Pandemi sonrası yeni bir ‘hayat’ yaşadığımızı çoğu kişi kabul etmese de durum pek öyle değil. En azından ‘bariz değişti’ diyen taraftayım. Çünkü başta küresel alan, sonra da bu alanın belirleyici koordinatlarından kapitalizmin yaptıkları/yapmaya çalıştıkları bize bambaşka bir hikâye sunuyor. Özellikle popülizmin revaçta olduğu bir aralıkta deneyimlediğimiz pandemi, her şeyi tepetaklak etti dersek yeridir. Politika, bu tepetaklak seyirden en fazla etkilenen fenomen oldu.
Pandemi, beklenmedik, öngörülmesi zor ve toplumu büyük ölçüde etkileyen modern bir “kara kuğu” olayıdır.
Pandemi sonrası değişim dönüşümü kapital çehre içinde okumak hem sağ hem sol siyaset perspektifi açısından önemli şeylere gebe.
Ki son Davos, NATO, G7, G20 toplantılarında görüşülen konular, alınan kararlar ve her şeyi resetlemeye varan süreç; kapitalizmin çok hızlı bir şekilde yeni bir fırsat yaratmaya çalıştığını, hikâyeyi yeniden ve daha kurucu bir yerde tutmaya can attığını bize gösteriyor. Bu fırsatı, çok temel bazı diskurlar üzerinden gözlemleme şansımız var. Bunu da neoliberalizmin dün sırtını dayadığı kavram seti ile bugün nasıl bir ilişkisel düzenlemeye gittiğine projektörü tuttuğumuzda görürüz.
Pandeminin yarattığı zorluklar, devletin toplumsal sorunlarla tehditlerin üstesinden gelmede muazzam kaynakları seferber etme yetisinin, sosyal konutlara yatırımın, refah desteğinin, eğitim olanaklarının, bir maske sağlamanın ve toplumsal uyumu sağlayacak, eşitsizliği azaltacak komşuluk temelli inisiyatiflerin pek olmadığını; haliyle bunların yeniden canlanmasının icap ettiği, ama bunun hangi kanallarla olacağının açık soruya dönüştüğünü bize gösterdi. Yine pandemide, halklarının ihtiyaçlarını sağlamada başarılı olan otoriter hükümetlerin istikrarını artırdığını, başarısız olanların da sert önlemlerle toplumu boğmaya çalıştığını canlı izledik.
Bu süreçler baz alınarak “Pandemi sonrası neoliberalizmin sonu mu geliyor?” sorusu sıkça dillendirilir oldu. Şayet pandemi neoliberalizme büyük bir şok yaşattıysa, onu çöküşe zorladıysa onun yerine gelecek olan şey nedir, nasıl bir şeydir soruları da devamında geldi ve tartışıldı.
Belki bu sorulara ek olarak şunu da açıklıkla savunmak zorundayız: Sol, Covid sonrası hâkim kapital ideoloji ile açıklıkla çarpışmalıydı! Çünkü neoliberalizmin yıkıcı tahribatları ile hesaplaşma için çok büyük bir fırsat doğmuştu (bu kısmen devam ediyor). Kriz zamanları, kazanım ve değişim zamanlarıdır. Popülizm ve pandemi, art arda gelen iki esaslı kriz olduğuna göre bazı tartışmaları acilen yapmak zorundaydık/ız.
Paulo Gerbaudo, “Büyük Geri Tepme” (Ayrıntı Yayınları, 2022, 336 sf.) kitabında işte bu tartışmanın içine dalıyor. Bu kitap vesilesiyle, konunun da güncelliğine binaen, biraz detaylandırmak, tezler üzerine düşünmek niyetindeyim.
***
Kitaba dair belki öncelikle bir kısa özet geçmek iyi olabilir. Kitap, koronavirüs krizinin akabinde doğan neoliberalizm sonrası ufku araştırıyor. Siyasi söylemin ve pratiğin kartlarının günümüzde yeniden karıştırılmasını anlamada kilit ideolojik trend olarak hükümet korumacılığının yükselişini kaydediyor.
Popülist siyasetin kendine yoğunca alan açtığı 2010 sonrası cereyan eden krizler ile Covid-19 sonrası dönüşen yaşam, siyaset, ekonomi kodlarının çağındayız. Nereden baktığınıza göre değişebilir elbette ama yeni bir ideolojik çağın ağzında olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Neoliberalizm yaklaşık 50 yıldır aktif bir hegemonyaya sahip. Mevcut durumda, dönüşen siyaset gramerlerine bağlı olarak sağ ve sol siyaset kendi dağarcıklarını yeniden oluşturuyor, yeni söylemler ve momentler kuruyor. Kitabın birçok odağı var fakat totalde, yazarın niyetinin esas olarak ‘Sürekli değişen, ölen ve yeniden doğan politik fırtınalar içinde, sol siyaset kendine nasıl esaslı bir yol bulacak?’ sorusu olduğunu düşünüyorum.
Her şeye derman, her şeyi çözme kudretine sahip olduğunu iddia eden ulus devlet ve onun serbest piyasa mantığının bir ilaç, aşı, maske bile dağıtamayacak durumda oluşunun ifşa olmasından sonra hiçbir şey eskisi gibi ele alınmamalı. Gerbaudo’nun da dikkat çektiği üzere, sağ/sığ popülist/milliyetçi siyaset bu boşluğu gördü ve hızla doldurmaya çalıştı.
Gerbaudo, popülist siyaset ve pandemi krizinin neoliberal küreselleşme krizinde “büyük bir geri tepmeye” yol açtığını iddia ediyor. Bu geri tepmenin anahtar kelimeleri ‘Egemenlik, koruma ve kontroldür.’
Bu üç aks hem sağ hem sol siyasetin kendini yeniden konumlandırdığı kavramlar da oluyor. Bu noktada kitaba da adını veren, yazarın ekonomik küreselleşmenin büyük bir geri tepmesi olarak gördüğü meseleye geri dönebiliriz: Nedir ‘Büyük geri tepme’?
Büyük geri tepmenin birkaç bağlam ve tanımı var. Öncelikle top ya da tüfeğin ‘geri tepmesi’ gibi bir alamı yok. Teorik olarak sırtını Hegel ve Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm eserine dayıyor. Gerbaudo burada Polanyi’nin dikkat çektiği kapitalist genişleme aşamalarının geri çekildiği ve toplumsal tepkilerle karşılandığı kısma yaslanıyor.
Diğer bağlam ise Hegel’ci bir metafor olarak, “tarihin sürekli geri döndüğü” düşüncesidir. Kitap, Hegelci tez-antitez-sentez üçgeninde ilerliyor.
Büyük geri tepme, tarihin koordinatlarının tersine dönmüş gibi göründüğü bir dönemi mimler. Bu, toplumların geriye ve içe döndükleri momenttir. ‘Küreselleşmenin geri çekildiği zamanda ekonominin küçüldüğü ve merkez bankalarından gelen yoğun para akışının nadiren desteklendiği; insanların sokağa çıkma yasakları, karantinalar ve hapsedilme önlemleri yüzünden evlerine çekildiği ve ötekilerle temastan uzak durmak zorunda olduğu moment.’
Geri tepmeyi daha iyi anlamak için, kitabın kapağına da yerleşen, böcekle beslenen ve gezegende pulları olan tek memeli olan ‘karıncayiyen’ adlı hayvanı düşünmek gerekiyor. Karıncayiyen, avcı bir hayvanın saldırısı karşısında kendini top haline getirip geri teper. Saldırıya uğradığında çivili bir topa kıvrılan bu hayvan, kendini savunma ve “koruyucu durum”un da rasyonel temsilcisidir. Dişleri yoktur, çoğu zaman da kazıdığı oyuklar içinde, öteki karıncayiyenlerle bir araya gelmekten kaçınarak münzevi bir hayat yaşar. Tam da savunmaya yaptığı yatırıma rağmen savunmasız gibi göründüğünden sempati uyandırır. Genelde ıstakoz ile karşılaştırılır. Bu iki varlığın karşılıklı tutumları –ıstakozun saldırgan toprak bütünlüğüne dayanan savunmacılığı ile karıncayiyenin daha iyi huylu savunmacı taktikleri– sağ ile solda belirmeye başlayan koruma siyasetine farklı yaklaşımların metaforları olarak görülebilir.
Peki toplum ve toplumsal kurumlar da benzer bir şey yapabilir mi? Kitap, geri tepme derken, bunun olabilirliğini söylüyor. Yani cevap, evet.
Tez ve antitezler üzerinden giden kitabın sentez olarak ifade ettiği bir şey var mı? Var… Bu sentezin adı: “Yeni Devletçilik” Neoliberal tez, popülizm antitez, yeni devletçi sentez…
Neoliberalizm ile popülizm arasındaki vahşi savaştan ve koronavirüsün neden olduğu şok ile panikten doğan, toplumu korumak adına ekonomiye daha kuvvetli bir devlet müdahalesini dayatan sisteme ‘yeni devletçilik’ deniyor. Yeni devletçilik, pandemiyle beraber yeni siyasi normal, hemen hemen tüm siyasi aktörlerin biçimini değiştiren bir meta-ideoloji, aynı zamanda devlet ve politik geleceğimize dair birbirinden radikal biçimde farklı vizyonların toslaştığı yeni bir savaş alanı demektir. Neoliberalizmin gerilemesi ve onun popülizmle menfur yüzleşmesi, sağduyudaki değişiklikle birleşerek, hâkim ideolojik çerçeve olarak neoliberalizmin yerini almaya dayanıyormuş gibi görünen korumacı bir yeni devletçiliği doğurmuştur. Tecritler, karantinalar, pandemi kontrolleri, kitlesel aşı kampanyaları, ücretsiz izin programları ve kitlesel kamu yatırımı planları, bunların hepsi aktivist bir devlete geri dönüşü yansıtıyor.
N. Kondratieff’ın erken 20. yüzyılın liberalizm krizinden ve 1970’ler ile 1980’lerdeki sosyal demokrasi krizinden sonra yeni bir ideolojik geçiş momentine tanıklık edişimizi hatırlattığı üzere, birbiri ardından gelen tarihsel çağlar, kendisinden önce var olan egemen ideolojilere muhalefet olarak doğmuş farklı farklı ideolojik hegemonyalar tarafından tanımlanmıştır. O anlamda korumacı yeni devletçiliği, neoliberal sonrası dönemin yeni adı olarak tarif ediyor Gerbaudo. Yeni devletçi söylemin sürekli yenilenen üç terim etrafında döndüğünü (egemenlik, koruma, kontrol) yukarıda söylemiştim. Bunların hepsi güvenliğe giderek artan taleple ilintilidir.
***
Giriş, dokuz ana bölüm ve sonuç bölümlerinden oluşan kitap; Hegel, Hobbes, Schmitt, Polanyi, Platon, Rousseau, Marx, Machiavelli ve Gramsci’nin sesleri eşliğinde bir arazi taraması yaparak, kitap boyunca neoliberal yalanları teşhir edip, Sol’un nereden yürüyebileceğini açığa çıkarmaya çalışıyor. Buna göre solun, egemenlik açısından halk egemenliği ve demokratik özerkliği, koruma açısından toplumsal korumacılığı ve kontrol açısından da toplumsal hareketlerin çevreden iklime uzanan çizgide bir yol alması gerektiğini ileri sürüyor.
Gerbaudo, yeni halk düşmanları ve sınıflarına dikkat edilmesi gerektiğini söyleyip ‘korumacı sosyalizm’ önerirken; ’Sol, kendi koruma anlayışını izlemiştir. Sınıf dayanışması, sosyal bakım ve toplumun sosyal haklardan en mahrum kalmış kesimlerinin geçimlerini savunmak için savaşmıştır. İş kayıpları ve ekonomik yerinden etme ile sonuçlanmak yerine teknolojik gelişme kazanımlarının eşit olarak paylaşılabilmesini güvence altına alacak önlemleri teşvik etmiştir. Sol, verimlilik kazanımlarının son olarak ücret artışlarına ve hayat standartlarında ilerlemeye aktarılması için dijital oligopoli çağında eşitlikçi vergilendirme ve örgütlü emek gücünü artırmak için mücadele vermelidir’ diyerek bağlıyor.
Büyük geri tepmenin üç temel siyasi aktörü olan sosyalist sol, neoliberal merkez ve ulusalcı sağın bugün “egemenlik, koruma ve kontrolden” anladığı şey, yüklediği anlam; içinden geçtiğimiz sürecin kalbidir. Bu üç aktör bu kavramları nasıl görüyor, nasıl örüyor, nasıl üzerine politika yapıyor dediğimizde ve cevapları netleştirdiğimizde, ki nettir, küresel dönüşüm hikayesinde blokların savaş ve savaş sonucunda varmak istedikleri ‘yeni’ durakları da anlamış oluyoruz.
Siyasette “kendine geri dönüş” momentinde bir umut ışığı var diyen kitabın sonuç bölümü; bugünkü çağ, kontrolsüz kapitalizmin beraberinde getirdiği tehlikelere yönelik toplumsal içe bakış için eşsiz fırsatlar sunduğunu özellikle vurguluyor.
Kitaba dair birkaç temel eleştiri ile son vermek istiyorum.
Birincisi küresel hikâye ya da geri tepme incelemesinin iskelesi Avrupa ve ABD eksenlidir. Oysa bu durum bahsi geçen siyasal dönüşümleri gerçek anlamda karakterize edemez. Dünyanın farklı yerlerinde aynı anda çok farklı nirengi noktaları cereyan ediyor. Deleuz’un hatırlattığı üzere direniş iktidardan sonra değil önce gelir. Bu direnişlerin sürdüğü, değiştirdiği, toplumsallaştırdığı onlarca durum yaşanıyor.
İkincisi, tam da bu bağlamda, çok uzağa değil, kitapta kısmen de olsa atıf yapılan Latin Amerika’daki gelişmeler, yazarın çizdiği sosyalist sol tahayyülünü yerle yeksan eden örneklerle dolu. Oradan bakıldığında durumlar pek iddia edildiği gibi olmuyor, hakeza Ortadoğu’dan da.
Üçüncüsü, Gerbaudo, Street Wall eylemlerinin yarattığı ve o dönem ses getiren eylem hattında kalmayı tercih diyor. Oysa Kore’den Ekvator’a, İran’dan Gana’ya eylem çizgileri çok dönüştü.
Sonuç mahiyetinde, dördüncü olarak, karıncayiyen üzerinden ifade edilen ve yeni devletçi çizginin karşısına konulan ‘geri tepme’ modeli, içerdiği iyimserliğe yaslanarak yol alabilir mi emin değilim. Çünkü kapitalizm kendini dönüştürürken, hiç de iyimser değil…