Kötü/lük hakkında konuşmak zor. Çünkü kendine yeten bir şey. Düşününce kırık ayna misali birçok koldan akın ediyor beyne. Onlarca bağlam, yüzlerce şekil… Bir merkezi olan ama dokunduğu, vardığı yer itibariyle pek sınır çizilemeyeceğini düşündüğüm bir mefhum. Bizimle var olduğundan, haliyle bizim de doğuştan kötü olduğumuzu söyleyen; sonradan edindiğimize ve özümüzün bu olmadığına uzanan çokça görüş var. Şiddet kavramını da çokça çağrıştırıyor bende. Her açıdan yaklaşacağın bir patikaya sahip. İnsanın kendini yitirmesidir diyen psikanalistlerden, iyiliğin yokluğu olarak ifade edilen okumalara dek geniş bir spektrum var.
Günlük yaşamdan kritik sorumluluk alanlarına, bir halkın kaderinden mitolojik kalıntılara uzanan bu güncel konuya dair bilim, felsefe, edebiyat, sosyoloji ve bilumum alanlar; yani düşünce tarihi de sürekli katkı yapıyor. Habil-Kabil çatışması olsun, ilk edebi kurgular ve trajediler olsun, insanlık tarihi içinde sırtını bu temaya yaslamayan ürün yok gibidir. Dinler, mitler, sosyal ve toplumsal inşalar, ideolojiler vs. hepsinin çıkışını buradan kurması tesadüf değil, çünkü o bizim bir parçamız.
Yeni bir kötülük türü olarak: Akışkan Kötülük
Bu yazıda, tam da bizden bir parça olana yabancılaşmamak üzere, anlama çabalarından birine, yeni bir kötülük türüne sosyolog Zygmunt Bauman’ın “Akışkan” teorisi üzerinden bakmaya çalışacağım.
Bauman, “Akışkan Kötülük” ve onun doğasına bizi davet ediyor. Kötülüğün kendisini bir de bu yaklaşım üzerinden anlamlandırın diyor. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan kitap (2022, 224 sf.) zengin bir tartışma yürütüyor.
Giriş mahiyetinde belki Bauman ile özdeşleşen ‘akışkan’ perspektifine bir iki kelam etmek iyi olabilir.
Kimliğin anlam kaybına uğrayarak parçalanmış tüketici kimliklere yol açtığı, insanların büyük kalabalıklar halinde dolaşıma girdiği, ekonomik belirsizliğin her şeyi zapt ederek iş ve emeği güvencesiz kıldığı bir tabloda, her şeyin değişken, belirsiz olup risklerle dolduğu bir atmosfer, yeni bir modernite aşamasını imler ve adı da akışkan modernitedir.
Katı moderniteden akışkan moderniteye geçiş, Bauman’a göre, “yoğun ve birbiriyle bağlantılı ekonomik, siyasi ve sosyal değişimlerin birleşmesinin bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda “dünyanın kompulsif, obsesif ve bağımlılık yaratacak bir biçimde yeniden şekillendirilmesi”dir.
Bauman’a göre ulus devletlerin iddia ettikleri yalanların ifşa olması, küresel bir dünya düzeninin hâkim olmasıyla birlikte merkezi yapıların dönüşüme uğraması ve otoritede el değişimi, teknolojinin dönüşümü, risklerin öngörülemez hale gelişi, nüfus artışı ve insanlığın bir artık hale gelmesi gibi temel etmenler akışkan teorinin temel taşlarıdır.
Çok uzatmadan bir tarafta durağanlık, öngörülebilirlik, tasarım, kesinlik varken diğer tarafta hareket, belirsizlik, değişim ve öngörülemezlik bulunuyor.
İşte Bauman ve onunla tartışma yürüten Leonidas Donskis, bu iki form içinde ‘kötülük ve biçimlerini’ anlamaya çalışıyorlar.
Temel iddiaları şu: Akışkan kötülük ve modern biçimleri, parçalar halinde sunulmuş, toz haline getirilmiş, kopuk ve yaygın olmaları itibariyle muhtemelen tarihteki diğer kötülük tezahürlerinden daha tehditkâr ve daha haindir…
Akışkan kötülüğün tehlikeleri!
Peki bu kavramı nasıl tanımlamak gerekiyor? Esas tehlikesi nedir?
İkinci sorudan başlamak daha faydalı olacak, çünkü hepimizi ilgilendiriyor.
‘Akışkan kötülük, kılık değiştirmek açısından müthiş bir kapasiteye sahiptir ve insanların bütünüyle fazla insani kaygılarını ve arzularını çarpıtılmış iddialarla ama çözülmesi ve karşı çıkılması son derece güç iddialarla kendi çıkarına kullanması açısından çok başarılıdır. Akışkan kötülük, iyiliğin ve sevginin görünümüne bürünür.
Akışkan kötülük, birçok durumda bir düşmandan ziyade yardım etmeye hevesli bir dostmuş gibi görünmeyi başarır.’
Kitabın kanımca en önemli tezi olduğu için dost gibi görünen tehditleri Bauman’ın sözleri ile biraz daha açmak istiyorum.
‘Katı cisimler tabiri caizse alanı belli, sınırlı ve dolayısıyla şeklini koruyabilen yapıdayken; akışkanlar akar, dökülür, ıslatır, sıçrar, sızar, taşar, püskürür, damlar, kaçak yapar, yayılır ve katı cisimlerin aksine kolaylıkla durdurulamazlar. Bazı engellerin etrafından geçerler, bazılarını çözerler ve başka engelleri de ıslatır ve delerler. Katılarla karşılaşmalarından zarar görmeden çıkarlar, karşılaştıkları katılar ise katı kalsalar bile değişirler, ıslanırlar veya nemlenirler.’
Görünürde etkilenmemesine rağmen, yani katı kalsa bile değişmesi, ıslanması ve nemlenmesi; sonu belli bir yolun başlangıcıdır ve hiçbir şekilde durdurulamaz. İşte en sinsi tehlike bu…
Tam da burada popülizm ve aşırı sağın yükselişi düşünülebilir. Çünkü popülizm, her şeyden önce şahsi unsurların toplumsal unsurlara dönüşmesi, demokrasi kılıfı altında faşizme varılmasıdır. Bauman siyaset ve toplumsal kategorilere daha yoğun seslenirken, tehlikenin sınırlarını çizmesi öncelikli durum oluyor. Daha da formülize edersek ‘bu ölümcül zehir ikiyüzlülükle hayatın güçlüklerine karşı kendini hayat kurtarıcı bir panzehirmiş gibi sunma’ yeteneğine sahip.
Akışkan kötülük, doğal olarak ‘katı kötülük’ varlığını da tartışmaya açar.
Bu zıt durumlara Kafka ve Orwell üzerinden bakmak, fikir verebilir.
Bauman’a göre Kafka’nın 2. Dünya Savaşı’ndan önceki dünyasında, (Dava ve Şato’nun kurgusunu düşünün) tüm bu başımıza gelenlerin neden ve nasıl olduğunu anlayamazdık. Bunlar sadece oluyordu, havada hiçbir netlik ve mantık izi bırakmadan gerçekleşiyordu ancak Kafka’nın dünyasında er ya da geç fark edilecek bir alternatifin olduğunu bilirdik; Orwell’in dünyasında ise başımıza gelenlerin nedenini ve nasılını anlıyoruz ancak bu konuda yapabileceğimiz çok az şey var, hatta hiçbir şey yok, çünkü hiçbir alternatif yok.
Egemenlik krizinin krizi: Mayınlı araziye dönmüş kötülüğe direnmek!
Bauman ve Donskis, giriş ve dört bölümden oluşan incelemeyi, ‘İçinde yaşadığımız dönem egemenlik krizi dönemidir’ tespiti etrafında genişçe kuruyor da denilebilir. O anlamda kötülüğün psikolojik ve gündelik hayat etkisinden çok derin bir siyasal, sosyal etkisi deşiliyor.
Durum mayınlı bir arazide çıkılan mecburi gezi gibidir. Kitabın arka kapağında ‘İnsan etkileşiminin ve ticaretin akışkan-modern biçimleri tarafından dokunan kumaşın dikişlerinde, insanların birlikte yaşama dokusunda ve rutin işleyiş süreçlerinde gizlenir akışkan kötülük. Şiddetli bireyselleşme, insanlar arası bağların gücünü aşındırırken, kötülük, acımasız rekabetin ve karşılıklı yabancılaşmanın iş birliği ve dayanışmanın yerini aldığı, tamamen kuralsızlaştırılmış ve özelleştirilmiş bir sosyal alanın kara deliklerinde gizlenir” şeklinde özetlendiği üzere, mevcut haliyle kötülüğü tespit etmek, ortaya çıkarmak ve direnmek zordur. Çünkü sıradanlığıyla bizi baştan çıkarır ve sonra aniden dışarı fırlar, görünüşte rastgele vurur. Akışkan kötülüğün diğer kötülüklerden farkı budur.
Bu durumun, neoliberal dünyamızın tüm safsataları için mükemmel bir kılıf işlevi gördüğü gözden kaçmamalıdır. Sadece 2010 sonrası dünyada olup biten savaşların biçimini, yaydığı kötülük tohumlarını ve bunların kısırdöngüde nasıl yeniden t/ürediğini göz önüne getirmek kâfi.
Egemenlik krizi yoğun şekilde Orwell, Bulgakov, Kafka ve Aldous Huxley üzerinden ele alınmış. Bunu Sovyetlerin imajları takip ediyor.
Bu eserler ve dönemler üzerinden kurulan çizelge, akışkan kötülüğün etkisini okuyucuya daha iyi çıkarmak içindir, yer yer tekrara düşmesi iyi olmasa da.
Kötülüğün akışkanlaştırılması, kuralsızlaştırılması, yayılması, özelleştirilmesi bir süreçtir.
Bu süreç bugün her türlü kötülüğe damga vuruyor. Açığa çıkarılması gereken, mücadelenin başlangıcına yerleştirilmesi gereken bu noktadır.
Bauman’ın bizi özellikle uyarmak istediği ve görün dediği bir hakikat de bu.
Toparlarsam;
Deregülasyon (kuralsızlık), yayılma ve özelleştirme unsurlarından oluşan akışkan kötülük tezi, hayal gücü ilkesinin gerçeklik ilkesinden ayrılışını ifade eder.
Bu çerçevede toplum lehine konuşuyormuş gibi görünmesine aldanmamamız gerekiyor.
Hayallerin, alternatiflerin ve ütopyaların yokluğunun bu tezle ilişkili olduğunu, hakeza siyasetsiz siyasetin, ahlaksız bir ahlakın da bu kavram üzerinden yeniden okunması gerektiğini daha ilk sayfalardan bağırıyor kitap.
Bauman’ı tekrardan saygıyla anaraktan…