Ana SayfaManşetHavadaki Yeşil Raporları Yerele İndirmek

Havadaki Yeşil Raporları Yerele İndirmek

Onur Yılmaz


Havadaki belirli gaz ve parçacıkların insan sağlığına zarar verecek düzeyin üzerinde bulunması anlamına gelen hava kirliliği her yaştan binlerce erken ölümün temel nedeni. Enerji, sanayi üretimi, ulaşım, tarım gibi sektörler, karbondioksit ve metan gibi küresel ısıtmaya neden olan sera gazlarının yanı sıra sülfürdioksit, azotoksitler ve çeşitli boyutlarda parçacıklar (PM) gibi kirleticilerin atmosfere salınmasından da sorumlu.

IEA’nın geçtiğimiz haftalarda yayınladığı salımların 2050’ye kadar “net sıfır” düzeyine çekilmesi için yapılması gerekenlerle ilgili raporundan birkaç gün sonra G7 ülkelerinin çevre ve iklim bakanları “2021 sonuna kadar kömür üretimine yeni doğrudan hükümet desteğinin kesinlikle sona ereceğini” açıkladılar.

Fosil yakıtlar değil, özellikle kömür. Kömürün sera gazı salımı ve hava kirliliğindeki günahkârlığı petrol ve doğalgazın üstünü örten bir sessizlik üretiyor. Öyle ki, G7’deki ABD, Almanya ve İngiltere yeni petrol ve doğal gaz yatırımlarını tamamen reddetmediği gibi, İngiltere Kuzey Denizi’inde yeni arama ruhsatları için izin verebileceğini belirtti, Kanada’nın toplam fosil yakıt çalışmaları 2015’ten bu yana artmayı sürdürdü.

İklim kriziyle ilgili pek umut vadetmeyen bu küresel tabloda hava kirliliği, meseleye bütünsel değil izole başlıklar halinde bakan enerji dönüşüm programlarında kendine öncelikli yer buluyor. Avrupa’nın enerji dönüşümü ve geçişiyle ilgili raporlar hazırlayan bir kuruluş olan Ember’in Mayıs 2021 raporuna göre Türkiye, Ukrayna ve Batı Balkan ülkeleri kömürden elde edilen enerji kaynaklı hava kirliliğinde (karbonmonoksit, karbondioksit, kükürtdioksit, azot oksitler, PM10, vd.) Avrupa’da en üst sıralarda yer alıyorlar.

Sağlık ve Çevre Birliği’nin (HEAL) “Türkiye’de santral bazında sağlık etkilerini ve buna bağlı maliyetleri hesaplayan ilk çalışma olduğu belirtilen” Şubat 2021 raporuna göre filtreli olmasının sorunu çözmeye yetmediği vurgulanan termik santrallerden kaynaklanan hava kirliliği her yıl 53,6 milyar liralık sağlık harcamasına ve 2019’da yaklaşık 5 bin erken ölüme yol açmış.

Ember’in raporuna göre,

– kükürtdioksit (SO2) salımlarında ilk on kömürlü santral Avrupa’daki toplam sülfürdioksit salımlarının % 44’ünden sorumlu.

– Bu ilk 10 kömürlü santralin 3’ü Türkiye’de (Soma B, Kangal, Seyitömer).

– Avrupa’daki SO2, NOx ve PM açısından en kirletici 30 kömür santralin Türkiye’dekiler hariç tamamı 30 yaşından yaşlı. Ama eski teknoloji bahane değil, zira Türkiye’dekilerin bir kısmı 10 yaşından daha genç.

– Türkiye’de enerji sektörünün ülkenin toplam SO2 salımındaki payı % 70, azotoksit (NOx) salımlarındaki payı % 46. Bunun en önemli sebebi, birincil enerji arzında % 36’lık payı olan kömürlü santraller.

Kömürlü santrallerden kaynaklanan kükürtdioksit salımında Türkiye, 533,5 milyon ton salımıyla Avrupa’da %24’lük payı ile Ukrayna’nın (% 27) ardından ikinci sırada yer alırken OECD ülkeleri arasında birinci sırada. Azotoksit salımında ise 131,3 milyon ton ve % 20’lik payı ile ilk sırada.

PM10 salımı ise 25,4 milyon ton olan Türkiye’nin santrallerde bu ölçümleri ne kadar sağlıklı yaptığı elbette sorgulanması gereken bir konu. 2019 sonuna kadar FGD filtreleme sistemleri olmadan çalışan 8 kömürlü termik santral geçici olarak devre dışı bırakılmış ancak sonrasında filtre konusunda Çanakkale’deki Çan 18 Mart linyitli termik santrali dışında herhangi bir adım atılmadan yeniden kullanıma alınmıştı. İktidar, ticari sır ilan ederek santral bazlı verileri paylaşmıyor. Ancak filtre sistemleri kurulu santrallerin dahi belirlenen salım sınırlarına uymadığı son yapılan çalışmalarda görülüyor.

Ember’in çalışmasının kapsamını oluşturan Enerji Topluluğu (ET, Energy Community), AB’nin iç enerji piyasasını AB komşularıyla uyumlu hale getirmek için geliştirilmiş bir platform. Topluluğa katılan ülkeler kendi enerji düzenlemelerini belirli bir süre içinde AB enerji düzenlemeleriyle uyumlu hale getirmeyi taahhüt ediyorlar.

AB’nin blok olarak yer aldığı platformun diğer üyeleri Arnavutluk, Bosna, Gürcistan, Kosova, Kuzey Makedonya, Moldova, Karadağ, Sırbistan ve Ukrayna. Ermenistan, Norveç ve Türkiye ise gözlemci statüsünde. ET üye ülkelerinin 2015-19 arasında kömürlü santrallere 2 milyar Avroluk sübvansiyon sağladığı belirlenirken Türkiye’nin ise kömürlü santrallerinden elektrik üretimine 50-55 Dolar/MWh’lik alım garantisi verdiği biliniyor.

ET ülkeleri arasında 2018’de yürürlüğe giren Büyük Termik Santraller Yönergesi (LCPD) SO2, NOx ve PM10 salım düzeylerini düzenliyor. Bu yönergeye göre ülkeler için 2018-2027 arası için Ulusal Salım Azaltım Planları (NERP) ve salımlarla ilgili tavan değerler belirleniyor. Bosna, Kosova, Kuzey Makedonya ve Sırbistan ilk 2 yılki kirletici tavan değerlerini aşarken Topluluk bu ülkelerle ilgili bir yaptırım ve uzlaşma süreci başlattı.

Tüm bu verileri ve STK’ların bu alanda yaptığı çalışmaları tam da bu tür yaptırım süreçleri üzerinden yeniden düşünmek, iklim/çevre adaleti denilen ilkenin içeriğini doldurmada önemli bir yer tutabilir. Şirketler ve devletler açısından bir sermaye maliyeti olarak görülen toplum sağlığı ancak emperyalist kapitalist iş bölümü çerçevesinde yeni bir yapılanma, yeni yatırım hamleleri söz konusu olduğunda gündeme geliyor; STK raporlarından yeni yasal düzenlemelere, siyasi partilerin söylemlerinden ana akım basına kendine ancak ülkelerin sermaye birikim modellerindeki değişikliklerle ilişkisi oranında yer bulabiliyor. Kömür-hava kirliliği ilişkisindeki bu durumu en son koronavirüs salgını-evden çalışma ilişkisinde de görebiliriz.

Antikapitalist olmayan bir politik ekoloji yaklaşımı, antiemperyalist tutum kılıfıyla bu verileri ve raporları mücadelesinde bir propaganda aracına dönüştürmeyip kuşku ve düşmanlıkla yaklaştığında şovenist ve milliyetçi bir çizgiye savrulmaktan kurtulamaz. İklim/çevre adaleti hareketleri tam da bu nedenle taleplerini enternasyonal bir yaklaşımla net ilkeler çerçevesinde belirlemeli.

Sermayenin, üretici güçlerini “sürdürme” ve üretim araçlarını geliştirme süreci yalnızca daha verimli (kârlı) üretime odaklanmaz. Örneğin üretici güçlerden biri olarak doğadan elde ettiği enerjiyi, doğanın kendini yenilemesine, sürdürmesine, uğradığı hasarı en azından kısa vadede telafi etmesine imkan verecek bir tarzda elde etmek için enerji dönüşümünü de bu gelişimin bir parçası olarak planlıyor. Tek amacı kârını garanti etmek olan sermayeyi buna iten bir sebep elbette doğanın uğradığı hasarın neden olduğu sermaye maliyetlerindeki artışın önüne geçmek.

Ancak sermaye sadece kısa vadeyi görür, onun için uzun vade yoktur. Özündeki bu kısa vadeliğin sonuçlarını, üretici güçleri sürdürmek için attığı tüm adımlara rağmen tarımda verim kaybı, iklim felaketleriyle oluşan sermaye kıyımı, Covid-19 salgını gibi küresel tedarik zincirlerinin kesilmesine yol açan krizler, çevresel yıkımın neden olduğu toplumsal tepkilerin artık büyük isyanlara dönüşme eğiliminin belirmesi, başta Afrika ve Güney Asya olmak üzere milyonlarca insanın göç yollarına düşmesi ve ucuz emek bölgelerindeki çevresel maliyetlerin artık kârlılığı daha çok tehdit etmesi gibi daha bir dizi etkende görürüz. O’Connor’ın ikinci çelişki tezi belki de geç de olsa yeniden hatırlatıyor, kapitalizm kendi mezar kazıcılarını üretmenin yanında maddi zeminini de oyuyor.

İşte hava kirliliği milyonlarca işçi ve ezilen insanın yaşamına mâl olurken buna neden olan sistemin kökenine dair bir sorgulama ve geçmişe yönelik bir hesap sormaya girişmeksizin yalnızca enerji kaynağının dönüşümüne odaklanmak düzen için çevreciliğin konusu olup iklim/çevre adaleti tartışmalarında bu haliyle yer almamalıdır. Kapitalizmin kriziyle isyandaki işçi-işsiz proletaryaya doğru giderek daha fazla itilen eski-yeni biçimleriyle küçük burjuva katmanların rızasını almada da kullanışlı olan yeşil yatırım/iyileşme/dönüşüm programlarının bir parçası olarak ortaya çıkan bu bilimsel raporlara ve çalışmalara da izole değil bütünlüklü bir stratejinin içinden yaklaşılmalı.

Mücadelenin öznesi olan ezilenleri bu raporlarla buluşturmak, onların enternasyonal mücadele bağlarını kurmak, yerelcilikten kurtulmuş antikapitalist yönünü ön plana çıkarmak mücadeleye taze kan olarak gençliği kazanma adına tüm yerellerdeki politik ekolojistlerin görevi olmayı sürdürüyor. Türkiye’nin kömürlü termik santrallerini kapattırmak için verilen mücadele, böylelikle diğer fosil yakıtlardan, iklim krizinden, Türkiye’nin AB ve diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerinden, yerelin politik ekonomisinden ayrı ele alınamaz. Raporlardaki bu politik hattın eksikliğini ancak pratik mücadele içinde stratejik hedefleri olan örgütlenmeler yaratarak kapatabiliriz.

[1] Her 3 kategoride de en kirletici santraller listesinde yer alan Türkiye’deki kömürlü santraller, kuruluş yılları ve elektrik üretim kapasiteleri şu şekilde: Soma B (1981 – 990 MW), Kangal (1989 – 457 MW), Seyitömer (1973 – 600 MW), Afşin Elbistan (1984 – 1355 MW), Tunçbilek (1966 – 365 MW), Çayırhan (1987 – 620 MW), İÇDAŞ Bekirli (2011 – 1200 MW), Kemerköy (1993 – 630 MW), Yeniköy (1986 – 420 MW), ZETES III (2016 – 1400 MW)




Önceki Haber
10 yaşındaki Muhammet'ten Malabadi Köprüsü'nün Kürtçe ve Türkçe hikayesi
Sonraki Haber
Saadet Partisi'nde çatlak: Asiltürk, Karamollaoğlu'na karşı hareket başlattı