Deprem, sel, heyelan, volkanik patlamaların doğa olayı olduğu bilinciyle yıllarca doğayla uyumlu bir yaşam sürdürülmüştür. Bu doğa olaylarının felaketle sonuçlanmasının nedeni kapitalist sistem ve onun yürütücüsü iktidarlardır.
Bilinçsiz bir söylem olarak çoğunca ‘doğaya zarar veriyoruz, doğanın dengesini bozduk’ yaklaşımı- söyleminden hareketle doğaya zarar versek bile doğa bir müddet sonra deprem, sel, heyelan ve volkanik patlamalar ve bilmediğimiz başka yöntemlerle kendini onarır. Biz kendimizi doğanın öznesi saydığımız için öyle düşünürüz, oysa biz bütünün sadece küçük bir parçasıyız ve öznesi değiliz.
Her yıl birçok ilde özellikle Karadeniz’de sıkça duyarız; sel sonrası yaşamların yitirilmesi ve evlerin, binaların sele kapılarak tabuta dönüşmelerini. Bu yıl da deprem sonrası yaralarını sarmaya çalışan Şanlıurfa, Malatya ve Adıyaman’da aynı durum yaşandı. Hala deprem bölgelerinde bu kaygıdan azade aynı akılla konutlar yapılmaya çalışılmaktadır.
Tarihsel birikim ve bilimsel ilkelerden yoksun endüstriyel ölçekte kentleşme politikaları doğaya rağmen yapılmaktadır. Kapitalist sistemin sömürü pazarına dönüşmüş beton ve rant odaklı kentler ölüm yuvalarına dönüşmüştür. Yerel malzeme ve yerel barınma modelleri yerine gettovari çok katlı, beton esaslı, tektiplik ve aşırı kar mantığıyla gerçekleştirilen yapılaşmalar kapitalist sisteme hizmet edecektir.
Unesco dünya mirası olan Mezopotamya sazlıkları binlerce yıl yaşama ev sahipliği yapmış bir yaşam alanıdır. Burada yaşayanlar Dicle ve Fırat nehirlerinin sularıyla uyumlu bir yaşam sürmüşlerdir. Gelgitlere, sellere rağmen bir felaketle karşılaşmamışlar. Ta ki Saddam’ın teklik esaslı ulus devlet inşasına kadar. Bu yaşam alanı olan sazlıkları besleyen nehirlerin suları barajlarla kesilerek orada yaşayanlar felakete sürüklenmiştir.
Yaklaşık 8000 bin yıl önce Mısırlılar, Nil nehrinin taştığını fark etmiş, tarım ve yaşamı buna uyumlu bir şeklide yapmıştır. Hatta bu doğaya uyum matematiğin temellerini atmıştır. Egemenler tarihinin istilacı gücü Romalılara bile baktığımızda bugün için emsal teşkil edecek birçok ekolojik çözüm sunulmuş, birçoğu günümüze gelmiş; baraj, su kanalları, yollar ve yaşama dair barınma örnekleri vardır.
Romalılar 2000 yıldan uzun bir zaman önce sağanaklardan kaynaklı oluşacak sellere karşı sel taşkın yatağı ve tünelleri yapılabilmişken, günümüzde yolları ve kentleri alüvyon topraklardan oluşan tarım alanlarına, su tutan ve arıtan sazlık ve bataklıklara, taşkın ve dere yataklarına yapmayı sadece sömürünün sürekliliği ile açıklayabiliriz.
Dere, nehir, göller, taşkın yatakları ve kıyıların ıslah edilmeden yapılaşmaya açılması sorunun temeli olarak sayılmaktadır. Oysa bu alanlar kendi haline bırakılmalı, dokunulmamalı ve çözüm olarak sunulmamalıdır. Bu söylem felaketlerin değirmenine su taşımaktır.
Binlerce yıl boyunca doğayla beraber bir yaşam kurmuş olan toplumsal yapının hafızasından hareketle ve hızlıca doğaya rağmen değil doğayı esas alan bir noktadan ekolojik kent modelleri ile yaşama ve barınma sorunları çözülmelidir. Doğaya rağmen değil doğayla beraber, barışık bir yaşam inşa edilmelidir.
Güner Yanlıç kimdir?
Ekoloji aktivisti, yazar.