleri muhalefet güçlerine karşı harekete geçebilir.

‘Adalet Yürüyüşü’ne müdahale ederek olayı büyütmekten korktular

Özgürlükçü Demokrasi’den Veysi Sarısözen de bu konuyu geçtiğimiz günlerde köşesine taşımıştı. Sarısözen, iç savaş çıkmadığı takdirde Erdoğan’ın 2019’da seçimi kaybedeceğini bildiği için ‘her çareye başvurabileceğine’ dikkat çekiyordu. Eğer bir iç savaş hazırlığı varsa bu 2019’daki seçimler ya da Erdoğan’ın ‘gitme ihtimali yüksek iktidarını kaybetmemek arzusu’ ile mi ilgili?

Tamamen öyle. Bu sorunun cevabını büyük oranda yukarıdaki soruda yanıt verdim.

Evet, Erdoğan seçimi kaybetme ihtimaline karşı şimdiden her tedbiri alıyor. En ince detayına kadar planlanmış bir durumu yaşıyoruz.

Çünkü seçim kaybetmek demek, Erdoğan iktidarının  sonu demek. Bu Erdoğan’ın bütün planlarının bozulması anlamını taşır. Asla ve ne pahasına olursa olsun Erdoğan -eğer bu arada yanlış bir şey yapmazsa-  böyle bir şeye izin vermeyecektir.

Gerçi Adalet Yürüyüşü onun dengesini bozmuş ve büyük bir telaşa sevketmiştir ama istediği halde yürüyüşe de müdahale edememiştir. Müdahale ederek olayı büyütmekten daha fazla korkmuştur. O nedenle korkusundan mitinge dahi izin vermek zorunda kalmıştır.

Erdoğan’ın en büyük korkusu milyonların demokratik haklarını kullanarak sokağa çıkıp kendisini iktidardan düşürmek üzere barışçı gösterilerle harekete geçmesidir.

İşte böyle bir noktada dahi Erdoğan yine de iktidarı bırakmayacak, elindeki güçlerle sonuna kadar direnmek isteyecektir.

Demirtaş’ı suçlamaya çalışıyorlar ama o, olayların iç savaşa dönüşmesini engelledi

Demokratik Toplum Kongresi (DTK)  Eşbaşkanı Leyla Güven, Türkiye’nin Afrin’e yönelik olası saldırısı için “Türkiye’de içte öyle şeyler yaşanır ki AKP’nin de hayal edemeyeceği şeyler olur” uyarısında bulunmuştu. Afrin’e operasyon içte olası bir ‘iç savaşı’ tetikler ya da etkiler mi? Eğer etkilerse bunun boyutu ne olur?

Bunu ben de yazmıştım. Efrin ya da Rojava’ya yönelik bir saldırı ya da istila girişimi sadece Rojava’daki YPG güçleri ve Kürtlerin direnmesiyle karşılaşmaz Türkiye Kürtleri de buna tepki verirler. Erdoğan’ın “Kobane düştü düşüyor” sözlerinin nasıl tepkilere yol açtığını biliyoruz. Gerçi bu tepkilere karşı AKP’nin elinin altındaki bazı milis güçleri polis güçlerinin müsamahası ve yer yer desteği ile harekete geçirdiğini de gördük. Bu olay için şimdi Selahattin Demirtaş’ı suçlamaya çalışıyorlar. Bana kalırsa Demirtaş o olayların bir iç savaşa dönüşmesini engelleyen, serinkanlı, sorumlu bir politika izledi. Bu sayede olaylar daha vahim bir hal almadı.

Rojava’ya saldırı Kürtlere yönelik aleni bir kışkırtma olur.

Üç nedenle iç savaşı ve dışarıda bir savaşı göze alamazlar

Peki, Erdoğan yönetimi gerçekten de dış ve iç savaşı göze alabilir mi? Alırsa ne olur? Yazınızda “İnsan düşünmek bile istemiyor” diyorsunuz. Eğer düşünecek olursak neler söylersiniz.

Tabii aslında iktidarlarının devamı için her şeyi göze alabilirler. Fakat yine de ne iç savaşı ne de dışarıda, sınırların ötesinde genel bir savaşı göze alabilirler diye düşünüyorum. Üç nedenle.

Birincisi: ABD ve diğer bölge ülkeleriyle çatışmayı ve hatta savaşı göze alamadıkları için.

İkincisi: Böyle bir hareketin sonunda hayal kırıklığına uğrama ihtimalleri yüksek olduğu için. Bunu yazdım. YPG artık Kobane kuşatması sırasındaki YPG değil. Neredeyse düzenli ordu haline gelmiş, IŞİD’i bitirmek üzere olan bir güç haline gelmiş durumda.

Üçüncüsü: Sadece Rojava’yı işgal değil, içerde de bir savaş çıkarmayı gözleri yemediği için bunu yapamazlar diye düşünmek istiyorum.. Çünkü böyle bir savaşın sonunda hem AKP zarar görür, hem de bütünüyle Türkiye.

Bunu göze alamadıkları için böyle bir şey yapamazlar gibime geliyor. Böyle bir şey yaparlarsa 15 yılda kendileri ve iktidarın nimetlerini sınırsızca sundukları kesimler bütün kazandıklarını anında kaybederler. Sadece bununla kalsa iyi, işin içinde yargılanmak da var.

Ama yine de belli olmaz. Suçları o kadar fazla ki neyi ne kadar göze alabileceklerini, gerekirse nasıl bir çılgınlığa sürüklenebileceklerini kestirmek zor.

O nedenle yazımda, “Böyle bir savaşın sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum” dedim.

Dünyadaki örneklerinden biliyoruz, iç savaş savaşların en kötüsüdür.

İç savaş çıkmadan Erdoğan’ı geriletmek mümkün

Eğer bir iç savaş tehlikesi varsa bunu önlemek mümkün mü, yol nedir? 

Bir iç savaşı bu durumu görüp dehşete kapılacak olan Erdoğan ve AKP destekçileri engelleyebilir. AKP’de ne zamandır Erdoğan’ın gidişatından memnun olmayan hatta bunu artık tehlikeli ve kendileri için de zarar verici bulan bir kesim seslerini çıkartmaya başladı. Bunlar tepkilerini arttırabilir mi? Çok zor, ama yine de imkansız değil.

CHP’nin Adalet Yürüyüşü’ndeki uyanışı devam ederse ve Kürtler başta olmak üzere Erdoğan’ın uykularını kaçıracak bir muhalefet birlikteliği ortaya çıkarsa belki Erdoğan’ın faşizan niyetleri ve hamleleri engellenebilir.

Türkiye halklarının yüzde 50’den fazlası Erdoğan’a karşı. Bu büyük kitle kararlı davranırsa iç savaş çıkmadan Erdoğan’ı geriletmek mümkün olabilir.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Suriyeli LGBTİ mülteciler: 'Türkiye'de eşcinsel olmak hayatı daha da zor hale getiriyor'
Sonraki Haber
Gerekçe 'medyanın içinde bulunduğu koşullar': TGC, 'Basın Özgürlüğü Ödülleri’ni bu yıl vermeyecek