Ana SayfaYazarlarHasan KılıçKürede siyasa yeniden kurulurken

Kürede siyasa yeniden kurulurken

Hasan Kılıç


Siyaset ile siyasal olan arasındaki kategorik farkı incelerken öncelik-sonralık ilişkisi kadar çerçeve-etkinlik ilişkisi de kurulabilir. Siyasal olan öncelik ve çerçeve kategorilerinde değerlendirilirken siyaset sonralık ve etkinlik üzerinden ele alınabilir.

Carl Schmitt’ten hareket edersek, siyasal olan egemenin dost-düşman ayrımını belirlemesi ve karar vasfını kendisine ait hale getirerek belirleyen özne olarak konumlandırması ile ortaya çıkar. Siyasal olanın önceliği ve dost-düşman ayrımını belirginleştirme kudretini öznesinde toplaması, siyaset yapmaya dair çerçeveyi netleştirir.

Siyasi tarih açısından ele alırsak, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası “hür dünya” ile “komünizm” arasında kurulan dual denge kurgusal bir zeminde inşa edilerek siyasal olanın çerçevesi belirlenmişti. Bir etkinlik olarak siyasetin çerçevesi 1945’ten 1990’lara kadar bu çerçeve içerisinde gelişti. Sovyetler’in yıkılması ile liberal demokrasi/kapitalist merkez güçler açısından asr-ı saadet ilanı, vaveyleyla tarihin sonunu yapılan çağrı sadece tarihi donduran bir çağrıyı değil büyük çoğunluğa da hükümran olana boğun eğmeyi vaaz ediyordu.

Lakin tarihin çarkları 11 Eylül’de gerçekleştirilen İkiz Kule saldırılarıyla birlikte “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” kıyıcı etkisiyle çalışmaya başlayınca hükümran olanın önünde beliren siyasal uzam yeni bin yılın başında farklı bir güç mimarisini de matrisin içine dahil ediyordu.

Yapı-aktör diyalektiği çerçevesinde tarih yeniden kurgulanırken, siyasal olan Batılı güçler ve “özellikle İslami terör ve otokrat liderler” şeklinde kurulan dinamik aktörlerin karşılaşması, Afganistan ve Irak’ın işgali ile zorun oyunu bozduğu bir güzergahta gerçekleşti. Şiddet, siyasal olanın kurgusu içerisinde işlevsel hale getirilerek doktrinel bir içeriğe kavuştu. Dördüncü nesil savaş olarak doktrine edilen bu yeni ahval, en basit tanımıyla “esas hasım tarafların bir devlet olmayıp onun yerine şiddetli bir ideolojik ağ olduğu herhangi bir savaşı” içerir. Burada esas mesele, savaş ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, savaş alanı ile emniyetli bölgenin aralarındaki bulanık hatların olmasıdır.

İşte tam da bu noktada başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere tüm ülkeler siyasal olanın kurgusu içinde oyunu kurallarına göre oynamaya başladı ve hızlıca terörizme ve asimetrik savaşa yönelik “terörle mücadele” kanunları parlamentolardan geçirilerek behemehâl hayata geçirildi.

Kapitalizmin önceki aşamalarında olduğuna benzer şekilde, neoliberal dönemin çerçevesini oluşturduğu bu politik ekonomi momenti, kendi meşrebince bir sermaye birikim rejimini yürürlüğe koydu. “Terör” retoriğine yaslanan şiddet aracılığı ile iktisadi talan yeni sürümüyle kendini tahkim etmeye girişti. Fakat yine her sermaye birikim rejimi gibi, bu aşamadaki birikim rejimi de tıkanmaya ve kendini yeniden üretememeye kayıtlıydı.

Nitekim 2008 yılında ABD’de başlayan ekonomik tıkanma ve sonrasında genişlemeci para politikalarının devreye girmesi, neoliberal aşamanın ömrünü geçici olarak uzatsa da dünya halklarına otoriter-popülist liderlerle tahakküm etme seçeneğini ortaya çıkardı. Bu aşamanın en belirgin özelliği olan “bizatihi kriz” rejimi olma ama yine de kendini üretmeye mecbur kalma gerçekliği, yeniden üretimin kaderini, krizin sürekliliğinin yönetsel muhatabı olan otoriter-popülist liderlere teslim etti.

Otoriter-popülist liderler ve “krizi süreklileştiren” sermaye birikim rejimi neoliberalizmin bir süre daha hayatta kalmasını sağlasa da Covid-19 pandemisinden önce başlayan ve fakat pandemi ile birlikte daha fazla tartışılan nihai bir tıkanmanın eşiğine gelindi. Nitekim büyük sermaye-siyaset merkezleri dahi “Yeni Yeşil Düzen”, “Büyük Yeniden Başlatma” gibi tartışmalarla mevcut birikim rejiminin sürdürülemeyeceğini kabul etti.

Görünen o ki, ABD ve Batılı ülkeler “terör” söylemine sıkışmış ve otoriter politikalarla sermaye birikim rejiminin sürdürülemezliği konusunda hemfikirlik içerisindeler. Biden’ın seçildiği günden beri verdiği tüm mesajlar bir “yeni”ye işaret etse de mevcudun sürdürülemeyeceği gerçekliği ile her gün yeniden yüzleşiyor.

Bu kabul kendisi ile birlikte siyasal olanın yeniden kurulma isteğine işaret ediyor. Gerek G-7 toplantısı gerekse de NATO toplantısı yeni siyasallık momentinin şafağında olduğumuza ve sermaye birikim rejiminin revize edileceğine dair mesajlar içeriyor.

Yeni siyasal olanın çerçevesi “demokrasiler- otokrasiler” üzerinden çizileceğe benziyor. Çerçevenin içi “-mış” gibi yapan asgari demokratik düzenlemeler ve “sermayeyi frenlemeden çevrecilik” gibi ideolojik söylemlerle doldurulacak.

Siyasal olanın bu kurgusu hem siyasetin etkinliğini artıracak hem de değişimleri tetikleyen bir rol oynayacaktır. Bu açıdan siyaset, liberal demokrasilere ait değerlerin güncellenmiş hali üzerinden tekrar dolaşıma girmesi yüksek bir olasılık olarak beliriyor. Böylece, Batılı hegemonik güçler, etnik-dinsel kimliklere sıkışmamış ve salt tahakküm ile rıza alamayacakları durumlara takılı kalmadan, siyaseti yeniden kurmayı imkân dahiline alabilecektir.

Dolayısıyla “demokrasiler-otokrasiler” şeklinde tanımlanmış siyasal alan, maymuncuk anahtarı misali müdahale etme kapılarını farklı şekillerde yeniden açmayı, kimlik siyasetinin “norm/değer” siyasetine dönüşerek, şeditliğin üstünün bir şalla örtüleceği bir siyasanın kurgulandığı aşikâr.

Böylesi bir kurgu reel politik açıdan ABD ve Batılı hegemonik güçlerin Çin ve Rusya’yla, pandemi öncesi kavramların yerine ikame edilen yeni kavramlarla (asgari demokratikleşme kavramları, minimum hak ve özgürlükleri vd) yeni bir hegemonik mücadele etme araçlarını elde etmesine yarayabilir.

Kuşkusuz ki, hegemonik güçler arasında kurulmak istenen bu yeni siyasallık, her yeri olduğu gibi Türkiye siyasetini de doğrudan etkileyecektir. Gerek Cumhuriyetin kuruluşundan beri süregelen, küresel açıdan siyasal olanı okuyabilme olanağı, gerekse de Erdoğan’ın pragmatik siyaseti, yeni siyasallıkta konum alma ve güç devşirme potansiyeline işaret ediyor. Nitekim Biden-Erdoğan görüşmesine atfedilen “hayatiyet”, geçtiğimiz birkaç ayda Türkiye siyasetindeki bazı gelişmeler bu yönlü eğilimlere ve “yeni dünyada” alınacak konuma dair ipuçları veriyor elimize.

Nihayetinde siyasetin hesap edilemezliği ve gerçekliği, resmedilen gidişata mutlaklık atfetme şansını ortadan kaldırıyor. Fakat küresel güç mücadelelerin ve Türkiye siyasetine etkilerinin anlaşılması için gerekli belirtiler açısından önümüzdeki ilk üç ayın ve sonrasındaki üç ayın da kritik bir öneme haiz olduğunu hatırda tutarak, hem Erdoğan ve avanesinin, hem de Kürtlerin devlet dışı politik bir aktör olarak, küresel güç matrisinin yeniden oluştuğu “eski-yeni bir oyun”a dahil olmanın kaçınılmazlığı siyasi ezberleri ve eski düşünce kalıplarını yerinden sökeceğe benziyor. Yapı sökülürken, aktörlerin atacağı ilmekler yeni Siyasanın dokusunu da bozuma uğratacak.




Önceki Haber
Muğla'da iş cinayeti: 1 işçi öldü, 2 işçi yaralandı
Sonraki Haber
Mevcut en güncel haber.