Ana SayfaGüncelXwebun’dan Xwekujî’ye Urfa toplumu

Xwebun’dan Xwekujî’ye Urfa toplumu


Mehmet Nuri Özdemir


Nazik bir uyarı yaparak yazıya başlamak istiyorum: Bu yazıyı okuyan okurlardan bir mafya övgüsü çıkarılmamasını özellikle rica ediyorum; yazının asıl derdi toplumun gerçek sorunlarını görmezden gelen egemenlerin toplumsal meseleleri “kendisinden başka bir şeymiş gibi” görüp maniple etmesiyle nasıl telafisi mümkün olmayan travmalara yol açtıklarına dikkat çekmektir. Bu bağlamıyla yazı Sicilya ve Urfa toplumunun kaderi ile ilgili benzerlikler olduğuna dair bir iddianın izini sürecektir.

Sicilya ile başlayalım. Sicilya, Akdeniz’in en büyük adası olup 9 ilden oluşan ve yarı özerk bir şekilde yönetilen İtalya devletine bağlı bir bölgedir. “Yan gelip yatan, tembel, gerici, yobaz ”gibi etiketler Sicilya toplumuna yapıştırılması sıradan bir durum değildir. Dayanışma ruhu hala burada baskındır; kimse Türkiye’deki gibi dükkanların üzerine “adres sormayın” diye yazmaz, sorduğunuzda mutlaka cevap verilir. Ancak Sicilya’nın adı dayanışmadan çok mafya ile dünyaya yayılmıştır.

Sicilya aşiretleri İtalyan mafyası adıyla tüm dünyada faaliyet yürüten büyük bir suç organizasyonu olarak biliniyor. Ancak gerçeğin arka planı her zamanki gibi farklı. Kavramsal olarak mafya Sicilya çıkışlı olup Arapça’da “himaye ve barınma” gibi anlamlara gelir. Düz, çizgisel ve ilerlemeci tarih perspektifinden bakıldığında Aşiretler nasıl ki gerici bir form gibi görünüyorsa Mafya kavramına da günümüzün hakim anlam kümeleriyle bakıldığında kötülük üreten bir yapı olarak bilinir ve bu yargıdan kimse pek şüphe duymaz. Oysa Mafya kavramı İtalya’da ilk zamanlarda toplulukların devlet dışı birbirini koruması ve himaye etmesi anlamına geliyordu; daha da önemlisi mafya dayanışmasının İtalyan ulus devletinin merkezileşmesine karşı aşiret formlarının içerden örgütlediği bir tepki olarak gelişmesidir.

Aşiret oluşumları tüm dünyada ulus devlet formundan önce asırlar boyu süren defacto idari yapılardı; küçük topluluklar bu form ile kendi kendilerini yönetiyorlardı. Ancak modernite (Batı toplumlarının askeri, siyasi, iktisadi ve kültürel formlarındaki radikal değişime verilen ad) ile birlikte bu defacto yönetimlerin ulus devlet lehine itibarsızlaştırılması gerekiyordu. Çıplak şiddet ile başarıya ulaşamayan politikalar ancak toplum ahlaki olarak düşürülerek başarılabilirdi. Nitekim İtalyan aşiretlerinin başına gelen tam da buydu: aşiretlerin suça bulaştırılması.

Sicilya’da dayanışma ve savunma amacıyla bir araya gelen aşiretler Mussolini’nin faşizm dönemindeki temizlik operasyonu ile çok farklı bir karaktere büründü. Bu operasyonlarla direnişçi-dayanışmacı halk ruhu bastırılırken bunların içindeki birkaç ailenin önü bilinçli bir şekilde açıldı ve bu aileler bugün hala dünya mafyasının başını çektiği söyleniyor. Süreç içinde dayanışma ve himaye etme anlamına gelen

Mafya aşiretlerin suça bulaşmasıyla global suç organizasyonları haline getirildi; asıl anlamından ve misyonundan uzaklaştırıldı ve sapmaya uğradı. 1929 Dünya Ekonomik Krizi sonrası ABD’de etkinliğini arttıran Beş Büyük İtalyan Aile, 1970’lerden sonra uluslararası istihbarat ağları üzerinden küresel düzeyde
etki alanlarını genişletti.

Sicilya ve Urfa’nın Yazgısı Bir mi?

İtalya’daki aşiretlerin, toplumun barınma ve güvenlik rollerinden uzaklaşarak birer suç örgütlerine dönüş(türül)mesi bazı Kürt aşiretlerinin yazgısıyla benzerlikler göstermektedir. Osmanlıların 1800’lerin başından itibaren başlattıkları Batılılaşma hamlesi, Kürt mirliklerini ve büyük Kürt aşiretlerini dağıtmayı hedeflemişti. Kimi aşiretler isyan etti, kimisi modernitenin rüzgarına kapılıp dağıldı, kimisi ise devletle
uzlaşarak derin kötülüklerin hem ortağı hem de faili olmaya başladı. Urfa başta olmak üzere birçok ilde özellikle daha önceki aşiretlerden hem itibar ve güç ilişkileri bakımından daha zayıf pozisyonda olan bazı aşiretler egemenle birlikte hareket ederek kendilerine yeni yaşam alanları buldu. Devlet Urfa aşiretlerine
Sicilya’da olduğu gibi dış müdahalelerle istediği rengi veremeyince ilişkinin rengini değiştirdi. “Kırdırtma ve paramiliterleştirme” üzerine kurulu politikalarla Urfa toplumu xwebun’dan ‘xwekuji’ye doğru uzanan kör bir labirentte adeta boğduruldu.

Tarihin Geriye Gidişinin Adı: Ruha’dan Şanlıurfa’ya

Urfa, Neolitik dönemden kalma tarihi mekanların bulunduğu 12 bin yılık kültüre sahip bir kenttir. Kuran, İncil ve Eski Ahit’te geçen İbrahim peygamberin doğum yeri olarak üç musevi dinin kutsiyet atfettiği şehirlerden biridir. 11.500 yıllık tarih boyunca Akad, Sümer, Babil, Hurri-Mitanni, Asur, Pers, Makedon, Roma ve Bizans gibi uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Bir zamanlar edebi ve felsefî çalışmalarıyla bölgenin önemli bir merkezi olan kent, birkaç asır boyunca düşünce savaşlarının mücadele alanıydı.

Burada kurulan “Mantık Okulu-Edesa Okulu” kültürel sermayenin önemli parametrelerinden birisidir. Okul sadece bir teoloji ve felsefe okulu değil aynı zamanda bilimsel çalışmaların yapıldığı ve tıp eğitiminin de
verildiği bir okuldu. Arsito’nun bazı kitaplarının bu okulda (Nusaybin Mantık Okulunda da benzer çalışmalar yapılmıştır) Süryaniceye çevrildiğini ve buradan Batı’ya aktarıldığını söylemek çoğu kişiye inandırıcı gelmeyecektir.

Şehrin eski isimleri Ur, Urhoy, Urhei, Orhei, Orhayi, Ruhai, Ruhha, Ar-Ruha, Reha ve Edessa’dır. 1984 yılında Evren rejimi tarafından “Şanlı” ünvanı, 2016 yılında ise Şanlıurfa halkının Türk Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı TBMM tarafından İstiklal Madalyası verilmiştir. Fakat Urfa’nın kültürel
sermayesine ve tarihine rağmen özellikle cumhuriyetle birlikte kentin merkezinde ve ilçelerinde yaşanan iç katliamlar söz konusuyken sistem tarafından bu kadar övülmesi ve ödüllendirilmesi işin içinde bir tuhaflığın olduğunu gösteriyor. Bu tuhaflığa projeksiyonu tutmaya devam edelim.

Urfa’da Neler Oluyor?

Bölge genelinde bazen korucuların bazen de aşiretlerin eliyle Kürtler arası xwekuji- bırakuji’nin canlı tutulduğu bilinmektedir. Ancak son yıllarda özellikle Şenyaşar ve İzol ailelerinin, birinin “işkence” ile diğerinin “aile fertlerinin gözü önünde” katledilmeleri o ana kadarki katletme biçimlerini aşan bir karaktere sahiptir.

Üzerinde uzun süre tartışılması gereken bu katliamlar, kameralarla kaydedilen, bizleri şaşırtmayan bir şekilde sistemin kışkırttığı, olay anında seyirci kaldığı ve olay sonrası delillerin yok edilerek faillerin korunduğu sistematik ve politik cinayetlerdi. Bu coğrafyada ölümler, özellikle Kürtlerin iç savaşı sonucu oluşan ölümler sistemin temel arzusudur desek abartmamış olup aksine hakikate kapı aralamış oluruz.

Kışkırtarak, birbirine düşürerek, bir tarafı tutup her türlü imkan ve olanağı sunup diğer tarafı düşman ilan etme teknikleri Farslarla başlayıp Osmanlılarla ayyuka çıkmış ve cumhuriyet rejimleri ile kalıcı hale gelmiştir. Bu aynı zamanda demokratikleşmeyen ancak kapitalistleşen ve hızla tek bir etnik ve dini yapıya
indirgenen Cumhuriyet rejiminin temel çelişkilerinden birisidir. Doğrusu Kürdistan’ da yönetimsel olarak Cumhuriyet rejiminin izlerine rastlamak pek mümkün değildir. Şüphesiz Kürdistan toplumu hep özel rejimlerle (Şark Islahat Kanunu, Umumi müfettişlikler, Sıkıyönetim dönemleri, Ohal ve Kayyım rejimi)
yönetildi. Kürdistan’da Cumhuriyet rejiminin “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” mottosu sistematik bir biçimde mistifikasyona uğramıştır.

Cumhuriyet, tüm halkın rejimi olması gerekirken hakim ulus devletin keyfi bir formu haline geldi. Bu nedenle Urfa toplumu kahir ekseriyetle yurttaş olamamıştır, yurttaşlığa aracılık eden formlarla devletle ilişki sağlanmış; toplum, birey olma yerine kurtarıcı bekleyen bir yığın olarak kaderci, iktidarcı ve eril yönetimlerin insafına bırakılmıştır. Urfa toplumundaki bu durum Kürtlerin yaşadığı diğer merkezlerin hiçbirinde bu düzeyde değildir.

Bu yöntemler hiçbir zaman çözüm olmadı; çünkü asıl istenen sonuç çözümsüzlüktü. Dışardan Kaosu yönetmek, yasa koyucu olmak, her halükarda yine tercih edilen “otorite” olmak daha karlı bir işti. Onun için olmayan Cumhuriyetin yerine Urfa’da orantısız toprak ağalığı (yerel monarşi) beraberinde silahlanmayı, hukuksuzluğu, yasayı mutlaklaştıran ve yasa dışılığı besleyen temel formdur ve bu formun ürettiği eşitsizlik tüm mikropların anasıdır. Buradaki mülkiyet biçimi modern dönemle birlikte feodal ve ulusal değerlerin tasfiye edilmesine ve de bu değerlere mesafeli duruşa da neden olmuştur. Aşiret içi nüfus artmasına rağmen toprağın adil bir şekilde dağıtılmayıp yine belli bir ailenin tapusunda kalması,
hakim ailenin devletle derin ilişkiler kurarak yerel ve merkezi düzeylerde devlet ve parti bürokrasilerinde önemli konumlar kazanmasına, aşiret içindeki tabanın itaat etmesine ve aşiretin dışında kalan diğer muhalif Kürtlerle düşmanlığın derinleşmesine zemin oluşturdu. Urfa’ da bir çok kesim kendini belli bir aşirete, siyasi çizgiye, etnik yapıya dahil etse de reelde bu bağlantı ya seçimlerde kullanılan oy ile sınırlıdır ya da olası kütlesel şiddet gösterileri (Şenyaşar ve Yekbun İzol’un ailesinin katledilme olayları) esnasında bir şiddet aracı olarak kullanılma dışında başka bir karşılığı yoktur.

Urfa toplumu parçalanmıştır; keyfiyet hiçbir yerde olmadığı kadar burada hüküm sürmüştür. Çoklu tahakküm ilişkileri toplumun tüm hücrelerine sirayet etmiştir. İçerisi kaostur. Kaosa dışardan yapılan müdahelelerin büyük çoğunluğu onu derinleştirmekten öteye gidememiştir. Zamanında bir barış şehri, mantık ve felsefe şehri olan Urfa çok boyutlu iktidar ilişkileri ile boğdurulmuş, soluksuz bırakılmıştır. Bir yandan toprak reformu ile aşiretler birbirine düşürülmüş diğer taraftan Kürt Meselesi üzerinden Urfa toplumu parçalanmış, tarihine ve toplumuna yabancılaşmış ve birbirine düşman edilmiştir. Haliyle mevcut tablo ne pozitif hukukun ne de defacto işleyen Kürt toplumunun geleneksel hukukunun işlemediği, feodalitenin  ve kapitalizmin en sömürgen ve kemirgen biçimlerinin hakim olduğu, dini sömürünün ve etnik ayrımcılığın hiçbir ilke tanımadığı bir keyfiyete işaret etmektedir.

Neden?

Bir reçete sunarak işin içinden çıkılamaz. Urfa toplumunun neden bu durumda olduğuna dair geniş araştırmaların yapılması, konferans, panel ve çalıştay tarzı çalışmaların yanı sıra değişik metodlarla bu yabancılaşmanın ve kutuplaşmanın önünün alınması şarttır. Urfa’ya yönelik negatif mitoloji belki de Urfa’nın başına gelebilecek en büyük kötülüktür; “ıslah edilecek kitle” olarak görülmek, alaylı bir biçimde “sosyolojik vaka” olarak anılmak, üç büyük dinin bile düzeltemediği şehir ve toplum olarak dillendirilmek, gerici, yobaz ve aşiretçi olarak etiketlenmek bu negatif mitolojinin sadece bir kısmını oluşturmaktadır.

Urfa toplumu bölgedeki politik kültürden de pek nasibini alamadı. Politika, din, kadın, ekoloji, emek ve aile içi şiddet gibi daha bir çok konuda bölgedeki zihniyet değişikliği bir çok nedenden dolayı Urfa’da gerçekleşmedi. Bu değişimin gerçekleşmemesinin nedeni devlet ve yerel-mikro iktidar odaklarının etkisinin yanında Urfa’ya yönelik Kürt siyasetinin ve Kürt solunun önyargılarının ciddi bir etkisi olduğunu belirtmekte fayda var.

Türk Solunun İç Anadolu ve Karadeniz’e dair eksik ve yanılgılı yaklaşımları Kürt solunda Urfa, Bingöl ve Adıyaman gibi kentlerde yansımasını buldu. Yıllarca bu kentlerin ya suyuna gidildi ya da gerici, yobaz, dinci diye etiketlenerek işin içinden çıkıldı. Bazı demokratik kurumlarının iyi niyetli çalışmaları sayesinde belli bir mesafe alınmış olsa da bu çaba toplumdaki sömürüyü, tahakkümü ve eşitsizliği çözebilecek aşamadan çok uzaktır.

Sorunun kaynağı ya da tahlili doğru yapılmadığından pansumancı, parçalı çözümlerle ancak lokal mesafeler alınabilmekte ve Urfa toplumu özellikle son zamanlarda artan intiharlarla ödediği bedeller günden güne ağırlaşmaktadır.

Sonuç

Kürt barışını yapmanın en sade yollarından biri Kürtleri birbirine kırdırtmaktan vazgeçmek ve Kürt toplumunun politik ve kültürel kurumsallaşmalarına saygı göstermektir. Çağımızda toplulukların kendini koruma refleksi adil yasalar ve demokratik rejimlerle korunmazsa her türlü kötülüğe açık hale gelir. Sicilya ve Urfa toplumunun yaşadığı problemler bu gerçeğin görmezden gelinmesi ile ilgilidir. Hem Sicilya’da hem Urfa da ne adil yasalar ne de demokratik bir rejimi hükmü vardır. Burada aristokrat kesiminin rejim ile ilişkilenmesi ise sadece trajediden pay devşirmeye dayalı hasarlı ilişkilerdir.

Kadim Urfa kenti bir zamanlar “xwebun” kimliği ile değer görürken bugün “xwekuji” ile anılarak değersizleştirilmesi tarihin ileriye değil geriye gidişinin trajik bir örneğidir. Ama tarih her zaman ezilen toplumların eliyle kesintiye uğratılabilir. Urfa’nın yazgısı da kendi tarihine denk düşecek şekilde düzeltilebilir. Bu da öncelikle Urfa’yı anlamayı sonra da Urfa ile çoklu bir dayanışmayı gerektirmektedir.

Kente, dışarıdan yapılacak jakobenist müdahalelerle değil bizzat kendi öz dinamikleriyle yeniden toplum olma hakikatini yakalayabilir. Bu yazı bahsedilen hakikatin bir damlası olmaya.


(*) Xwebun: Kürt dilinde “kendi olmak” anlamında kullanılır.

(**) Xwekuji: Kürt dilinde “kendini ve kendine ait olanı öldürmek veya intihar etmek” anlamında kullanılır.
Bireysel intihar anlamının ötesinde Xwekuji Kürtlerin “ulusal intiharına” bir göndermeyi içermektedir. Bırakuji kavramı da benzer anlamları taşımaktadır. Kürt dilinde bırakuji erkek kardeşlerin birbirini katletmesi anlamındadır. Hem Kürt toplumunda hem de tüm toplumlarda katletme eylemleri erkeklerin
eliyle yapılmaktadır. Ancak Xwekuji erkek eliyle yapılmasına rağmen Kürt halkının tümünü derinden
etkilemektedir; bu anlamda kavram daha kuşatıcı olduğu için kullandım. Kürt akademisyen Hamit Bozarslan bir söyleşisinde “Xwekuji” kavramını ilk defa Güney Kürdistan’lı bir akademisyenden (ismini
belirtmedi) duyduğunu söylemişti.




Önceki Haber
Çin, burun spreyi şeklinde tasarlanan aşıda son aşamaya geldi
Sonraki Haber
Koruma bölgesinden kum çalınmasını engelleyen memura cumhurbaşkanına hakaretten dava açıldı