Ana SayfaYazarlarElend AydınBeddua Serçeleri

Beddua Serçeleri


Elend Aydın


Varoluşun bu pandemi menşeli enkazında dolanırken toz duman içinde; bir tüy süzüldü; beyaz, sessiz, hafif… Bir tüy, şarkı söyleyen, harabelerde. Herkesin farkında olmadan ışık söndürücüsü olduğu bu uzun gecenin sokaklarında kaybolurken, bir ışık hûzmesine yakalandım. Ah! Yakalanmak hep böyle olsa! Işık hûzmesi; serçeydi, ah idi, bedduaydı. Yani sevgili genç şair (ve müzisyen) Nûroj Mûnzûr’un Avesta’dan çıkan üçüncü şiir kitabı Beytikên Nifiran’dı (Kürtçede “serçe” “beytik”, “nifir” da “beddua”dır). Beddua Serçeleri! Serçeler bile beddua ediyorsa durum artık “durum” değildir. Bunu biliyor, hissediyor, okuduğumuz her dizede daha fazla “serçe”, daha fazla “beddua” oluyoruz.

“Di bin zimanê te da / gotinek hebû / ne peyiviy / ne lal bûy / di bin zimanê te da / gotinek hebû / te got qey şekirê eydê ye / lê jehri bû / li bêdengiya te belav bû / di bin zimanê te da / gotinek heye / nebêje – nebeje / bila her tişt pê jehrî nebe” diye yazmışım geçen gün. Türkçesi şöyle: “Dilinin altında / bir söz vardı / ne konuştun / ne lâl kesildin / dilinin altında / bir söz vardı / bayram şekeri sandığın / ama zehirdi / zehirdi sessizliğinde yol alan / dilinin altında bir söz var / söyleme – söyleme! / ki her şey bulanmasın zehrine.”

Nûroj’un şiirlerini okuduktan sonra bu dizelerimle karşılaşınca; “yoksa bir kehanet miydiler” sorusu düştü aklıma. Çünkü şair; tam da; “söyleme – söyleme / ki her şey bulanmasın zehrine” dediğim “o sözü”; o yasak, o deli, o asi, yol-yordam tanımaz “sözü” söylemiş! İyi ki de söylemiş. Şiir, bir kez daha kazanmış. Şiir, bu sayede bir daha ilk ve son sözü söylemiş!

Zehir mi? Yok, “zehirlenmemiş” kimse, her şey yaşıyor ve iyi. Ama Serçelerin Bedduaları’nın yakalarına taktığı bir uyanış karanfiliyle dolaşıyor artık herkes bu uzun gecenin enkazlarında. O uyanış karanfili; ışıldıyor, geceye hûzmeler düşürüyor sağda solda. Çok sürmez şafak söker.

“Hiç bitmesin! Hiç bitmesin!” diye diye okuduğum şiirinden, Ferhenga Nifiran’dan (Beddualar Sözlüğü) bir damla:

Ülkenin çocuklarını / savaşın kahvaltısına uyandıranlar / bir daha uyuyamasın! (yên ku zarên welatê min / li xuriniya şer şiyar kiribe / xew bi çavan nekeve!)

Mittanilerin sinesinde / bizi / ülkemin otopsisinin filmine / seyirci kılanlar / sabahı görmesin (ica li ser singa Mitaniyan / li pêş filma otopsiya welatê min de / yên ku em kırıbin temaşevan / bi sibehê nekevin!)

Serçeler beddua ediyor işte. Binlerce, milyonlarca. Her yerde… Artık serçeler de beddua ediyor ve dahası: bu “serçeler” “beddua serçeleri” beddua etmek için geldiler! Her kelimede, her siste, her histe, her fikirdeler. Bu serçeler başka. Zehirli de olsa yutkunmuyor, yutmuyorlar “o sözü” şiirin havai fişeğine bindirip ışıldatıyorlar bilincin ve bu “cennet vatanın” sokaklarını…

“Dema hatime / di mala me de du werz hebûne / Diya min / li werza herî zehmet, werza bavê min / ya herî bi derfet.” “Ne Hikâyeyim Ne de Şiir” adlı şiirden olan bu mısrâların Türkçesi (yine hızlı bir çeviriyle) şöyledir: “Doğduğum zaman / evimizde iki mevsim varmış / Anneme düşen / en zorlu mevsim / babamın mevsimi en zengin olan.”

Normal, alışılmış algılamada travma nedeni olan bu çok aşina “geçmiş türünü”, şair feminizmin cesur kemanı ve anarşizmin liriyle öyle şiirleştirmiş ki, geriye tüm kadın düşmanlığının zavallı, acınası hali kalıyor; tüm evlerde ve çocukluk hikayelerinde bedenlerine karşı sirayet eden kadın düşmanlığının!… Ve failin gitmesinin, kendi erkeklik zulmünde…

Şiir kitabının genelinde de olguları, geçmişi özgürce, çırılçıplak ele alan bir melodi var. Serçeler hiç susmuyor. Bedduaları her zamana ve her yere ulaşıyor. Bu “serçeler” bilgi anarşisti, realite anarşisti, şiir anarşisti. Bu serçeler hiç susmasın ki ötüşlerinde beddua olan; dilimizin altındaki o kekremsi, zehirli söz özgürlüğe kavuşsun. Bilincin ve dünyanın gecesine ışıklar düşsün, “gerçek” diye sunulanın tüm maskeleri düşsün…

Ki buradaki en önemli nokta; şairin şiirdeki bilgiyle anarşist bir düzlemde ilişkilenmesi, tabu ve tapuların, yıldan çıkararak eğip bükmelerine meydan vermemesidir. Ki, serçeleri oluşturan da budur bence. Şairin; mevcut realiteye teslim olmayıp, şiirin rüzgârına binerek; “bu realiteye” özgürce mendil sallaması; şiirin arkasındaki her şeyden uzaklaşarak, başka bir ufka yelken açması… Ama Bedduaların Serçeleri’yle de şimdi, burada be muhattap olduğunu göstermesidir. Serçeler burada! Serçeler beddua etmekte! Bir bilinçten, bir tespit ve tutumdan, hayattan; geçmiş ve gelecekten bahsetmekte. Bu Kurdi serçeleri bize armağan eden sevgili şair; bil ki, artık şiirinin serçe kanatları; dünuyayı-realiteyi rahat bırakmayacak; beddualarıyla aynalarında kâbus olacaktır. Teşekkürler, sana ve serçelerine.

Daha önce sırasıyla Bêrîkirinên Îlegal (Na, 2013) ve Êdi Navê Te Aso Ye (Ronahi, 2014) adlı şiir kitaplarını okuduğum sevgili Nûroj; bu şiir kitabıyla, kendi poetikasını, özgün şiir coğrafyasının ve Kürtçedeki sesini, soluğunu (bunca asimilasyonist ve oto asimilasyonist cenderelere rağmen) yaratabildiğini göstermiştir bu eseriyle.

Ava Şermok (utanan/utangaç su) adli şiirden birkaç mısrâyla kalbimize doluşmuş serçeleri şaire ve hayata yolcu edelim: “Su ve taş küstü birbirine / pis yürekli bir talancının kılıcıyla / keyiften kurulmuş şehir / (baraj sularına kurban edilen Hasankeyf’e nasıl el sallayalım şimdi?) / ezildi, ezildi ezildi.”

Orijinali: Kevir û av ji hev xeyidin / bişûrê talankereki dilgenî / bajanê ji kêfê lêkirî / pelixî pelixî pelixî.

Nice serçelere Sevgili Nûroj!




Önceki Haber
Zeynep Erdoğan işkence edilerek öldürüldü
Sonraki Haber
Kendisini reddeden kız çocuğunu ağır yaralayan Karakaş aylardır 'kayıp'