Meslek örgütlerinin mücadele cephesinde yoğun bir gündemin içine doğru ilerliyoruz. Türk Tabipleri Birliği (TTB) üzerinden koparılan fırtına ile otoriter rejimin “kılçık” olarak gördüğü meslek örgütleri için düzenleme hazırlığı olduğunu artık biliyoruz. Adalet Bakanı tarafından mevzunun ucundan kopyalar verilmesine rağmen rivayet muhtelif. Türkiye Barolar Birliği için yapılan müdahalenin etkisizliği ile ertelenmiş olan bu gündem, TTB Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasına doğru giden süreçte, hükümetin küçük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) “buz kırıcı” rolüyle tekrar ilerletildi. Seçim sath-ı mailine girdikçe milliyetçi, sağ popülist eğilimlerin yelkenini dolduran bu manevralar için Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)-MHP iktidarının ne zaman harekete geçeceğini hep birlikte göreceğiz. Yargının, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu kararı ile hukuksuzluğun yelpazesini merkez yapılara kadar kırdığını hesaba katarsak seçim sürecindeki rolünü de öngörebiliriz.
Halen tutuklu olan Şebnem Korur Fincancı’nın yargılamasında savcı mütalaayı verdi ve ilk mahkeme tarihi 23 Aralık 2022 olarak belirlendi. Fincancı’nın yaşadıklarını, yaşatılanları hep beraber hatırlayalım ve neyin yargılandığını, hedefin ne olduğunu tekrar değerlendirelim. Adli Tıp uzmanı olarak İnsan hakları alanındaki birikimleri nedeniyle Almanya’nın Berlin kentinde, Rosa Lüksemburg Vakfı’nın “Cezaevi ve insan hakları” konulu konferansında bulunduğu sırada gerçekleşen olaylarla başlıyor konu. Sayın Fincancı’nın 26 Ekim 2022’de gözaltında alınan emniyetteki ifadesinde anlattığı şekliyle, 18 Ekim tarihinde hekim arkadaşlarının gösterdiği bir video izliyor ve üzerine meslektaşlarıyla yorumlarda bulunuyor. 19 Ekim tarihinde Skype üzerinden bahse konu olan televizyon kanalına bağlanıyor. Bulunduğu otelden yaptığı bu bağlantıda görüntüler üzerine “yayınlanmasını doğru bulmadığı” vurgusuyla “kimyasal silah iddialarına ilişkin” değerlendirmede bulunuyor. İfadesinde, mülakat verdiği televizyonun künyesiyle ilgili bilgisinin olmadığı ve bununla da ilgilenmediğini söyleyen Fincancı, zaten televizyon izlemediğini belirtiyor. Daha önce Sayın Fincancı ile 1 saatlik TV programı yapmış ve programı izlemesini istediğimde aynı cevabı almış birisi olarak bu bölümü gülümseyerek okudum.
Fincancı’nın ifade ettiği görüşlerde kesinlik vardı-yoktu tartışmasından bağımsız olarak, uzmanı olduğu alan üzerine yorum yapması ve araştırma gerekliliğini vurgulaması bilim insanı olarak sorumluluğu şeklinde okunmalıdır. Mesleki özerk alanının yargılamaya konu yapılması ise birden fazla ihlali beraberinde getirmektedir. Fincancı programda, mevcut iddiaların objektif biçimde araştırılmaya konu yapılması gerekliliğini vurguluyor, kimyasal silah kullanımını yasaklayan uluslararası Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl araştırma yapılacağını anlatıyor. Kendi isteği ile yurtdışından dönen ve 3 gün sonra evine sabah saatlerinde baskın yapılarak gözaltına alınan Fincancı, bu ifadelerden sonra 27 Ekim 2022’de görülen mahkemede tutuklanarak cezaevine gönderildi. 25.11.2022 tarihinde de açıklanan savcılık mütalaasında, “basın yoluyla örgüt propagandası yapmak” suçlaması ile 7 yıl 6 aya kadar mahkumiyetle yargılanması talep edildi.
Yargıda “kötü kurgular” dönemi, Gülen Cemaatinin (sonradan FETÖ olan) ortağı olduğu bu iktidara önemli mirasıydı. İktidar, arada yaşadığı kısa tereddüt dönemini saymazsak eğer “yargı bağımsız” retoriğiyle bu mirasa sahip çıktı. Tüm bu kötücül pratiklerin üstüne eklenen vasıfsızlık, bir süre sonra kitabına uydurma ihtiyacı bile hissetmeyen cüretkarlığı da beraberinde getirdi. Bugün ülkede, vatandaşlık bağı olan insanların herhangi bir hukuk devletinde rastlanmayacak şekilde hakları ağır ihlale uğramakta. Vatandaşlık bağı olmayan göçmenlerin daha da yaralı olduklarını da belirtelim.
Ekonomi politikalarının iflas ettiği, enflasyon altında ezilen insanların sağlıklı beslenme ve barınma olanaklarını yitirdiği bu koşullarda sağlık muhalefeti pandemi ile başlayan süreçte önemli bir direnç noktası oluşturdu. Kamu hastanelerinde uzayan randevular, koruyucu sağlık hizmetlerinde aksamaların yarattığı zemin, 5 dakikada muayene gibi dayatmaları da beraberinde getirdi. İşini yapamayan sağlık emekçileri için bıçağın kemiği geçtiği bir dönem başlamış oldu.
İnsanların kafalarını kaldırmaya korktukları bu dönemde TTB, sağlık muhalefetini soldan sağa aynı pankartın arkasında durmaya ikna etmiş ve bu mücadelenin önemli birleştirici gücü olmuştur. “Emek bizim söz bizim” sadece bir slogan değil bizatihi yaşanan durumun özetini oluşturmaktadır. Beyaz eylemler, ülkenin dört bir yanından yapılan yürüyüşlerle, iş bırakmalarla, mitingler ve isyanlarla otoriter iktidarın canını en çok sıkan hareketlilik halini almıştır. Ülkede hakim kılınan korku iklimine karşı başkaldırabilen bir meslek ve onun örgütlü yapılarından biri olan TTB’nin, seçim hazırlığı ve inşa edilen yeni rejim için hedef alınması kadar beklenen bir şey olamazdı. Şebnem Korur Fincancı, taşıdığı simgesel değer ve bu dönemde üstlendiği rol gereği intikam hedefi olarak seçildi. Fincancı ve TTB, iktidarın geleneksel yöntemi olan milliyetçi, hamasi hezeyanların hedefi haline getirildi.
Otoriter iktidar açısından meslek örgütlerinin yaratabileceği örgütlü muhalefet her zaman riskli durumda algılanmıştır. Sendikal örgütlenmeler tarihi bu konuda önemli dersler içermektedir. Toplumun kategorik sorunları daha formel şekilde bu örgütlerde ifade edilir. Kimlik ve ideolojik yüklerden arınmış bir topluluk olarak bir arada olma ihtimali bu örgütlerden doğar. Otoriter iktidar bunun oluşturacağı riski bilir ve önlemini alırken topluluğun bu zeminini dağıtmak ister. Öyle bir eşikteyiz ki, TTB ve Şebnem Korur Fincancı için planlananlar demokratik hak talebinin kırılma noktası olabilir. Tüm meslek örgütlerinin ayağa kalkması ve “sarı öküzü” vermeyecek şekilde emin adımlarla dayanışması gerekmektedir.
23 Aralık Cuma günü İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde saat 9.30 başlayacak duruşma emeğin, sözün, TTB’nin ve Şebnem Korur Fincancı’nın biz olduğu gerçeğini yargılayamayacaktır. Ön görünmezlik rejiminin içinden geçtiğimizin farkındayız! Ama tarih bize, otoriter bir rejimin seçtiği hedeflerin öngörülebilir olduğunu öğretmiştir…
Cegerğun Polat kimdir?
Kardiyoloji uzmanı, Dr. Öğretim Üyesi. Çukurova ve Ankara Üniversitesi’nde eğitim aldı. İstanbul’da özel bir hastanede çalışıyor. TTB’nin çeşitli kademelerinde toplum sağlığı mücadelesini uzun yıllardır sürdürüyor. Demokratik eğitim pratiklerinin geliştirilmesi için çalışmalar yapıyor. Halen İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi.