Ana SayfaGüncelRüya mı bütün çektiğimiz? – MİZGİN RONAK

Rüya mı bütün çektiğimiz? – MİZGİN RONAK


MİZGİN RONAK


“Yine başladı!” dediğimiz ne çok şey var, art arda tırtıllar, kıskaçları keyfimizi çalmak için harekete geçmiş yengeçler.

Başlaması gereken başlamadığı, olmadığı için hep yine ve “yine başlıyor” sanırım, hiç başlamaması gerekenler. Başlıyor ve durmak bilmiyor, kana ve katrana bulanıyor her şey, kelimeler; beyaz müge çiçekleriyle kelebek gibi vurulup düşüyor. Kelimelerin hıçkırıp düştüğünü, dönen yalan çarkının kahrından kahkahaya sonsuza kadar veda ettiğini bilmeyen var mı? Sanmam.

“Rüya bütün çektiğimiz” derken şair, mevsim neydi, tarih ne? Muhtemelen bir ironiydi de “rüya” denen şey. Çünkü bu dizenin şairi olan Ahmed Arif de hiç de güllük gülistanlık ve ferah feza bir dünya ve ülkede yaşamamış. Lakin şimdi daha da farklı. Rüyalar o kadar uzakta ki!

Galiba rüyaları da vuruyorlar kelimelerle birlikte. Zira her kelime; rüyaya giden bir turna katarı taşır bağrında, bir demet yazgülü ve kavuşma sümbülü. Kavuşma sümbülü mü? Evet. Kavuşmak isteyip de kavuşamadığımız çok fazla şey olduğu için, sümbüllerin bir kısmı mutasyon geçirerek kavuşma sümbülü oldu, belki ‘olurken’ de yasaklı tilki vulpes vulpes Kurdistannicus’un rüyalarına girdi. Sonra işte turna katarı ve yazgülleriyle kelimeleri mesken eylediler kalbimiz daha fazla kırılmasın diye. Lakin onların tümünü de vurdular işte.

Kavuşma sümbüllerinden damlayanlar kelimelerin kanıdır. Ah kelimeler, kelimeler!

Yani “rüya değil,” kâbus bütün çektiğimiz, bir kâbushaneye dönüştürülmek istenen bu “cennet vatan”da karınca ayaklı hayaletler gibi dolanıyor herkes: hem sonuna kadar uyanık ve “cin” hem de enva-i çeşit narkozların etkisiyle uykusunda. Bu aşırı uyanık olma ve kış uykusunda olma hali, tuhaf bir şekilde rutinize oluyor ve hayat, bayatlanmış, kurtlanmış bir şekilde devam ediyor. Bayat hayatın kurtları kemiriyor her şeyi, semirerek. Bu gidişlere “görkemli” saraylara bile sığamayacak artık bu bayatlanmış hayattan türeyen kurtlar.

Belki de bu yüzden cadıları dinlemeli, ucu yanık taptaze süpürgelerle bayat hayatı bahar temizliğinden geçirmeli. Amin!

Biyolojistler on dört milyon yıllık homo erectus olmamıza rağmen halen de dikelmeyi/dikilmeyi ve bunu acısız, bedelsiz yüzde yüz başarmayı öğrenemediğimizi belirtiyor. Yer çekiminin cazibesi mi söz konusu olan yoksa erectus olmayla barışmama mı? Çekilen bu kâbus yeni bir mevsim mi, sonuna kadar insan, sonuna kadar eğilip bükülmeden erectus olan?

Yazmak istemiyorum esasen ve bu ne benim ne de sizin umurunuzda. Ya bu cümleler ne öyleyse? Bunlar sadece perde ayaklı adımlarla mumları çalmak isteyen bir hayalet kızın dudak büküşleri. Beğenmiyor işte sizi haşmetmeapları. Çirkinleştirdiğiniz evet’i, devasa sarayların değil, devasa mumların huzurunda (asla acıyamayacağınız) haylaz bir mülteci çocuğa oyuncak yapmak istiyor. Ve o çocuk, hem haylaz hem mülteci; o da sizi sevmiyor.

Veda niyetine: Bu kâbusun sonu bahar ve kalbimizden fırlayan özgür kuşlardır.