Arif Altan
Büyük uğursuzluklar çeker, acayip tasarılar cezbeder, zararlı idealler baş döndürür, tehlikeli hırslar büyüler. Uğursuza, deliye, acımasıza, tehlikeliye kapılırız. İçimizde iz bırakan kötüyü özleriz, varlık olarak bağışlanamayacak olana çekiliriz. Suçlunun, kötülükten gelen gücü önünde eğiliriz. İhtirasları, kavuran arzularımızla; istemi, zayıflıklarımızla uyuşur baştan çıkarıcının. Kanmak kadar kanamak da acıtmaz, öfkelendirmez; nefret ettiğimiz suçlu değildir, başarısızlığı, yarım kalmış girişimi, suçta sonuna dek gidemeyişidir. Günahkârdan tiksiniriz, her an günahkârlıktan tövbekarlığa geçmeye yatkın görünmeye yeltendiği için. Her zaman bir ahlaksız olarak kalmayı bilene taparız. Bize ilgi çekici gelir, hiç de bir ahlaksız gibi görünmez. Hakaretler yağdırdığımızda bile, pervasıza, caniye içten içe hayranlık duyduğumuz muhakkak. Doğru, katile öfkeli olduğumuz anlar yok değil, ama bu hunharlığına değil, olur da içindeki kana susamışlık diner diye. İyiyi kötünün, doğruyu yanlışın, masumu zalimin, cesuru riyakârın önünde rezil etmek şanımızdan eksiltmez, bunlar keyif artırıcı günlük olağan işlerimizden.
Haysiyetimizle uyuşur, hassasiyetimizle buluşur, tabiatımızla bağdaşır; yıkıcı her eylem, karakterimizin tamamlayıcısı, benliğimizin onarıcısı. Bedelini kanımızla ödemek zorunda kaldığımız her saplantı, diriltici iksirimiz. Mezarlıklar şevkimizi kıramaz, eskiyen ve soğuyan kandır ancak, bizim için can sıkıcı bir manzara sunacak olan. Kesik damardan sızan taze kan, beyni ele geçiren ısırıcı rayihalar çekiciliğinde. Belirsizlikten arınmış belirgin bir kavrayış soğukluğumuzu artırır, sisli ve bulanık olan her şey duyularımızı tahrik eder. Korkutmayana inanmayız, yalanla yolu kesişmeyene katlanmayız, incitmeyeceğinden emin olduğumuza saygı duymayız. Renksiz ve kokusuzdur, olduğu gibi görünen. Düz ve basittir, mübalağaya kaçmayan. Sarsıp çökerten, sarıp çürüten bize iyi gelendir. Şeffaf ve kesin olan her şey, bunaltır. Heyecan, karışıklıktan doğar; kanımızı coşturmadıktan sonra, eh, bir zahmet canımızı da alıversin şuracıkta doğruluktan hiç şaşmayan.
Anlaşılmaz olana, okunabilir bir yürek sunmak farz. Zararımıza işleyen esrarlı fikirlinin etrafında, ona tutkun ve açık görüşlü bir yüzle dönmek şart. Bizim için ilginç olan kaskatı ve duygusuz bir beşer, incelenmeye ve merhametimize layık kişi de çekincesiz zehirler içiren. Hiçbir şey haksızlığımızı artıran söz kadar bize gönül okşayıcı gelmez. Bizi yetkinliğin doruğuna çıkaracak olan hileli bir dokunuştur, göksel bir inanışa yükseltecek olan da en kötünün çıkarına yontan şuh dilli bir dengesiz yaslanış. Saf bir bakış bizi alçaltır, diplere çeker, benliğimizi lekeler, potansiyelimizi zedeler. Ruhumuzu yatıştıracak, zihnimizi bir düzene sokacak daha iyi bir müzik düşünülemez; ermişin, peygamberin, tanrının kelimelerinden soluyan, eğilip onların nefesiyle kulağımıza fısıldayan, oradan yüreğimizin derinliklerine işleyen hırsızın eşsiz sesidir. Hiç bir şey bu titreyen ses kadar baştan çıkarıcı olamaz, doğanın hiçbir ezgisi bizi çırçıplak ortada bırakacak bu tabiat şaheserinin belagati kadar ikna edici yankılar bırakamaz.
Kurumuş otların ortasındaki taptaze çiçekmiş gibi çevresinde dolanırız bizi mahvedecek olanın. Paramparça olmanın tadı bir başka. Bizi sırtımızdan vuracak olana sırtımızı yaslamak, eline de bir hançer tutuşturmak, gerilmiş sinirlerimizi yatıştırır, kaçmış huzurumuzu geri getirir. En uğursuzun çıkarına olduktan sonra herkesin mutsuzluğu bize zevkten öte bir şey aşılamaz. Çünkü tüm yüreklerden sürgün edilesi bir beşeriyet, ama talihin lütufları içine doğmuş olması muhtemel bir insaniyettir gözümüzde canlanan. Aramıza mantık ya da koşulların engel olarak dikeceği tüm bentlerancak ona olan tutkunluğumuzu artırır, sönmeye yüz tutmuş ölü coşkunluklarımızı uyandırır. Neyi ihlal etmiş, neyi küçümsemiş, neyi ayaklar altına almış, hiçbir önemi yok; en düşmüş varlık, bu en soğuk yürek, talihin yalnızca felaketlerini getirecek olan bu en boğucu lanet bizim için bir bahar esini, serin bir haziran esintisi.
Külden hafif gururumuz itiraf etmeye mani. Sahte şaşkınlığımız alacakaranlık çağlar dâhil tüm zamanlar boyunca hiç olmadığı kadar sahici. Vahşetin hiçbir biçimi hayal gücümüzün sınırlarından taşacak yeterlilikte değil. Kapsamış, kapsanmışız her bir ayrıntıdan. Tiranda görünürde reddettiğimiz her şey, çok önceden kabul görüp zihnimize bağdaş kurmuş gönül okşayıcı işaret ve renklerden. Caniye patolojik takıntımız oradan. Susarız, anlaşılsın istemeyiz ama düşlerimizle, düşüncelerimizle, kollarımızla sarmak istediğimiz yanımızdaki küçük hırsız, soyguncu, istismarcı ve zorbadan, kaşları çatık istilacıya açtığımız yolun dolambaçsız olduğunu unutmuş görünmek doğuştan gelen becerimiz. Barbarlarımız özlemimiz, yıkıcılarımız neşemiz, canlılığımız, azalmayan yaşam sevincimiz. Kasvetli pek itici erdemler yaşam enerjimizden, cazibemizden götürür. Herhangi bir sapkını kabul etmeksizin yaşayamayız, tıpkı inandığımız tanrı meselesinde olduğu gibi kendimizde onun kanıtlarını bulmadan nefes alamayacağımız gibi.
Bu dünyadaki hiçbir şeyin hazlarımızı zayıf düşürmeye, zaaflarımızın üstüne çıkmaya gücünün yetmeyeceğine inanır, tutkularımızın esiri haline geldiğimiz noktada ise kendimizi unutup yaklaşan her canlının kölesi haline geldiğimizi biliriz. Sonuçta bize her zaman için daha fazlası gerek, daha kötü, daha azimli ve daha gaddar olanı, onların vakitsiz inen ve derine işleyen daha tahripkâr darbeleri. Başka türlüsü varlığımıza hakaret, karakterimizden götüren ağır zayiat. O yüzden alçalmış hissetmeden ve gururumuzdan eksiltmeden güvenle bakabilme cüretimiz her zamankinden yüksek. Çünkü iyi biliriz, doğruluk yolunda tek bir yara almayacağız, cömertlik yüzünden bir kez olsun eziyet görmeyeceğiz, yüksek erdemlerden dolayı kesinlikle can çekişmeyeceğiz, ışık ve tutarlılık uğuruna eriyen ve acı çeken aydınlanmış ruhlar olarak asla bu dünyadan göçüp gitmeyeceğiz.