Kuşların albümü
Elend Aydın
Albüm
Yüzünü kuşların albümünde buldum
Yağmurluydu, uzaktı, ışıktı
Kanattı, uçmaktı, düşmekti
Yüzünü kuşların albümünde buldum
Yazdı, buluttu, uzaklıktı
Kâğıt gemilerle okyanusa açılan düştü
Yüzünü kuşların albümünde buldum
Pusulaydı, yıldız tozuydu
Kuzeydi, güneydi, doğuydu
Yüzünü kuşların albümünde buldum
Her şey zarif ve direngen
Her şey dur durak bilmeyen rüzgârdı
Yüzünü kuşların albümünde buldum
Soluk soluğa açan yalnız bir çiçekti
Su damlasına sığınan okyanustu
Sol göğüste saklanmış bir kıştı
Sevdiklerimizin ruhudur; böyle durmadan, apansız ya da sakince karşımıza çıkıp durmaları bundan. Yani bu “kuşlar” Hitchcock’un o korkunç kuşları değil, bizim kuşlar ve bence sadece sevdiklerimizin değil bizim de ruhumuzdur.
Göçen bir kuş sürüsünün bizi böyle alıp götürmesi bundan ya da görünmeyen kuşların sesini duyduğumuzda hemen antenlerimizi dikip dikkat kesilmemiz, o sesin hem çok yabancı, hem de tanıdık gelmesi… Hatta sanki içimizden gelmesi…
Şairin, “içimde kuşlar göçüyor” demesi de bununla bağlantılı. Yine Fowles’in; kuşların peşine verip diyar diyar dolaştıktan sonra inzivaya çekilen kahramanlarıyla da ilgisi var bunun.
Tabii ki Faqiyê Teyran düştü aklıma! Kuşların Bilgesi! Kuşların dilini biliyor, onlarla dolaşıyormuş. Ne kuşlar onu yalnız bırakmış ne de o kuşları… Van-Miks’deki mezarının hala kuşların diyarı olması da buna delalet eder. Ki, bu durumda tüm kuşlar Feqiyê Teyran(da) oluyor. Şimdi burada durup; yüzünüzü bulduğum bu Kuş Albümünü ona göstersem; bu sonbaharda bir çift kuş masalıyla uçurur mu bizi bu alemden sonsuzluğa. “Seyda” desem, “herkesin yüzünü kuşların albümünde buldun ama bu albüm bizi bir yere götürmüyor. Hala kanatsızız; kanatsız kuş oluşumuna bir kanat bul. Uçmakla hemhal kıl bizi…” desem, kanat sesleriyle uyanıp kanatlanır mıyız görünen görünmeyen âlemlere?
Yüz yıl önce J. Kosinski’nin Boyalı Kuş’unu okumuş, hayal kırıklığının sıkıcı boyasına bulanmıştım. Zira “Boyalı Kuş” adı bana mutlu renkli kuşları çağrıştırmıştı; çocukluğumun yedi renkli kuşlarını. Ama öyle değildi. Zavallı “boyalı kuşlar” diğer kuşların gagalarıyla paramparça can veriyorlardı. Çünkü kötü çocuklar onları boyayıp salıyor; zavallı boyalı kuşlar ise bu kalleşlikten habersiz sürülerine dönüyor ve sonuç feci oluyordu. Neden o linçe uğradıklarını anlamadan can veren kuşlar diğer kuşların gözünde; “hain” ve “düşman”dı çünkü. Oysa onları öyle boyayıp başkalaştıran kendileri değil, başkalarıydı. Ama insanlar âlemindeki “boyalı kuşlar” öyle masum değil ne yazık ki. Onursuzluğun türlü türlü boyalarıyla kendilerinden ve ışıktan kaçanların vebali yine kendi boyunlarındadır.
Neyse kuşların albümündeki yüzümüzü görür görmez tanıdım, tıpkı şimdi görünmez görünmez bakarken de tanıdığım gibi. Boyalı kuşlar yok bu albümde, linçler, kendi olamamalar da… Ama şu şiir var bu albümde, çiçek tozlarıyla göz yaşartan… Okuyalım mı veda niyetine?
Şairsiz Şiir
Sefasız akşam sefalarıyla
Soluyor kalbin duvarlar arasında
Hayaletler, paslanmış düşler
Yırtık fikirler
Şairsiz şiir
Akşam sefalarının sefasızlığında
Dudak büküyorsun her şeye
Labirentlerde neşesiz yazlar
Küskün kırlangıçlar
Kırık oyuncaklar
Ruhumuzun kitabesine
Bu solgun hüznü
Kim, neden nakışlar?
Asla boyalı kuş olmayacağımızın bilinciyle…