Abdulmelik Ş. Bekir
AKP-MHP iktidarı uzun bir süredir askıya aldığı diplomasiye geri dönüş sinyalleri veriyor. İttifakın kuruluş yılları aynı zamanda dış politikada astığım astık kestiğim kestik sürecinin de başlangıcıydı. Neo Osmanlıcılık strateji üzerinde yükselen iktidar aynı zamanda stratejinin iflasıyla yıkılış sürecine de giriyor. Son yedi yılda kime düşman demişlerse hepsine karşı taviz vererek yeniden eski günlere dönmek istiyorlar. Esad rejimi, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ile diplomatik ziyaretler, Ermenistan ile ilişki kurma girişimi, AB ve ABD’ye karşı giderek artan dozda alttan alan söylemle adeta bir diplomasi fırtınası esiyor.
Bir hayal uğruna yıkılan köprüler büyük tavizlerle yeniden kurulmaya çalışılıyor. İşlerin ve ilişkilerin eski günlere dönmesi tartışmalı. Ancak AKP-MHP iktidarının uzun süredir birçok çevre tarafından ifade edilen, “kara bitti” gerçekliğini anladığı görülüyor. İsrail ile ilişkilerin tamir edilmesi bir yıl önce başlayan geri vitese takma stratejisinin son halkası oluyor. Mavi Marmara olayından itibaren gergin olan iki ülke Mayıs 2018’de büyükelçilerini karşılıklı olan geri çağırmış ve şimdiye kadar ilişkiler daha alt misyonlar üzerinde yürütülüyor.
Köprülerin ilk atıldığı ülke olması itibarıyla İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un 9 Martta Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı ziyareti bu yönüyle önemli.
Bu süre zarfında iki ülke açısında Ortadoğu ve dünya siyasetinde önemli değişimler yaşandı. Yeni dengeler kuruldu. Türkiye hem komşuları hem de dünya çapında yalnızlaşırken, İsrail sorunlu olduğu birçok ülkeyle ilişkileri normalleştirirken, komşularıyla stratejik ilişki ve ortaklıklar kurdu. Dolayısıyla bu ziyaret üst düzeyde gerçekleştirilmesinde elbette iki tarafında önümüzdeki döneme ilişkin ihtiyaçları etkili ancak kolaylaştırıcı faktörü Türkiye’nin “eli mahkum” politikasıdır. Herzog 9 Martta eli oldukça güçlü bir şekilde iki dosya ile elinde sıfır koz bulunan Erdoğan’ın karşısına oturacak.
İsrail’in önceliği uzun yıllardır hiç şaşmadığı stratejisine uygun olacaktır. Filistin dosyasını mümkünse bir daha açılmamak üzere kapatmak değilse unutturarak sönümlendirmek. Son yıllarda bu konuda elde ettiği kazanımları kalıcı hale getirerek meşrulaştırmak. Kazanımlar derken de sabık ABD Başkanı Donald Trump döneminde başlatılan Yüzyılın Anlaşması ve bu kapsamda atılan adımlardır. En önemlileri Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi ve Golan Tepeleri’nin İsrail toprağı sayılmasıdır. Külhanbeylik döneminde bu adımlara en sert tepkiyi Erdoğan ve yönetimindeki Türkiye göstermişti. Nitekim büyükelçilerin karşılıklı olarak çekilmesi de bundan dolayıydı.
Yüzyıl Anlaşması kapsamında İsrail başta BAE olmak üzere bazı Arap ülkeleriyle yeni ilişkiler geliştirdi, anlaşmalar imzaladı. ABD’nin önceki yönetiminin garantörlüğünde yürütülen anlaşmanın iki önemli amacı vardı. Birincisi, İsrail’in güvenliğinin kalıcı olarak sağlanması ve bunun için Arap ülkeleriyle normalleşmenin sağlanmasıdır. İran ve Türkiye’nin Suriye, Irak, Yemen ve Libya’daki emperyal hevesleri de Arap ülkelerini ABD’nin güvenlik şemsiyesini satın alma karşılığında İsrail ile ilişkileri geliştirmede bir sopa olarak kullanıldığını da ayrıca kaydetmekte fayda var.
İkincisi ise, mimarlığını ABD eski Orta Doğu ve Suriye Özel Temsilcisi Jame Jaffrey’in yaptığı Rusya ve İran’ın Orta Doğu’da artan nüfuzuna karşı ABD’nin geleneksel müttefikleri olan İsrail, Körfez ülkeleri ve Türkiye’yi bir araya getirmekti. Jaffrey’nin ömrü yetmedi ancak o dönem denklemin bir yerinde Kürtler de olduğundan uzak duran AKP-MHP iktidarı en nihayetinde İsrail’le ilişkileri geliştirmeyi tercih ederek ve Herzog’u davet ederek bu yola girmiş oldu. Bu anlamda ziyaretin ilk sonucu Yüzyıl Anlaşması’nı Filistin’e ihanet olarak değerlendiren Erdoğan ve iktidarı anlaşmanın açığa çıkardığı ve yukarıda sıraladığımız sonuçlarına sessiz sedasız göz yumması oluyor. Aynı zamanda Türk siyasal İslamcılığının Filistin davasına sonu gelmeyen yeni sarsıcı bir darbesi indirmesi oluyor. BAE’yi iki yıl önce İsrail ile ilişkileri normalleştirmesini Filistin’e ihanet olarak değerlendiren Erdoğan’ın Herzog ile Ankara’da yapacağı görüşmenin tarihinin BAE’ye hafta sonu gerçekleştirdiği ziyareti sırasında belirlenmesi ise siyasetin manidar bir cilvesi. Siyasete büyük laf etmemek gerektiğinin vesikası gibi.
Herzog’un dosyasındaki ikinci konu ise kuşkusuz İran meselesi olacaktır. Arap halk ayaklanmalarını kullanarak Irak, Yemen ve Suriye’ye yerleşen, Lübnan ve Filistin’i konsolide eden İran’ın nüfuzunun artması İsrail için her zamankinden daha büyük bir tehlike arz ediyor. Giderek çevrelendiğini düşünüyor. Özellikle ABD’nin Ortadoğu’dan askeri olarak çıkma söylemi ve takip eden pratik adımları İsrail’i yeni arayışlara yöneltiyor. Türkiye ile ilişkileri güncelleyerek Azerbaycan’a kadar uzanan hat üzerinden batı ve kuzeyden İran’ı baskılayacak karşı bir hat geliştirmek istiyor. Böylece İran nasıl Lübnan’ı kendisine karşı bir ileri karakol olarak kullanıyorsa o da Azerbaycan’ı İran’ın Lübnan’ına çevirmek istiyor. Siyasi ve iktisadı krizde olan, dış politikada tecrit hali yaşayan Erdoğan’ın eli mahkum hali İsrail’in istediklerini koparması için oldukça elverişli bir zemin sunuyor.
Türkiye’nin dosyasında ise aslında eskiden sahip olduğu ancak yedi yıllık külhanbeylik siyaseti sonucunda yetirdiğinin bir kısmını almak var. O da Doğu Akdeniz mevzusu. Hani “Mavi Vatan”ı biteviye dolaşan Yavuz, Ertuğrul, Orhan ve Osman bey araştırma gemilerinin sürekli ekranlarda, manşetlerde olduğu, dillere pelesenk olan ve birden hiçbirinden haber alınamayan mevcut sondaj gemileri araştırma yaparken İsrail fırsatı değerlendirerek Mısır, Yunanistan, İtalya, Kıbrıs ve dahi Ürdün ile Doğu Akdeniz Dogalgaz Forumu’nu oluşturdu. Böylece deniz yetki alanlarının belirlenmesinde belirleyici bir adım atılmıştı. Böylece Doğu Akdeniz’de “Mavi Vatan”nın elleri ayakları bağlanmıştı.
İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesiyle Türkiye elini rahatlatmayı ve mümkünse kendi eliyle oluşturduğu bu çıkmazdan bir çıkış yolu aramayı deneyecektir. Nitekim Doğu Akdeniz Doğalgaz Formu’nun bir ayağı olarak tasarlanan EastMed Boru Hattı’nın yapımında geçtiğimiz haftalarda ABD desteğini geri çekmişti. Bu adımı ABD’nin eski müttefiklerini konsolide etme stratejisinin bir ön jesti olarak görmek de mümkün. Peki bir çıkar yol olur mu? Türkiye’nin kaybettiğinin bir kısmını geri alması hususunu bunun için vurguladık. Artık eskisi gibi olmayacağı kesin. Herzog Türkiye’ye gelmeden önce önce Atina, ardından Kıbrıs’ı ziyaret edecek. Ziyaretlerin anlamı iki ülkeye çıkarlarının hilafına bir politika geliştirmeyecekleri mesajını vermektir.
Erdoğan’ın İsrail’le ilişkileri geliştirmekten murat ettiği diğer bir sonuç ise kuşkusuz ABD ile ilgili. Körfez ülkeleriyle zaten bir süredir ekonomik kriz ihtiyaçlı ilişkiler geliştiriyor, yanına İsrail’i de katarak ABD’ye mesaj veriyor. Bir süredir terk ettiği mevziiye geri dönme niyetini beyan ediyor. Herzog’un ziyareti sonrası iki ülkenin 2018’ten itibaren geri çağrılan büyükelçileri bahar gibi koltuklarına döne ihtimali yüksek. Doğu Akdeniz’de bir süredir dinen sular iyice durulacak. Yani Mavi Vatan edebiyatını uzun süre duymayabiliriz. İsrail, Türkiye ve Azerbaycan hattı hareketlenebilir. İyi müttefik olma düzeyine göre Washington’un Ankara’ya kimi jestleri ve bolca taviz talepleri olacaktır. Ancak Erdoğan’ın iktidarı Neo Osmanlıcılık hayalleriyle yıktığı köprülerin yeniden inşasını örmeye yetmemesi yukarıda sıralanan olasılıkların tamamından daha olası.