Tüm atıklar tehlikelidir; tehlikeli ve tehlikesiz diye ayırmak fazla iyi niyetli olmaktır. Tüm doğa ve bileşenleri için tehlike arz etmektedir. Tehlikesiz dediklerimiz sucul yaşamı, suları, mikro organizmaları ve daha nicelerinin sonunu hazırlamaktadır. İnsan algısı üzerinden bakmak insan ölçüleri ile değerlendirmek yanlış olur. Atıklar ölümcüldür sadece öldürme süreleri farklıdır ve konu tüm canlılardır. Bu canlılara su, hava ve toprak da dâhildir.
Kapitalist sistem aşırı kar için endüstriyel üretime başlayınca “her arz kendi talebini yaratır” iktisat ilkesi ile sömürüye başladı. Sınırlı ihtiyaçlar bir süre sonra sistemin üretimi için sorun olmaya başladı. Bu sömürü çarkı için iktisat diye bir bilim buldular ve bu bilimin ortaya çıkış nedeni olarak da; sonsuz ihtiyaçların sınırlı kaynaklarla karşılanmasıdır dediler. Kapitalizm tarihsel olarak her kriz-buhran yaşadığında -ki şimdilerde de derin bir kriz yaşamaktadır- Sömürüde sınır tanımadan her şeyi metalaştırdı. Üretim artınca aynı şekilde tüketiminde artması gerekiyordu. Bunu sağlamanın yolu da ’’her arz kendi talebini yaratır’ ’oldu.
Aşırı üretimin, tüketimi içinde pazarlama diye bir dal buldular. Pazarlama teknikleri olarak basın, tv, yayın, reklam, tanıtım vb. kanallar kullanıldı. Pazarlama ve tüketimin önünde engel olarak toplumsal yapı görüldü. Toplumsal yapının, tüketim toplumuna dönüşmesi için yeni bir şeye ihtiyaç vardı: Çekirdek aile. Tüm örgüsünü bunun üstüne kurdu. Çünkü az nüfuslu aile, daha fazla beton, daha fazla araç, daha fazla mobilya vs. gibi daha fazla tüketim olacaktı. Toplumsal vicdan ve toplumsal ahlak bu noktadan itibaren saldırılara maruz kaldı yok edilmeye çalışıldı.
Her şey bir ihtiyaçmış gibi dayatıldı. Herkesin birden fazla şeye ihtiyacı varmış da haberi yokmuş gibi ve kapitalizmin modernitesi bizleri içine alıp çılgın birer tüketici noktasına taşıdı. Küresel düzeyde bir sömürü-ticaret yapısına ulaşan sistem, Dünyanın en uzak noktasını sömürürken tüketim ürünlerini de nakletti.
Çılgınlık düzeyine ulaşan tüketim beraberinde ciddi boyutlarda atık oluşturdu. Atıklar sadece kâğıt, cam ve plastik değildi. Nükleer, kimyasal ve tıbbi atıklar da vardı. Duyarlı sivil toplum, atıklar için bir politikanın olması gerektiğini söylese, baskı yapsa da bir sonuç alamadı. Yeşil yüzlü sistemin sivil toplum ayakları, güya atıkların toplanması ve dönüştürülmesi için çalışmalara başlayarak toplumsal muhalefeti susturmaya çalıştı.
Samimiyet ve iyi niyetten yoksun sistem ve uzantısı yeşil yüzlü yapılar birçok geri dönüşüm yalanı-dolanı ortaya attı. En bildik olanı ise, mavi kapak toplayarak ortopedik engelliler için akülü sandalye verilen, “mavi kapak kampanyası” oldu. Kampanya, hepimizin iyi niyetinin sömürüsü üzerine kuruldu. Bunu da oluşmuş sivil toplum ahlakını, iyi niyetini ve zayıflığını kullanarak yaptı. Meğerse Türkiye’nin de imzacı olduğu uluslararası sözleşme gereği pet şişelerin geri toplanması gerekiyordu, kapağının gelmesi pet şişenin gelmesi anlamına geliyordu. Bu kampanya sermayenin yeşil yüzlü ayakları olan dernekler ve ilgili bakanlıkla beraber yürütüldü. Toplama maliyeti akülü sandalyeden daha fazla olduğu için böyle bir yol bulmuşlardı. Bizlerde iyi niyetlerimizle arkalarından giderek bireysel katkı sunduk, atıklarımızı azaltma ve toplamaya başladık.
Özellikle Avrupa yakamadığı ya da yakmadan kaynaklı yaşam haklarını yok sayan bu yöntemlere karşı büyüyen sivil toplum örgütlerinin baskısından dolayı atıkları başka ülkelere satma adı altında gönderdiler. Tabi AB fonları ile bu ülke sanayicisini fonladılar. Türkiye kendi atığını bile toplayamayan bir ülke olarak atık ihracatında ilk sıralara girdi. Doğru bir atık politikası olmayan bu ülkede sermaye için her şey mubahtı!
Tüm yasa ve yönetmelikleri delen sermaye grubu, tüm ülkede geri dönüşüm adı altında atık almaya başladı. Yaptırım, ceza denetimden yoksun fütursuzca işleyen bu alışveriş, alınan atıkları nehir, dere, su akiferlerinde depolanıp, dönüştürüldüğü söyleniyordu. Bir kısmı da hiçbir altyapısı-teknolojisi olmadan yakmaya başladı. Hava, su ve toprak onlar için kirletilebilecek bir metaydı.
Çoğunca bizler az tüketirsek doğa bu kadar kirlenmez noktasına getirildik. Bu kadar insan bu kadar tüketim fazla diye düşündük. Algılarımızı bu noktaya taşıyarak, sömürü sistemini masum, bizleri suçlu göstermeye, hedef şaşırtmaya çalıştılar. Oysaki tüm mesele karın artırılması için tüketimin tetiklendirilmesidir. Biz tüm iyi niyet ve saflığımızla tüketimi azaltarak sorunun önünde durmaya-çözmeye çalışmaktayız. Bu sonsuz kar için sonsuz sömürü düzeni-sistemi ortadan kalkmadıkça sorunu çözmekten uzaklaşıp, havanda su dövmeye devam edeceğiz.
Gelinen noktada bu dönüştürülebilen atıklar buzdağının görünen yüzü, peki nükleer, kimyasal ve tıbbi atıklarda durum ne? Avrupa dönüşebilen atıklardaki yöntemi dönüştürülemeyen, güvenli olarak depolanması gerekenleri de başka ülkelere göndererek kendi ülkelerini kurtardıklarını düşündüler. Büyü ya da öl ticari anlayışı yaşatmaya devam ederek, çözümden uzak tutumlara devam ediyor. Ama aynı hava, su ve toprak üzerinde yaşıyoruz unutuyorlar. En önemli soru Avrupa’dan dönüştürülemeyen atıklar ülkeye geliyor mu? Geliyorsa nerede nasıl saklanıyor?