Türkiye ekonomisinde resmi verilere göre 850 milyar dolar kadar hasıla (milli gelir, milli kaynak) yaratılıyor, hiç şüphesiz bu kaynağı sanayici ve sanayici olmayan sermaye sınıfımız, bir miktar çiftçimiz, çok küçük sayıda kendi üretip kendi satan zanaatçımız, esnafımız, mütahitimiz vs. sahipleniyor ama asıl yaratıcısı emekçi sınıflar. Ücretler bu hasıladan o da aşağı yukarı yüzde 25 kadardır, ödeniyor. Büyük kısmı mal veya hizmet satın alırken ödense de yüzde 18’lere ulaşan vergilerin kaynağı da bu hasıla. Bankaların faiz gelirlerinin veya kârlarının kaynağı da. Nihayet sanayicilerimizin temel geliri olan kârlar da bu hasıladan elde ediliyor.
AKP yöneticileri milli gelirin seviyesi ve artmakta olması ile övünüp duruyorlar. Bir miktar arttığı doğrudur. Fakat hesaplama biçimi hatalı olan istatistiklere AKP’nin talimatla müdahalesi ile çok ciddi çarpıtmalarını katarsak rakamların sahtelik derecesinin yüksek olduğunu, iç tutarlılığı sağlanmış istatistik hesaplara göre gerçek rakamın 810 ila 825 milyar dolar civarında olduğunu söyleyebilirim.
Milli gelir bahsinde en önemli şey, hükümetin, düzen politikacılarının burjuva iktisatçılarının ve burjuva basının ısrarla üzerinde durmasının aksine, hasılanın miktar veya artış hızından çok ihtiyaçların karşılanıp karşılanmadığı meselesidir.
Sermaye birikiminin, devletin ve toplumun ihtiyaçları…
İlan edilen 850 milyarlık milli gelir rakamını doğruymuş gibi kabul edelim ve ihtiyaçlar meselesini biraz detaylı olarak inceleyelim.
Sermaye birikiminin ihtiyaçları
Malum, kapitalist ekonominin varlığını koruması ve genişlemesi sermaye biriktirmesine bağlı. Bu birikimin temeli de sömürü. Sömürü oranının yüksek olması yetmez, sömürü hacminin de iri hatta şişmanca olması gerekir ki mevcut üretici güç korunmuş olsun. Sömürü sadece sermaye biriktirmek için gerekli olsaydı, ekonomi sermaye sınıfı için cennetin yedinci katı olurdu.
Halbuki iç pazarı, iç ve harici düşmanlardan biraz sert ve şiddet sever de olsa koruyup kollayan devasa devlet aygıtının beslenip, yağlanması için de sömürü ve sermaye birikimi gerekiyor. Ve hasılanın yüzde 27’sini yutan bütçenin büyük kısmı devletin asalak ve bir defada tüketilen masraflarına tahsis ediliyor.
Devleti ayakta tutmakla da iş bitmiyor. Uluslararası düzeyde cereyan eden aksi gibi “doğrusal” değil de “eşitsiz ve bileşik” ilerleyen rekabete uymak hatta rakipleri alt etmek için de besili, gerdanı boynu yerinde, kasları güçlü halde olmak gerekir ki bu da sömürü ile elde edilen hasıla ile halledilebilecek bir iş.
Tablo hala eksik. Devlet ve hükümet ne kadar baskıcı otoriter hatta faşist olsa bile iç pazar dediğimiz etrafı tel ve mayınla çevrili alanda yaşayan yani siyasi olarak vatan dediğimiz alanda ikamet eden üstelik çıkarları farklı ahalinin en azından büyük kısmının ekonominin işleyiş tarzına, büyük önderlere devletin varlığına, sınıfların kaçınılmaz olduğuna ikna edilmesi de elzem, sistem sürüp gitsin diye. Bu da içinde sağlık hizmetleri, emeklilik ödemeleri, eğitim ulaştırma vs. gibi sosyal hizmetlerin, hiç de az olmayan bir kaynakla sunulması gibi ek bir yüke katlanmak demektir.
Türkiye ekonomisi maalesef bu yükleri sömürü yoluyla elde edilen hasıla ile karşılamakta yetersiz kalır. Hayır sömürü oranı hiç de az değil. Tersine az gelişmiş ülkelerin çoğunda olduğu gibi çok yüksek. Mesela devletin resmi rakamlarından daha güvenilir 500 büyük sanayi firması verilerine göre 2021 yılında sömürü haddi yüzde 480’e yükselmiş. 2022 istatistikleri henüz yayınlanmadı ama sömürü haddinin bir miktar daha artmış olduğunu varsayabilirim. 2023’te aşırı enflasyonun uyardığı yüksek talep ve seçim ekonomisi canlılığı nedeniyle, üstelik enflasyonun ücretleri eritmesi avantajını da kullanarak sermayedarlarımızın sömürü haddini artıracaklarını öngörüyorum.
Fakat bu yüksek sömürü haddine rağmen sermaye birikimi, sanayi faaliyetlerinin genişlemesi, yeni üretim kapasitelerinin yaratılması, ek istihdam yapılması için önceki yıllarda olduğu gibi yetersiz kalacak. Sömürü, sermaye birikimi için olmazsa olmaz bir koşuldur ama makine yatırımları büyük ölçüde artmaksızın, yani sermayenin organik bileşimi yükselmeden verimlilik de hasıla da bir noktaya kadar artabilir. Bu nedenle ek kaynak gerekli hale gelir.
Sanayi sermayesi, meseleyi 2023’de de borçlanma ile halletmeye yönelmek zorundadır. 2021 yılında sanayi şirketleri, toplam varlıklarının sadece yüzde 30’unu kendileri üretmişti. Geriye kalan yüzde 70’i borçlanma ile temin edilmişti. Daha kötüsü 2021 yılında sanayi şirketlerinin geliri yani artı-değeri o yıl ödenecek borçlarını karşılamaya yetmiyordu.
Ama enflasyonun zaten yetersiz olan işletme sermayelerini eritip tüketmesi nedeniyle kısa vade dediğimiz bir yıl içinde süreli borçlanmaları artacaktır.
Devletin ihtiyaçları
85 milyonu yerli 10 milyona yakını göçmen bir nüfusun kontrol altında tutulması için bir kısmı asalak 3 milyonluk bürokrasinin beslenmesini 850 milyar dolarlık bir ekonomi rahatlıkla karşılayabilir. Ama dünyanın en büyükleri arasındaki ordusunun sürekli artan ve asker maaşları dışında ekonomiye geri dönmeyen malzeme ve donatım masraflarının karşılanması ağır bir yük. Üstelik devasa ordu sürekli savaştığı için harcamaları kontrolsüz biçimde büyüyor.
Sağlık ve eğitim işlerinin örgütlenmesinin masrafları ile 15 milyona doğru yol alan son yıllarda erken yaşta ölmemek için çaba gösterip, böylece çalışmadan uzun yıllar “devlet kasasından” aylık almayı marifet sayan emeklinin aylıkları da ne kadar düşük olursa olsun devletin sırtına yapışmış ama atılması imkansız bir kambur!
Şu işe bakın ki nüfus da yerinde saymıyor. 850 milyarı tam denkleştirilmişken ek nüfus yeni bir kambur yaratarak işleri çetrefilleştiriyor. Türkiye’de her yıl ortalama 1 milyon kişi mevcut nüfusa ek olarak sağlık hizmeti, eğitim, iş, konut, vs. talep ediyor.
Tekelci haline güvenip, devlet ve hükümetten teşvik, kayrılma, ucuz kredi talep eden büyük sermaye sınıfının bütçeyi kemirmesi bir başka dert! Yalnız bu da değil. “Siyasi bağlarım var” hatta “finanse ediyorum” diye hükümete yapışmış, çoğu verimsiz, faaliyetten çekilse ekonomi için daha hayırlı olacak müteahhit, küçük sanayici ve esnaf irilerinin de yasa kural hakkaniyetli ihale tanımadan beslenip semirtilmesi de bütçenin AKP dönemindeki işlevlerinden biri haline geldi.
Sonra bizzat devlete çöreklenmiş AKP yönetici zümresinin ihtiyaçları da artık devlet için ek ve büyük bir masraf kapısı. Bu zümrenin Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleriyle yenilgiye uğramasıyla bütçenin bir miktar rahatlayacağını umuyoruz.
AKP iktidarı 2003’te seçim yatırımı için aşırı borçlanarak, yetmezse Merkez Bankası’na kağıt para bastırarak ihtiyaçları geçici de olsa karşılamaya yönelmiş durumda. Umalım ki AKP geriye ödenemeyecek bir borç yığını bıraksa da siyası alanı terk edip, partiler mezarlığına gömülsün.
Hemen belirtelim zaten aşırı yüksek enflasyonun temel nedeni de AKP’nin devleti aşırı borçlandırması ve Merkez Bankası’na karşılıksız para bastırması.
Toplumun ihtiyaçları
Seçimler nedeniyle AKP iktidarının dolaşıma daha fazla para sokması aşırı yüksek enflasyon koşullarında emekçiler için ferahlık yaratmaz. Olsa olsa bir parmak bal tatma işlevi görür. Asıl faydası enflasyonun yaratacağı yüksek talep nedeniyle, borçlar, işletme sermayesi yetersizliği ve yüksek girdi maliyetleri nedeniyle kapanma tehlikesine maruz kalan binlerce işletmenin geçici olarak iflasının ertelenmesi. Bu sayede istihdam da belli ölçüde korunmuş olacaktır. Ama seçimlerden muhtemelen bir yıl sonra bu işletmeler birikmiş sorunlarını sahici biçimde çözme sorunu ile karşı karşıya kalacaklar, muhtemelen binlerce işçiyi kapı dışarı etmeye yöneleceklerdir.
O halde 2023’te işsizlikte yığınsal bir artış beklememeliyiz. Fakat aşırı yüksek enflasyonun erittiği ücretlerin satın alma gücünü telafi etmek en önemli mesele olarak kalacaktır. Sendika bürokrasisi harekete geçmese de tabanda “eşel-mobil” yani her ay enflasyon kadar ücret artışı talebini canlandırmak gerekir.
Önceki dönemlerde ücretiyle edinebildiği “ücret mallarını” geliri düştüğü için temin edemeyip mutlak yoksulluğa düşen milyonlarca emekçinin sürüklendiği mutlak yoksullaşma, eğilimi seçimlerden sonra ülkenin en önemli meselelerinden biri olarak kalacaktır. Bu kesimin taleplerini de şimdiden canlandırmak, hatta ücret mücadelesi ile birleştiren politikaları önermek ve uygulamak gerekebilir.
Erhan Bilgin kimdir?
1986 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Lisans sonrası tahsilini de bu fakültede sürdürdü. Çalışma hayatının büyük kısmında iktisatçı olarak işçi sendikaları ile kamu kurum ve işletmelerinde görev aldı. Cumhuriyet gazetesi, Radikal2, sendika.org, bianet.org ve birçok dijital haber sitesi ile bazı politik dergilere iktisadi sorunlara dair makaleler yazdı. 2015’de “İktisatçıların İktisadı” isimli (h2o Yayınları) kitabı yayımlanmıştır.