Ana SayfaYazarlarBahadır AltanDüşmanımız mülteciler değil!

Düşmanımız mülteciler değil!


Bahadır Altan


Ekranlarda en fazla tartışılan konu, mülteciler sorunu. Yorumcular, göçlere neden olan savaşları konuşmak yerine, savaşların sonucu göçenleri konuşmakta ortaklaşıyorlar…

İktidar, sığınmacıları ülkede tutmanın bedeli olarak AB’den gelecek milyar Euro’lar penceresinden bakıyor meseleye. Suriyeli çetecilerden devşirip Libya’da kullandığı birlikler gibi, Afganistan’dan gelenlerin içinden SADAT ve benzeri oluşumlara örgütlü militan devşirdiğini tahmin etmek de zor olmasa gerek. Muhalefet cenahında ise değişen bir söz yok. Sınırlardan girişlere engel olunmadığına dair hamaset sürüyor. CHP, iktidarın bu çıkmazını milliyetçi oyları devşirme hesabıyla “Hudut Namustur” diyerek kullanıyor. İktidarın da bu “namusu” muhalefete kaptırmaya hiç niyeti yok!

Namusu hep bacak aralarında arayanlar, dudaklarının arasından çıkanlarla insanlık onurunu kirlettiklerinin farkına bile varmıyor. Oysa “namus” dedikleri hudutlar, muhalefetin de desteğiyle asker ve ağır silahlarla dışarıya doğru geçilerek kirletildi çoktan. Bizlerin payına ise kıyılarımıza vuran Suriyeli bebek cenazeleri ve Kabil’den kalkan uçaklardan yere çakılan insanlığın utancı kaldı…

Bu yoğun propagandanın etkisindeki insanımız da ne acıdır ki öfkesini, savaşları hazırlayıp çıkaranlara değil, mültecilere yönlendiriyor. Bakınız muhalif olduğu iddiasında paylaşımlar yapan tweetlerden aldığım aşağıdaki fotoğrafın üzerinde “Tehlikenin farkında mısınız?” yazıyor!

Bu 8 çocuğu ve kendi canlarını IŞİD’den kurtarmayı bir şekilde başaran fotoğraftaki iki kadın ve bir erkeğin yerle bir olan evleri, hangilerinin ana babasının, kardeşlerinin göç yollarında öldüğü, kaçının tecavüze uğradığı ve daha birçok şey hiç akla gelmiyor. “Bedavadan benim fırınıma, ekmeğime, yoluma, suyuma, huzuruma ortak oluyorlar!” diyerek, buna izin veren iktidara da tepki gösteriyor! (Biraz da birden fazla eşe izin vermesi muhtemel AKP anlayışını kastederek) “Vatanları için savaşmadıkları” için suçluyorlar onları! Ne yaman çelişkidir ki, mültecilerin dönüp ülkeleri için savaşmalarını isteyenler, Suriye’de IŞİD’e karşı savaşanları da “Terörist” ilan ediyor!

Buram buram ırkçılık kokan düşmanlıklar ekranlardan, sosyal medyadan sokağa akıp, yer yer eyleme dönüşüyor. Saldırıya uğrayanlar, yaşamını yitirenler var. İçerde de köylerini terk etmek zorunda kalıp batıya göçen, başta Kürtler olmak üzere herkes bu vandallıktan nasibini alıyor. Gerilimin giderek artacağını, düşmanlığın devlet himayesinde yükseleceğini söylemek kehanet olmaz. Çünkü Erdoğan’ın 7 Haziran 2015’ten beri iktidarını temellendirmek için kullandığı en kullanışlı araçtır savaş. Bu nedenle Suriye’deki iç savaşa can simidi gibi sarılmıştır. En azından iktidara karşı olanların öfkesinin, göçlerin asıl nedeni olan ve devlet olarak “katkımızı esirgemediğimiz” Suriye’deki bu iç savaşa yönelmesi gerekmez mi? İç karışıklıkların başında Suriye’de cihatçı çeteleri destekleyen, silah gönderen bizim devletimiz değil midir? Bu insanları yurdundan eden savaşta kendisinin payı varken mültecileri düşman ilan etmek nasıl bir aymazlıktır.

Mültecileri yaratan savaşlar…

Buz dağının altını görmek, sorunu üreten bataklıktan söz etmek gerekiyor. Göçlerin bir tek nedeni var: İç Savaşlar. Savaşı çıkaranlar da belli. Kapitalizmin her daim krizler üreteceği, krizlerin de savaşları doğuracağı açık. Yani bu dünya düzeni sürdükçe, Asya ve Ortadoğu’nun Avrupa’ya uzanan köprüsü olarak Anadolu’nun her zaman savaşların yol açtığı göçlere ve sığınmacı dramlarına tanık olacağı bir gerçek. Dahası bu topraklar üzerindeki devlet, savaşlardan beslenen, komşusundaki yangına körükle giden, içerde ötekileştirme ve kutuplaşmadan medet uman, insan haklarını ve özgürlükleri hiçe sayan bir “tek adam” tarafından yönetiliyor. Bu nedenle bütün kaynaklarını silahlanmaya ayırıp doğayı talan ediyor. Dibe vuran ekonomiyi, işsizliği, yoksulluğu halktan saklamak için yeniden ve yeniden gerginlikler, düşmanlıklar yaratıyor. En temel insan hakkı olan barıştan söz edenleri “terörist”, “terör destekçisi” ilan edip, düzmece iddialarla 19 yıldır inşa ettiği zindanlara dolduruyor.

Savaşların zemini diktatörlükler…

Türkiye’deki tek adam yönetimi, şu anda göç aldığımız ülkelerin iç savaş ve yabancı müdahaleler öncesi halleriyle ne kadar beziyor hiç düşündünüz mü? En yakınımızdaki Saddam’ın Irak’ı, Esad’ın Suriye’si ülkelerindeki halkları yok sayan, kültürleri inançları mezhepleri tekleştirmeye çalışan, kendileri saraylarda yaşarken en küçük demokratik tepkileri güçle bastıran, hatta kimyasal gazlarla insanlarını katleden diktatörlüklerdi. Afganistan’da insanları uçakların iniş takımlarına sarılarak ülkelerinden kaçmaya iten nedir? Eşitliğin, adaletin özgürlüğün olduğu hiçbir ülkeden göç alınmıyor. Ama bizim gençlerimiz bilim insanlarımız göçe başladı bile!

Ülkemizden göç etmek zorunda kalmak istemiyorsak eşitlik ve adalet için, özgürlük ve demokrasi için, barış için mücadele etmemiz gerekiyor. Bunu da en yakınımızdan hatta kendimizden başlayarak yapmalıyız. Bunun ilk adımı mültecilere karşı takınılan tavırdır. Marvin Gaye’nin söylediği gibi “Barışı ve sevgiyi kendi içinde bulamıyorsan başka hiçbir yerde bulamazsın!” Öfkesini savaş çığırtkanı egemenler yerine yurdundan, evinden göçe zorlanan sınıf kardeşlerine yöneltmek ,yangına benzin döküp sönmesini beklemekten farksız. Hepimiz bir gün kendimizi başka diyarlara göç ederken bulabiliriz, hepimiz bir gün mülteci olabiliriz…

Ömürlerini barışın egemen olduğu bir dünya için verenlere, zindanlarda bu mücadeleyi sürdürenlere güvercinler gönderiyoruz.

1 Eylül Dünya Barış Günü kutlu olsun.




Önceki Haber
Çocukların gözünden barış: 'Anlamıyorum bu büyükler neden savaşıyor'
Sonraki Haber
1 Eylül mitingine valilik engeli: Ankara Gar Meydanı’nda bir araya gelme çağrısı