Emeğin pratik dünyasından antikapitalist yansımalar-3

Emeğin pratik dünyasından antikapitalist yansımalar-3

Sedat Şenoğlu

Bir önceki yazımızı, peş peşe sorduğumuz “Bizi emeğin pratik dünyasının derin hakikatiyle buluşturacak teori ve pratik birliğinin evrensel nabzı nerelerde atıyor?”, “Çağın kapısını açmaya zorlayanlar kim?” sorularıyla bitirmiştik. Kuruluşundan bugüne on yılı geride bırakan Halkların Demokratik Kongresi’nin(HDK), bu soruların şüphesiz çoğul olan yanıtlarından biri olarak izi sürülmeye değer bir deneyim olduğuna inanıyoruz. Çağın kapısını “Yeni Yaşam’a” açmaya zorlayan bu paradigma, tarihsel-teorik temelleriyle, sahiplendiği mücadele miraslarıyla, inşa etmek istediği toplumsallıkla: Nerelerden geliyor? Neleri biriktiriyor? Nereye yürüyor? Emeğin pratik dünyasından tutulan mercek altında, HDK’nin izlerine daha yakından bakmaya çalışalım.

***

“Yeni Yaşam” kavramının gücü , HDK’yi var eden değerler, amaçlar ve hedefler bütünün en kapsayıcı ve en derin içeriğini temsil etmesinden, simgelemesinden gelir. HDK’ye stratejik doğrultusunu kazandıran ve şekillendiren kurucu “felsefi” temeldir çünkü o.

Bu felsefenin özü, insan toplumsallığının, aynı anlama gelmek üzere toplumsal insanın var oluşuna kaynaklık eden, onu tarihin bilinçli bir öznesi olma gücü kazandıran emeğin pratik dünyasına ait kültürel evrimin en temel ontolojik niteliklerine dayanması, sahiplenmesi ve savunmasıdır. Bunlar; emek dayanışması, paylaşım ortaklaşması ve bunlardan köklenen insani/toplumsal duyusal-sevisel ilişkiler ve bağlılık biçimleridir.

İnsanlaşma, doğada yaşayan belirli bir türe ait canlı bireyler arasında ilk ortaya  çıkmaya başladığı en ilksel koşullardan bugüne, emeğin pratik dünyasından doğan bu niteliklerin gelişimi, çeşitlenmesi ve  zenginleşmesi ölçüsünde inşa edilen toplumsallıkların ürünü olmuştur. İnsanlaşma, tam da bu niteliklerden dolayı, yani insanı parçası olduğu organik doğanın dayattığı kısıtlarından giderek “özgürleştiren” tarihsel-eylemsel/pratik bir süreç ve sürekliliktir. Toplumsallık/toplumsallaşma, insanileşmenin tarihsel gerçekleşme zemini ve olanağı; sürekliliğin sağlandığı ve korunduğu temel yapı ağları ve bağlar bütünlüğüdür. Bu anlamda da, insanlaşmanın, toplumsallık gücüyle ve aracılığıyla, parçası olduğu doğanın yaşamına yeni bir nitelik/”yeni bir yaşam” niteliği katması demek olduğunu;  toplumsallaşma-özgürleşme-yeni bir yaşam arasındaki koparılamaz ontolojik bağ ve karşılıklı ilişkinin böyle şekillendiği ve süreklilik taşıdığını söyleyebiliriz.

***

Burada ayrıntısına girme olanağımız olamayacak ama, tarihin diyalektik materyalist yöntemle aydınlatılmış çözümlenmesinden bilmekteyiz ki, gelişiminin belirli bir aşamasından sonra, insan toplumsallıklarında, yani emeğin pratik dünyasının gelişimi zemininde biriken içsel çelişkilerin karakteri, toplumsal bütünün ekonomik varlığına ve ortaklaşmacı yaşam kültürüne karşı yıkıcı güçler açığa çıkarmaya başladı. Toplumsal yapıda tahakkümcü, hiyerarşik, iktidarcı güç ilişkileri ve kurumlaşmaları oluştu ve bu zeminde toplumsal sınıflaşma gelişti. Devlet de, bu güçlerin egemenlik ve sömürü aygıtı olarak, bu toplumsal maddi zeminden doğan, onu yansıtan ama aynı zamanda ona yabancılaşmanın da bir yansıması ve ürünü olarak örgütlendi ve tarih sahnesine çıktı.

Bu dönüşümden itibaren sınıflı ve devletli toplum egemenliği altında geçen her tarihsel-çağsal dönem, bir öncekinin üzerine, kendi sömürücü özel mülkiyet düzeni karakterine uygun yıkıcı  ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel mirasını inşa etti. Kapitalizm, emeğin pratik dünyası üzerinde kurulmuş bu sömürü düzenlerinin en sonuncusu ve toplumsallığın kökenlerine en yabancı, en karşı ve  en yok edici saldırganlığın dünyasal/küresel egemenlik kazanmış biçimi olarak, şimdi varlığını devam ettirendir.

İşte, HDK nezdinde “Yeni Yaşam” sahipleniciliği, savunuculuğu ve kuruculuğunda temsil edilen  misyon, bu tahakkümcü, iktidarcı, sınıflı ve devletli sistem egemenliğinin tüm gelişim süreci içinde ve onlara karşı emeğin pratik dünyasının özgürleşmesi için mücadele eden, direnen, isyan eden devrimci ve demokratik geleneklerinin mirasçısıdır. Bu miraslarla taşınan süreklilik,  sömürülen, ezilen, ötekileştirilen, aşağılanan, yok sayılan, baskı altında tutulan sınıflardan kadınlara, halklardan uluslara, dinlerden inanç ve kültürlere…kadar adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüten toplumsal öznelerin örgütlü gücüdür. Toplumsal insanlık değerleri, eğer bu kapitalist düzen altında bile yaşamaya/yaşatılmaya devam edebiliyorsa, bu, her çağın genel ve her yerelin özel koşullarının etkisi altında biçimlenen toplumsal farklılıkların özgün  bileşimler kazandırdığı direniş güçlerinin toplam eseridir. Toplumsallık ve insanlık, her zaman,  ezilenlerin  gelecek umutlarının ve “yeni yaşam” özlemlerinin örgütlü pratikle gerçeğe dönüştürülmüş, inşa edilmiş hakikati olmuştur. Mitolojide, dinde, felsefede, bilimde, sanatta, politikada…kendi yolunu açan, izini kalıcılaştıran, zamanı kuran bu hakikat gücü olmasaydı, adına tarih denen şey; ne ruhsuz, ne akılsız, ne anlamdan ve değerden yoksun bir çoraklık zamanı olarak kalırdı! Emeğin pratik dünyasına ait insanlığın direnişleri, isyanları ve devrimci büyük atılımlarıdır ki, bugün de bizi, pratik temelleri ve teorik zeminleriyle bir “toplumsal insanlık tarihi” gerçeği, sürekliliği ve birikimiyle buluşturmaya devam ediyor. Demek ki “Yeni Yaşam”, her zaman direniyor, mevzilerini kuruyor ve ilerliyor. Zamanın, egemen sömürücülere ve zorbalara, zalimlere verdiği tarih dersi budur.

21. Yüzyıl’ın küresel emperyalist dünyasında da zaman, bu “tarih dersi”ne tanıklık ederek akmaya devam ediyor. Neden başka türlü olsun ki? Kapitalist dünya, tüm tarihsel sürecinin en kapsamlı ve derin yapısal kriz süreci içinden geçiyor ve onun “eski dünya”sının sonuna işaret eden çöküş dinamikleri çoklu boyutlarda ve iç içe geçen biçimleriyle hareket halinde, durdurulamıyorlar. Kapitalizm için “yeni bir dünya”, olmayacak artık. Sistemsel tıkanış ve çözümsüzlük halinin yarattığı içsel çelişkiler, krizin karakteri gereği, küresel egemenlik güçlerini ve bu zincire bağlı her iktidar halkasını, olabilecek en yıkıcı toplum dışı, doğa karşıtı, halk ve demokrasi düşmanı acımasız politikaların peşine takıyor. Krizi yönetebilmek, başka bir ifadeyle “çözüm” diye çözümsüzlüklerini, savaş, göç, açlık, yoksulluk, işşizlik, ırkçılık, dincilik, cinsiyetçilik gibi bin bir belalarını insanlığa dayatmak dışında bir seçenekleri yok. Hepsi bir yana, Covid-19 pandemisi, kapitalizmin ne “yeni”ye ne “yaşam”a açık olmayan kapalı dünyasıyla, insanlık  ve gelecek için aşılması gereken bir düzen olduğunu en çarpıcı boyutlarıyla ortaya çıkardı.

***

Peki, ezilen insanlık güçleri bu çağrıya yanıt olmaya ne kadar hazır? Küresel sistem krizinin yarattığı kaostan emeğin pratik dünyası adına, sömürülenler ve ezilenler adına çıkış yolları açacak toplumsal güçlerin hareket hali ne durumda, gelişim ne yönde? Bu soru ve sorunun gerçekçi yanıtının, bize, olanla olması gereken arasındaki tarihsel gerilimden insanlık adına devrimci çözüm aklı, yöntemi ve iradesi geliştirme ve uygulama yeteneği kazandırması bakımından önemlidir. Ezilen insanlık güçleri bakımından hali hazırda sürmekte olan genel durumu karakterize etmesi nedeniyle “olan” şeyin ikili karakterini tespit etmek gerekiyor öncelikle. 20. yüzyılın sonu itibariyle “olan” şey, yani, sosyalizm deneyimlerin dünya-tarihsel yenilgiye uğrayarak, sosyalizm ve devrimler mücadelesinin bir döneminin kapanmış olmasıdır. Dünya sosyalizm ve devrim güçlerinin ideolojik ve örgütsel kriz içinde dağılma, parçalanma ve etkisizleşme evresine girmesidir. Sosyalizm ve devrim fikrinin dünya ezilenleri arasında derinlikli biçimde hegemonya kaybına uğramasıdır.

21. Yüzyıl’a taşınan sosyalizm ve devrim mücadelelerini de “olması gereken”in arayış ve çabaları olarak ele alabiliriz. Küresel kapitalist sistem, sınıflar savaşımının mevcut tarihsel koşulları içinde çok büyük avantajlar elde etmiştir ama, yapısal özellikleri nedeniyle tabi ki krizlerle ilerleyen gelişim dinamiğe de ortadan kalkmamıştır. Daha da önemlisi, bu dinamikler kapitalizmin tarihsel sınırlarına doğru ilerleyişi hızlandıran gelişmelere yol açmış, sistemsel çözülüş ve çöküş belirtileri yeni kriz konjonktürü zemininde genel bir karakter kazanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla, sistemin kriziyle devrim ve sosyalizm güçlerinin krizi aynı zamansallık içinde yaşanan, içi içe geçen, etkileşen bir paralellik konumu kazanmıştır. Kaosun bu denli yıkıcı, yaygın ve derin biçimler alarak yoğunlaşmaya devam etmesi, bu özgün tarihsel durumla dolaysız biçimde bağlantılıdır. En nihayetinde tarihsel denklem şöyle şekillenmiştir: Ya, küresel kapitalizm kendisiyle birlikte dünya üzerindeki yaşamın ekosistem dengesini (doğayla insan toplumları arasındaki sürdürülebilir uyumu) radikal biçimde ve geri dönüşsüz yıkacak ve ortadan kaldıracak, ya da ezilen insanlık güçleri bu sona gidişi durduran ve anti kapitalist temelde yeniden kurucu toplumsal ilişkilerin hegemonyasını inşa ederek, insani ve özgür bir geleceğin yollarını döşeyecek. Ara yollar ve çözümler dönemi kapanmıştır. Eski dünyaya karşı yeni dünyanın ve yeni yaşamın başka seçeneği yoktur.

***

“Yeni Yaşam” felsefesinin, Türkiye-Kürdistan topraklarında cisimleşmiş toplumsal ve siyasal mücadele deneyimleri ve birikimlerine dayanarak( ve tabii ki ezilen insanlığın dünya-tarihsel mücadele mirasını içselleştirerek) ortaklaştırılan bir program, model ve işleyiş paradigması olarak HDK, işte tam da ezilenlerin “olması gereken”ine hizmet etmek amacıyla var edildi. Tarihsel olarak bu, sosyalizm, devrim ve demokrasi güçlerinin “ideolojik ve örgütsel krizi”nin çözümüne toplumsal örgütlenme temelinde katkı sunacak bir misyona odaklanmak, sistem güçleri karşısında halkların ve ezilenlerin karşı hegemonyasının kurulmasına zemin ve olanak yaratacak birleşik toplumsal mevziler inşa etmek demekti.  Dolayısıyla, gelişiminin bir aşamasında dile getirildiği gibi, “şimdi HDK zamanı” içinde olmak, HDK’nin kuruluşuyla birlikte başlayan ve zamanın her “şimdi”sinde sürmesi gereken bir “yeni yaşam” inşacılığından başka bir şey değildir. Adaletin, eşitliğin, demokrasinin ve özgürlüğün, bir çözüm gücü, yöntemi ve ilişkisi olarak, toplumun tam içinde, ezilenlerin gündelik hayatının her anına yansıyan sorunların çözümü ve ihtiyaçların karşılanması temelinde katılımcı ve kolektif üretkenliğe dayandırılması demektir. “Yeni Yaşam” inşası, halkların ve ezilenlerin bu temellere dayalı dayanışmacı, direnişçi ilişkileri geliştirerek kendi öz deneyimleriyle ilerledikleri, özörgütlülüklerinde birleştikleri, özsavunmalarını geliştirdikleri gündelik yaşam deneyimlerinin dışında bir şey değildir. Bu aynı zamanda, sistem dışı karşı toplumsal hegemonya gücü haline gelebilmenin örgütsel ön koşullarından biridir.

***

Ancak, özeleştirel zeminde de kabul edilmelidir ki, HDK fikriyatıyla güncelleşen bu çözüm yolunda alınan mesafeyle-şimdiye kadar yarattıklarını ve başardıklarının da hakkını vererek- “olması gereken” arasındaki fark çok ciddi boyutlardadır. O halde buradan çıkarılabilecek temel sonuçlardan biri, HDK’lilik kimliğini yapılandıran aidiyet özdeşliğinin, bizatihi bu pradigmanın kurucu yapıları olan politik devrimci ve demokratik özneler tarafından yeterince kazanılamadığı ya da zamanla erozyona uğradığıdır. Bu ideolojik/zihniyet sorununu,  kendini pratik olarak, yukarıda sözünü ettiğimiz örnekler nezdinde, HDK’ye öncülük edenlerin, halkların ve ezilenlerin düzene karşı kendini toplumsal olarak ortaya koyuş ve yeniye yöneliş enerjilerinin gerisinde kalan bir örgütlenme anlayışına sıkışıp kalmasıyla açığa vurmaktadır. HDK’nin alamet-i farikası olan, aşağıdan yukarıya komün, meclis gibi toplumsal yapı ve hareketlere dayalı örgütlenme ve kongre tarzı birlik inşasının zorlu ama kalıcı ve sağlam sonuçlar yaratan yolunu yürümekteki bu zihniyet uyuşukluğu engeli, yenilgiye uğratılmak ve aşılmak zorundadır.

Çağın kapısının ardında uzanan geleceğin “Yeni Yaşam” çağrısının pratik karşılığı, şimdi böyle verilmelidir.