Diyarbakır Baro Başkanı iken vurularak öldürülen Tahir Elçi’nin davasında bir ilerleme yok. Şimdiki Baro Başkanı Nahit Eren, davaya açık bir müdahale olduğunu düşünüyor. Eren, “Mahkeme duruşmayı seçim sonrasına erteledi. Anlaşılan birileri seçim süreci boyunca bu dosyanın da gündeme gelmesini istemiyor” diyor.
Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, Tahir Elçi ile uzun yıllar birlikte çalışmış bir hukukçu. Elçi’nin davasını da yakından takip ediyor. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptıkları görüşmenin ardından mahkemeye yaptıkları başvurunun dikkate alınmaması ve bu kadar önemli bir tanıklığın kabul edilmemesine tepkili. Ancak bütün bu gelişmelerin aslında tanıdık olduğunu da belirtiyor. Çünkü Tahir Elçi ile birlikte birçok benzer dosyada avukatlık yapmışlar. Nahit Eren Tahir Elçi’yi, devraldığı mirası ve dava sürecini Gazete Karınca’ya anlattı.
Tahir Elçi ile tanışıklığınızı anlatır mısınız?
Ben avukatlığa başladığımdan beri kendisini tanıyorum. Diyarbakır Barosu’na geldiğim zaman Tahir Bey yönetim kurulu üyesiydi. Tabii Tahir Bey Diyarbakır Barosu’nun kurumsal kimliğiyle özdeşleşen bir avukat ama aynı zamanda bireysel anlamda da ayrı bir avukat kimliğine sahipti. O’nun takip ettiği davalar daha çok 1990’lı yıllarda ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı dosyalardı, mağdurların vekilliğini yapıyordu. Türkiye’deki bu dosyaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götüren avukatlardan biriydi. Özel bir iş yapıyordu. Mesleki anlamda özel ilgi ve bilgi gerektiren bir alandı. Bu konuda Türkiye’de Tahir Elçi sayılı avukatlardan diyebiliriz. Kendisiyle uzun yıllar birlikte çalıştık. Bizim yönetime seçildiğimiz dönem Kürt meselesinin barışçıl çözümüne yönelik başlayan çözüm sürecine denk geldi. Zorlu bir süreçti. Yıllardır ağır can kayıplarına ve sorunlara sebebiyet veren riskli bir meselenin çözüm aşaması da zorluydu elbette. Bunun da farkındaydık. O dönemde baro olarak birçok etkinlik yaptık. Tahir Bey’in hem ulusal hem uluslararası ilişkileri çok güçlüydü. Yıllarca Avrupa’ya gidip gelmiş olmaktan birçok avukat, bürokrat dostları vardı Avrupa’dan da. Çok dikkatimi çekerdi. Yani iletişim ve ilişkide çok güçlü bir ağ oluşturmuştu. Türkiye’de de öyleydi. Hemen hemen bütün siyasi parti yetkilileriyle, başkanlarıyla, bürokratlarla iyi bir diyaloğu vardı. Her zaman herkese ulaşabilirdi. Bu yönüyle de hep takdir ediyordum. Tabii son zamanlarda özellikle çözüm sürecinin bitmesiyle birlikte sıkıntılı, zorlu bir süreç başladı. Yeniden başlayan hak ihlalleri özellikle Cizre’de yaşananlar, Silvan’da yaşananlar Tahir Bey’de inanılmaz bir etki yarattı. O dönemde birlikte Cizre’ye de gittik. Sokağa çıkma yasaklarının başladığı dönemde avukatlar olarak yürüyerek Cizre’ye ulaşmaya çalışmıştık. Dehşet verici bir tablo vardı ve aslında yeni karanlık ve sert bir sürecin başlangıcını hissediyordu. Çünkü 1990’lı yılları çok yakın yaşamış bir hukukçuydu. O yıllarda biliyorsunuz gözaltına da alınmış, aylarca işkencede kalmış, tutuklanmıştı. Bu nedenle yeni sürecin tahribatlarını öngörebiliyordu. Dediği gibi de oldu. Cizre’de, Silvan’da, Diyarbakır’da, Sur’da yaşananlar, O’nun kaygısını, karanlık, sert, yeni bir dönemin başlayacağı yönündeki öngörüsünü de haklı çıkardı.
Baroda Elçi’nin boşluğunu hissediyor musunuz?
Elbette. Tahir Elçi’yi kaybettiğimiz zaman Diyarbakır Barosu sarsıldı. Kürt toplumu, hukukçular sarsıldı. Diyarbakır Barosu olarak bu ağır bedelin acısı bir yana büyük bir şaşkınlık da yaşıyorduk. Evet, geçmişte de avukatlar, baro başkanları, yöneticiler, soruşturma tehditleri altında bu mesleği icra ettiler ama öldürme fiili gerçekten hepimizde büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Kabullenemiyorduk. Aynı zamanda öfkeliydik. İyi bir insan hakları savunucusu, iyi bir baro başkanı, iyi bir hukukçuyu kaybetmiştik. Bu ani ölüm karşısında tabiri caizse sudan çıkmış balık gibi hissediyorduk kendimizi. Bu boşluğu nasıl doldurabiliriz diye düşünüyorduk ve kendimizi onun davasına adadık. Çünkü bu cinayetin bir şekilde perdeleneceğini, bu suikasti gerçekleştirenlerin bir şekilde korunacağın biliyorduk. Yıllardır bu ülkede bu tür politik cinayetlerin hep üzeri örtüldü. Bu kaygı ile bir an önce toparlanmamız gerektiğini düşünerek çalışmalarımıza devam ettik. Tabii Tahir Elçi’nin eksikliğini hissediyoruz. Yaşasaydı, doğal seyrinde görevini devredeceği, yeni başkanlık dönemlerine hazırlayacağı avukatları yetiştirecekti. Diyarbakır Barosu her zaman onun eksikliğini hissedecek. Tahir Elçi, hukuk camiasının yanında Kürt toplumunun da kaybettiği bir değerdi.
Sizin açınızdan da böyle bir mirası devralmak ağır değil mi?
Çok. Diyarbakır Barosu’nun kurumsal anlamda yarattığı bir kimlik var. Bu kimliği korumak, Tahir Elçi’nin mirasını korumak oldukça ağır bir sorumluluk. Ben bu mirasın omuzlarımdaki ağırlığının farkındayım. Bu koltuğa oturduğumuz zaman aslında nasıl bir koltuğa oturduğumuzun da farkındayız. Yeri geldiğinde hukuk adına, insan hakları adına, özgürlükler, demokrasi adına her türlü bedeli ödeme riskini göze alacağımız bir koltuk olduğunun farkındayız. Bu bilinçle gücümüzün yettiği kadar onların mirasını korumaya ve daha da büyütmeye gayret ediyoruz.
Diyarbakır Barosu Başkanı olmak, bir yandan bedel ödemeyi de göze almak demek mi yani?
Doğru.
Dava sürecini yakından takip ediyorsunuz. Neler oluyor? Bu cinayet kameraların önünde işlenmesine rağmen neden dosya ilerlemiyor?
Soruşturma sürecindeki eksiklikler sık sık kamuoyuna yansıdı. Bir cinayet dosyasında ilgili kolluk ve yargı makamlarının ne şekilde delil toplaması gerektiğini, ne yapması gerektiğini aslında hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu dosyada bunların hiçbiri yapılmadı. Aksine birçok delilin de karartıldığı konusunda net tespitlerimiz var. O sokakta çekim yapan birçok kameranın hatta o gün çekim yapan Foto Film Şube dediğimiz emniyete ait video da dahil olmak üzere kaybedilen, kaybettirilen görüntüler var. Bunlar hep kamuoyuna yansıdı. Biz bu cinayetin aydınlatılmaması konusundaki iradeyi, niyeti ilk günden anladık, hissettik. Bu olayı davaya dönüşme konusunda da niyetleri yoktu. İlk andan itibaren, oradan kaçan iki örgüt mensubunun bu eylemi ya da bu cinayeti işlediği konusunda bir kurgu tasarlandı. Geçmiş tecrübelerimiz nedeniyle iktidardan böyle bir hamlenin geleceğini biz çok iyi biliyorduk ve nitekim öyle de oldu. Yargılama aşamasında buna net tanıklık ettik. Deniz Ataş, savcılık makamının soruşturma aşamasında dinlediği ve eylemi örgüt mensuplarının gerçekleştirdiğini söyleyen bir tanıktı. Mahkemeye cezaevinden bağlanmıştı ve “Ben soruşturma aşamasında kolluğun ve ilgili Cumhuriyet Savcısı’nın baskısı, tehdidi ve vaatleri doğrultusunda bu beyanları dile getirdim. Söylediklerimin hiçbirinin gerçeklikle ilgisi yok” dedi. Ayrıca 2018 yılının sonunda Londra Üniversitesi’nin adli mimarlık bölümü çok önemli bir rapor hazırladı. Olay anına ait bütün kamera görüntülerini inceleyerek hazırladıkları bu rapor sayesinde mahkeme polis memurlarını şüpheli sıfatıyla dosyaya ekledi. Bundan önce dosyada hiçbir şüpheli yoktu. Polisler sadece tanık olarak dinleniyordu.
Mahkemenin tavrını nasıl buluyorsunuz?
Mahkemenin tavrı da soruşturma aşamasındaki tutumundan farklı değildi. İlk celseyi hatırlarsanız, bizleri dinlemiyordu, Türkan (Elçi) Hanım’ı Duruşma salonundan atmayla tehdit etti. Biz mahkemenin bu dosyanın, ağırlığını kaldıramayacağını anladık. Bu cinayeti, bu siyasi suikasti basit, alelade bir cinayet davası gibi görmek istediler. Oysa biz hep şunu hatırlattık, bu cinayetin öncesi de var, sonrası da var. Tahir Elçi’nin insan hakları alanındaki aktivizminin yarattığı rahatsızlıktan tutun da CNN Türk’teki sözlerinin ardından başlatılan linç kampanyasına kadar bu süreci tetikleyen birçok olay var.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Tahir Elçi’nin siyasi bir suikastla öldürüldüğünü söylemesine rağmen tanık olarak dinlenmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef mahkeme bizi yanıltmadı. Dönemin en yetkili şahsiyeti Ahmet Davutoğlu, 2021’in Eylül ayındaki Diyarbakır ziyaretinde, “Tahir Elçi bir siyasi cinayete kurban gitti” dedi. Aynı gün Diyarbakır Barosu’na da geldi. Kendisine bu cinayetin bir numaralı sorumlusunun o dönem Başbakan olması sebebiyle kendisi olduğunu hatırlattık. Yaptığı çok önemli açıklamayı mahkemeye taşıyacağımızı söyledik. O da bölgenin bir resmini çizdi bize 1990’lı yıllardan bahsetti, 2015 sonrası yaşananların da aslında 1990’lı yıllardan farklı olmadığını söyledi. Bize, 1990’lı yıllardaki karanlık yapıların Türkiye’de yeniden rol ve sorumluluk üstlendiğini ima etti. Tahir Elçi davasında da üzerine düşen her türlü sorumluluğu yerine getirme konusunda yönetim kurulu üyelerimizin bulunduğu bir ortamda bize söz verdi. Biz de bunun üzerine hemen mahkemeye müracaat ettik. Tabii mahkeme yazılı başvurumuza hemen cevap vermedi. Ta ki bir sonraki duruşmaya kadar. 15 Ocak’ta duruşmamız vardı. Mahkeme heyeti o celsede Ahmet Davutoğlu’nun cinayetin işlenmesinde, görgüye dayalı bir tanıklığının olmadığından talebimizi reddetti. Bir sonraki celsede ısrarlı bir şekilde yeniden talepte bulunduk. Mahkeme o celse oy birliğiyle Ahmet Davutoğlu’nun 23 Kasım’daki duruşmada tanık sıfatıyla dinlenmesine karar verdi. Aslında dava sürecinin en kritik ara kararlarından birisiydi. Hemen de Ahmet Davutoğlu’na bir tebligat çıkarıldı. Ancak ne olduysa bu karardan üç ay sonra 19 Eylül’de Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı mahkemeye bir dilekçeyle başvurup Ahmet Davutoğlu’nun tanık olarak dinlenmesinin dosyaya bir katkısının olmayacağı yönünde görüş bildirdi. Mahkeme aynı gün toplanıp Davutoğlu’nun tanık olarak dinlenmesine gerek olmadığına karar verdi. Türkiye’deki yargının içerisinde bulunduğu genel sorunlara girmeyeceğim ama bu hukuk düzeninde böyle bir şey olamaz. Ahmet Ahmet Davutoğlu’nun cinayetin aydınlatması konusundaki beyanının ne olacağını nereden biliyorsunuz? Düşünün bir başbakan, MİT’ten sorumlu, jandarma istihbaratından sorumlu, emniyetten sorumlu, yargıdan sorumlu. Bu kişinin bu cinayete dair söyleyeceklerinin hiçbir anlamı olmadığı neticesine nereden varıyorsunuz? Bu durum davaya dışsal bir müdahalenin yapıldığının çok açık bir işareti.
Siz Davutoğlu’nun tanıklığının gerçekten bir şeyleri değiştirebileceğine inandınız mı? Onun tanıklığı doğrultusunda cesur kararlar verecek bir yargı idaresi görüyor musunuz? Çünkü bu tanıklık birçok yetkilinin de yargılanmasını gerektirecekti.
Zaten Davutoğlu’nun dinlenmemiş olması bunu gösteriyor. Bu dışsal müdahale nereden geldiyse aslında kendilerinin bildiği şeyi Ahmet Davutoğlu da biliyor. Yoksa neden engellensin? Yani bir başbakan gelip kendi dönemine ilişkin iftiralarda mı bulunacaktı? Hiçbir şey de demeyebilirdi. Ama bu güç her kimse en küçük riski bile göze almak istemedi. Bu nedenle Davutoğlu’nun bildiği bir şeylerin olduğu konusunda benim şüphem yok. Ancak Davutoğlu’nun Türkiye’nin seçime giden bir süreçte bu mahkemede tanık olarak dinlenmesinden rahatsız olan birileri var. Mahkemenin duruşmayı ertelediği tarihe de bakarsanız seçim sonrası bir tarihe denk geliyor. Anlaşılan birileri seçim süreci boyunca da bu dosyanın da gündeme gelmesini istemiyor.
Çözüm sürecinin sona ermesinin ardından yaşanan çatışmalı süreç sonrası Diyarbakır’ı anlatır mısınız? Şu anda kentte nasıl bir hava hakim?
O dönemin izleri kolay kolay silinmeyecek. Şu an Diyarbakır’da göze çarpan bir sessizlik var. O döneme göre kentte bir iyileşme, sosyal hayatta bir canlılık var ama Kürt meselesi tam anlamıyla çözülmediği sürece bölgede hep bir gerginlik, hep bir korku iklimi kendisini gösterecek. Biz hep şunu savunduk -ki Tahir Elçi’nin de son sözleri oydu, silaha, çatışmaya, şiddete karşı kalıcı bir barış tesis edilmeli. Hala o noktadayız. Şiddetin, operasyonun, çatışmanın sorunları daha da derinleştirdiğine inanıyoruz. Sadece seçim süreçlerinde oy devşirmek için değil Kürt sorunu samimi bir iradeyle çözülmeli. Her geçen gün daha çok gözaltı, daha çok operasyon, daha çok soruşturma tehdidi ile bu sorunun çözülemeyeceğini yıllarca gördük. Bunlar ancak çözümü öteler.
Sizce hala bir çözüm mümkün mü?
Hep söylerim, Kürtler her iktidardan çözüm talep etmeli. Tabii Türkiye’nin son 6 yıldır yaşadıklarına baktığınız zaman evet, şu anki koşullarda bir çözüm çok zor görünüyor. Ancak Kürtler her süreçte barışı ve haklarını istemeye devam etmeli. AKP ile bir çözüm mümkün mü, yoksa hiçbir umut yok mu, bilemezsiniz. Siyaset ve yaşadığımız coğrafya yeni güne nasıl başlayacağınızı asla kestiremeyeceğimiz bir yapıya, özelliğe sahip. Yarına neyle uyanacağımızı bilemiyoruz. Umutlu olmak zorundayız.