Kürt sorununun (Kürt sorunu olarak meselenin adı konulunca sanki problemleri sadece Kürtler çıkarıyormuş gibi anlaşıldığı için, sorunun adını da güncellemek gerektiğine inanıyorum) en temel başlıklarından biri de anadilde eğitim.
Anadilde eğitimin oldurulmayışının altında birçok politik, ekonomik, kültürel çıkar çatışmasını adres gösterebiliriz. Mesela en güncel haliyle, Kürt sanatçıların, yönetmenlerin ürettikleri işler Kürtçe değilse, Kürt sineması mıdır ya da benzer şekilde edebiyattaki üretimler, Kürt edebiyatı mıdır, değil midir, nedir, gibi kimsenin içinden çıkamadığı sonsuz sorular. Bu sorular şu yüzden kıymetli, ürettiğimiz bütün değerler, bize ait olmayan bizim ait olmadığımız, tasarlanmış ‘egemen’ değerler içinde eritiliyor, kendine yer bulamıyor, bir boşlukta süzülüyor. ‘İyi işler’ egemenlerin hanesine yazılıyor, ‘kötü işler’ ise dağlı, köylü, cahil, eğitimsiz, yetersiz gibi sıfatlarla ötekilerin hanesine yazılıyor.
Anadilde eğitimin olmayışında başlayan fırsat eşitsizliği, hayatın her alanındaki olası üretim şekillerinde bir sıfır geriden başlanılmasına neden oluyor. Dolayısıyla, başarılı bir Kürt politikacı, iyi bir Kürt doktor, ünlü bir Kürt sanatçı, tasarımcı, akademisyen, sinemacı (ve geri kalan her şey için söylenebilir) ile karşılaşıldığında “Sen hiç Kürde benzemiyorsun” denilebiliyor hayretle. Eşitsiz sistemden nasıl olmuş da sıyrılmış ve de başarılı olabilmiş, şaşkınlığı içeriyor bir bakıma bu ifade.
Bütün sistemin kaynaklarının otoritenin buyurduğu kültürel, sosyal, politik tekçiliğe harcandığı düzende, nasıl olur da farklı biri başarılı olabilir; söz söyleyip, üretebilir. Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere politikası sistemin her hücresinde işletilmeye çalışılırken nasıl olur da aynılığı bozanlar, sisteme rağmen başarılı olabilir. Dolayısıyla, kendi dilleriyle, kültürel sermayeleri, sosyolojik ve tarihsel arka planlarıyla eşit ve özgür bir şekilde eğitim göremeyenlerin başarısız olması üzerine tasarlanmış sistemin çatlaklarından sızanlar, egzotik bir meyve gibi karşılanıp sinsi bir horlanmaya maruz bırakılıyor çoğu zaman. Gerçeklik algıları, egemenin sunduğu imkanlar sayesinde başarılı olabildikleri, gün görebildiklerine dair çarpıtılıyor. Çok erken yaşlarımdan itibaren yaşadığım hayatla, bize dışarıdan bakanların gördüğü ve bizi olduğumuza inandırmaya çalıştıkları şeyin farklı olduğunu anlamaya başlamıştım. Sürekli olarak inandığım değerlerin sorgulanmasına, sorgulatılmaya çalışılmasına maruz bırakılıyordum, diğer bütün Kürtler gibi.
İlkokulda ülkenin batısında bir şehirde okurken, doğusuna taşınacak olduk. Okulun son günü karneler dağıtılırken, bütün yıl boyunca bana ırk temelli çeşitli zorbalıklar yapan öğretmenim beni tahtaya kaldırıp sınıf arkadaşlarıma alkışlatmıştı. Çocuk olmanın saflığıyla, ‘aa benden o kadar da nefret etmiyormuş’ diye düşünürken “Arkadaşınız kendi gibilerin olduğu bir yere gidiyor” dedi. Bu, o zaman bile çok küçük yaşta olmama rağmen ilk kategorize edilişim değildi. Fakat içime oturmuştu. Uzun uzun düşünmüştüm ne demek istediğine dair. Olumlu bir şey söylemiş olabileceğine dair de bir ihtimal aramıştım çocuk aklımla. Şimdi anlıyorum ki kendi gerçeklik algımı sorgulamıştım aslında.
Aradan yıllar yıllar geçti, üniversiteye başladım. İlk yıl ilk derslerimi alıyorum. Siyaset bilimi uluslararası ilişkiler okuyorum. Heyecanla dersleri takip ediyorum. Bir ders çıkışı, sanırım Türkiye siyasi tarihi dersiydi, ne sorduğumu da hatırlamıyorum ama hocanın verdiği cevap şuydu: “Yeşil parka giyerek solculuk yapılmıyor artık, biraz tiyatroya sinemaya gidin, kitap okuyun.” O küçük çocuğun tahtada yaşadığı şaşkınlık ve bağrına oturan taş kendini yeniden hatırlatmıştı. Şaşıp kalmıştım. Hani olabilir ama üzerimde de yeşil parka yoktu üstelik. Ama o da ‘kendi gibileri’me dair bir şeyler söylüyordu aslında. Ve yine bugünden baktığımda gerçeklik algımı başka bir biçimde sorgulatmaya çalıştığını anlayabiliyorum.
Kişisel ve kolektif hafızama dair gerçeklik algım ömrüm boyunca sorgulandı, sorgulatıldı ama kavramsal olarak ne denir, nasıl tarif edilir bilemiyordum. Sonraları “gaslighting” diye bir kavram girdi hayatımıza. Hatta, bu yılın kelimesi, Merriam-Webster sözlüğünde 2022 yılında en çok aranan kelime olduğundan “gaslighting” seçilmiş. Peki, nedir bu gaslighting?
“Gaslighting, bir psikolojik manipülasyon ve taciz yöntemidir. Bireyi kendi hafıza, algı ve akıl sağlığını sorgulayıp irdelemeye iten bir çeşit kötü yönlendirmedir. Bireyde veya seçilen grupta şüphe uyandırma, kalıcı inkâr, çelişki ve yalan yoluyla peyderpey dikte edilir ve fark edilmesi kimi zaman güçtür.” (https://tr.wikipedia.org/wiki/Gaslighting) İşte aradığım kavramı bulunmuştu.
Bütün bu biricik ve kolektif hafızalarımızla oynanmasından ötürü, bir toplum olarak sürekli ve sistematik şekilde gaslightinge maruz bırakıldığımızı düşünüyorum. Kürtler oraya gidiyor olmuyor, buraya gidiyor olmuyor, şunu seçiyor olmuyor, bunu seçiyor olmuyor, şöyle yaşamak istiyor olmuyor, böyle yaşamak istiyor olmuyor. Yaptığımız her şey, attığımız her adım, ürettiğimiz her iş, ürün, ideoloji, politika sürekli manipülatif bir şekilde sorgulanıyor, sorgulatılıyor. Sistematik olarak gerçeklik algımızla oynanıyor.
Aylardır, yıllardır HDP’ye oy verenlerin seçtiği belediye başkanları, milletvekilleri tutuklanıyor, dernekler kapatılıyor, gazeteler yasaklanıyor, demokratik siyaset yapmak isteyen herkes tutuklanıyor, hapsediliyor. Hepsine rağmen de sürekli yenileyerek diyalog ve çözüm çağrıları yapıyor HDP. Fakat karşılık bulamayınca da, diğer bütün siyasi partilerin yaptığı gibi, kendi sözünü kurup siyasetini yapmaya çalışınca da, gerçekliğine denk düşmeyen, akla hayale ziyan ithamlarda bulunuluyor. Yine esas söylediği duyulmuyor ve “hayır siz öyle değil şöyle yapıyorsunuz” diye gerçekliği çarpıtılıyor, gerçeklik algımız çarpıtılıyor. Hal böyleyken, Kürt sorunu sistematik bir gaslightingtir, çaresi de demokratik siyasetle, eşit koşullarda birbirimizi dinlemekten geçer diyebilir miyiz?
Evin Jiyan Kışanak kimdir?
Uluslararası ilişkiler lisans eğitimi aldıktan sonra, insan hakları hukuku yüksek lisans programına devam etmekte. Geçmişle yüzleşme ve adalet alanında çalışmalar yürüten çeşitli sivil toplum kurumlarında projelerde yer aldı. Barış aktivisti ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde barış atölyeleri organize edip yürütücülüğünü yaptı. Mahpus yakını ve hak savunucusu.