14 Mayıs seçimlerine sayılı günler kaldı. AKP iktidarı döneminde müzik, tiyatro, sinema gibi sanatın her alanına yönelik artan baskılar hem sanatçıların üretimlerini hem de sanata erişimi zorlaştırdı.
Bu süreçten en çok etkilenen sanatçılardan biri de tiyatrocu Levent Üzümcü.
Gezi direnişindeki duruşuyla iktidar ve iktidara yakın basın kurumları tarafından hedef gösterilen Üzümcü, 1996 yılından beri bünyesinde bulunduğu İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan ihraç edildi.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’ye geçmesiyle birlikte ihraç edilen oyuncular için çıkarılan af üzerine Üzümcü, Mart 2020’de İstanbul Şehir Tiyatroları’na geri döndü.
Öldürülen gazeteci Uğur Mumcu’nun hayatının anlatıldığı ‘Unutma Bizi’ adlı oyunda yer alan Levent Üzümcü ile oyun sonrası ülkedeki seçim atmosferi ve sanat ile siyaset ilişkisi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Gezi direnişinin ardından hedef gösterildiniz ve 20 yıl boyunca emek verdiğiniz şehir tiyatrolarından ihraç edildiniz. Sizi televizyon dizilerinde de göremez olduk. Bu süreci ve şu an bulunduğunuz yeri anlatabilir misiniz?
Almanların bir sözü vardır ‘Sizi öldürmeyen şey güçlendirir’ diye. Ölmediğim için daha güçlü hissediyorum kendimi. Bu güçlülük içinde asla kontrolsüz bir güç içinde olmadığımı da hissediyorum bir yandan. Bu süreç içerisinde birçok değişiklik oldu hayatımda. Bunlarla barışmayı, birlikte yaşayabilmeyi öğrettim kendime. Aslına bakarsanız sürecin nasıl yaşandığı, o süreçten ne kadar çok şeyin size kaldığı çok önemli ve de en önemli olan bu süreçten ne öğrendiğiniz. Benim için çok öğretici oldu üstelik kötü anlamda değildi. Kendi hayatımla ilgili, kendi hayatımı yapılandırdığım temellerle ilgili, o temellerin üzerine kurduğum binalarla ilgili çok şey öğrendim ve öğrendiklerimin kıymetini bilmeye çalışıyorum.
21 yıllık AKP iktidarı döneminde siyaset, eğitim, bilim, hukuk, gibi farklı alanlarda müdahaleler yaşandı. Sanat da bu süreçten nasibini aldı. Bu sürecin sanata etkisi nasıl oldu, sanatçılar bu süreç ile nasıl başa çıktı?
Sanatın emekçileri bir seçim yaptılar. Toplumda kanaat önderi olan, sanatıyla toplumun içinde bir yere gelmiş olan insanlar taraf olmak zorunda bırakıldılar. Kimi taraf olmamayı, ortada kalmayı yani gri olmayı seçti. Kimi siyahı, kimi de beyazı seçti. Benim bulunduğum rengi seçen, (o renk her neyse, ama gri değil) çok fazla sanat emekçisi yok. Kimisi olup bitenler karşısında sesini çıkarmayı tercih etti. Kimi de olup bitenler karşısında o topluluğun, düşünce yapısının bir göstergesi olarak, ’Ben sanatımı yapıyorum. Toplumsal olaylar beni ilgilendirmez’ mottosuyla hareket etti.

Sizin izlediğiniz gibi bir oyunun (Unutma Bizi) artık tiyatro sahnelerinde olmayışı bile nasıl bir istibdat dönemi yaşandığının, Türk sanatının nasıl bir sessizliğe gömüldüğünün göstergesi. Sizin ‘Oh be, sonunda birileri bir şeyleri söylüyor’ dediğiniz duygu aslında sıradan bir belgesel tiyatro örneği için söyleniyor. Ve biz bunu yaparken zaten yıllardan beri söylediğimiz şeyleri sizlerle paylaşıyoruz. Yasak bir şey söylemiyoruz, suç işleyecek bir şey söylemiyoruz ama bunu söylemekten bile uzaklaştı tiyatro, özellikle ödenekli tiyatrolar. Ödenekli tiyatrolar artık toplumun her kesimine hitap edecek oyunlar yapmaktansa suya sabuna dokunmayan oyunlar yapmayı bir erdem saymaya başladı. Bu çok tehlikeli bir şeydi, tiyatro bundan çok zarar gördü.
İktidarın değişmesi durumunda, sanatsal ortamın toparlanması ne kadar sürede gerçekleşecek?
Bu dönem bize ne kazandırdı, ne kaybettirdi; sanata ne kazandırdı, ne kaybettirdi bunu bugünden anlayabiliyoruz. Ama bence bunun muhasebesini bu garabet bittikten yani cehenneminin kapısını kapattıktan sonra yapacağız.
Seçime sayılı günler kala aralarında Amed Şehir Tiyatrosu’nun 6 oyuncusunun da olduğu gazeteciler, siyasetçiler gözaltına alındı ve bazıları tutuklandı. Türkiye’deki sanat çevrelerinden yeteri kadar tepki veya itiraz geldiğini düşünüyor musunuz?
Yeterli tepkiyi verebilmeleri için, Millet İttifakı’nın kazanacak olmasından emin olmaları gerek. Çünkü bugünden bir tepki verip de yarın eğer Cumhur İttifakı adlı siyasi garabet kazanırsa tufaya düşmemek için iyice emin olmaya çalışıyorlar. Bütün kınamalarında, konuşmalarında bunu sezebilirsiniz, görebilirsiniz. Renksiz kalmayı para kazanmanın bir yolu olarak görüyorlar. Ama sanat emekçileri şunu unutmamalı ki; kapıyı açtıklarında çıktıkları sokaklar tüm Türkiye’nin haksızlıkla, hukuksuzlukla yoğrulmuş, insansız, vicdansız sokakları olacak. Eğer seçimden sonra Millet İttifakı kazanırsa o zaman coşkun ırmak gibi akacaklardır.
Peki bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bilemem, sonuçta sanatçıların tavırlarının doğru olup olmadığını toplum değerlendiriyor. Toplum yine kendi içinde değerlendirecektir. Ama zannetmeyin ki Millet İttifakı kazandığında toplum gelip de ‘Aa bu adamlar hiç konuşmamıştı, bu kadınlar hiçbir şey söylememişti’ deyip onların dizilerini ya da sinema filmlerini izlemekten ya da resim sergilerine gitmekten, heykellerine bakmaktan kendilerini alıkoyacaklar… Toplum da bu insanların kaypaklığının bir parçası.
Anket sonuçlarına göre seçimin ilk turda bitmesine dair belirsizlikler devam ediyor. Siz nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?
Benim gördüğüm ve hissettiğim kadarıyla; seçim büyük bir farkla Millet İttifakı ve Kemal Kılıçdaroğlu lehine bitecek. Umulan, beklenen seçim sonuçlarının çok daha fazlasıyla karşılaşılacak. Çünkü Türkiye’nin değişime, ileriye gitmeye ve yapılan hataları bir daha yapmamaya çok fazla ihtiyacı var. Bilginin çok hızlı dolaşıyor olması; yapılan haksızlıkların, hukuksuzlukların çok fazla insan tarafından görülüyor olması ister istemez bir noktadan sonra insanları daha fazla iyi bir yarını düşlemeye ve bu yarın için küçücük dahi bir katkı sunmaya itiyor.
Fakat iki yıl içerisinde bizleri çok fazla seçim de beklediğini düşünüyorum. Çünkü bu dönemin bir geçiş dönemi olacağını ön görüyorum. Bundan 10 yıl sonra, umarım ömrümüz olur da görürüz, Türk siyasetinin vekilleri, siyasetin yapılışı böyle olmayacak. Birçok siyasi parti ömrünü doldurmuş olacak, siyaset arenasından çekilecek. Eğer Meclis’te milletvekillerinin yağlı ballı emeklilikleri, maaşları, onlara verilen özel fırsatlar biterse, zapturapt altına alınabilirse ve asgari ücret ile eşitlenebilirse maaşları, çok daha hızlı bir şekilde Türk siyaseti biçimlenecek.
Kitabınızda, “Demokrasinin tüm imkanlarını kullanarak demokrasiyi yok etmeye çalışan bir kalabalıkla karşı karşıyayız” diyorsunuz . Peki sizin buna dair çözüm öneriniz nedir?
İnsanların korku bariyerlerini aşması gerekiyor. İnsanlar sürekli bağırıyor, sizi korkutmak üzere davranıyor. Korkmayın. Kitabın adı da bu yüzden ‘Boyun Eğme’. Bu insanların yapmış oldukları kötülükler onların suç batağına batmış oldukları için yaptıkları şeyler. Bütün bu tehditler, yapılanlar ve savundukları şeylerin altında yatan bu. Toplumun içindeki her bir birey, bir kişiye yapılan haksızlığı; kendi bilincimizde ve bünyemizde bize yapılmış gibi, yarın öbür gün çocuğumuza yapılacak gibi hissetmezse bunun çözümü olmaz.
Herkesin anlaşamamak üzerine değil nerede anlaşabiliriz, uzlaşabiliriz diye konuşması lazım. Başka türlü ülkenin aydınlığa çıkabilmesi, iyi bir ülke olabilmesi mümkün değil. Bizim bir arada oturup dostluğun kardeşliğin türküsünü söylememiz lazım. Bunun notalarını dizip de bir besteyi yapmamız lazım. Bunu yapabiliriz. Fakat toplumun içerisine konulmuş bu dinamitler, korku bombaları, bu ön yargılar, kutuplaştırma siyaseti toplumu lime lime etti bunun karşısında durmak zorundayız ve bunun karşısında durabilmenin tek yolu birbirimizi tanımaktan geçiyor. Tanışmak zorundayız birbirimizle, ön yargılarımızın olduğu herkesle. O yüzdendir ki Gezi bunun tek ilacıydı ve en büyük dertleri de Gezi. Çünkü akıl almaz derecede farklı insanlar bir araya gelmeyecek insanlar orada birbirleriyle tanıştılar. Bundan daha büyük bir tehlike yok onlar için. Bu yüzden ya bu cehennemin kapısında bekçi olacağız ve sıramızı bekleyeceğiz ya da bu cehennemin kapısını kapatacağız ve bulduğumuz en yakın cennetin kapısını açmak için harekete geçeceğiz.
Böyle büyük bir tanışmaya dair umudunuz var mı?
Toplumları bazen zorunluluk da bir araya getirir. Çok uzun zamandan beri Türkiye’de siyaseti hep siyasi partiler yönlendiriyordu. Son üç dört aydan beri, belki de daha uzun süreden beri halk siyasileri ve siyasi partilerin politikalarını belirlemeye başladı. Artık sosyal medyayı çok gelişti ve her şeyden hemen haberdar olabiliyoruz. Bir siyasi partiye bir tuşa basarak üye olup, bir tuşa basarak üyelikten çıkabiliyoruz. Açlık sefalet, hızlı fakirleşme, alım gücünün düşmesi. Toplumun içerisinde yaşayan insanların taleplerinin yerine getirilmemesi. İnsanların seçtiklerinin devlet tarafından kabul görülmemesi. Bugün Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu Bölgesinde Kürt il ve ilçelerindeki nerdeyse bütün belediyelere kayyum atandı. Orada yaşayan insanlara, ‘sizin seçiminizin benim için hiçbir anlamı ve önemi yok’ diyorsun. Bugün İzmir’de yaşayan bir insanı Diyarbakır’da yaşayan bir insanla karşılaştırarak, bu tarz karşılaştırmaları yaparak bu topluma iyi bir şey yapılmıyor.
Herkesin birbiriyle arkadaş olabilmesi mümkün. Tanışmalarının önüne geçiyorlar. İnsanların birbiriyle tanışmasının önüne geçen herkese lanet olsun, bunun için çaba göstermeyen herkese lanet olsun, kendini tanıtmamak için kendini gizleyen herkese lanet olsun. Kendini açın açık fikirliliğinizle, neye inanıyorsanız neye inanmıyorsanız onu söyleyin. Bundan daha büyük bir özgürlük yok.

En son oynadığınız oyun, Uğur Mumcu’nun hayatının anlatıldığı ‘Unutma Bizi’. Sanat unutturmama gücüne sahip midir?
Söylenen söz, yazılan roman, çizilen resim, boyanan tuval, yontulan heykel, anlatmaya çalıştığınız o günkü sorunu eğer evrensel bir dilde anlatabilirseniz her zamana kalır, her toplum için gerekli bir sanat eseri olur. Bugün Guarnica’ya baktığınızda hissettiğiniz şeyler, o gün hissedilen şeylerden farklı olabilir ama Guernica bize bir dönemi çok farklı anlatır. Biz de dönemin tanıkları, şahitleri olarak çıkıp bu dönem böyle bir dönemdir diye evrensel bir sanat eseri üretmeye çalışıyoruz. Bizim kanımızdan, canımızdan, aklımızdan, vicdanımızdan olan insanların çektiği sıkıntıları anlatmaya çalışıyoruz.