Seksenli yıllarla birlikte, Dünya Bankası tarafından tanımlanan “sağlık krizi”ne çözüm olarak, yine aynı kuruluş tarafından önerilen “sağlıkta reform” uygulamasıyla neredeyse tüm dünyada sermaye sahipleri için yeni bir birikim alanı yaratıldı. Süreç, Türkiye’de de AKP eliyle “sağlıkta dönüşüm programı” adıyla yürütüldü. Uygulamalar sonucunda sağlık hizmetleri, silah sanayinin arkasından dünyanın en büyük sermaye birikim alanı haline geldi. Böylece, silah sanayine yatırım yapan sermaye sahipleriyle sağlık hizmetlerine yatırım yapan sermaye sahiplerinin amacı daha da ortaklaştı: kâr, daha fazla kâr, ne pahasına olursa olsun kâr…
“Ne pahasına olursa olsun kâr”ın sağlanabilmesi için de sağlık hizmetleri sanayileştirildi. Sanayileştirilen sağlık hizmetlerinde hastalar, üretim bantlarındaki makine parçalarına, araçlara, klinisyenler başta olmak üzere, sağlık emekçileri de üretim hattında çalışan işçilere dönüştürüldü. Bant tipi üretimin aksamadan çalışabilmesi için otomobil, beyaz eşya vb. üretiminde olduğu gibi, her bir hasta ve hastayla ilişkiler bir sonraki hastadan ayırt edilemeyen-farklı olmayan ve aceleci hale getirildi.
Ancak, sanayileştirilen sağlık hizmetleri hem hastaları hem de sağlık emekçilerini tüketti, yabancılaştırdı. Hekimleri, hastasına soru sormayan, onunla konuşmayan, hastalık/yakınma hikayesi almayan hatta muayene etmeyen, hastasına dokunmayan yalnızca elektronik sağlık kayıtlarını hızlıca okuyup standardize edilmiş tetkikleri isteyen, standardize edilmiş reçetelerle tedavi uygulayan ‘doktorlar’ yaptı.
Sağlık emekçileri, zaman içinde mesleklerini insani açıdan devam ettiremez hale geldi. Öyle ki hekim ve hastanın bir arada bulunduğu sürenin neredeyse yarısından daha fazlası yalnızca hekimin hastasından almak zorunda olduğu bilgileri sorduğu ve elektronik ortama kaydedebilmek için kullandığı otomasyona dönüşen faaliyetler için kullanılması gereken hale dönüştürüldü. Öyle olunca da hastanın aynı hastalık/sağlık sorunu için her defasında farklı bir sağlık kurumuna gidebilmesinin “sorun olmayacağı”, hatta tedavisi için başka, tedavi sonrasında kontrolü için başka bir hekimden “hizmet” alabilmesinin/verilmesinin “farksızlığı” sağlanmış oldu.
Yaşananlar, hastaların önemli bir bölümünün sağlık sorunlarının çözülmemesine, zaman içinde daha da ağırlaşmasına ve çeşitlenmesine neden olurken, beraberinde hastaları kendi başlarının çaresine bakmaya çalışan hale gelmeye yöneltti. İnternet ortamının sağladığı olanaklarla kaynağı bilinmeyen bilgilerle kendi kendilerine tedavi ve bakım uygulayanların sayısı hızla arttı. Yanı sıra, sanayileşmiş sağlık hizmetlerine ‘müşteri’ yaratma hedefiyle oluşturulan kışkırtılmış hizmet kullanımının yarattığı yoğunluk, sağlık hizmetlerine ulaşmayı zorlaştırırken, kontrolsüz biçimde artan talebin karşılanabilmesi için gittikçe daha yüksek teknolojinin kullanımı ve üretim hattının hızlandırılması gerekti. Bir yandan ‘müşteri’ sayısı ve ‘kâr’ artarken, diğer yandan tedaviye rağmen çözülmeyen sağlık sorunlarının ve hastalıkların sıklığı da beraberinde arttı. Gelinen aşamada yaşanmakta olan sorunlar hem daha da büyüdü hem de bununla bağlantılı yeni yeni sorunlar ortaya çıktı.
Sanayileşmiş sağlık hizmetleri sağlık sistemini işlemez hale getirdi, sağlık emekçilerini de hastaları da insanlıktan çıkardı. Hastaneler başta olmak üzere, sağlık hizmeti üretme ve sağlık hizmeti alma mekanları (sağlık kurumları) sağlık emekçilerinin ve hastaların birbirini önemsemediği, umursamadığı ortamlara dönüştü. Bu süreçte hastalarla sağlık emekçileri “karşıt” hale getirildi. Hizmeti üretip, sunanlar başka bir ifadeyle, hastaların karşılarında gördükleri, muhatap oldukları sağlık emekçileri yaşanan tüm sorunların müsebbibi olarak algılanır, kabul edilir oldu. Ve sağlık hizmeti üretilmesi gereken ortamlarda şiddetin her türlüsü ortaya çıktı, kasıtlı öldürmeye kadar büyüdü, gelişti. Oysa, birlikte kaybettiler ve kaybetmeye devam ediyorlar.
Biliyoruz ki önemsemek de umursamak da insana özgüdür. Ve sağlık hizmetlerinin olmazsa olamazlarındandır. Ne sağlık politikaları ne sağlık sistemleri ne sağlık kurumları ne de teknoloji önemseyebilir, umursayabilir. Doğası gereği sağlık hizmet sunumu sağlık emekçisinin hastasının, hastanın sağlık emekçisinin insanlık durumunu fark etmesini ve buna yanıt vermesini gerektirir. Bu nedenle, herkese herkes tarafından verilebilmesi amacıyla standardize edilmiş sağlık hizmet sunumu kabul edilemez. Aksine bilimsel, güvenli, kanıta dayalı ve nitelikli uygulamaların kişilerin, sağlık sorunlarının ve/veya hastalıklarının farklılığını önemseyerek insana saygılı ve nazik hizmet sunumu koşulları bir zorunluluktur.
Sağlıkta şiddetin sonlanabilmesi için sağlık sisteminin değişmesi, sağlık sisteminin değişebilmesi için de AKP’nin gitmesi gerekiyor. Ülkenin üzerindeki karanlığı defetmek, aydınlığa ulaşmak için öncelikle, 3-5 ay içinde önümüze gelecek iki ayrı sandıkta da hiçbir fire vermeden, AKP-MHP-Vatan Partisi ittifakının kaybetmesini sağlamalıyız. Hemen sonrasında da “yeni” sağlık sisteminin kurulmasını.
Çok kazanandan çok, az kazanandan az alınan vergilerle oluşturulan genel bütçeden finanse edilen, her türden yaşam ve çalışma alanında kamusal, bütüncül ve basamaklı hizmet sunumu için bölge tabanlı ve nüfusa göre örgütlenen, çalışanların ve hizmeti alanların katılımıyla yönetilen, sağlığı geliştiren ve koruyan sağlık hizmetlerinin öncelendiği, hiç kimseyi ayırt etmeden bütün toplumu kapsayan ve herhangi bir ödeme yapılmadan ulaşılabilen, bilimsel bilgiye dayalı ve nitelikli hizmet sunumuyla toplumun sağlık hizmet gereksinimini karşılamayı hedefleyen, insancıllaştırılmış sağlık sistemini hayata geçirebilmek mümkün. Bunun için de ısrarla dayanışma ve örgütlü mücadele gerekiyor.
2023 yılını Türkiye halklarının, işçilerinin, emekçilerinin, kadınlarının, gençlerinin (…) yılı yapabilmek ellerimizde… Umudumuzu ve heyecanımızı büyütmeli ve bulaştırmalıyız.
Onur Hamzaoğlu kimdir?
Gülhane Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Halk Sağlığı ile Epidemiyoloji uzmanlık eğitimlerini tamamladı. 1988 yılından itibaren tabip odaları ve TTB’nin komisyon ve kollarında çalıştı. 2001-2003 yıllarında soL Meclis, 2011-2016 yıllarında HDK yürütme kurulu üyeliği ile 2016-2019 yıllarında da HDK eş sözcülüğü yaptı. Toplum ve Hekim Dergisi’nde yayın kurulu, araştırma danışma kurulu üyesi olarak çalıştı ve bir süredir editör olarak görev yapıyor. Sağlık hizmetlerinin politik iktisadı kapsamındaki konularda yazıyor ve sağlık hakkı mücadelesi yürütüyor. Sosyalist Türkiye İçin Sağlık Tezi, Sosyalist Türkiye’de Sağlık, Sosyal Güvenliğin Gaspı, Neoliberal Dönüşüm Sürecinde Üniversiteler, Bologna Süreci Sorgulanıyor, Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite ile 50 Soruda Bilim ve Bilimsel Yöntem başlıklı kitapların yazarlarından ve Sağlık Sosyolojisi Sözlüğü’nün editörlerindendir. Dilovası’nda sanayinin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkartılması için bilimsel çalışmalar yürüttü ve Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabını hazırladı. Barış Akademisyenlerinden olduğu için Eylül 2016’da KHK ile üniversiteden çıkartıldı. Kurucuları arasında yer aldığı Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) ve Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu üyesidir.