Onur Hamzaoğlu
Bir iki aydır hemen herkes tarafından görünür olan bir şey var: memlekette genel seçim süreci başladı. Toplum da kısa süre içinde sorunlarından daha çok seçimi konuşur hale geldi. Muhalefetin, “iktidarın başarısızlıkları arttıkça daha da itibar kaybeder ve kendiliğinden gider” şeklinde özetleyebileceğimiz, yıllardır sürdürdüğü “armut piş ağzıma düş” tutumu da bu zaman diliminde değişti, değişiyor.
Muhalefet, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin olumsuzluklarının yanı sıra, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesi gerektiği önerisini, bileşenlerinde önemli eksikleri barındırsa da ortak bir hedef olarak kamuoyuna açıklayabildi. Öte yandan, yoksullaşmanın, üniversite gençlerininki başta olmak üzere, barınma-konut sorununun nasıl çözüleceği, şehir hastanelerinden Milli Piyango’ya, TÜPRAŞ’a, ETİ Maden’e, otoyollardan köprülere, elektrik dağıtım ve üretiminden İstanbul havaalanına kadar ülke kaynaklarının bir avuç yandaşa aktarılmasının nasıl önleneceği konusundaki sessizliği devam
ediyor.
İşsizlerin, işçinin, memurun, esnafın, köylünün, çiftçinin geçim sorununu-toplumsal bölüşüm sorununu nasıl çözecekleriyle ilgili somut herhangi bir öneri yok. Benzer tutum, iktidar bloğunun son altı yıldır daha da derinleştirdiği Kürt sorununun çözümü için ne yapacakları konusunda da değişmedi. Hâlâ sessizliklerini koruyorlar.
Toplu taşıma araçları, fabrikalar, madenler, hastaneler, okullar vb. halkın topluca bulunmak zorunda olduğu alanlarda gerekli tedbirleri almayarak ve bilim dışı bir avuç aşı karşıtının önünü açarak COVID-19’u neredeyse yoksulların-sınıfın hastalığı haline getiren AKP-MHP iktidarı, geçtiğimiz dönemde herhangi bir düzenleme yapmak yerine okulları 47 hafta kapalı tutarak, Türkiye’yi dünyada en başarısız dördüncü ülke haline getirmişti. Yetmedi, 2021-2022 eğitim öğretim yılı başlamadan okulları pandemi için fizik koşullar, havalandırma ve programa yönelik olarak tedbirler alarak hazır hale getirmeden, okullar açılmadan iki hafta önce öğrencilerin, öğretmenlerin ve çalışanlarının aşılamalarını tamamlamadan, öğrencisine, öğretmenine, çalışanına parasız maske vermekten bile imtina ederek eğitimi başlattı.
Çocuklarımızda, ailelerinde ve öğretmenlerinde COVID-19 görülme sıklığının arttığına yönelik gözlemler paylaşılmaya başlandı bile. Muhalefetten bu durum için de bilimsel bilgiye dayalı, bir avuç patronun değil toplumsal çıkarları önceleyen, gerekli tüm kaynakları ayırmayı hedefleyen, programatik bir çözüm önerisi de maalesef bunca zamandır gelmedi. Türkiye dahil bağımlı kapitalist-çevre ülkeler, 80’li yıllardan itibaren neoliberal politikalar kapsamında kendilerine verilen rolleri halklarının yoksulluğu, mutsuzluğu ve doğanın tahribatı ile talanı pahasına hükümetleri ve sermaye sahipleri eliyle yerine getirdi. Bu grup ülkelerde zaten söz konusu aşamaya kadar iktidarın elinde kalan tek rıza aracı zor ve şiddet.
Bu ülkeleri yönetebilmek için patriyarkal kapitalizmin tercih ettiği, önceki yüzyılda yaşanmış olan biçim ve özellikleri gerekçe gösterilerek, herkes tarafından kabul ediliyor olmasa da “21. yüzyıl faşizmi” bir süredir hüküm sürüyor. Bir yandan, 40 yılı aşan süre içinde uluslararası sermayeye aktarılacak kaynaklar azalırken, diğer yandan derinleşen eşitsizlikler ve yoksulluk bunları yaşayanların tahammül sınırını aştı aşacak durumda. Gelinen aşamada yamalar yaparak, yeniden düzenlemeler gerçekleştirerek
tahammül sınırını ötelemek, olası tepkiyi geciktirmek çok da mümkün görünmüyor. Ya iktidar zoru daha da artıracak ve odunu bile oy yapabilecek bir seçim sistemi yaratacak ya da muhalefet, halka toplumsal bölüşümün kendi çıkarları adına nasıl sağlanacağını, yaşanan sorunların bir bir nasıl çözülebileceğini açıklayan bir programla daha fazla zaman kaybetmeden kamuoyunun önüne çıkacak. Partili Cumhurbaşkanı’nın üslup ve tutumlarına öykünerek, benzetmeye çalışarak değil.
Son 20 yılı AKP hükümetleri eliyle olmak üzere, Türkiye’de 40 yıldır uluslararası ve ulusal sermaye sahipleri ve yandaşlar için kurulanları, dönüştürülenleri yıkıp yeniden kurmak, yok edilmeye çalışanları onarıp geliştirmek hiç de kolay değil. Bunun yolu en geniş toplum kesiminin olurunu almaktan geçiyor. Ancak, seçmene yönelik çalışmalar iktidardan kopanların henüz herhangi bir tercihte bulunmadığını büyük bir açıklıkla gösteriyor. Seçmen açlık, yoksulluk, hukuksuzluk, işsizlik ve eşitsizlikler gibi canını yakmaya devam eden sorunlar için çözüm önerisi duymak istiyor, güven, umut ve alternatif bekliyor. Daha fazla zaman yitirmeden, seçim sonuçlarının ardından toplum yararına hayata geçirilebilecek bölüşümün yeniden düzenlenmesini, barışı, Kürt sorunun TBMM’de siyasal olarak çözülmesini, özgür, eşit ve demokratik bir toplumsal yaşantıyı sağlayıp, geliştirerek devam ettirecek kurumların neler olduğunu ve nasıl inşa edilebileceğini ortaya koyabilen bir programa gereksinim var.
Konut sorununu, yurt sorununu, elektrik sorununu, ulaşım sorununu, işsizliği, ısınma sorununu, pandemiyle birlikte daha da kötüleşen sağlık sorununu, okul sorununu, üniversite sorununu, açlığı, kadın katliamlarını, iş cinayetlerini, taşeron çalışmayı, emeklilerin sorununu, gençlerin, kadınların, LGBTİ+’ların, yaşa takılan emeklilerin sorunlarını vb. vb. bunların tümünün tek tek nasıl ve ne zaman çözüleceğini açıklayabilen bir programa ve inandırıcılığa ivedi gereksinimimiz var.
Yukarıda asgari düzeyde sıralananlar gerçekleşmeden bu ülkede iktidar değişmiş sayılmaz. Bunlar da ancak ve ancak sosyalist Türkiye’yi inşa yolunda bugünden adım atabilecek partilerin-yapıların varlığı ve katkısıyla seçim programında yer verilip halka bütün sahiciliğiyle, inandırıcılığıyla anlatılabilinir, paylaşılabilinir. O nedenledir ki bu ülkenin sosyalistleri daha fazla gecikmeden birlikte bir program üretebilmeli ve daha fazla zaman kaybetmeden-bir an önce toplumun önüne çıkabilmelidir.