Ana SayfaManşetYaşamın Krizi

Yaşamın Krizi

Onur Hamzaoğlu


Yazımıza zorunlu bir not ile başlamak istiyoruz: “Bu ülkede halkların hep birlikte eşit, özgür ve barış içinde yaşayabilmesini engelleyen günümüz faşizmine yenilmememiz için her birimizin ve muhalif örgütlü bütün yapıların Deniz Poyraz ve ailesine, HDP’ye yönelik katliamı örgütlü bir biçimde kınamalı ve gereğini yapmalıdır. Aksi halde 1 Kasım 2015’dekinden daha da gecikmiş olacağız ve bu sefer “geri dönüşü” de çok daha zor ve uzun olacak.”

Toplumların sağlık, ekonomi, eğitim, hukuk, siyaset, kültür vb. tüm kurumları egemen üretim ilişkileri sonucu ortaya çıktığı için özünde toplumsal yapının ürünüdür. Üretim ilişkileri kurumları belirlerken, bu kurumlar da aynı zamanda hem birbirlerini hem de üretim ilişkilerini etkiler. Bu nedenle, toplumsal kurumlar iç bütünlüğe sahip olmasına karşın, tek bir kurum olarak amacına ulaşamaz, zorunlu olarak diğer kurumlarla işlevsel dayanışma içindedir. Her bir kurum, toplumun bir alt sistemi olmakla birlikte, kendi içinde alt sistemlere de sahiptir. Böyle olunca, belirli bir anda, belirli bir toplumda, belirli koşulları ya da belirli olguları anlayabilmek ve açıklayabilmek için, toplumsal işbölümünü; mülkiyet, üretim, bölüşüm ve tüketim ilişkilerini; ekonomik yapıyı, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi kurumların yapı ve ilişkileri ile siyasal yapıyı, geçirdikleri tarihsel değişimle birlikte değerlendirerek, bütün sorunların birlikte ele alınması gerekir.

Sağlık kavramının sınırlarının genişliği de bundan ötürü insanın toplumsal ilişkiler ağı içinde yer alması gerçeğine dayanıyor. İçeriği doğrudan insana yönelik etkinliklerden oluşan sağlık kurumu, kendisi bir alt sistem olduğu ve kendi içinde alt sistemlere sahip bulunduğu için toplumsal yapının ve toplumsal yaşantının içerisinde ele alınıp değerlendirilmesi gerekiyor. Yukarıda paylaşmaya çalıştığımız iki ana gerekçe nedeniyle pandemiyi, neden(ler)ini ve sonuçlarını ortaya koyabilmek için yalnızca biyolojik ve/veya ekolojik düzeyde değil içinde yaşadığımız toplum biçimi-patriyarkal kapitalizm ve onun yakın ve orta vadeli özelikleri ile birlikte ele almamız gerekiyor.

Pandeminin biyolojik ve ekolojik, son ve ara nedenlerinin de bir nedeni (temel neden) olabileceğini düşünüp araştırmak istiyorsak, kapitalizmin 1970’lerdeki yapısal krizinden sonra ABD hegemonyasında uygulamaya konan neoliberal politikalar kapsamında ekonomik, siyasal ve toplumsal alanda gerçekleştirilenleri ve sonuçlarını birlikte ele alarak, 1990’lı yıllardan günümüze kadarki dönemi değerlendirmemiz gerekiyor. Söz konusu dönemde sendikasızlaştırma, toplam kalite yönetimi, esnek çalışma ve benzeri pek çok düzenlemeyle sömürü oranını artırmak adına çalışma yaşamı düzenlemelerine tanık olduk. Onun dışında sağlık, eğitim, ulaşım, tarım, kentsel yaşam, enerji alanlarındaki “reformlar” aracılığı ile sömürü oranın artırılması ve bu alanların “toplumsal paylaşımın yeniden düzenlendiği” alanlar olmaktan çıkartılması ile bu alanların hemen hepsinin yeniden bir birikim alanına dönüştürülmesi konusundaki “yeni” uygulamalara tanıklık ettik. Ve yine bu dönemde sermaye sahiplerinin gereksinim duyduğu miktar ve zamanda, olabildiğince ucuz “değişmez sermaye” sağlayabilmek adına doğanın tahribatını ve talanını çok yoğun ve hızlı bir biçimde gerçekleştirildiğini hep beraber gördük, görüyoruz.

Yaklaşık 30-40 yıldaki, bütün bu gelişmeler beraberinde iklim, gıda, sağlık, eğitim, ulaşım, hayvansal ve bitkisel tarım, kentleşme, ulaşım, enerji vb. alanlarda neredeyse eş zamanlı olarak kriz(ler)in ortaya çıkmasına neden oldu. Bütün bunlar, ülkeler arasında ve ülkeler içinde sınıflar arasındaki eşitsizlikleri görülmemiş bir biçimde derinleştirdi, artışını sağladı. Yalnızca insanların değil, doğadaki tüm canlıların yaşam koşullarını kötüleştirdi, doğal özelliklerine uygun biçimde yaşayabilmeyi zorlaştırdı, hatta yer yer olanaksızlaştırıp, bazı canlı türlerinin yok oluşuna neden oldu. Sömürü oranını artırabilmek, işçi sınıfının örgütlenmesine engel olabilmek ve yabancılaştırabilmek adına gerçekleştirilen uygulamalar sonucunda üretim alanları insanın insanca üretim yapabileceği özelliklerini daha da kaybetti. Çalışma koşullarını kısa sürede ve şiddetli bir biçimde kötüleştirdi. Bu sürece, 2007 yılında merkez kapitalist ülkelerde görünür hale gelip dünyayı saran finansal kriz de eklendi.

İkiden fazla krizin birlikteliklerini çoklu kriz olarak tanımlayabilmek mümkündür. Buna karşın, tarihsel olarak yaşamın bütün alanlarında eş zamanlı olarak çoklu krizi belki de ilk defa yaşıyoruz. Onun için yaşadığımız bu krizin diğerleri gibi bir “çoklu kriz” olarak tespiti eksiklik içerir. Bu nedenle günümüzdeki çoklu kriz, mücadelede de katkı sunabilmesi amacıyla, başka bir adla tanımlanmayı gerektiriyor: YAŞAMIN KRİZİ.

Yaşamın Krizi, doğası gereği, tabii ki patriyarkal kapitalizmin bir krizidir. Ancak, öncekilerden farklı olarak yeryüzündeki bütün canlıların kendi doğallığında yaşamasını engelleyen; insanların insan, hayvanların hayvan, bitkilerin bitki, böceklerin böcek gibi yaşayamamasını ortaya çıkaran bir krizdir. Bunun için, nedeni olduğu COVID-19 pandemisi ve onun yol açtığı olumsuz sonuçları dünyanın hemen her yerinde ve hemen herkes için görünür hale gelen Yaşamın Krizi ile mücadele etmeden, pandemiyle mücadelede başarılı olunamayacağını ve “yeni”lerinin ortaya çıkmasının engellenemeyeceğini bilerek tutum almalıyız.




Önceki Haber
Deniz Poyraz'ın öldürülmesi ve HDP'ye açılan kapatma davası Uykusuz'un kapağında
Sonraki Haber
Suriye Peker'in El Nusra iddiasını doğruladı: BM'ye delilleriyle birlikte iletmiştik